3 Şubat 2011 Perşembe

Mekke’de İslam öncesi ve sonrası ticaret ve İslam’a etkileri 2

Tarihsel gelişim içerisinde gündönümü vb. etkinliklerin dinsel ritüel olarak kutlandığı kutsal alanlara gelen kitlelerin ticaret yapması ile başlayan Pazar/panayır ekonomisi, bizzat tarafsız bölgelerde yapılan ilkel ticaret kolonisi şeklindeki yerlerin zamanla dinsel bir kimlik kazanması şeklinde de gelişme göstermiştir. Her iki durumda da göçer yada yarı göçer kabilelerin yılın belli dönemlerinde bir araya geldikleri bir ekonomik-dinsel etkinlik olarak varlığını sürdürmüştür söz konusu sistem, yerleşik düzene geçen kabilelerin konfederasyon altında birleşip tarım ve ticaret ekonomisine dönmesi ilede yerlerini lokal pazarlara ve devletler arası ticaret yapan tüccarlara bırakmışlardır. Varlıklarını orta çağ Avrupası’nda 11. YY’a kadar sürüdüren bu göçebe toplumlara özgü sistem zamanla yerini devletin kontrol ettiği bir yerleşik siyasi-ekonomik modele bırakmıştır, keza tanrılara tapınma inancıda yerini tek tanrıcılığa bırakmıştır. Genel olarak Dünya’nın bir çok bölgesinde benzer paralellik gösteren bu gelişme, Arap yarım adasında ve Hicaz özelinde ekin kültürünün yerine hayvancılık ve avcılık kültürünün olması neticesinde daha farklı seyretmiştir.

Başlangıçta her aşiretin yada kabilenin kendi tanrıları vardı ve bunları yanlarında taşıyorlardı, geçici olarak yerleştikleri yerdeki anakaya üzerine yada yanlarında taşıdıkları kayalar vasıtası ile nişler yapıyorlar ve tapınıyorlardı, klasik putperest/pagan kültürüne sahiptiler, Yemen hakimiyeti ve beraberinde gelen dinsel inanışlar ve tanrı fügürleri toplumda kabul görüp günlük dinsel ritüele dahil edilirken, ilk dönem putperest/pagan kabile totemleri kişisel tanrılar haline gelmiş ve yerlerini yavaş yavaş daha geniş kitlelerce kabul gören eskisine oranla daha donanımlı tanrılara bırakmıştır. Belli bölgelerin tarih öncesi devirlerden itibaren tapınma ve tedavi merkezi olarak kullanılmalarına paralel olarak Arap yarımadasında da benzer bir çok yerin ortaya çıktığını görmekteyiz. Özellikle başlangıçta anakaya ve üzerine oyulan nişlerin içerisine yerleştirilen tanrı figürleri ile tapınma geleneğinin Hicaz bölgesinde Usayda örneğinde olduğu gibi 6. YY’a kadar devam ettiğini biliyoruz.

 İlk dönem tapınak şehir olmaktan uzak olan Mekke, Amr b. Luhay’ın din ile ticareti bir araya getirmesi ile birlikte genel kabul gören bir kutsal alan statüsüne kavuşmuştur. Şüphesiz ki  bu dinsel etkileşim ve diğer kültürlerin tanrılarının kabulü ticaretin o coğrafyalara ulaşması ve karşılıklı ticari ziyaretlerin neticesinde ilk başlarda oluşan misafirlerin yada temsilcilerin dinsel ihtiyaçların giderilmesi ile başladığı bir gerçektir, söz konusu gelişmeye güzel bir örnek ise Efes  antik kentindeki Serapis_Tapınağıdır. İlerleyen dönemde ise bu etkileşim zamanla yerini dinsel ritüelin bir parçası olmaya bırakmıştır, bölgedeki kabileler bu ithal tanrıları benimsemiş ve yerelleştirmişlerdir. Bir çeşit eşit düzeyde saygınlığa sahip tanrılar panteonu (Yunan tanrılar panteonu kadar gelişmiş değildir elbette) oluşturmuşlardır.

 Arap yarımadasında İslam’i kaynaklara göre bilinen 100 civarında Harem/Kabe benzeri kutsal alanın olduğu ve aynı adla anıldıklarıdır, Kabe adı ‘’k.a.b.’’ kökünden; yüksek olmak, tomurcuklanmak, dört köşe anlamlarında kullanılan türetilmiş bir kelimedir. Araplar, küp şeklindeki her ev ve her cisme Kabe derlerdi o dönemde. Harem’deki kutsal kabul edilen alan üzerine yapılan yapı neticesinde bu adı almıştır büyük olasılıkla. Kusay’ın yaptığı sadece siyasi ve ticari nedenlerle ait olduğu kabilesinin yaşadığı Mekke kutsal alanını yerleşkeye çevirmesidir aslında, diğer bölgelerdeki bu kutsal alanların büyük bir kısmı zamanla kaybolmuşsada, bazıları İslam’ın ilk dönemine kadar varlığını sürdürebilmiştir. Kusay’ın yaptığı kendi bölgesinde siyasi/dinsel devrim niteliğindedir ve kendi zamanına kadar yere bitişik olan ve bir yapı niteliği taşımayan (M.S.2YY.’dan itibaren duvar ile çevrilen) Mekke kutsal alanına (büyük olasılıkla tarih öncesi bir Altar’a ait olan genelde dört dikili taştan oluşan ve kutsal kabul edilip, gündönümü, erkekliğe geçiş, tedavi merkezi vb. amaçlarla kullanılan yer) yaptığı Kabe  adlı bina (bölgedeki benzer tüm kutsal alanlarda Kabe adı ile adlandırılıyordu) ve Hicaz’daki saygın ve önemli totemleri bu yapı içerisinde muhafaza altına alması ile dinsel birlikteliği sağlayarak sadece Mekke’nin değil aynı zamanda Hicaz’ında dini kontrol eden egemen gücü olmuştur, bu aşamadan itibarende bir çok kutsal alan ve pazar/panayır bölgesi tarihten silinmiştir, yapılan bir nevi dinsel tekelleşmedir yani bölgede birbirine bağımlı dini ve ticareti tekel altına almaktır ve devletleştirmektir.

Yukarıda kısaca bahsedildiği gibi (büyük bir olasılıkla Pilark olarak) Bizans tarafından atanmış olma olasılığı olan Kusay’ın Hıristiyanlığın monoteist inancına sahip olma olasılığı ve Kabe olarak adlandırılan yapıyı, bir kilise yada şapel niteliğinde yapmış olma olasılığıda oldukça yüksektir. İslam tarihçileri bu durumdan asla bahsetmemesine rağmen, binanın içinde ve çevresinde Hıristiyan kutsal objelerinin (aziz heykelleri, peygamber ikonaları, konusunu İncil’den alan freskler vb.) olması, Muhammed’in Mekke’yi ele geçirmesinden sonra Kabe içinde ve dışındaki tüm eski dönem kutsal objeleri yok ederken, Kabe içindeki freskleri sildirirken; Meryem ve İsa figürlerinin olduğu fresklere dokunulmamasını emretmesi, el-Azraki’nin anlatımına görede İslam öncesi Kabe içinde de bir çok Hıristiyan freskinin olduğu yönündeki bilgide, bizlere aslında yaklaşık 150 yıl Kabe’nin bir kilise yada şapel niteliğinde yerel inançlarla karışık kullanılmış olabileceğinide göstermektedir. İlk dönem İslam’da bölgedeki monoteist Hıristiyan’ların putperest olarak adlandırılması kuvvetle muhtemeldir. Din Mekke için hem ayrıcalıklı bir egemen güç olma yolunu açmış hemde ticaretin en önemli kaynaklarından birisi haline gelmiştir.

Kutsal kabul edilen bir yerin üzerine sonraki medeniyetlerce aynı şekilde tapınma yerlerinin yapılması sadece Mekke’ye özgü değildir, Selçuk’taki İsa_bey_camii  duruma en güzel örnektir; İlk tapınağın Kibele adına yapıldığı arkeolojik kazılardan bilinmekle birlikte esas ününü Dünya’nın 7 harikasından birisi olan Artemis_tapınağından almaktadır söz konusu yer, ardından bir kilise olan yer sonradan cami olarak kullanılmaya başlamıştır.

Kusay sonrası ticaret ise ardıllarının hem kuzey hemde güney bölgelerindeki egemen devlet ve kabilerle yaptıkları ilaflar (ticari antlaşmalar) neticesinde olabilmiştir ve bilinen anlamda ilk uluslararası ticareti yapanda Kusay b. Abdülmenaf b. Haşim’dir. Mekke’nin özelliği ticari bir istasyon olması değildir, aksine bu istasyonların tam ortasında olmasıdır. Su bakımından oldukça sorunlu bir bölgede ve su kaynakları tamamen yağmurlara bağlı olan ve sık sık yağmur mevsiminde sellerle boğuşan küçük vadilerden oluşan ve Kusay’a kadar sık dikenli çalılık ve ağaçlardan oluşan Mekke’nin, Kusay gibi stratejik bilgiye sahip bir lider tarafından şehir olarak iskan edilmesinin nedeni, sadece ticaret istasyonlarının tam ortasında konuşlanmış olması değildir elbette. Birincisi kutsal bir alan içeriyor olması ve ikincisi ise savunmasının kolay olması ve en önemli faktör olarak kendisininde dahil olduğu kabilenin bu bölge çevresinde yaşıyor olmasıdır.

Günümüzde Kabe olarak adlandırılan bölgenin tarihsel tanımlar neticesinde Hitit’lerin_YazılıkayaGöbeklitepe’deki yapı ise kareye yakın özelliği ile Kabe’nin Kusay öncesi dönemine ışık tutmaktadır . Kusay’a kadar bölgede yerleşke olmayıp çevresindeki yaşamaya daha uygun vadilerde yaşam sürmüş (o dönem baharat-tütsü ticaret yolu Mekke’nin batısından geçiyordu ve yerleşkeler bu yol üzerindeydi aslında) ancak bir gecede Kusay ve birleştirdiği Kureyş kabilesi söz konusu bölgeye yerleşerek dönemine göre daha medeni bir kutsal alan yaratmıştır. Kutsal alanın bekçileri ve hizmetkarı olarak Kureyş kabilesi tüccarları Hicazda, haram ay olarak adlandırılan savaşın yasakladığı dönemler haricinde de dokunulmazlık kazanarak lokal ticareti tekellerine aldıkları gibi ilerleyen dönemde de Ebu Süfyan örneğinde olduğu gibi Taif ticaretinide kontrol eder hale gelmişlerdir. Tıpkı Anadolu’da ortaya çıkan Hıristiyanlıkta olduğu gibi yerel dinsel inanışlar zamanla evrilerek ve şehir devlet ve ardından kurulan devlet kurumlarının ihtiyaçları neticesinde evrim geçirerek bildiğimiz İslam şeklini almıştır. örneğine benzer bir özellik taşıdığı söylenebilir, bilinen en eski kutsal alan

İslam tarihçilerinin öne sürdüklerinin aksine günümüzdeki anlamıyla bir uluslararası ticaret ancak ticaret yolu üzerindeki egemen güçlerle işbiliği neticesinde ve 6. YY’ın ikinci yarısından sonra yapıla gelmiş olmakla birlikte söz konusu ticaret, Mekke tüccarlarının birleşik bir kervan oluşturarak ve geçtikleri bölgelerden aldıkları askeri koruma desteği vasıtası ile uzun bir dönemde ve senede iki defa olarak kuzeye ve güneye gönderilen kervanlarla yapılmıştır. İslami kayıtlar neticesinde Ebu Bekir, Ömer ve hatta Muhammed’in bu kervanlar vasıtası ile Şam’a gittikleri bilinmektedir. Mekke’nin esas ticari başarısı lokal pazarı elinde tutması ve dinsel yaşamı ticarete çevirebilmesinde yatmaktadır.

Tüm bu bilgiler ışığında Mekke’de 2. YY’da başlayan sürecin 4. YY’da devrimsel bir yapılanma neticesinde tapınak şehir devleti olması ve devlet dininin tıpkı antik Yunan şehir devletlerinde olduğu gibi (İslam tarihine göre) pagan/putperest nitelikler taşıması ve daha ilkel bir Panteon niteliği kazanması sonucunda tek tanrılı bir din için gereken özellikleri kazanması neticesinde İslam ticaretten aldığı güçle gelişmiş ve evrilmiştir. Burada karşımıza aslında başlı başına incelenmesi gereken Hanif inancıda çıkmaktadır. Söz konusu tanrılar’ın Hanif inancına evrilmesi ise tamamen yapılan ticaret vasıtası ile karşılaşılan dinsel kültürlerin yerel dini etkilemesi ve devlet olma gereğinin dayattığı ihtiyaçtır. İslam öncesi Hicaz bölgesindeki Hanif tanımlaması ile günümüzdeki Hanif tanımlaması arasında fark vardır. Genelde soyut (Al-İlah, Şi’ra yıldızı vb.) tanrılara tapanlar arasından totem/putperest kültü geliştirmemiş olanlara İslam öncesi dönemde Hanif denildiği bilinmektedir. İslam’ın ilk dönemindeki Hanif tanımı ile günümüzdeki tanımından farklı bir uygulama sergilemektedir o dönemin Hanifleri ve tek tanrı inancına sahip tek bir dinsel kitle için kullanılmamıştır. Sabii’lere Hanif denildiği gibi tek bir put/tanrıya tapanlara da Hanif denilmektedir. Netekim Muhammed yeni bir din söylemi ile ortaya çıktığında kendisini Sabii olmakla itham etmiştir Mekke’liler.


İslam öncesi totemlere tapmayı red eden ve Muhammed’inde belli bir yaştan sonra inandığına kanaat edilen Hanif’liğin ilk dönem İslam haricinde günümüz İslam inancı ile bir bağlantısı olmadığı gibi Mekke’deki salt totemleri red eden değil aksine yıldızlar başta olmak üzere bir çok şeyi kutsal sayıp tapınan bir anlayış mevcuttu ve zaten bunun izleri ve siyerlerdeki aktarımları Kur’anda görmek mümkündür, bir diğer hususta resmi İslam’ın bahsetmediği İslam öncesi ve sonrası Hıristiyanlığın bölgedeki yeri ve Hicazdaki yayılımıdır, keza aynı şekilde tarihlerden silinen bir diğer dinsel toplumda Sabii’lerdir, görüldüğü gibi resmi İslam tarihinin aksine Hicaz’da sadece putlara tapan bir kitle yoktur, aksine hemen yanında ki Necar’da piskoposluk bulunan bir monoteist Hıristiyanlık, Yahudi’lik ile Sabii’lik vb. bir çok inanışta mevcuttur. Ticaretin bu tüccar egemen kitlenin aynı zamanda dinsel bir çıkarsaması olduğuda İslam hukukundaki erken dönem ilk kural ve cezalardan birisinin ticarete ve mala yönelik saldırıları ‘’Allah’a’’ yönelik saldırılar kavramına oturması ve ahkam ayetleri vasıtası ile ticari faaliyetlere yönelik her türlü saldırıyı devlete yönelik olarak algılayıp cezalandırmasıda ayrı bir gerçektir.

Muhammed ilk başta Mekke tapınak şehir devletini ele geçirmek isterken (bu yüzden yaşadığı toplumda akil ve lider olma yaşı olan 40 yaşını beklemiştir harekete geçmek için) daha sonra Medine’ye siyasi ilticası ve sonrasında kurulan Medine şehir devletinin Mekke ile yaptığı ticari/dinsel savaşlarda  ticari ve siyasi güç kazanması ve Muhammed’e yapılan ticari ve dinsel biatların neticesinde daha geniş kitlelere ulaşması akabinde İslam söylemi Mekke kabilesel/dinsel ritüel özelliğinden çıkarak Hicaz bölgesi dinsel ritüel özelliğini kazanmış ve Medine şehri ve çevresindeki Yahudi ve Hıristiyan kabileler neticesinde de Tevrat ve İncil kökenli bir söylem haline gelmiştir klasik İslam söylemine göre. Günümüz İslam tarihçileri bu konuya katılmamakta hatta tam aksi bir tarih yazmaktadırlar, Muhammed dönemi İslam ile günümüz İslam anlayışı ve uygulaması arasında çok farklar olduğunu, söz konusu farklılığın ise zamanla İslam’ın yayıldığı coğrafyalardan etkilenmesi ve Emevi/Abbasi iktidarı sırasında İslam’ın yeniden oluşturulmasına bağlarlar.

Sonuç olarak; İslam içinden çıktığı toplumun inancından etkilenirken ve içinde hala ilkel pagan/putperest ritüelleri barındırırken, kaçınılmaz olarakta içinden çıktığı tüccar devlet ve düşüncesinden de etkilenmiştir. Ticaretin, Muhammed’in Medine’ye siyasi ilticasından önceki yaklaşık 150 yıllık birikimi ve Ficar savaşları vb. ticari egemenlik savaşları neticesinde gelişen bilinç  ve kültür neticesinde şekillendiği artık İslam tarihçileri dahil genel kabul gören bir gerçektir. Klasik İslam tarihindeki söylemlerinin aksine Mekke 5. YY başına kadar ancak lokal ticaretin bir unusuru olarak varlığını sürdürmüş nihayetinde Kusay’ın bu ticari dağınık yerleşkeyi dinsel merkezli bir tapınak şehir devleti haline getirmesi ile tarih sahnesine çıkabilmiştir (o dönemdeki Hıristiyan beyliklerin ve Hıristiyan kabile konfederasyonlarının siyasi etki alanı yada dinsel savaşlarının yarattığı oterite boşluğunu ve kuzeydeki ticaret merkezi Petra vb. birkaç şehrin doğal afetler neticesinde terk edilmesi ve savaşların olduğu bölgelerden geçen ticaret yolunun Medine (Yatrib) ve Mekke istikametine kayması neticesinde olmuştur).

Muhammed’in çocukluğunda katıldığı Ficar savaşları ve neticesindeki Hılfu’l Fudul gibi geçici barış örgütlenmeleri ile (ticareti devam ettirebilmek adına kurulmuş bir örgüt) kabile yaşantısından yerleşik medeni bir toplum olma yolunda hızla ilerlemeye başlamıştır söz konusu toplum. Bizzat Hılfu’l Fudul ile birlikte Kureyş ve yakın akraba kabiler arasındaki iktidar çekişmesi ve iç savaşlar neticesinde Muhammed öncesi Mekke ve çevresi zaten siyasi bir egemen güç arayışına girmiştir (kaldı ki Muhammed sonrası iktidar kavgalarında gene bu iki kamplaşmış cepheyi görürüz).  Yani Muhammed’in neticeye ulaştırdığı söz konusu siyasi ve dini hareket  öyle uzak bir tarihe değil kendisinden ortalama 150 sene öncesine dayanır ancak. Bu hareketin ana motorunu iki unsur oluşturmuştur, din ve ticarettir bunlarda, bir çok yerde ve özellikle Mekke’de bu iki kavram iç içe geçmiş olarak varlığını sürdürmüştür, başlangıçtaki lokal dinsel değişim zamanla daha geniş kiteleler tarafından kullanılan dinler vasıtası ile günümüzdekine yakın şeklini almıştır. İlk dönem İslam inancı ile günümüzdeki İslam inancı temel kaideler ve bir çok ritüel açısından farklılıklar göstersede esas dikkat edilmesi gereken bir diğer şey olan İslam öncesi Mekke (Hicaz) dini inanç ritüelleri ve özelliklerinden hatırı sayılır bir kısmının hala korunarak İslam içinde günümüze kadar gelmiş olmasıdır.


Kaynaklar:
1- İslam’ın ilk döneminde ticari hayat. Doç.Dr. Ahmet Turan Yüksel
2- İslam öncesi Mekke. Dr. Yaşar Çelikkol 2003 (birinci basım)
3- İlk dönem İslam hukuku, yasama-yargı-yürütme. Abdülvahhab Hallaf
4- İslam’ın ilk döneminde Bey’at ve seçim sistemi. Prof.Dr. Mehmet Ali Kapar
5- İslam Ansiklopedisi Hicaz maddesi
6- Edebiyat ve ticaretin buluştuğu noktalar panayırlardan günümüze fuarlar, Nüsha Şarkiyat araştırmaları dergisi, Sayı 10 Ahmet Kazım Ürün
7- Tasavvuf ve Bid’at. Prof. Dr. Abdulhakim Yüce
8- Çeşitli Yönleriyle din, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt: 28, Prof.Dr. Günay Tümer
9- Din Faktörü Işığında Cahiliye Şiirine Bir Bakış, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt:15 Sayı:2 Doç.Dr. Mehmet Yalar
10- Bir Tefsir Problemi Olarak Bütün Varlıkların Allah'ı Tesbih Etmesi, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt:15 Sayı:2 Dr. Celil Kiraz
11- Cahiliye Şiirinin Tarihsel Gerçekliği Problemi, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt:17 Sayı:2 Doç.Dr. Mehmet Yalar
12- Cahiliye Şiiri üzerine. Şaban Karataş
13- Câhiliye’den İslâm’a Geçiş: Tebliğ ve Sosyal Akışkanlık, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt:14 Sayı:1 Yard. Doç. Dr. Vejdi Bilgin
14- Demografik değişkenler açısından ilk Müslümanlar, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt:18 Sayı:2 Prof.Dr. Abdurrahman Kurt
15- Dini içerikli ekonomik bir kavram Hums, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dergisi Cilt:8 Sayı:1 Yard.Doç.Dr. Ünal Kılıç
16- İslam bakış açısında Hz. İbrahim: İslam öncesi Arabistan’da monoteizm’in gelişimi üzerine düşünceler, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dergisi 2006 sayı:1 Khalil Athamina (Birzeit Üniversitesi) Çeviren Dr. Ali Osman Kurt
17- İslam öncesi dışa kapalı Arabistan’da sosyo-ekonomik bulgular ve Su’luklar hareketi, Kafkas Üniversitesi dergisi 2005 Sayı:16 İsmail Özsoy
18- İslam öncesi Arap şiirinde bazı dini motifler, Nüsha Şarkiyat araştırmaları dergisi, Sayı:9 Yard.Doç.Dr. Ömer Ünal
19- İslam öncesi dönemde Mekke idare sistemi ve siyasetin oluşumu, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt:10 Sayı:1 Yard.Doç.Dr. Adem Apak
20- Sosyo-ekonomik ve kültürel yönden İslam öncesi Mekke toplumu,  Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt:10 Sayı:2 Prof.Dr. Abdurrahman Kurt
21- İslam şehrinin doğuşu, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler dergisi Sayı:6 Yard. Doç. Dr. Muammer Gül
22- İslam’dan önce Arap yarımadasında putperestlik ve yayılışı Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt:6 Sayı:1 Hüseyin Atay
23- Risalet öncesinde Arap yarımadasındaki dinler ve bir peygamber beklentisi Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dergisi Sayı:6 Yard.Doç.Dr. Sıddık Ünalan
24- Kur’an ve üst tanrı inancı e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi Sayı:3 William Montgomery Watt (Edinburg) Çevirenler: Dr. Arif GEZER-Dr. Ömer PAKİŞ
25- İslam’ın kaynakları 1, Erol Sever 1995 (ikinci baskı)