8 Şubat 2011 Salı

İslam öncesi Mekke merkezli Arap Din inancı 5

Kabe
Kabe adı bölgede dört köşe yapılar için yaygın olarak kullanılmaktadır, dönemin Arapça’sında dört duvarı olan her yapıya Kabe (yada ev) denilmekteydi. Kabe kutsal bir ad olmaktan çok, kutsal bir alandaki yapıyı tanımlamak için kullanılmaktaydı, Arap mitolojisinde tanrı ve tapınağı (Kabe) ayrılmaz bir bütün olarak görülürdü. Arap yarımadasında İslam tarihçilerine göre bilinen 100 civarında Kabe bulunmaktaydı Muhammed döneminde, İslam’ın yayılması neticesinde bunların içinden Mekke’deki Kabe öne çıkmıştır. İslam öncesinde Arap tarihçilerine göre Taif ve Yemen'deki kabeler en az Mekke'deki kabe kadar kutsal ve ticari olarakda Mekke kadar işlektir. Kullanım amaçları bir çeşit tapınak olarak, tanrı totemlerinin/putlarının muhafaza edildiği ve tanrılara sunulan adak, hediye, kurban vb. şeylerin atıldığı (depolandığı) ‘’Gabgab’’ adı verilen kuyuların yer aldığı, MS. 2.YY’dan itibaren yüksek duvarlarla çevrilen ve 4. YY’dan sonra çatı yapılan binalardır. Mekke’de günümüzde kullanılan binanın daha önce, zemzem kuyusu yada yakınındaki bir eski ‘’Gabgab’’ adı verilen kuyu üzerinde olması kuvvetle muhtemeldir.
 
İlkel kabile dini öncesinde Dünya’nın her yerinde rastlanan ve en eskisi Urfa Göbekli tepede bulunan kutsal alanlardaki dört köşe olarak dikilmiş taşların zamanla evrim geçirmesi ile oluşmuşlardır. Kutsal olarak kabul edilen bir alana yapıldıkları içinde ayrıca bir kutsiyed kazandırılarak bilahare saygı görmüşlerdir. Kökenleri İnsan’lık tarihi kadar eski olan kutsal alan tapınma ritüelinin devamında, süregelen bir tapınma şekli olarak dinlerin gelişmesi ve evrilmesi neticesinde, bu kutsal alanlar üzerine her zaman dinsel yapılar/tapınaklar yapılmıştır. Bilinen en güzel örnek ise İzmir Selçuk’taki İsa bey camiidir, öncesinde kilise – Afrodit tapınağı – Kibele tapınağı – kutsal alan olarak kullanılmıştır. Benzer aşamalar Mekke’deki kutsal alan dahil bölgedeki bütün kutsal alanlarda yaşanmıştır. İslam mitolojisindeki anlatımlarda İbrahim’den öncede Mekke’deki kutsal alanın dinsel amaçlı ziyaret ediliyor olması bu teze örnek teşkil eder. İlk önce bir tümsek yada tepe ve ardından dört dikili taş, devamında yerden biraz yüksek duvar ve ardından çatısı olmayan ve bölgeden bölgeye değişen yüksekliklerde duvar ve en sonunda çatı ilavesi ile günümüzdeki şeklini almıştır.
 
Hemen hemen İslam öncesi bütün dinsel ritüeller, aynen yada değiştirilerek Mekke’deki günümüz Kabe’sinde de uygulanmaktadır. Bazen birkaç kabileyi memnun etmek amacıyla iki üç kabilenin uygulaması birleştirilmiş, bazen genel uygulama aynen korunmuş, bazende kabilelere özel uygulamalar adları ve sıfatları değiştirilerek uygulanmaya başlanmıştır. Hums uygulaması sonucunda fakirlerin çıplak olarak zorunlu katılımı başta olmak üzere, bazı Bedevi kabileleri’ninde adedi olan çıplak olarak Hac etmek vb. ritüeller ise İslam’la yasaklanmıştır.
 
Mekke dışında kendi Kabe’si olan bir çok kutsal alanlarda da benzer Hac ve dinsel ritüeller yapılmaktaydı. Mekke’deki Kabe ile benzer özellikler taşımaktaydılar. Uzza, Ukaysır, Zulhalasa, Necran, Sendad ve Sana’da ki Kabe’ler günümüze kadar adları ulaşan kutsal alanlardır, içlerinde tıpkı Mekke’deki Kabe’de olduğu gibi tanrı totemleri/putları vardı. Dünya’nın bir çok yerinde görüldüğü gibi bu kutsal alanların çevresinde de savaşmak vb. bir çok şey yasaktı. MS. 2.YY’dan itibaren bu kutsal alanlar ve yerleşkeler Mekke ile ticari, siyasal ve dinsel rekabete girdiler, Ebrehe kabilesinin Mekke’ye saldırısı bu nedenledir mesela. Zamanla bütün bu kutsal yerleşkeler İslam tarafından yıkılarak inananları dağıtılmıştır, bilinen en son kutsal alan/Pazar yeri konumundaki Usayda’daki yerleşke MS. 7.YY ortalarında yıkılmıştır.
 
Bu tanrılar haricinde bilinen ve tanrı yada kutsal alan veya obje olarak tapınılan, saygı gösterilen tapınaklar ve alanlarda vardı, Arap mitolojisinde Amr b.Luhay’ın Mina’da yedi tanrı putu diktiği ve Hac sırasında onlara 3’er taş atıldığı rivayet edilmektedir, günümüzde bu ritüel İslam dini içerisinde Hac ritüelinde şeytan taşlama olarak devam etmektedir. Bölgede; Sindad’da Bekr, Tağlip ve İyad’a ait Zülkabat, Zeyd-menat’a ait Ruday, Huzaa ve Davs’a ait Zülkeffeyn, Akk’a ait el-Mantık, Hadramevt’te Merhab, Kinde’ye ait Zırrıh, Bakr b.Vail’e ait el-Muharrik, Muşakkar’da Zulliba, Beni Dabbe’nin Şums, Ukaz’da Cıhar (Kabe olarak), Yanbu’da (kaynayan suları ile ünlüdür) Büvana adlı kabile tanrıları, Zur Riel, Zu’l Kaffayn, Zat Anvat adlı tanrılar ile  Kabe kutsal alanları, kişisel tanrı ve kabile tanrıları ile birlikte kutsal kabul edilen alanlar ve objelerde vardı. Bölgede Bekr b.Vailoğullarının taptığı erkek Deve yavrusu gibi animizm din anlayışıda sürmekteydi. Bölgede hemen hemen her türlü malzemeden tanrı putu yada kutsal varlık putu yapılmaktaydı.
 
İslam öncesi dönemden totem olarak İslam din ritüeli içerisine geçen en önemli obje ise, bilindiği gibi Hacer ül Esved denilen taştır. Bölgede yaygın olan granitten yapılmış olması muhtemeldir, İslam efsanelerinde gökten geldiği söylenmektedir, bu yüzden göktaşı da olabileceği inancı vardır. Arap mitolojisinde taşlara kutsiyet kazandırılması ve onlara dokunularak öpülmesi bir dinsel ritüeldi, tıpkı günümüzde Hacer ül Esved taşına dokunup öpülmesi gibi o dönemde de bu taşa ve diğer kutsal taşlara dokunulup öpülürdü.
 
Bölgede gelir durumuna göre türbe, şapel/mescit, büyük put yada bir taş’ın tanrı figürü olarak kullanılması yaygın bir uygulamadır. Kutsal alandan alınan bir taşın seyahatlerde tapınma ritüelinde kullanılması, tapınılacak putların ve tapınakların her zaman yüksek bir yerde bulunması (tepeler ve dağlar bu nedenle kutsal kabul edilirdi), eğer bir tepe yada tümsek yoksa çevrede yapay olarak yapılması sık karşılaşılan bir durumdu. Evlerde tapınmak için bir köşe yada zenginse bir oda bulunurdu, bu uygulamalar İslam sonrasında Ebu Bekir’in Müslüman olması ile birlikte evinin bahçesine bir mescit yaptırması örneğinde olduğu gibi, yada Anadolu’da kutsal kabul edilen kişilerin anıt mezarlarının (türbe) bir tepeye yapılması gibi devam etmiştir.
 
Hicaz’da ve yakın bölgelerinde atalar kültüne tapınmada devam etmektedir İslam öncesinde. Bilinen en ünlü örnek ise Kureyş kabilesinin efsanevi lideri Kusay’dır, Mekke’de türbe ve mezarların kutsal olarak tapınma ritüellerine dahil edilmesi neticesinde, söz konusu alanlara şapeller/mescitler (türbe) yapılmıştır. Bazı ünlü kişilerin ölümleri sonrasında tapınılmaları haricinde, ölüm günleri takvim başlangıcı olarakta kabul görmüştür. Yaşarken tanrı/kral statüsü kazandıkları kayıtlarda yazılı değilsede öldükten sonra tanrılaştırıldıkları bir gerçektir. Mekke kutsal alanındaki putların bir kısmını bu tip tanrılar oluşturuyordu muhtemelen.
 
Tanrılara tapınma şekilleri kabileden kabileye ve bölgeden bölgeye değişmektedir o dönemde, her kutsal alanda ve dinde olduğu gibi bölgedeki dinlerde de temizlenerek tanrılara yada kutsal alana yakınlaşma ana kuraldır. Mekke kutsal alanında olduğu söylenen 360 tanrı putunun tamamına, bölgenin politeist din inancına sahip toplumunun, kitlesel olarak tapındığı izlenimi veren İslam tarih anlayışının aksine, Mekke kutsal alanındaki totemlere/putlara sadece ilgili kabile yada kişiler tapınmaktaydı.
 
Bölgede İslam öncesine ait dinsel bayramlar ve kutlamalar vardı. Genel katılım sağlanan üç büyük tören vardı, bu törenler senede üç defa olmak üzere Allah’ın kızları olan tanrıçalar adına yapılmaktaydı. Bilinen benzer büyüklükte bir tören gene Zulhalasa kutsal alanında düzenlenmekteydi. Gene senede bir gün Yanbu’da Büvana adında bir tanrıya tören yapılmaktaydı, Muhammed’inde içinde bulunduğu Haşimoğulları’nın bu törene katıldığı ve Muhammed’in bu törenden kaçmak için bahaneler uydurduğu İslam mitolojisinde geçmektedir, bu tip söylemlerin İslam mitolojisine 8. YY’dan itibaren girdiği düşünülmektedir. Bilinenler dışında bölgedeki 100 civarında olduğu söylenen Kabe kutsal alanlarında, benzer bayramların kutlandığını düşünmek yanlış olmaz.
 
Bu törenler dışında, Mekke’de Mudar ve Hicaz kabilelerin katıldığı Recep ayında kutlanan bir bayram vardı, Recep ayının kutsal sayılmasının nedeni olarak bu bayram gösterilmektedir. Gene kutsal kabul edilen Zilhicce, Zilkade ve Muharrem ayları içerisinde bir çok dinsel ritüel ve uygulama yapılmaktaydı, bu kutsal ay ve dinsel uygulamalar İslam’da da devam etmiştir (kökeni Haşimi iktidarı ile birlikte  kurulmaya başlanan pazarlardır). Hac bilinen en büyük dinsel ritüeldir, bunun dışında Buas, Ficar, el-Basus ve Ukaz günlerininde bayram olarak kutlandığı bilinmektedir. Bölgede ayrıca eski Şemsi takvimde yılbaşı olan (ilkbaharda) Nevruz ve sonbaharda kutlanan Mihrican adlı bayramlar vardı, söz konusu iki günün gündönümü kutlamalarının devamı olması muhtemeldir, efsanelerde bu iki günü bayram olarak erken dönemde kahinlerin seçtikleri anlatılır, Mezopotamya kökenli birer bayram oldukları rivayet edilmektedir.
 
Dinsel ritüeller olarak bölgede; değişik Namaz uygulamaları (ör. Cenaze namazı vb.), değişik tanrılar veya kutsal günler için oruç tutma (ör. tazim ve kefaret için tutulan Aşura orucu vb.), İsaf adına yemin etme (yemin etme/söz verme en kutsal dini ritüellerden birisidir İslam öncesinde, İslam’da Kuran’daki yazımda sık sık karşımıza çıkan tanrının yemin etmesi bu inanışın devamıdır, ilk dönem orijinal metinlerde Muhammed’in ağzından yazılanların sonradan değiştirilerek tanrı adına yazılmış olmasıda muhtemeldir), kurban ritüeli (İnsan kurban etme aşamasından, hayvan kurban etme aşamasına yeni geçmiş bir toplum oldukları, Muhammed’in babasının kurban olarak adanması efsanesinden bellidir.) ilk dönem kutsal alan adına sonrasında tanrılar adına yapılmaktaydı, kurban adak taşlarının varlıklarını İslam öncesi son dönemde sürdürüyor olmaları, tanrı putları adına kurban kesilmesi uygulamasının yakın bir dönemde ortaya çıktığını göstermektedir, bildiğimiz gibi kurban kesme İslam’da değiştirilerek devam eden bir uygulamadır. Fal bakıcılığı vb. dinsel ritüeller İslam ile uygulanmaktan vaz geçilmiştir.
 
Bölge halkının ananeleri arasında dine nüfuz etmiş Bahira, Saibe, Vasile ve Ham gibi göçebe hayvan besleyen kabilelere özgü adetler ise İslam ile uygulanmaktan vaz geçilen inanışlardır. Gene Animizm’den kalması muhtemel bir çok uygulama İslam içerisinde vaz geçilen ananelerdendir. Her ne kadar günümüzde popüler inançta yaygın olarak bütün Arap yarımadasına advedilen, o dönemde sadece bazı Bedevi kabilelerinde ve Kureyş/Kinane kabileleri özelinde bazı aşiretlerde, toplumun yaşamda kalması adına en zayıf halka olan kız çocuklarının öldürülmesi ve İnsan kurban etme döneminden kalan, keza fakirlerin uyguladıkları kız çocuklarını tanrılara kurban etme geleneği İslam sonrası devam etmeyen adetlerdendir. Kureyş ve Kinane kabilelerindeki kız çocuklarının gömülmesi uygulaması,  kurban etmekten çok erkek çocuklarının bir güç ve statü getirisi olmasına mukabil gelişen ve erkek çocuğu olmayanları aşağılayan kültüre karşı tepki niteliğindedir.
 
Arap yarımadasında yaygın olarak, Melek, Cin, peri vb. bir çok yarı tanrıya’da tapınılmaktaydı. Bu yarı tanrıların iyi ve kötü olanları vardı inanışa göre, bu inanış İslam içerisinde de devam etmektedir. Gene aynı şekilde Muhammed’in çağdaşı şairler, kahinler ve rahipler ile yakın pozisyondaki kişiler bir tepe üzerine çıkarak, yada bir dağdaki mağaraya kapanarak esin perisinden yardım aldıklarına inanırlardı, bu inancın izlerine İslam sonrası 2. ve 3. YY.da rastmaktadır, özelikle şairlerin Mekke ve Medine’de esinlenmek için tepelere çıktıkları kayıtlıdır. Tanrı yada yarı tanrılardan esinlenme inancı erken din evresine kadar inmektedir. Muhammed’in bir dağda inzivaya çekilmesi, gene ondan önce dedesi’nin aynı şekilde davranması, bölgede ortaya çıkan Muhammed’in çağdaşı peygamberlerinde aynı şekilde davranması söz konusu inanıştan kaynaklanmaktadır.
 
Bu inancın devamı olarak izah edilen yada anlatılmak istenen konuya, o konudaki içeriği betimleyen/tasvir eden şiirlerin yazılması ve bunların ana metne eklenmeside bu adetin bir parçasıdır. Bu uygulamayı 8. ve 9. YY’larda yaşamış olan bazı İslam hadis ve tarihçilerinde de görmekteyiz. Ana metnin içeriğini tasvir eden yada betimleyen (konuyu kuvvetlendirme yada güzelleştirme amaçlı) şiirlerin, aktarılan hadis yada tarihsel konularının içerisine yerleştirildiği, zaman içerisinde bu din adamlarının ardılları ve öğrencilerinin, bu şiirleri ilgili kitaplardan çıkardıkları çalıştıkları rivayet edilmektedir. Söz konusu dönemden kalan bir kaç sayfa Frankfurt Üniversitesi kütüphanesinde saklanmaktadır.
 
Benim düşünceme göre; bu uygulama başlangıçta Muhammed’inde başvurduğu bir nesir çeşidi olarak Kuran’da da yapılmıştır. Mevcut Kuran içerisindeki bir birinden kopuk ayetlerin bazılarında görülen şiirsel söylemlerin ve düzensizliklerin kökeninde, döneminde Kuran içerisinde ayetleri açıklayan/betimleyen şiirlerin olması ve sonraki dönemde Kuran kitaplaştırılırken yada Medine’ye göçten sonra bir çok surenin Muhammed tarafından yeniden yapılandırılması sırasında bunların çıkarılmasının yatması kuvvetle muhtemeldir. Suyuti’de geçen; Bakara suresi ile Ahzap suresinin aynı uzunlukta olduğunu (günümüzde Bakara 285 ayet iken, Ahzab yalnızca 73 ayettir.) anlatan rivayet bu tez için örneklerden biridir. Döneminin bütün anane ve inançlarını yansıtan Kuran’ın içerisinde, içinden çıktığı toplumun en yaygın iletişim aracı olan şiirleri barındırmadığını düşünmek, yanlış yöntem üzerinden tarihi tahlil etmekle açıklanabilir, daha doğrusu resmi İslam söylemi ile düşünmenin sonucudur.
 
Kuran’ın erken dönem söylendiği süreçte henüz Arap dilinin bir yazım dili olarak gelişmemiş olması, değişik kabile lehçelerinde sözcüklerin anlamlarının değişmesi ve bazı ayetlerin Hıristiyan ilahilerini andırması, döneminde söz konusu ayetler içerisinde açıklayıcı şiirlerin olduğu ve kişiye özel mesajlar gibi kişilere yada kabilelere özel söylemler olması kuvvetle muhtemeldir, bu sav zaten bazı ayetlerde İslam tarafından söylenmektedir. Yaygın ve sevilen bazı şairlerin söylemlerini tekrarladığına dair döneminde Muhammed suçlanmıştır, döneminde kendisine şair, kahin ve sihirbaz denilmiştir. Özetle: Kuran içerisindeki Muhammed’in sure ve ayetleri açıklayıcı şiirlerinin sonradan çıkarılmış olması kuvvetle muhtemeldir.