Kabe
Kabe adı bölgede dört köşe yapılar için yaygın olarak
kullanılmaktadır, dönemin Arapça’sında dört duvarı olan her yapıya Kabe (yada
ev) denilmekteydi. Kabe kutsal bir ad olmaktan çok, kutsal bir alandaki yapıyı
tanımlamak için kullanılmaktaydı, Arap mitolojisinde tanrı ve tapınağı (Kabe)
ayrılmaz bir bütün olarak görülürdü. Arap yarımadasında İslam tarihçilerine
göre bilinen 100 civarında Kabe bulunmaktaydı Muhammed döneminde, İslam’ın
yayılması neticesinde bunların içinden Mekke’deki Kabe öne çıkmıştır. İslam
öncesinde Arap tarihçilerine göre Taif ve Yemen'deki kabeler en az Mekke'deki
kabe kadar kutsal ve ticari olarakda Mekke kadar işlektir. Kullanım amaçları
bir çeşit tapınak olarak, tanrı totemlerinin/putlarının muhafaza edildiği ve
tanrılara sunulan adak, hediye, kurban vb. şeylerin atıldığı (depolandığı)
‘’Gabgab’’ adı verilen kuyuların yer aldığı, MS. 2.YY’dan itibaren yüksek
duvarlarla çevrilen ve 4. YY’dan sonra çatı yapılan binalardır. Mekke’de
günümüzde kullanılan binanın daha önce, zemzem kuyusu yada yakınındaki bir eski
‘’Gabgab’’ adı verilen kuyu üzerinde olması kuvvetle muhtemeldir.
İlkel kabile dini öncesinde Dünya’nın her yerinde rastlanan
ve en eskisi Urfa Göbekli tepede bulunan kutsal alanlardaki dört köşe olarak
dikilmiş taşların zamanla evrim geçirmesi ile oluşmuşlardır. Kutsal olarak
kabul edilen bir alana yapıldıkları içinde ayrıca bir kutsiyed kazandırılarak
bilahare saygı görmüşlerdir. Kökenleri İnsan’lık tarihi kadar eski olan kutsal
alan tapınma ritüelinin devamında, süregelen bir tapınma şekli olarak dinlerin
gelişmesi ve evrilmesi neticesinde, bu kutsal alanlar üzerine her zaman dinsel
yapılar/tapınaklar yapılmıştır. Bilinen en güzel örnek ise İzmir Selçuk’taki
İsa bey camiidir, öncesinde kilise – Afrodit tapınağı – Kibele tapınağı –
kutsal alan olarak kullanılmıştır. Benzer aşamalar Mekke’deki kutsal alan dahil
bölgedeki bütün kutsal alanlarda yaşanmıştır. İslam mitolojisindeki
anlatımlarda İbrahim’den öncede Mekke’deki kutsal alanın dinsel amaçlı ziyaret
ediliyor olması bu teze örnek teşkil eder. İlk önce bir tümsek yada tepe ve
ardından dört dikili taş, devamında yerden biraz yüksek duvar ve ardından
çatısı olmayan ve bölgeden bölgeye değişen yüksekliklerde duvar ve en sonunda
çatı ilavesi ile günümüzdeki şeklini almıştır.
Hemen hemen İslam öncesi bütün dinsel ritüeller, aynen yada
değiştirilerek Mekke’deki günümüz Kabe’sinde de uygulanmaktadır. Bazen birkaç
kabileyi memnun etmek amacıyla iki üç kabilenin uygulaması birleştirilmiş,
bazen genel uygulama aynen korunmuş, bazende kabilelere özel uygulamalar adları
ve sıfatları değiştirilerek uygulanmaya başlanmıştır. Hums uygulaması sonucunda
fakirlerin çıplak olarak zorunlu katılımı başta olmak üzere, bazı Bedevi
kabileleri’ninde adedi olan çıplak olarak Hac etmek vb. ritüeller ise İslam’la
yasaklanmıştır.
Mekke dışında kendi Kabe’si olan bir çok kutsal alanlarda da
benzer Hac ve dinsel ritüeller yapılmaktaydı. Mekke’deki Kabe ile benzer
özellikler taşımaktaydılar. Uzza, Ukaysır, Zulhalasa, Necran, Sendad ve Sana’da
ki Kabe’ler günümüze kadar adları ulaşan kutsal alanlardır, içlerinde tıpkı
Mekke’deki Kabe’de olduğu gibi tanrı totemleri/putları vardı. Dünya’nın bir çok
yerinde görüldüğü gibi bu kutsal alanların çevresinde de savaşmak vb. bir çok
şey yasaktı. MS. 2.YY’dan itibaren bu kutsal alanlar ve yerleşkeler Mekke ile
ticari, siyasal ve dinsel rekabete girdiler, Ebrehe kabilesinin Mekke’ye
saldırısı bu nedenledir mesela. Zamanla bütün bu kutsal yerleşkeler İslam
tarafından yıkılarak inananları dağıtılmıştır, bilinen en son kutsal alan/Pazar
yeri konumundaki Usayda’daki yerleşke MS. 7.YY ortalarında yıkılmıştır.
Bu tanrılar haricinde bilinen ve tanrı yada kutsal alan veya
obje olarak tapınılan, saygı gösterilen tapınaklar ve alanlarda vardı, Arap
mitolojisinde Amr b.Luhay’ın Mina’da yedi tanrı putu diktiği ve Hac sırasında
onlara 3’er taş atıldığı rivayet edilmektedir, günümüzde bu ritüel İslam dini
içerisinde Hac ritüelinde şeytan taşlama olarak devam etmektedir. Bölgede;
Sindad’da Bekr, Tağlip ve İyad’a ait Zülkabat, Zeyd-menat’a ait Ruday, Huzaa ve
Davs’a ait Zülkeffeyn, Akk’a ait el-Mantık, Hadramevt’te Merhab, Kinde’ye ait
Zırrıh, Bakr b.Vail’e ait el-Muharrik, Muşakkar’da Zulliba, Beni Dabbe’nin
Şums, Ukaz’da Cıhar (Kabe olarak), Yanbu’da (kaynayan suları ile ünlüdür)
Büvana adlı kabile tanrıları, Zur Riel, Zu’l Kaffayn, Zat Anvat adlı tanrılar
ile Kabe kutsal alanları, kişisel tanrı
ve kabile tanrıları ile birlikte kutsal kabul edilen alanlar ve objelerde
vardı. Bölgede Bekr b.Vailoğullarının taptığı erkek Deve yavrusu gibi animizm
din anlayışıda sürmekteydi. Bölgede hemen hemen her türlü malzemeden tanrı putu
yada kutsal varlık putu yapılmaktaydı.
İslam öncesi dönemden totem olarak İslam din ritüeli
içerisine geçen en önemli obje ise, bilindiği gibi Hacer ül Esved denilen taştır.
Bölgede yaygın olan granitten yapılmış olması muhtemeldir, İslam efsanelerinde
gökten geldiği söylenmektedir, bu yüzden göktaşı da olabileceği inancı vardır.
Arap mitolojisinde taşlara kutsiyet kazandırılması ve onlara dokunularak
öpülmesi bir dinsel ritüeldi, tıpkı günümüzde Hacer ül Esved taşına dokunup
öpülmesi gibi o dönemde de bu taşa ve diğer kutsal taşlara dokunulup öpülürdü.
Bölgede gelir durumuna göre türbe, şapel/mescit, büyük put
yada bir taş’ın tanrı figürü olarak kullanılması yaygın bir uygulamadır. Kutsal
alandan alınan bir taşın seyahatlerde tapınma ritüelinde kullanılması,
tapınılacak putların ve tapınakların her zaman yüksek bir yerde bulunması
(tepeler ve dağlar bu nedenle kutsal kabul edilirdi), eğer bir tepe yada tümsek
yoksa çevrede yapay olarak yapılması sık karşılaşılan bir durumdu. Evlerde
tapınmak için bir köşe yada zenginse bir oda bulunurdu, bu uygulamalar İslam
sonrasında Ebu Bekir’in Müslüman olması ile birlikte evinin bahçesine bir
mescit yaptırması örneğinde olduğu gibi, yada Anadolu’da kutsal kabul edilen
kişilerin anıt mezarlarının (türbe) bir tepeye yapılması gibi devam etmiştir.
Hicaz’da ve yakın bölgelerinde atalar kültüne tapınmada
devam etmektedir İslam öncesinde. Bilinen en ünlü örnek ise Kureyş kabilesinin
efsanevi lideri Kusay’dır, Mekke’de türbe ve mezarların kutsal olarak tapınma
ritüellerine dahil edilmesi neticesinde, söz konusu alanlara şapeller/mescitler
(türbe) yapılmıştır. Bazı ünlü kişilerin ölümleri sonrasında tapınılmaları
haricinde, ölüm günleri takvim başlangıcı olarakta kabul görmüştür. Yaşarken
tanrı/kral statüsü kazandıkları kayıtlarda yazılı değilsede öldükten sonra
tanrılaştırıldıkları bir gerçektir. Mekke kutsal alanındaki putların bir
kısmını bu tip tanrılar oluşturuyordu muhtemelen.
Tanrılara tapınma şekilleri kabileden kabileye ve bölgeden
bölgeye değişmektedir o dönemde, her kutsal alanda ve dinde olduğu gibi
bölgedeki dinlerde de temizlenerek tanrılara yada kutsal alana yakınlaşma ana
kuraldır. Mekke kutsal alanında olduğu söylenen 360 tanrı putunun tamamına,
bölgenin politeist din inancına sahip toplumunun, kitlesel olarak tapındığı
izlenimi veren İslam tarih anlayışının aksine, Mekke kutsal alanındaki
totemlere/putlara sadece ilgili kabile yada kişiler tapınmaktaydı.
Bölgede İslam öncesine ait dinsel bayramlar ve kutlamalar
vardı. Genel katılım sağlanan üç büyük tören vardı, bu törenler senede üç defa
olmak üzere Allah’ın kızları olan tanrıçalar adına yapılmaktaydı. Bilinen
benzer büyüklükte bir tören gene Zulhalasa kutsal alanında düzenlenmekteydi.
Gene senede bir gün Yanbu’da Büvana adında bir tanrıya tören yapılmaktaydı,
Muhammed’inde içinde bulunduğu Haşimoğulları’nın bu törene katıldığı ve
Muhammed’in bu törenden kaçmak için bahaneler uydurduğu İslam mitolojisinde
geçmektedir, bu tip söylemlerin İslam mitolojisine 8. YY’dan itibaren girdiği
düşünülmektedir. Bilinenler dışında bölgedeki 100 civarında olduğu söylenen
Kabe kutsal alanlarında, benzer bayramların kutlandığını düşünmek yanlış olmaz.
Bu törenler dışında, Mekke’de Mudar ve Hicaz kabilelerin
katıldığı Recep ayında kutlanan bir bayram vardı, Recep ayının kutsal
sayılmasının nedeni olarak bu bayram gösterilmektedir. Gene kutsal kabul edilen
Zilhicce, Zilkade ve Muharrem ayları içerisinde bir çok dinsel ritüel ve
uygulama yapılmaktaydı, bu kutsal ay ve dinsel uygulamalar İslam’da da devam
etmiştir (kökeni Haşimi iktidarı ile birlikte
kurulmaya başlanan pazarlardır). Hac bilinen en büyük dinsel ritüeldir,
bunun dışında Buas, Ficar, el-Basus ve Ukaz günlerininde bayram olarak kutlandığı
bilinmektedir. Bölgede ayrıca eski Şemsi takvimde yılbaşı olan (ilkbaharda)
Nevruz ve sonbaharda kutlanan Mihrican adlı bayramlar vardı, söz konusu iki
günün gündönümü kutlamalarının devamı olması muhtemeldir, efsanelerde bu iki
günü bayram olarak erken dönemde kahinlerin seçtikleri anlatılır, Mezopotamya
kökenli birer bayram oldukları rivayet edilmektedir.
Dinsel ritüeller olarak bölgede; değişik Namaz uygulamaları
(ör. Cenaze namazı vb.), değişik tanrılar veya kutsal günler için oruç tutma
(ör. tazim ve kefaret için tutulan Aşura orucu vb.), İsaf adına yemin etme
(yemin etme/söz verme en kutsal dini ritüellerden birisidir İslam öncesinde,
İslam’da Kuran’daki yazımda sık sık karşımıza çıkan tanrının yemin etmesi bu
inanışın devamıdır, ilk dönem orijinal metinlerde Muhammed’in ağzından
yazılanların sonradan değiştirilerek tanrı adına yazılmış olmasıda
muhtemeldir), kurban ritüeli (İnsan kurban etme aşamasından, hayvan kurban etme
aşamasına yeni geçmiş bir toplum oldukları, Muhammed’in babasının kurban olarak
adanması efsanesinden bellidir.) ilk dönem kutsal alan adına sonrasında
tanrılar adına yapılmaktaydı, kurban adak taşlarının varlıklarını İslam öncesi
son dönemde sürdürüyor olmaları, tanrı putları adına kurban kesilmesi
uygulamasının yakın bir dönemde ortaya çıktığını göstermektedir, bildiğimiz
gibi kurban kesme İslam’da değiştirilerek devam eden bir uygulamadır. Fal
bakıcılığı vb. dinsel ritüeller İslam ile uygulanmaktan vaz geçilmiştir.
Bölge halkının ananeleri arasında dine nüfuz etmiş Bahira,
Saibe, Vasile ve Ham gibi göçebe hayvan besleyen kabilelere özgü adetler ise
İslam ile uygulanmaktan vaz geçilen inanışlardır. Gene Animizm’den kalması
muhtemel bir çok uygulama İslam içerisinde vaz geçilen ananelerdendir. Her ne
kadar günümüzde popüler inançta yaygın olarak bütün Arap yarımadasına
advedilen, o dönemde sadece bazı Bedevi kabilelerinde ve Kureyş/Kinane
kabileleri özelinde bazı aşiretlerde, toplumun yaşamda kalması adına en zayıf
halka olan kız çocuklarının öldürülmesi ve İnsan kurban etme döneminden kalan,
keza fakirlerin uyguladıkları kız çocuklarını tanrılara kurban etme geleneği
İslam sonrası devam etmeyen adetlerdendir. Kureyş ve Kinane kabilelerindeki kız
çocuklarının gömülmesi uygulaması,
kurban etmekten çok erkek çocuklarının bir güç ve statü getirisi
olmasına mukabil gelişen ve erkek çocuğu olmayanları aşağılayan kültüre karşı
tepki niteliğindedir.
Arap yarımadasında yaygın olarak, Melek, Cin, peri vb. bir
çok yarı tanrıya’da tapınılmaktaydı. Bu yarı tanrıların iyi ve kötü olanları
vardı inanışa göre, bu inanış İslam içerisinde de devam etmektedir. Gene aynı
şekilde Muhammed’in çağdaşı şairler, kahinler ve rahipler ile yakın
pozisyondaki kişiler bir tepe üzerine çıkarak, yada bir dağdaki mağaraya
kapanarak esin perisinden yardım aldıklarına inanırlardı, bu inancın izlerine
İslam sonrası 2. ve 3. YY.da rastmaktadır, özelikle şairlerin Mekke ve
Medine’de esinlenmek için tepelere çıktıkları kayıtlıdır. Tanrı yada yarı
tanrılardan esinlenme inancı erken din evresine kadar inmektedir. Muhammed’in
bir dağda inzivaya çekilmesi, gene ondan önce dedesi’nin aynı şekilde
davranması, bölgede ortaya çıkan Muhammed’in çağdaşı peygamberlerinde aynı
şekilde davranması söz konusu inanıştan kaynaklanmaktadır.
Bu inancın devamı olarak izah edilen yada anlatılmak istenen
konuya, o konudaki içeriği betimleyen/tasvir eden şiirlerin yazılması ve
bunların ana metne eklenmeside bu adetin bir parçasıdır. Bu uygulamayı 8. ve 9.
YY’larda yaşamış olan bazı İslam hadis ve tarihçilerinde de görmekteyiz. Ana
metnin içeriğini tasvir eden yada betimleyen (konuyu kuvvetlendirme yada
güzelleştirme amaçlı) şiirlerin, aktarılan hadis yada tarihsel konularının
içerisine yerleştirildiği, zaman içerisinde bu din adamlarının ardılları ve
öğrencilerinin, bu şiirleri ilgili kitaplardan çıkardıkları çalıştıkları
rivayet edilmektedir. Söz konusu dönemden kalan bir kaç sayfa Frankfurt
Üniversitesi kütüphanesinde saklanmaktadır.
Benim düşünceme göre; bu uygulama başlangıçta Muhammed’inde
başvurduğu bir nesir çeşidi olarak Kuran’da da yapılmıştır. Mevcut Kuran
içerisindeki bir birinden kopuk ayetlerin bazılarında görülen şiirsel
söylemlerin ve düzensizliklerin kökeninde, döneminde Kuran içerisinde ayetleri
açıklayan/betimleyen şiirlerin olması ve sonraki dönemde Kuran kitaplaştırılırken
yada Medine’ye göçten sonra bir çok surenin Muhammed tarafından yeniden
yapılandırılması sırasında bunların çıkarılmasının yatması kuvvetle
muhtemeldir. Suyuti’de geçen; Bakara suresi ile Ahzap suresinin aynı uzunlukta
olduğunu (günümüzde Bakara 285 ayet iken, Ahzab yalnızca 73 ayettir.) anlatan
rivayet bu tez için örneklerden biridir. Döneminin bütün anane ve inançlarını
yansıtan Kuran’ın içerisinde, içinden çıktığı toplumun en yaygın iletişim aracı
olan şiirleri barındırmadığını düşünmek, yanlış yöntem üzerinden tarihi tahlil
etmekle açıklanabilir, daha doğrusu resmi İslam söylemi ile düşünmenin
sonucudur.
Kuran’ın erken dönem söylendiği süreçte henüz Arap dilinin
bir yazım dili olarak gelişmemiş olması, değişik kabile lehçelerinde
sözcüklerin anlamlarının değişmesi ve bazı ayetlerin Hıristiyan ilahilerini
andırması, döneminde söz konusu ayetler içerisinde açıklayıcı şiirlerin olduğu
ve kişiye özel mesajlar gibi kişilere yada kabilelere özel söylemler olması
kuvvetle muhtemeldir, bu sav zaten bazı ayetlerde İslam tarafından
söylenmektedir. Yaygın ve sevilen bazı şairlerin söylemlerini tekrarladığına
dair döneminde Muhammed suçlanmıştır, döneminde kendisine şair, kahin ve
sihirbaz denilmiştir. Özetle: Kuran içerisindeki Muhammed’in sure ve ayetleri
açıklayıcı şiirlerinin sonradan çıkarılmış olması kuvvetle muhtemeldir.