26 Mart 2014 Çarşamba

İslam'da Kadın Algısı ve Kadın Hakları

 
Dönemin hukuk sistemi ve adalet algılaması ilkel komünal kabile düzeyinde seyrederken, Hicaz merkezli Mekke gibi yarı göçebe bir yerleşik hayatta ticaret yapılan şehirlerde nispeten bazı ilkel ticari kurallar uygulanmaktaydı. Medeni hukuk, asli hukuk, amme hukuku ve ticari hukuku uygulayacak bir kurumsallaşma yoktu, devlet adına gerekli kurumlar olmadığı içinde (aslında ortada bir devlette yoktu) kabile ferdlerine yönelik vergi, düzenli askerlik vb. bir devlette olması gereken yükümlülüklerde yoktu, ortada bir kolluk kuvveti ve genel otorite olmadığı için her kabile yada aşiret kendi bölgesinde geçerli örf ve adetlerle, eşitler arasında birinci olan (çoğunlukla) seçilmiş reis tarafından yönetiliyordu. Kurallar, (ortalama olarak) kabile reisinin gelenekleri uyguladığı, daha çok güçlünün yanında olan ve göçer kabilelerin ilkelliği ve yoksulluğu ile paralel daha eşitlikçi bir hal alan tarzdaydı. Bölge kabileleri büyük oranda ortak mülkiyetten özel mülkiyete geçiş aşamasındaydı. Yani ilkel komünal düzen Mekke, Medine ve Taif dışında tüm Hicaz'da ve (Hicaza komşu) kuzey Arabistan'da hakimdi, Yemen ve Umman kıyıları büyük oranda yüzlerce ve binlerce yıl önce yerleşik hayata ve tarıma geçtiği için ve gene bunlardan da öte uzak Asya dahil Hindistanla ticaret yaptığı için (Hicaz'a göre) çok daha medeniydi. Günümüz Suriye ve Irak bölgelerinde yaşayan bazı kabileler bir süre önce Pers yada Bizans vassallığında yarı yerleşik bir tampon devlet kurdukları için ve büyük oranda Mecusi yada Hristiyanlaştıkları için akrabalarına göre nispeten daha medeniydiler. Yarımada da yetişkin ve özgür olan erkekler dışında hiçbir canlı bir şey hak edemezdi, (geleneklerde kız çocuklarının hakları hukuken yasaklanmamasına rağmen) miras, ganimet paylaşımı, boşanma vb. bir çok olayda tek yetkili ve varis bir çok kabilede erkekti. Kadın, çocuk, köle ve mevali’ler (azad edilmiş köle, kabileye sığınmış yabancı vb.) özellikle yarı yerleşik hayat sürülen şehirler ile Roma ve Pers topraklarında beylik süren yarı göçebe Bedeviler'de (bir yasak olmamasına rağmen) hiçbir hakka tabii değillerdi, zengin ailelerin kadınları, egemenlerin eşleri yada kızları vs. ve göçebe Bedevi kadınları ile tapınak bilicileri olan kadınlar bu durumdan istisnaydılar, zenginler ve egemen yakınları ellerindeki güc / para sayesinde söz sahibi olurken, tapınak bilicileri kutsallığın getirdiği korumadan yayarlanırlardı ve göçebe Bedevi kadınları çölün getirdiği hayatta kalma savaşında erkeklerle birlikte çalıştıkları ve üretimde söz sahibi oldukları için nispi bir eşit muamele görüyorlardı. Bölgede yer yer hala anaerkil bir yaşam süren küçük kabileler veya aşiretlerde vardı.
 
İslam öncesi Arap toplumunda zenginler, falcılar, kahineler, bilginler, tüccarlar ve ev kadınlarından oluşan bir elit ve özgür kadın tabakası mevcuttu. Özellikle falcı, kahine ve bilgin olarak bölgede tapınılan tanrıçaların Kabe'leri başta olmak üzere, bir çok tanrı içinde bilici / rahibe konumunda kutsal kadınlar vardır. Bölgede çoğunlukla tanrıçaların bilicileri (rahibeleri) kadınlar  ve kurbanları kız çocuklarıdır. Hicaz'da en çok tapınılan tanrı / tanrıça sanılanların aksine, Allah adlı lokal tanrının kızları olarak görülen (1) Lat, Uzza ve Menat adlı tanrıçalardır. Mekke'deki kabenin biliciliğini en çok kadınlar yapmışlardır, Kureyş öncesi bir kadın bilici Kabe'nin kutsal kahine kişisi olarak Mekke'de Kabe'nin anahtarını uzun bir müddet elinde tutmuş ve daha sonra onu Kureyş kabilesinin kurucusu sayılan Kusay'a devretmek zorunda kalmıştır. Gene, Müslümanlarca Mekke'nin fethi esnasında Kabe'nin anahtarı yine bir kadının elinde bulunuyordu ve fetihten sonra uzunca bir süre anahtarı Muhammed'e vermemişti. İslam öncesi Arap kadınları erkeklerle beraber savaşlara da katılırdı. Özellikle kuvvetli ve egemen kabilelere mensup kadınların bazıları tıpkı Muhammed'in ilk eşi gibi ticaretle uğraşıp kendi eşine (erkeğe) evlilik teklif edecek kadarda özgürdü. Bazı İslam misyonerlerinin tezlerinin aksine kız çocukları özellikle de zenginlerin varisleri olan kız çocukları yüklüce miras aldıkları gibi, siyasi ve askeri yönetimde de söz sahibi olabilmekteydi (2). Toplumdaki konumuna paralel olarak kadın istediği ile istediği şekilde birlikte olabilmekte, istediği gibi giyinmekte ve yaşamakta serbestti, özgür ve rahat bir yaşam süren kadınlar elbette hür kadınlardı. Evlilik akdine boşanma yada çok eşlilik konusunda bir hüküm koyma hakkına sahip olan kadınlar, şahitlik vb. bir çok hukuki konuda erkeklerle eşit haklara sahipti. Kız çocuklarına kalan miras, velileri olan erkek akrabaları tarafından reşit olana yada evlenene kadar idare edilirdi, yetişkin kadınlar söz konusu miras kendilerinin olmak üzere kullanım hakkını çoğunlukla eşlerine bırakırlardı. Öte yandan ortada bir miras hukuku ve bunu uygulayacak bir kurum olmadığı için çoğunlukla kendilerini koruyamıyacak durumda olan kadınlar ve çocuklarının (miras vb.) hakları en yakın erkek akrabaları tarafından gasp edilirdi (3).
 
Kadın evlilik sonrası doğurduğu erkek çocuk nispetinde toplumda artan kabul ve saygı görüyorken, kadın erkeğin ortağı, tamamlayıcısı, örtüsü, destek / payanda vb. tanımlarla toplumun bir bireyi olarak kabul ediliyordu, sonradan İslam bu Arap adetini devam ettirmiştir (4). Kadın İslam'da olduğu gibi daha çok ev içi ekonomi ve yaşamda aktif olurken, Arap kabile adetlerine göre namus kavramının merkezine oturtularak, dönemin güçlü olan herşeyi alır algısına paralel olarak, (bazı kabilelerde) kabilenin üreme aracının rakip yada düşman kabilelere kaptırılmaması gereken metası olarak değerlendirilmiştir. Bu topumsal algıya paralel olarak kadınlar savaşlara katılarak, erkekleri eğer yenilirlerse düşman kabileye cariye olacakları tehdidi ile cesaretlendirmişlerdir, ayrıca bir çok kadın savaşlara fiilen katılmış ve ganimet almıştır. İslam'da bu adet yasaklanarak kadının cephe gerisi hizmetler dışında savaş alanında bulunmasının doğru olmadığı inancı yerleştirilmiştir. Özellikle düşman kabileye mensup hür kadınları kaçırarak cariye yapmak yada fuhuş sektöründe çalıştırmak yaygın bir davranıştır. Yaygın olmamakla birlikte kaçırılan bir kadın, kurtulma şansı olmadığını anladığında, lekelenen namusunun utancıyla yaşamaktansa intihar etmeyi seçer ve kendini öldürürdü.
 
Kız çocuklarının diri diri gömülmesi olayı bazı kabilelerde mevcut olup (bazı kaynaklarda iki, bazı kaynaklarda üç kabile ismi öne çıkar), bütün Arap kabileler arasında geçerli değildi. Özellikle Hicaz ve kuzey Arabistan'da tanrıçalara kız çocuğu kurban edilirdi (5), kız çocuklarını toprağa gömmenin arkasında bir dönem bu kurban ritüelleri yatmaktadır. Az olmakla birlikte aynı şekilde erkek çocuk yada köle kurbanıda yapılmaktaydı, İslam mitolojisindeki anlatımlarıyla Muhammed'in babasının (tanrıça Uzza'ya) kurban olarak adanması bu şekildeki bir inancın sonucudur. Muhammed'in yaşadığı dönemde Esed ve Temimoğulları kabilelerinde kız çocuklarını diri diri gömme davranışının varlığının kökeninde, kısa bir süre önce Pers kralının vergilerini ödemedikleri için kendilerine karşı yaptığı seferde yenerek bütün kadın ve çocuklarını alarak, köle olarak başkentine götürmesi ve sonrasında onları kurtarmak için kabile reisinin geleneklerine göre alçalarak kurtarması yatmaktadır. Söz konusu reis daha sonra Müslüman olacak ve İslami aktarımlara göre o olaydan sonra 8 ila 12 arasında değişen sayıdaki yeni doğmuş kızını, bir daha esir düşerek kabileye yük ve utanç olmasınlar diye öldürdüğünü beyan ederek, bu iki kabilenin yaygın uygulamasının arkasındaki gerekçeyi açıklayacaktır. Diğer kabilelerde ender olarak savaş sonrası cariye olmaları korkusu ile öldürmeler gerçekleşirken, Kureyş gibi bazı kabilelerde gene ender olarak utanma (erkek çocuk yerine kız çocuk sahibi olma) nedeniyle uygulama yapılmış ve bunlarda büyük oranda tanrıçalara kurban (erkek çocuk sahibi olmak için adak) şeklinde gerçekleşmiştir, kurban ritüeli canlı olarak gömme şeklinde yapıldığı ve klasik kan akıtma unsuru bulunmadığı için daha sonraları bu münferit vakalar da diğer vakalara dahil edilerek sanki bütün Arap ve Bedeviler kız çocuklarını gömerlerdi tezi İslam din adamları tarafından ortaya atılmıştır. Son olarak gene ender vakalar olan, açlık ve kıtlık nedeniyle kız çocuklarının öldürülmesi vakaları görülmüştür, bu tip vakaların bazılarının arkasında mirastan pay vermemek düşünceside yatmaktadır.
 
Özetle, İslam öncesi Arap yarımadasında kadın, teknik olarak yaşamında ve tercihlerinde hür olmakla birlikte güçlü erkek egemen savaş ve yağma ile talana dayalı yaşamın dayatması olarak, savunmasız kaldıkları andan itibaren hakları gasb edilebilen ve buna engel olacak bir kurum yada güç bulunmayan bir coğrafyada yaşamaktadır. İlerde İslam hukuku içerisindeki anlatımda örnekleri görüleceği gibi suistimale açık bu yaşamda gelenek ve adetler en bağlayıcı unsurdur. Bölgede zayıf olanın yaşama şansı olmaması nedeniyle sadece kadınlar, çocuklar ve yaşlılar değil erkeklerde bu tehlikelerle başbaşadır elbette. Tüm bunlara rağmen kadın'ın bölgede özgür ve bağımsız olduğu belli bir zümre için rahatlıkla söylenebilir. Örneğin Muhammed'in ilk eşinin ondan önce bir kaç defa evlenmiş olması, Muhammed'e evlilik teklif etmesi (bu teklif o dönemde eşine göre Muhammed'in daha alt sınıftan / statüden birisi olduğunuda gösterir) ve düğün yapması gibi davranışlar özellikle zengin sınıf içerisindeki kadınlarda yaygındır. Bölge tarihinde öne çıkan Arap kadın liderler ve reisler dışında, ticaret ve büyük tarım plantasyonları ile uğraşan bir kesimde vardır. Evlilik akdi için yaygın gelenek kadın adına velisinden (vasisinden) onay almaktır, bu gelenek daha sonra İslam içerisinde de devam etmiştir (6).
 
 
İslam düşüncesinin oluşumu içerisinde tekil tanrı kurgulanırken mevcut ekonomik ve siyasi sistemde erkek egemen hakim görüş çerçevesinde yeniden yapılandırılmıştır. Söz konusu İslami sistem, dönemin mevcut sınıfsal katmanlardan oluşan toplumunu aynen kabul eder, diğer bir söylemle bu yeni tanrı ve din kültürü, mevcut ekonomik ve siyasal yapılanmanın egemen güçler adına sürdürülmesinide emreder. Eşit ve adil olarak sevgi dolu bir tanrı şeklinde İslam misyonerlerce tanıtılan İslam tanrısı, aslında İslam mitolojisinde ve şeriatında hiçte adil olmadığı gibi tamamen erkek egemen bir toplumun sınıflı yapısını da dayatır (7). Tüm bu dayatmaların kökeninde dönemin erkek egemen yaşamı ve algısı etkendir, buna birde Muhammed’in kişisel istemleri eklenince (8) tanrıyı ve onun şeriatını şekillendirmekte zor olmaz, bu yapılanmaya ayrıca Ömer, Ebu Bekir vb. İslam’ın yapılanmasında söz sahibi, egemenliği nisbi oranda paylaşan eşit kişilerin (9) beklentileri ve tanrı algılayışlarıda eklenince ilk dönem İslam tanrısı ve şeriatı ortaya çıkmış olur. Sınıflar üzerinden, yani eşit olmayan bir toplumu tanrı aracılığıyla meşrulaştırmış olan İslam için bir sonraki aşama, bu sınıfların olası muhalefetini önlemek olmuştur.
 
İslam şeriatının adaletsiz bir yapılanma içerisinde ve düşüncesinde olması nedeniyle, orta çağ toplumlarının önemli bir kısmında vatandaş olarak tanımlanmayan, bazı toplumlarda İnsan olarak bile görülmeyen kadınlar İslam'da bu eşit olmayan hukuktan en çok etkilenen kitleyi oluştururlar. İslam tanrısı ve dini kurgulanırken kadın tanımlamasıda dönemin toplumunun erkek egemen algılaşıyı paraleleninde olmuştur. Bu kurgulama en başta Kuran (ilahi emir / şeriat) üzerinden yapılmıştır, Kuran neredeyse tamamen erkeklere hitap eden bir kitapdır. Arapça’da isimler ya müennes / dişil veya müzekker / erildir. Dönemin Arapça’sındaki kurallar Kuran’da da olduğu gibi kullanılmıştır. Kuran'ın söylemi büyük oranda erkeklere ait yüklem ve zamirlerle yapılmıştır.  Örneğin; Tegabün/8, Bakara/43, Ali İmran/132 ayetleri gibi örnekler dışında, Hucurat Suresi 13. Ayette geçen ''en nasu: İnsanlar'' ''halakna kum: yarattık sizi'' ''etka kum: en çok takva sahibi olanınız'' yada Araf Suresi 157. Ayette geçen ''o, onlara iyiliği emreder, kötülükten alıkoyar'' cümlesindeki ''ye muru hum: onlara emreder'' ''ve yenha hum: ve onlara yasaklar'' sözcüklerinde olduğu gibi Kuranda esas hitap edilen kitle (eril siga ile) erkeklerdir.
 
Arap kültüründe, sayısı 35'e ulaşacak kadar çok çeşitli topluluk isimleri olduğunu belirtmek gerekir. Bu topluluk isimlerinden sadece 13'ü Kuran'da geçmektedir. Bu isimlendirmeler içerisinde kavim, kabileden büyük, Şa'b dan küçük topluluklar için kullanılmışsa da, genel olarak ''Kavim kelimesi: kabile, aşiret, kişi, grup, topluluk, erkek topluluğu, idareci / yönetici, yönetilenler / tebaa'' anlamında kullanılmıştır Kuran'da. İlk dönem Arap toplumunda kavim kavramı günümüzden oldukça farklı algılanmıştır. ''Ey kavmim! Allah'a kul olun!", ''ya kavmi’budullahe'' Hud Suresi 84. ayetindeki kullanımında olduğu gibi kavim kavramı sadece erkekleri temsil eder, kadınlar (ve doğal olarak çocuklarda) erkeklere bağlı oldukları için kavim içerisinde yer alırlar. Bu görüş çoğunlukla ve günümüze kadar kabul görmüştür. Dolayısıyla "kavim" kelimesi, Arapça'da yerine göre "(sadece) erkekler topluluğu" anlamında kullanılmaktadır. Kelimenin Kuran'da genel olarak "kadın ve erkeklerden oluşan topluluk" anlamına geldiğini günümüz İslam din adamları öne sürmektedir.
 
Kuran'da geçen ''İnsanlar'' hitabı dönemin Arap kültürüne paralel olarak ''Erkekler'' şeklinde söylenmiş ve algılanmıştır. Enam Suresi 165. Ayette ''Sizi yeryüzünün halifeleri yapan'' cümlesi ''Ve huvellezi cealekum halaifelardı'' şeklinde, İsra Suresi 70. Ayette ''Andolsun, biz Ademoğlunu yücelttik'' cümlesi ''Ve lekad kerremna beni ademe'' şeklinde, Ahzap Suresi 72. Ayette ''Onu İnsan yüklendi'' cümlesi ''ve hamelehal insanu'' şeklinde, Zariyat Suresi 56. Ayette ''Ben cinleri ve İnsanları'' cümlesi ''cinne vel inse'' şeklinde, Bakara Suresi 21. Ayette ''Ey insanlar! Rabbinize kul olun ki'' cümlesi ''Ya eyyuhen nasu’budu'' şeklinde, Sebe Suresi 28. Ayette ''Biz seni bütün İnsanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik'' cümlesi ''illa kaffeten lin nasi'' şeklinde, Araf Suresi 158. Ayette ''Ey insanlar'' cümlesi ''ya eyyuhen nasu'' şeklinde kesin ve direkt olarak Erkeklere hitap olarak yada Erkekler yerine kullanılmıştır, bunlara benzer binlerce sözcük örnek gösterilebileceği gibi ayrıca ''Bakara/168, Nisa/1, Nisa/170, Nisa/174, Yunus/23, Yunus/57, Hacc/1, Hacc/5, Hacc/73, Lokman/33, Fatır/3, Fatır/5, Fatır/15, Hucurat/13'' ayetleride ''Ey insanlar'' cümlesi ile başlar ve gene aynı şekilde hitap edilen erkeklerdir. Gene aynı şekilde Kuran'da geçen ''Müminler'' hitabıda tıpkı ''İnsanlar'' hitabı gibi erkekleri temsil ve muhatap kabul eder. Maide Suresi 90. Ayette, Saff Suresi 2. Ayette, Ali İmran Suresi 118. Ayette, Tevbe Suresi 23. Ayette, yada Bakara Suresi 254. ayette olduğu gibi ''Ey müminler'' cümlesi ''eyyuhallezine amenu'' şeklinde geçer ve ''Ey müminler'' cümlesi geçen diğer ayetlerde olduğu gibi muhatabı Erkeklerdir.
 
Erkek egemen topluma seslenen erkek merkezli Kuran söyleminin arkasında, İslami yaradılış felsefesi ve sonrasında kurgulanan toplum ile onu oluşturan sınıfsal katmanlar vardır. İslam’a göre iktidarın kaynağı Tanrı’dır ve Tanrı yalnızca kendisine karşı doğrudan yükümlü olanı (erkeği) iktidar yetkisiyle donatır; onunla doğrudan ilişki içinde olmayanlar (kadınlar) iktidardan yoksun kalırlar. İktidardan yoksun olan ise, güçsüzlüğü paylaştığı maddi nesnelerle eş değerdedir (10). Tanrı, bu “zenginlikleri” aynı amaç için yani yetişkin erkek mümini hoşnut etmek için yaratmıştır. Unutulmamalıdır ki İslam mitolojisine (aslında ibrani dinlere) göre “Erkek kadından değil, kadın erkekten doğmuştur; erkek kadın için değil, kadın erkek için yaratılmıştır”, bu yaradılışta kadın tohumun ekildiği tarladır (11). Toplumun geleceği açısından esas olan tohumdur ve tarlanın yani kadının üremede belirleyici hiçbir işlevi yoktur. Bütün belirleyici nitelikler erkeğe özgüdür. Erkek, yeniden yaradılışta Tanrı’nın temsilcisidir. Tanrı, üreme (temsili yaratma) eyleminde kendisini temsil yetkisini erkeğe vermiştir. Kadın, üreme konusunda taşıyıcı olmanın ötesinde bir anlam taşımamaktadır ve kendisine verilen görevleri eksiksiz yerine getirmekle görevlidir, onun başka bir yükümlülüğü yoktur.
 
İslam'da kadın, tıpkı Yahudi ve Hıristiyan şeriatlerinde olduğu gibi aldatıcı, baştan çıkarıcı ve yalancı olarak şehvetin kaynağıdır (12) ve erkeklerin asıl işleri olan tanrıya ibadet, onun adına yönetmek ve şeriatına riayet etmekten erkekleri alıkoyar (13). Ortaya çıkan İslami görüş kadını sakıncalı, sürekli güdülmesi, denetlenmesi, kontrol altında tutulması gereken tehlikeli bir varlık olarak algıladığı için İslam öncesi gelenek ve adetleride kullanarak yeniden tanımlar. Var olan kadın tanımı ve bunun üzerine oluşturulmuş adet ve geleneklerin (İslama göre) yetersiz, eksik yada egemen gücün (erkeklerin yeni düzendeki) ihtiyaçlarına hitap etmediği yerlerde, Muhammed'in Medine'de şekillenen yeni Dünya algısına paralel yeni kadın tanımıda (bazı erkeklerin aleyhinede olsa) yerleşir (14). Bu yeni din kültüründe ana şeriat (hukuk / kanun) elbette Muhammed'in (tanrı tarafından vahyedildiğine inanılan) yazdırdığı Kuran etrafında şekillenen algıdır (15). Bu kutsal kaynak (daha Muhammed'in yaşadığı dönemde) her şeye çözüm içermediği ve her şeyi açıklamadığı için, Muhammed'in yaptıkları ve söyledikleride Müslümanlar açısından (tıpkı Yahudi ve Hıristiyan şeriatlarında da olduğu gibi) İslami şeriatın bir diğer önemli kaynağı olmuştur (16).
 
Gelelim Muhammed dönemi kadın tanımı ve algılamasına. Kadın tanımını şekillendiren ana unsurlar, Arap gelenekleri başta olmak üzere öncelikle İslam öncesi Yahudi ve Hıristiyan mitolojisinden (apokrif kitaplardan) İslama geçen yaradılış efsaneleri ile özellikle Hıristiyanlıktan alınan dinsel hikayelerde betimlenen kadın figürleridir. Devamında döneminin kadın algısı ve toplumun adet ve göreneklerinin (özellikle İslam arsitokrasisi içerisinde yer alan kadınlardan oluşan) yeni Müslüman toplumda kabul görenleridir. İlk önce İslama göre yaradılışı anlamakta fayda vardır. Tanrı erkeği yani Ademi (17) değişik safhalardan geçirdirdikten sonra yaratır (18). Daha sonra Tanrı erkeğin ihtiyacına ve taleplerine istinaden kadını yaratır (19). Tanrı kadını yaratırken ona aldatıcı, baştan çıkarıcı, yalancı, şehvet kaynağı, düzenbaz, dedikoducu, hilekar, tuzaklar kuran, eksik akıllı, nifak ve fitne yayıcı, nankör, uğursuz, (erkeğe yani eşine) isyankar özelliklerde ve karekterde yaratıyor, bilindiği üzere ayrıca kadına aylık periyodlarda adet (hayz) görmesi için üreme özelliği veriyor, ilkel kabile yaşamı ve öncesindeki İnsan topluluklarında, Ataerkil düzene geçtikten sonra kadının her ay kanaması kirlilik kaynağı (kan kokusunun vahşi hayvanları ve düşmanları çekmesi korkusu) ve sonrasında da günah olarak tanımlanmış ve zamanla dinsel inançların içine girmiştir. Bütün bu negatif özellikler İslam'da, Kuran'daki bahsi geçen (örnek İnsan olan peygamberleri aldatan, kandıran, tuzağa düşüren, günaha sürükleyen vb.) kadın tipolojileri üzerinden yapılan çıkarsamalarla kadına yükleniyor. İlk İnsan Adem'in (adı İslam'da belirtilmeyen ve diğer İbrani dinlerde Havva olarak bilinen) karısı, Lut, Musa, Yusuf vb. bir çok peygamber hikayesinde geçen ve onları (erkekleri) günaha ve felakete sürükleyen kadınların üzerinden yapılan çıkarsamalar sonucunda oluşan bir genellemedir İslam'daki kadın tanımı.
 
İslam'da kadın hakları erkeklerin yönetimi ve gözetimi üzerinden oluşturulmuştur (20). Bu yönetim ve gözetime riayet ve erkeğe itaat etmek kadın için kesin bir ilahi emirdir (21). Erkek, tanrı emri olan kadın üzerindeki gözetim ve yönetimi esnasında kadını istediği düşünceye yönlendirmek ve istediğini yaptırmak için dilediği yollar dışında ayrıca şiddet kullamak konusunda ilahi izne sahiptir (22). Unutulmamalıdır ki İslam öncesi Medine'li kadınlar Mekke'li kadınlardan daha özgür ve erkeklerle daha çok eşit hakka sahiptiler, erkeğin iktidarının ilahi bir zemine oturtulması ve kadının vesayetinin ona bağlanması bir zorunluluktu o dönemde ve şiddet İslam'da en önemli bir kaç ikna yolundan birisi olarak tercih edildi (23). Artık müslüman her erkek, gerekli gördüğü takdirde tanrıdan başka kimseye hesap vermeden serkeşlik eden, söz dinlemeyen vb. nedenlerle kendisine karşı gelen eşlerini ve (sadece haremindeki) cariyelerini sakat bırakmayacak şekilde dövebilirdi, dayak cennetten çıkma bir ilahi armağan ve yönetim aracı olarak bizzat tanrı tarafından emrine verilmişti. Adalet kavramını sık sık kullanan İslam, serkeşlik eden, eşine kötü davranan erkeklere karşı adalet adına kadına aynı hakları vermediği gibi, üstelik kadına durumu idare etmesi ve mümkünse unutmasını telkin eder (24). İktidarı (erkek egemenliğini) sorgulamak, yargılamak ve (kadınlar için suç olarak tanımlanan bir çok şey erkekler için suç olarak tanımlanmadığı için) suçları nedeniyle cezalandırmak yasak olduğu içindir ki yönetilmek için yaradılmış olan kadın, yönetmek için yaradılmış olan erkeği affetmek, idare etmek ve ona sorgusuz sualsiz itaat etmekle yükümlüdür (25).
 
İslam, Arap yarımadasında yaşayan Arap ve Bedevi kadınların belli bir kısmının güvenlik, miras vb. bazı haklarını, erkekler tarafından gasp edilmesini önlemek adına yasa ile güvence altına almıştır (26). Bunu yaparken örneğin Muhammed'ten 70-80 yıl önce Roma İmparatorluğunda eşit miras hakkına kavuşmuş olan kadın'ların haklarını örnek almak yerine, üstün olmaya çalıştığı Yahudi ve Hıristiyan hukukundan bir adım önde olmak adına ve bazı konularda tek tanrı kavramına uygun olması için kısmi haklar vermiştir kadınlara. Söz konusu hakları tanımlayan sözlü ve yazılı kanunlar oluşturulurken tanrının kadını erkek için yaratmış olması ve kadınında sonsuz yaşam sürülen ölüm sonrası yer için sınava giriyor olması göz önüne alınarak, o dönemde mevcut basit ticari kurallar ve kısas kuralı ana şekli unsur olarak ele alınmıştır. İslam’da kadınların haklarını belirleyen çeşitli kanunlar ve kurallar vardır, ancak bunların hiçbiri (İslam'daki) erkeğin kadına göre üstünlüğünü ortadan kaldırmaz (27). Kanun ve kurallar bütünü incelendiğinde, bütün bu şeriatın daha çok kadının bazı haklarını korumak adına erkeklere yükümlülük veren bir ilahi söylem olduğunu görürüz, çok az madde kadının kendi adına kendi haklarını savunmasına izin verir. Kadın ilk önce erkeği memnun ve mutlu etmek daha sonra onun yaşamını ve huzurunu bozmayacak şekilde kendi hayatını idame etmek zorundadır. İdeal bir kadın tipolojisi yaratan İslam ona saliha kadın demiştir (28). İslam saliha kadın dediği, her yerde ve şartta erkeğe sorgusuz sualsiz itaat eden kadının da çok ender bulunduğunu belirtmeden geçemez (29).
 
İslam'da erkek ve kadın arasındaki eşitsizlik en çok miras (30) ve mahkemelerde şahitlik (31) konusunda göze batar. İslam din adamları, mirasın erkeğin lehine eşit olmayacak bir şekilde paylaştırılmasının gerekçesi olarak, erkeğin çalışması, kazancı sağlaması, malları idare etmesi vb. mali yükümlülüğe sahip olmasını göstermişlerdir. Kadın'ın (özgür bir birey olarak) çalışıp ailenin geçimini sağlaması yada diğer ailevi yükümlülükleri yerine getirmesi baştan kabul edilmediği (32) içindirki erkek, tek sorumlu olarak bizzat tanrı tarafından atanmıştır, aslında bu şekilde gerekçelendirerek, dönemin kadınları tarafından yapılan baskılara karşı (33) sistemin erkeğe iltimas geçmesinin, yani mirastan daha fazla pay alabilmesininde bir gerekçesi olmuştur. Kadın Aile içinde güçsüz bir konumda bulunur. İslam ona özel mülkiyet hakkı tanıdığı halde, kamusal - toplumsal alanlara çıkışları kapalı tutulduğu için (34) bu hakkını kullanabilmesi güçlükle gerçekleşebilir.
 
Tıpkı miras hakkında oluğu gibi şahitlik hakkında da kadın ikinci sınıftır. Bir erkeğe karşılık iki kadının şahitliğinin ceza gerektiren davalar haricinde geçerli olması, kadını toplumda dahada pasif ve düşük bir konuma itmekle kalmaz, bazı konularda ve vakalarda mağdur olmasınıda kolaylaştırır ve hatta sebebide olur. Buna en güzel örnek zina vaka ve davalarında yaşanmaktadır. Kadın bu tip vakalarda haklılığını şahitlik özelliği nedeniyle (çoğunlukla) ispatlayamamakta (35), özellikle aile içi yada dışı tecavüz vakalarında mağdur olmaktadır (36). Hiçbir tecavüzcü (istisnalar hariç) ikrar yapmaz, örneğin bu yüzden Pakistan’da tecavüze uğramış kadınların, kocalarında intihar vakaları, yada namus cinayeti vakaları yahut boşanma artmıştır. Bir çok kadın bu risklere girmek yerine tecavüzü bildirmez kabullenir İslam coğrafyasında. Diyelim ki bir kadın tecavüzü ispatladı, ne olur ve nasıl bir sonuç çıkar İslam’da? Kadın İslama göre zina yapmış olur ve recm (ölüm) ile cezalandırılır. Bu gerçekler doğrultusunda hangi kadın (istisnalar hariç) tecavüze uğradığını yetkili mercilere bildirebilir? Tecavüze uğramış bir kadın İslam’da uğradığı haksızlık için adalet bulamıyorsa ne yapar? Susar ve asla konuşmaz, konuşursa zina yapmış olur ve recm (ölüm) ile cezalandırılır (bu yüzden İslam coğrafyasında tecavüze uğrayanların büyük çoğunluğu evli kadınlardır). Çünkü İslam’a göre tecavüz (mağdur kadınında suçlu olarak görüldüğü) zinadır. Bir tecavüz şekli İslam'da ne zinaya nede bir başka suça girer, kadının kocası tarafından tecavüze uğramasının İslam şeriatında ne tanımı nede her hangi bir cezası vardır. İslam şeriatı ensest gibi bir kaç istisnai durum dışında özellikle aile içi şiddet konusunda kadını koruyucu hususlara pek sahip değildir, örneğin ensest (yaradılıştaki Adem'e ve tufandan sonra Nuh'a verilen ayrıcalık dışında) yasaktır, buna rağmen ilerde detaylı anlatılacağı gibi İslam'da ergen kavramı olmadığı için, evlilik yasağı bulunmayan koruma altındaki, küçük yaştaki ve akıl hastalığı olanlar gibi çocuk ve ergen genç kızlar çok sık ensest kurbanı olabilmektedir.
 
İslam'ın ilk döneminde Muhammed, gerek yaşamı gerekse kanun niteliğindeki açıklamaları (hadisler) ile İslam toplumu ve kadın algısını şekillendirmiştir. İlk önce bu hususta Muhammed'in yaşamından yola çıkarak oluşturulan İslam şeriatındaki kadın haklarını incelemekte fayda vardır. O dönemde özellikle zenginlerin ve yüksek mevkideki yöneticilerin çok kadınla evlilik ve harem kurma yöntemini benimseyen Muhammed (37), cariyeleri ile birlikte sayıları 25 civarında olan (tüm yaşamında evlenip ayrıldığı, mehirsiz evlendiği ve cariyeleri olmak üzere toplam 57 kadın ismi geçmektedir ve bir kaç tanesi cinsel ilişkiye giremeden ölmüştür) haremi içerisindeki kadınlarla olan ilişkileri neticesinde arkasında zengin bir İslami cinsel öğüt ve evlilik içi davranış bilgileri (daha doğrusu kanunları) bırakmıştır. Bu haremi oluşturmada gittikçe artan gücü nedeniyle yaptığı bazı evlilikler (38) dışında lider karizmasına kapılan yada yağmalar ve savaşlar sonucu birden ortaya çıkan muazzam ganimetten pay alabileceğini uman kadınlarda kendilerini sunarak yardımcı olmuşlardır (39). Bunun dışında Muhammed'in 25 yaşında iç güveysi olarak (genel inanışa göre) 40 yaşındaki (İbn-i Sad'ın siyerinde 27-28 yaşında olduğu rivayet edilmiştir) Hatice ile yaptığı yaklaşık 25 yıl süren tek eşli evliliğin bitmesinden sonra ortaya çıkan kadın düşkünlüğünden (40) faydalanmak isteyen bazı kadınlarda durumdan yararlanmışlardır. Ayrıca evlatlığının karısı gibi güzel bulduğu bazı kadınlarıda bir şekilde haremine dahil etmiştir (41). Bütün bu kadınların dışında kendisini red etme cesareti ve gücü bulunan kadınlarda olmuştur (42).
 
Muhammed'in eşlerinden elbette Ayşe gibi İslam tarihini ve şeriatını alanen derin şekilde etkileyen ve belirleyen başkası yoktur, diğer eşlerinden bazıları 4 halife iktidarı döneminde ve kısmen Emevi hanedanlığı döneminde ki hadis yazımlarında küçük oranlardaki katkıları ile tanınmışlardır, halbuki Ayşe İslam tarihinde bir çok kanunun ortaya çıkmasına sebep olduğu gibi, özellikle Muhammed sonrası İslam'ın felsefi ve hukuki oluşum sürecinde ilk başlarda aktif, sonrasında katıldığı savaşlardan yenik çıkarak çekildiği köşesinde, yeğeni Urve vasıtası ile dolaylı yoldan İslamı şekillendirmiştir (43). Örneğin Ayşe'nin daha çocukken yapılmasına bilmeden sebep olduğu çok önemli İslami kanunlardan birisi evlenme yaşının çocukları kapsayacak şekilde içine alan maddesidir (44). Gerçi günümüzde belli bir küçük grup tarafından Ayşe'nin evlilik yaşının 17-18 olduğu tezi iddia edilmektedir (45). İnsanlık tarihinde uzun bir süre yaşam ortalamasının çok düşük olması neticesinde üreme özelliği kazanan bireyin, kendisine eş bularak çocuk sahibi olması normal karşılanmıştır, Muhammed'in döneminde de bölgedeki tüm kabilelere ve dinlere mensup İnsanlar bu geleneği devam ettirerek, üreme özelliği kazanan (hayz, adet gören) çocuğun artık bir yetişkin olduğunu kabul etmişlerdir (46). O dönemde Arap yarımadasında çok yaygın görülen küçük kız çocukları ile evlenmenin gene o dönemde yaşayanlar açısından bir yanlış tarafı yoktur, bu nedenle Muhammed'i (yada arkadaşları Ömer, Osman, Ali ve diğerlerini) dönemindeki geleneklere göre küçük bir kız çocuğu ile evlendi diye yargılamak yanlıştır. Muhammed'in kız çocukları ile evlenmeyi (tüm zamanlarda normal kılan) ilahi bir kanun olarak sonsuza kadar İslam toplumuna bırakması esas tenkid edilmesi ve yargılanması gereken şeydir (47).
 
Tüm bu yaşananların gölgesinde Muhammed yeni Müslüman kadın profilini sık sık fırsat bulduğu her yerde ve zeminde açıklar ve tanımlar (48). Muhammed'e göre yeni toplumda kadın yarım akıllı ve eksik imanlı olarak Müslüman erkek için büyük tehtid oluşturmaktadır. Yarım akıllı olmasının kanıtı tanrının kadına yarım hisse miras hakkı tanımasıdır (49). Eksik imanlı olmasının kanıtıda adet (hayz) dönemlerinde ibadet yapmalarının yasak olmasıdır (50). Tanrı tarafından yönetim erkeğe verildiği içindir ki kadın tüm nefsi ve iradesi ile erkeğe tabi olarak, aynı zamanda erkeği koşulsuz memnun ederek kendini kurtarabilir (51). Elbette Muhammed'in söylemi ve yaptırımları erkeklerin lehinedir (52). Bütün bu kurgulamadan sonra, ilk dönem Müslüman kadınlar içinde tepki ortaya çıkmış ve söz konusu muhalefet Muhammed’in açıklamaları ve ilahi kanunlarla bastırılmıştır. Kadınların ve özellikle Medine’li ve Bedevi kadınların bazı hak kayıplarına uğramaları, kendilerine yönelik baskıcı uygulamaların ortaya çıkması sonucunda o dönemde kadınlar, İslam tanrısını (Muhammed'e şikayet ederek) erkekleri kayırmakla ve sadece erkeklere hitap etmekle itham etmiştir (53), sonrasında buna paralel olarak bazı ayetler aracılığıyla kadınların muhalefeti kırılmışsa da pratikte kurgusal hataların özellikle kadınları mağdur ettiği gerçeği Muhammed’in olayı tanrısal bir yaradılış ve kader olarak tanımlaması ile dönemsel olarak kapatılabilmiştir.
 
Toplumdaki bu hoşnutsuzluk ve kaynaşmanın benzeri Muhammedin hareminde de başlar ve toplumu rahatsız edecek boyuta ulaşır, Muhammedin eşleri kendilerini büyük bir fatih kralın ve aynı zamanda bir peygamberin eşi olarak görmekte, belli bir kısmı elde edilen ganimetlerden nemalanmayı arzu etmektedir. Birde bu isteklerin üzerine haremdeki kadınlar arası rekabet ve kıskançlık girince (54), Medinedeki caminin bitişiğinde bulunan haremden kavga ve huzursuzluk sesleri topluma ulaşmakta gecikmez. Ebu Bekir ve Ömer başta olmak üzere aristokrasi durumu kontrol altına alması ve düzeltemesi için Muhammede telkin ve baskıya başlar, hatta akrabalık vesilesi ile Ebu Bekir ve Ömer müdahalede de bulunurlar, bu karmaşanın üzerine tanrı devreye girer ve ilahi kanunlarla skandalı bastırır (55). Bütün bu sorunların ortasında birde Ömer'in başını çektiği etkili bir azınlık Muhammede kadınların örtünmesi yönünde baskı yapmaya başlar, sonuçta Ayşe'nin sebep olduğu skandaldan önceki bir zamanda (gelmiş geçmiş ve gelecekteki) bütün Müslüman kadınların örtünmesine yönelik bir ilahi emir ortaya çıkar (56). Bu dönemde Muhammed'te Müslüman topluma evlenmeleri ve çoğalmaları yönünde telkinlerde bulunarak yeni toplumun şekillenmesine farklı bir yönden müdehalede bulunur (57). Toplumdaki bu yeni oluşum beraberinde yeni kanun taleplerinide getirir ve böylece İslam aile hukukununda temelleri atılır (58). Müslüman toplumdaki yeni ahlak algısına paralel olarak, İslam öncesi Arap yarımadasında serbest olan gay'lik ve özelinde lezbiyenlik özellikle İslam sonrası oluşan algıda  kanunen yasaklanır (59). Tüm bu evlenmeler ve üreme çılgınlığı çiftler arasında boşanmalarıda beraberinde getirir, ortaya çıkan kanunlar büyük oranda ve neredeyse tamamen erkeğin lehinedir (60). Muhammed'in yaşadığı ve İslami kanunları koyup uyguladığı dönemde kadın algısı ve hakları özetle yaklaşık olarak bu şekildedir.
 
Son olarak Muhammed'ten sonra ortaya çıkan, yeni feth edilmiş toprakların ve orada yaşayan toplumların idare edilmesi ve dine yeni giren kitlelerin ikna edilmesi başta olmak üzere, o dönemde var olan iktidar savaşları ana etken olarak, Muhammed'ten sonra bu merkezde din algısı yeniden yapılandırılmıştır. Bu süreçte geriye dönük olarak özellikle Muhammed ve onun sahabe denilen arkadaşlarının hayatlarına ve bu sahabelerin aktardıkları sözlü tarihe dayalı olduğu öne sürülen bir dinsel metinler ve kurallar topluluğu ortaya konulmuştur. Hadis ve İslam tarihi'nin yazım sürecinde, ihtiyaca dayalı bir çok hadis fakir ve şartları değerlendirmek isteyen fırsatçılar tarafından uydurulmuştur. Söz konusu yazım sürecinde (Muhammed'ten yaklaşık iki yüzyıl sonra ortaya hadislerin güvenilirliği sorunu çıkınca) geriye dönük ravi (aktaran) icadı ve bunların hadislere ilave edilmesi uygulaması olmuştur.
 
Özellikle Emevi iktidarında eski Arap geleneklerine yönelik bir uygulamanın yerleştiğini görmekteyiz, zengin kadınlar ve egemenlerin ailelerindeki kadınlar bir yana kadın, gittikçe eve hapsedilen ve baskı altında tutulan bir meta olarak görülür. Abbasi iktidarında kadınlar yönetimde de etkin olsalarda bu sınırlı bir sınıf için geçerlidir. Gerek Emevi, gerekse Abbasi döneminde özellikle cariye (köle kadın) sınıfının zevk ve eğlence için kullanılması, fuhuş ve içki amaçlı evlerin sıradan İnsanların bile gidebileceği şekilde yaygınlaşması sonucunda kadın kanunen olmasada belli alanlarda şeklen ve fiilen erkekle benzer haklara kavuşmuştur. Bu süreç ilerleyen dönemde özellikle 10 ve 11. yüzyıl sonrasında, İslam'a son şeklini veren din adamlarının tepkisini çekmiş ve mevcut kanunlar dahada sıkı hale getirilerek sonuçta kadın eve hapsedilmesi gereken bir meta olarak yorumlanmıştır.
 
Her ne kadar İslam açık bir şekilde erkek ile kadın arasında bir uzlaşma sağlıyor görünsede, hatta kadının haklarını koruyor gibi algılansada (61), sonuçta ve özellikle uygulamada erkeğe verilen hakların binde biri kadına verilmez. Erkeğin ortak yaşamda adaleti sağlamak adına bir yükümlülüğü olmakla birlikte kadın nedeniylede zaten adaleti sağlayamaz ve bu nedenle doğan sonuçtanda o sorumlu değildir (62). Bu karşılıklı ilişkide erkek her zaman kadın üzerinde oterite sahibi ve egemendir (63). Kadın aşağılandığı bu tek taraflı ilişkiden dolayı erkeğe minnettar olmak zorundadır (64). Erkek tüm bu şartlar altında kadını eve hapsederek aslında ona iyilik yapmış olur (65). Neticede kadın uğursuz, habis yani kötü huylu bir varlık olarak (66), erkeğin lütfu neticesinde evde oturup erkeğe itaat ederek kurtuluşa erecektir. İslami tarihsel anlatımlarda Muhammed ve yaşamı ideal İnsan (erkek) olarak sunulur. Muhammedin yaşamındaki kıskançlıklar aslında Muhammedin oluşturduğu şartların sonucu değilde bizzat çevresindeki akılsız ve kıskanç kadınların sonucudur (67). Kadınların kıskanç olması aslında erkekler için bir zulümdür ve katlanılması gereken bir durumda değildir (68). Muhammed için bütün bunlardan istisna olabilecek tek kadın ise kendi kızı Fatmadır, onun kıskanç ve kendisini üst sınıftan görmesinin getirdiği kibirle kocasına bir başka kadınla evlenmesini yasaklaması Muhammed için ilahi bir emirdir (69). İslamda ki sınıflı toplumda ikinci sınıf vatandaş olarak (70) bir çok haktan yoksun yaşayan kadınlardan dahada mağdur durumda olan ise köle kadınlar yani cariyeler sınıfıdır (71). Bütün bu cazip yaşama rağmen hala Müslüman olmayan erkekleri cezbetmek ve Müslüman olan erkeklere ekstra kıyak geçmek için tanrı erkeği öldükten sonrada ödüllendirir (72).
 
Bütün bu şerri kanun ve tarihsel İslami anlatıma rağmen günümüzde özellikle Türkiye, Lübnan, Mısır başta olmak üzere bir çok Müslüman nüfus barındıran yada İslami sistemle yönetilen ülkede küçük bir zümre, kadın ve kadın hakları konusunda (modern Dünyanın seviyesinde olmasada) iyileştirmeler yapmak istemektedir. Bu protestan Müslümanlar, Kuran'da yazan ayetlerdeki kanunların bir kısmını zorlayarak yorumlamakta yada görmezden gelerek daha çağdaş ve kadına bir takım özgürlükler vaad eden yaklaşımlarda bulunmaktadır. İslam'ın yeniden ve aslından farklı bir şekilde yorumlanmış bu halinde bile açık (ahkam) ayetler için bir çare bulunamamakta ve kadın hakları büyük oranda engelenmektedir. En çok karşılaştıkları zorluklardan birisi ise, Kuran'da kadından bizzat kendi yaşadığı durum için bile 3. şahıs olarak bahsedilmesi ve "Ey müminler,adet geçiren eşlerinize yanaşmayın" ayetinde olduğu gibi kadın yerine erkeğin muhatap alınmasını inançlarının temeline yerleştirmek zorunda kalmalarıdır. Bu protestan zümre ve İslam'ı modern çağa uydurma gayretindeki diğer kitleler tarafından Nisa Suresinin varlığı, sıkça yanlış bir şekilde ifade edildiği gibi kadına tahsis edildiği veya kadından söz ettiği şeklinde ifade edilir. Nasıl ki Bakara (İnek) suresi ineklere hitap etmiyorsa Nisa (kadın) sureside aynı şekilde kadınlara hitap etmez. Gene aynı şekilde bu kesim genel olarak Kuran'ın bütününde erkeğe hitap edilmesine karşın, Ahzap Suresinin 35. ayeti üzerinden genel söylem ile (73) her şeyi (diğer ayet ve hadisleri) yok sayarak ve konuyu tek bir ayete indirgeyerek bunun üzerinden kadına eşit statü sağlamaya çalışır.
 
Sonuç olarak İslam toplumunda (özellikle Türkiye, Lübnan, Mısır başta olmak üzere bazı ülkelerde) ortodoks İslam'dan uzaklaşmış ve laik seküler bir ortamda yaşayan ve İslami bir çok ritüel ve kanuna uymasalarda kendilerini Müslüman olarak gören bir zümre dışında genel çoğunluk hala Muhammed ve sonrasında oluşturulmuş olan ve 1400 yıldır aynen uygulanan kanunlara tabi yaşamaktadır. Reformist bazı yaklaşım ve akımlar bu toplum içinde hala cılız bir ses olarak kalmakta, özellikle ortodoks İslam din adamları bu kitleyi zaman zaman bidat (Olmayan bir şeyi İslam'a sokmak) yada dinden sapmakla itham etmektedir. Çok küçük bir azınlık oluşturan ve hadis ile tarihsel dökümanları red ederek sadece Kuran'ı dinsel inanç ve hayatlarının temeli sayan bir kitle ise, bu yorumdan hareketle kadın hakları konusunda nispi bir iyileştirme yapmaya çalışmaktadır. Günümüzde İslam toplumunda kadın algısı ve kadın hakları İslami dinsel kanunlarla (şeriatla) belirlendiği içindir ki hala tıpkı Muhammed'in döneminde olduğu gibi modern Dünya'dan oldukça geride durmaktadır. Kadın toplumdan ve üretimden uzak tutularak eve hapsedilmekte, mümkün mertebe okuma ve yazma öğretilmeden, bir an önce çocukluktan çıkıp kadın olarak algılandığı 10-13 yaş arasında evlendilmektedir. Muhammed'in öğretisinde sık sık tekrarladığı gibi kadın günümüzde de İslam toplumunda ''aldatıcı, baştan çıkarıcı, yalancı, şehvet kaynağı, düzenbaz, dedikoducu, hilekar, tuzaklar kuran, eksik akıllı, nifak ve fitne yayıcı, nankör, uğursuz, (erkeğe yani eşine) isyankar'' olarak görülmekte ve onu döverek hizaya getirmek, değişik yaptırımlarla belli bir alanda yaşamaya zorlamak ve söz konusu kanunların dışındaki her türlü hak ve taleplerini red ederek İslam ahlakına uygun olarak yaşamasını saplamak her Müslüman erkeğin görevi kabul edilmektedir.
 
Notlar:
1- “Allah, bir çocuk edindi” dediler.'' (Yunus Suresi, 68. Ayet), ''Rabbiniz erkek çocukları size seçip ayırdı da kendisine meleklerden kız çocukları mı edindi? Gerçekten çok büyük bir söz söylüyorsunuz.'' (İsra Suresi, 40. Ayet), '' Ey inkarcılar! Şimdi Lat, Uzza ve bundan başka üçüncüleri olan Menat'ın ne olduğunu söyler misiniz? Demek erkekler sizin, dişiler Allah'ın mı? O zaman bu, insafsızca bir taksim!'' (Necm Suresi, 19-22. Ayetler) İslamiyet, diğer dinlerinde yaptığı gibi kendisinden önceki inanç, adet ve tanrı ile tanrıçalar başta olmak üzere cin, peri vb. bir çok doğa üstü varlık inançlarını ''Allah'ın yarattığı melekler'' olarak bünyesine almış ve kutsallığın devamını sağlamıştır. Bu nedenle İslam öncesi her birinin ayrı Kabe'si ve kutsal alanı olan, Muhammed öncesi son yüzelli yılda bağımsız olmaktan çıkarak birbirleri ile akraba kabul edilen tanrıçalar olan, her biri ayrı ayrı kabilelerin esas taptıkları tanrıçalar olan bu 3 tanrıçanın, İslam din adamları ve misyonerlerinin söylemleri neticesinde, İslam öncesi Araplar meleklere tapardı şeklinde yanlış söylem ve algısına yol açması sonucunda melek olarak bilinmeleri ile ve bunun neticesinde İlhan Arsel gibi bilim insanları başta olmak üzere, belli bir çevre bu kavram ve gerçeği yanlış tanımlamaya devam etmişlerdir.
2- ''Eğer, velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekle onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız onlarla değil, hoşunuza giden başka kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz; şayet, aralarında adaletsizlik yapmaktan korkarsanız bir tane almalısınız veya sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinmelisiniz. ...'' (Nisa Suresi 3. Ayet)
3- ''Eğer, velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekle onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız onlarla değil, hoşunuza giden başka kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz; şayet, aralarında adaletsizlik yapmaktan korkarsanız bir tane almalısınız veya sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinmelisiniz. Doğru yoldan sapmamanız için en uygunu budur.'' (Nisa Suresi 3. Ayet), ''Bir de senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki: «Onlar hakkında fetvayı size Allah veriyor; Yazılmış hakları olan mirası kendilerine vermediğiniz ve nikahlamayı istemediğiniz öksüz kızlar, mağdur çocuklar ve yetimlere adil davranmanız hakkında kitapta yüzünüze karşı okunup duran ayetler var!» ...'' (Nisa Suresi 127. Ayet), ''Evlenme çağına gelinceye kadar yetimleri gözetip deneyin. Onların akılca olgunlaştıklarını görürseniz, mallarını kendilerine teslim edin. «Büyüyecekler de mallarına sahip olacaklar» endişesiyle onları israf ederek, tez elden yemeyin. Zengin olan, onların malını yemekten çekinsin. Fakir olan ise, meşru surette yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, bunu şahitler karşısında yapın. ...'' (Nisa Suresi 6. Ayet), ''(Mirastan payı olmayan) yakınlar, yetimler ve yoksullar miras taksiminde hazır bulunursa bundan, onları da rızıklandırın ve onlara güzel söz söyleyin.'' (Nisa Suresi 8. Ayet), şeklinde hükümlerle İslam her ne kadar miras alma vb. hakları koruma altına almışsada tüm yetki ve insaf veli olan erkeğe bırakılmıştır.
4- ''Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz.'' (Bakara Suresi, 187. Ayet)
5- ''Böylece, putlara hizmet edenler, puta tapanların çoğunu helake sürüklemek, dinlerini karma karışık etmek için çocuklarını öldürmelerini onlara iyi göstermişlerdir. Allah dileseydi bunu yapamazlardı.'' (Enam Suresi, 137. Ayet)
6- ''Resulullah: "Velisiz nikah yoktur!" dedi.''
7 "Valiler, halkı idare ettikleri gibi onlar da (erkekler de) kadınları öyle idare ederler'' (Nisa Suresi, 34. Ayet Fahrettin Razi tefsiri), "Allah'ın bazılarını bazılarından üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur." (Nisa Suresi, 34. Ayet), ''Resulullah buyurdular ki: ‘Eğer bir kimsenin bir başkasına secde etmesini emretseydim, kadına, kocasına secde etmesini emrederdim ve bir erkek karısına kırmızı bir dağdan siyah bir dağa, siyah bir dağdan kırmızı bir dağa taş taşımayı emretseydi, uygun olan, kadının bu emri yerine getirmesidir.''
8- ''Hz. Aişe buyurmuştur ki: "Havle Bintu Hakim (ra), Resulullah (sav)`a kendisi gelip evlenme teklif edenlerdendir." Aişe (ra) devamla dedi ki: "Ben (kıskançlığın şevkiyle): "Kadın kısmı bir erkeğe evlenme teklifi yapmaktan sıkılmaz mı?" (diyerek bu şekilde Hz. Peygamber (sav)`a teklifte bulunanları kınardım). Ne zaman ki: "Onlardan kimi dilersen (nevbetinden) geri bırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin. (Nevbetinden) geri bıraktıklarından kimi istersen (nezdine almak)da da sana güçlük yoktur..." (Ahzab Suresi, 51. Ayet) mealindeki ayet nazil oldu, (kendimi tutamayarak): "Ey Allah`ın Resulü, görüyorum ki, Rabbin seni memnun kılmada gecikmiyor" dedim.'', Arapça'sı ''Ma era rabbeke illa yüsariu hevake'' olan hitabın Türkçe'ye ''Vallahi Rabbinin, senin arzunu hemen yerine getirdiğini görüyorum." şeklinde yada yukardaki gibi tercümesi yapılsada ''Heva'' sözcüğü doğru çevrilmediği için ikiside yanlıştır, doğrusu ''Vallahi Rabbinin, senin cinsel isteklerini hemen yerine getirdiğini görüyorum." şeklindedir.
 
9- ''İnsanlara (erkeklere), kadınlardan, oğullardan, kantarlarca altın ve gümüşten, alametli atlardan, hayvanlardan, ekinlerden (ileri gelen) şehvetler sevgisi tezyin edilmiştir. Bu, dünya hayatının menfaatidir. Halbuki güzel, dönüp gidilecek yer, Allah Teala'nın nezdindedir.'' (Ali İmran Suresi, 14. Ayet), ''Resulullah (sav) buyurdular ki: <Dünya bir maldır. Dünya malının en hayırlısı saliha kadındır.>"
10- ''Resulullah buyurdular ki: Eğer ben peygamber olarak gönderilmeseydim, Ömer peygamber olarak gönderilirdi'', ''Ömer’den şöyle nakledilmiştir: Ben dedim ki: Ey Allah’ın Resulü! İnsanlar iyisiyle kötüsüyle sizin eşlerinizle karşılaşıyorlar. Onlara örtünmelerini emretmelisiniz. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına, çarşaflarını üzerlerine almalarını söyle. Bu, onların tanınması ve incitilmemesi için daha uygundur. Allah, sürekli bağışlayandır ve merhamet edendir.”, ''Ömer’den şöyle nakledilmiştir: Peygamberin eşleri -kıskançlık ve birbirleriyle tartışmaları sonucu- Allah Resulü’ne karşı baş kaldırdılar. Ben onlara dedim ki, “Allah Resulü sizi boşayacak olursa, Allah’ın ona sizlerden daha iyi eşler nasip edeceğini umuyorum.” Bunun üzerine buna uygun olarak şu ayet nazil oldu: “Eğer o sizi boşarsa, Rabbi ona sizin yerinize sizden daha iyi, Müslüman, mümin, itaat eden, tövbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bakire eşler verebilir”
 
11- ''Kadınlarınız sizin tarlalarınızdır. Artık tarlalarınıza istediğiniz gibi varın.'' (Bakara Suresi, 223. Ayet)
12- ''Resulullah buyurdular ki: "Şurası muhakkak ki kadın, şeytan suretinde gelir, şeytan suretinde gider. Biriniz bir kadında hoşuna giden bir husus görürse, hemen hanımına gelsin; zira bu, nefsinde uyananı giderir.", ''Resulullah (sav) buyurdular ki: Benden sonra erkekler için kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım.''
13- ''Resulullah buyurdular ki: ''Uğursuzluk üç şeyde vardır, kadında, evde ve atta'', ''Resulullah buyurdular ki: ''Namazı bozan şeyler, domuz, eşek, köpek ve kadındır''
14- ''Gaylan bin Umeyye es-Sakaii müslüman olduğunda on hanımı; Haris bin Kays'mın da sekiz hanımı vardı. Hazreti Peygamber bunlara, "Bunlardan dört tanesini seçin ve diğerlerinden ayrılın!" diye emretmiştir. İki kızkardeş nikahında olduğu halde müslüman olan olan Firuz'a da "Onlardan dilediğin birini boşa!" buyurmuştur'', ''Hz. Enes (ra) der ki: Zeyneb`in iddeti tamamlanınca, Resulullah (sav), Zeyd (ra)`e (Zeyneb'in kocası olan evlatlığı): "Git onu bana (kendinden) iste" dedi. Zeyd gitti, Zeyneb`e geldiği zaman hamurunu yoğuruyordu. Zeyd der ki: "Onu gördüğüm zaman içimde bir zorluk hissettim, ona bakamaz hale geldim. Sırtımı ona çevirerek, geri geri yaklaştım ve: "Ey Zeyneb! Beni Resulullah (sav) gönderdi. Seni istiyor" dedim. Zeyneb: "(Ben (istihare yoluyla) Rabbimle istişare etmeden bir şey yapacak durumda değilim!" dedi ve kalkıp mescide gitti. Derken Resulullah`a vahiy geldi. Aleyhissalatu vesselam kalkıp izin almadan Zeyneb`in evine girdi. Zeyd der ki: Gündüzün ilerlemesiyle Resulullah (sav)`ın bize ekmek ve et yedirdiğini gördük. Yemekten sonra halk çıkmış, bazı kimseler evde kalmış sohbet ediyordu. Resulullah (sav) da çıktı, peşinden ben de çıktım. Hanımlarının hücrelerine birer birer uğrayıp selam vermeye başladı. Onlar: "Ey Allah`ın Resulü (yeni) hanımını nasıl buldun?" diyorlardı.'', ''Ey peygamber! Biz bilhassa sana şunları helal kıldık: Mehirlerini vermiş olduğun eşlerini, Allah'ın sana ganimet olarak ihsan buyurduklarından sahip olduğun cariyeleri, amcalarının kızlarından, halalarının kızlarından, dayılarının kızlarından, teyzelerinin kızlarından seninle beraber hicret etmiş olanları, bir de mümin bir kadın kendini peygambere hibe ederse, peygamber nikah etmek istediği takdirde, onu başka müminlere değil de sadece sana mahsus olmak üzere helal kıldık. Onlara eşleri ve cariyeleri hakkında neyi farz kıldığımızı biliyoruz. Bunlar sana hiçbir darlık olmaması içindir. ...'' (Ahzab suresi 50. Ayet), Muhammed, kendisi hariç erkeklerin nikahlı eş sayısını 4'le sınırlayarak ve kendi haremine istediği kadar ve istediği kadını alarak mevcut iktidarını ve egemenliğini topluma bu yolla gösterebilmiştir. Özellikle Yahudiler'le ve onlara saygı duyan yada örnek alan kabileler'le süren soğuk ve sıcak savaşlarda, tıpkı kendisinden önceki Yahudi kral / peygamberler gibi bir harem kurarak, egemenliğinin göstergesi ve gücünün simgesi olarak bu yeni düzenlemeden faydalanmıştır.
15- ''Anlatıldığına göre, bu meseleden (nikahta koşulan şarta uyma meselesinden) sorulmuştur da şu cevabı vermiştir: "Allah Teala hazretlerinin şartı kadının koştuğu şarttan da, onun şartını kabul edenden de önce gelir."
16- ''Ey inananlar! And olsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Resulullah (Allah'ın Elçisi) en güzel örnektir.'' (Ahzap Suresi, 21. Ayet)
17- “Allah katında İsa’nın(a.s) durumu Adem’in (a.s) durumu gibidir. Allah Adem’i topraktan var etti; sonra ona ‘ol’ dedi, O da oluverdi.” (Ali İmran Suresi, 59. Ayet)
18- “… Doğrusu Biz onları, cıvık-yapışkan bir çamurdan yarattık.”  (Saffat Suresi, 11. Ayet), “Sizi bir çamurdan yaratan, sonra bir ecel belirleyen O’ dur. (Enam Suresi, 2. Ayet), ''O, insanı pişmiş çamur gibi kuru balçıktan yaratmıştır.'' (Rahmân Suresi - 6. Ayet), ''Andolsun ki, insanı kuru balçıktan, işlenebilen kara topraktan ya­rattık,'' (Hicr Suresi - 26. Ayet), ''Andile söylerim ki biz Adem'i çamurdan süzülmüş sudan yarattık'' (Mü'minûn Suresi - 12. Ayet), ''İnsan (henüz) anılır bir şey değilken (yaratılmamışken) üzerinden uzunca bir zaman geçti.'' (İnsan Suresi, 1. Ayet) ve ''Ona (Adem'e) ruhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın.'' (Hicr Suresi - 29.Ayet) ile İnsan yani erkek (Adem; Sümer dilindeki adamu (babam), Asur-Babil dilindeki adamu (yapılmış, meydana getirilmiş, ortaya konmuş, çocuk, genç) veya Sabii dilindeki adam (kul) kelimesinden geldiği öne sürülen ortak ata) yaratılır, bu betimlemeler Tevrat'ta geçen yaradılış efsanesinin İslam'daki yansımasıdır. Tevrat'ta yer alan yaradılış efsanesinin ilk hali Sümer mitolojisinde, ''Ninmah ve Nammu" adlı tanrılar derin suların üzerindeki "balçığı" kararak şekil bakımından tanrılara benzeyen, ancak onların ölümsüzlük yeteneklerine sahip olmayan İnsanı yaratır ve ona hayat (ruh) üfler.'' şeklinde betimlenir.
19- ''Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan...'' (Nisa Suresi, 1. Ayet),  “Resulullah buyurdular ki: Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum, vasiyetimi tutunuz zira kadınlar (erkeğin) kaburga kemiğinden yaratılmışlardır...”
20- ''Erkekler, kadınlar üzerinde hakim dururlar, çünkü bir kere Allah birini (erkeği) diğerinden (kadından) üstün yaratmış ve bir de erkekler mallarından harcamaktadırlar. Bunun için iyi kadınlar, itaatkardırlar. Allah'ın korumasını emrettiği şeyleri, kocalarının yokluğunda da korurlar. Serkeşlik etmelerinden endişe ettiğiniz kadınlara gelince; önce kendilerine nasihat edin, sonra yataklarında yalnız bırakın, yine dinlemezlerse dövün. İtaat ettikleri halde onları incitmek için bahane aramayın. ...''  (Nisa Suresi 34. Ayet), "Valiler, halkı idare ettikleri gibi onlar da (erkekler de) kadınları öyle idare ederler" (Nisa Suresi, 34. Ayet Fahrettin Razi tefsiri)
 
21- ''Kadın, kıyamet gününde evvela namazından, sonra da kocasına itaat edip etmediğinden sorulacaktır.'', "Kadınların hayırlısı o kadındır ki, baktığın zaman seni sevindirir, emredersen itaat eder, gıyabında bulunduğun zaman da seni malında ve nefsinde korur."
22- ''dinlemezlerse dövün.'' (Nisa Suresi 34. Ayet), ''İbn Abbas (r.a), bu ayetin Muhammed İbn Seleme'nin kızı ile ensarın ileri gelenlerinden biri olan kocası Sa'd b. Rebi' hakkında nazil olduğunu söylemiştir. Zira Sa'd ona bir tokat atmış, o da kocasının yatağını hemen terkederek, kocasının tokadının izi yüzünde olarak Hz. Peygamber (s.a.s)'e gidip, kocasının kendisini tokatladığını şikayet etmiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s) "Ondan kısas iste" dedi, sonra da, "sabret, (vahiy) bekliyorum" dedi. İşte bunun üzerine, "Erkekler kadınlar üzerine hakimdirler..." ayeti nazil olmuştur. Bu, "Erkekler kadınları terbiye etme ve onlara müdahale etme hususunda hakimdirler" demektir. Böylece Cenâb-ı Hak erkeği, karısı üzerinde bir reis ve hükmü geçen birisi kabul etmiştir. Bu ayet nazil olunca Hz. Peygamber (s.a.s), "Biz birşey istedik, Allah da birşey istedi. Allah'ın istediği daha hayırlıdır" buyurdu. Böylece Cenab-ı Allah, Hz. Peygamber (s.a.s)'ın söylediği kısas hükmünü kaldırmış oldu.'', ''Erkeğe karısını niçin dövdüğü sorulmaz.'', ''Kadının namaz kılmaması ve yıkanmayı (guslü) terk etmesi dövülmesini meşru kılan sebeplerdendir.'', ''...onları; zarar vermemek şartıyla dövün...'', ''Sizden biriniz karısını köle döver gibi dövmesin. Sonra aynı günün akşamında beraber yatacaklardır... (bazı aktarımlarda köle yerine cariye geçer)''
23- ''Hz. Ömer (r.a)'in, "Ey Kureyşliler, erkeklerimiz kadınlarına hakimdi Medine'ye geldiğimizde, onların (Medineli'lerin) kadınlarının erkeklerine hakim olduğunu gördük. Kadınlarımız onların kadınları ile içli-dışlı oldular. Bundan dolayı da kocalarına karşı serkeşlik edip baş kaldırdılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v)'e gelip, "Kadınlar, kocalarına baş kaldırıyorlar" dedim. O da, kadınları dövmeye müsaade etti. Derken Hz. Peygamber'in hanımlarının odalarının etrafında, kocalarından şikayet eden birçok kadın görünmeye başladı. Bunun üzerine Hz.( Peygamber (s.a.s), "Yemin olsun ki bütün gece Muhammed ailesinin etrafında, herbiri kocasını şikayet eden, yetmiş kadın dönüp dolaştı. Halbuki sizler, o kadınlarını dövenlerin, hayırlılarınız olduğunu göremezsiniz" buyurdu.'' Ömerden nakledilen bu olay "Allah'ın kulları olan kadıncağızları dövmeyin!" hadisinde geçen vakadan sonra olmuştur, İslam şeriatına göre de kadınları dövme yasağı nesh (kaldırılarak) edilerek serbest bırakılmıştır.
24- ''Eğer bir kadın kocasının geçimsizliğinden veya kendisinden yüz çevirmesinden korkarsa, bazı fedakarlıklarla sulh olup aralarını düzeltmelerinde onlar için bir günah yoktur. Sulh ise daha hayırlıdır..." (Nisa/128) ayeti hakkında dedi ki: "Bu ayet, şöyle bir kadın hakkında inmiştir: "Bir erkeğin nikahı altındadır, ancak erkek onunla beraberliği fazla istememektedir, onu boşayıp bir başkasıyla evlenmeyi arzulamaktadır. Ona kadın: "Beni boşama, yanında tut, ama dilersen bir başkasıyla da evlen. Sen bana infak ve gece ayırma hususunda serbestsin" der." Erkeğe verilen haklar kadına verilmediği için, kadın anında boşanarak (erkek gibi) istemediği bir kişi ile yaşamaktan kurtulamamaktadır, daha vahim olansa maddi bağımsızlığı olmayan yada kendisini koruyacak nitelikte olmayan kadınların barışarak istemedikleri bir erkekle yaşamaya devam etmesini (tavsiye görünümünde) bizzat ilahi bir emir olarak tanrının belirtmesidir.
25- ''Kadınlar sizin yanınızda esirler gibidirler''
26- ''Öksüzlere mallarını verin ve kötüsünü (onlara vererek) iyisiyle değiştirmeyin. Onların mallarını, kendi mallarınıza karıştırıp yemeyin. Zira bu, büyük bir günahtır.'' (Nisa Suresi, 2. Ayet), ''Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, muhakkak ki karınlarını ateşle doldurmuş olurlar ve cehennemi boylarlar.'' (Nisa Suresi, 10. Ayet), ''Ey iman edenler! Kadınlara zorla varis olmanız size helal değildir.'' (Nisa Suresi, 19. Ayet)
27- ''Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler.'' (Bakara Suresi, 228. Ayet), Erkeğin kadın karşısındaki sayısız üstünlüklerinden birisi de, diğer tek tanrılı dinlerden kadınlarla evlenebilmesidir. Müslüman kadın ise Hıristiyan veya Yahudi erkekle evlenemez. Aynı kural ''Bir Hıristiyan kadın, bir zımminin nikahı altında iken, kocasından bir müddet önce Müslüman olsa, artık kocasına haram olur.'' şeklindeki hadisle konuya farklı bir bakış getirir.
 
28- “Mü’min, Allah’a takvadan sonra en ziyade saliha bir zevceden hayır görür. Böylesi bir kadına emretse itaat eder. Ona baksa sevinç ve neş’e duyar. ...”
29- ''Kadınlar arasında saliha kadın, yüz tane alaca karga arasında beyaz bir karga gibidir.''
30- ''Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder.'' (Nisa Suresi, 11. Ayet)
 
31- ''Şahitliklerine güvendiğiniz iki erkeği; eğer iki erkek olmazsa, bir erkek ve iki kadını şahit tutun.'' (Bakara Suresi, 282. Ayet), Dört mezhep hukukçuları, had (ceza) ve kısas davalarında sadece erkeklerin şahitliğini geçerli görmüşlerdir. Zahiri mezhebinden İbn Hazm ise zina davası dahil bütün davalarda, bir erkek yerine iki kadının şahitlikte bulunabileceğini ileri sürmüştür. Zina suçunun ispatı için (Zahiri'lik haricinde tüm İslam'da) 4 erkek şahit gerekmektedir, bu suç için kadın şahit kabul edilmemektedir.
 
32- "İdarecileri kadın olan bir topluluk iflah olmaz.", "Kadınları göze çarpar mevkilere oturtmayın, yazıyı da öğretmeyin. Dikiş öğretin ve Sure-i Nur'u da iyi öğretin."
33- "Allah'ın, kiminizi kiminizden üstün kılmaya vesile yaptığı şeyleri temenni etmeyin" (Nisa Suresi, 32. Ayet), Kadınların itirazı üzerine söylenmiştir. Özetle kadınları kaderlerine razı olmaya ve muhalefet ederek kendi lehlerine kazanımlar elde edecek faaliyetlerden uzak durmaya razı edebilmek için ilahi emirler devreye sokularak, kadınlar yaşamın aktif yanından uzak tutulmuştur.
34- ''Kadınların mescitlere gitmesine engel olmayın. Fakat evleri onlar için daha hayırlıdır.''
35- S.Arabistan basınından; 19 yaşında bir (bakire) genç kız 6 kişi tarafından zorla bir araca bindilip, mücavir alanda toplu tecavüz edildikten sonra tekrar aynı araba ile şehre dönerken polis kontrolüne takılıyor. Yapılan sorgulamada kız tecavüze uğradığını söylüyor, 6 erkek aksi yönde yemin ediyor, kız zina suçundan 200 kırbaç cezası alıyor, erkekler serbest bırakılıyor. Konunun bir diğer boyutunuda toplu tecavüzler oluşturuyor, mağdur 4 şahid getiremediği için tecavüzü yani zinayı ispatlıyamıyor ama saldırgan tecavüzcüler 4 ve üzeri kişi olarak aksi yönde şahidlik yaptıkları için kurtuluyorlar. Tecavüze ve iftiraya uğrayan evliyse recm ediliyor, evli değilse zina nedeniyle 100 kırbaç yada değnek cezasının yanında, birde yalan yemin etmek ve iftira atmaktan dolayı üstüne en az 80 kırbaç yada değnek cezası alıyor.
36- Batman ve diğer Doğu-Güneydoğu Anadolu illerindeki kadın intiharlarını araştıran  “Kadınların Insan Hakları: Uluslararası Standatlar, Kazanımlar, Sorunlar.”  adlı BM raporunda, intiharların bir kısmının "örtülü cinayet" olduğu ve kadının ataerkil baskı ve zorla evlilik, aile içi şiddet, ensest gibi ağır insan hakları ihlalleri nedeniyle intihar kararı aldığı iddia edilmektedir.
 
37- ''Resulullah (sav)`ın yanında dokuz hanım vardı.'', ''Resulullah (sav), hanımlarına gece ve gündüzleyin aynı saatlerde ziyarette bulunurdu. Onlar on bir tane idiler. Enes`e: "Buna takat getirebiliyor muydu?" denmişti. O: "Biz ona otuz kişinin gücü verildiğini konuşurduk" diye cevap verdi.'', resmi nikahlı karılarının dışında Muhammed'in sayıları değişmekle birlikte sürekli olarak 11 ila 15 arasında cariyesi vardı ve bunlarlada cinsel bir ilişki yaşamaktaydı.
 
38- ''Hz. Aişe buyurmuştur ki: Ben altı yaşında bir kız iken Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem beni akd ve nikah eylemişti.'', Muhammed, en yakın dost ve müttefikleri olan Ömer, Osman vb. bir kaç kişinin kızları ile evlenmekle kalmamış, kendi kızlarınıda onlarla evlendirmiştir.
 
39- ''Ben Hz. Enes (ra)`in yanında idim. Onun yanında bir kızı vardı. Enes dedi ki: "Resulullah (sav)`a bir kadın gelerek nefsini ona arzetti ve: "Ey Allah`ın Resulü! Senin bana ihtiyacın var mı?" dedi. Bunun üzerine Enes`in kızı: "Bu kadının hayası ne kadar az! Ne ayıp, ne ayıp!" dedi. Enes: "Hayır, o senden daha hayırlı! Resulullah`a rağbet ve arzu duydu ve nefsini ona arzetti" buyurdu.", ''Anlattığına göre, "Ümmü Şerik, Aleyhissalatu vesselam`a nefsini hibe edenlerdendir.", ''Hz. Aişe buyurmuştur ki: "Havle Bintu Hakim (ra), Resulullah (sav)`a kendisi gelip evlenme teklif edenlerdendir."
 
40- ''Ebu Rafi (ra) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalatu vesselam), birgün bütün hanımlarına uğradı. Her birisinin yanında ayrı ayrı yıkandı. Kendisine: “Ey Allah’ın Resulü dedim, en sonunda bir kere yıkansanız olmaz mı?” “(Olmasına olur, ancak) böyle yapmak daha temiz, daha hoş ve daha paktır!” buyurdular.''
 
41- ''Hz. Enes (ra) der ki: Zeyneb`in iddeti tamamlanınca, Resulullah (sav), Zeyd (ra)`e (Zeyneb'in kocası olan evlatlığı): "Git onu bana (kendinden) iste" dedi. Zeyd gitti, Zeyneb`e geldiği zaman hamurunu yoğuruyordu. Zeyd der ki: "Onu gördüğüm zaman içimde bir zorluk hissettim, ona bakamaz hale geldim. Sırtımı ona çevirerek, geri geri yaklaştım ve: "Ey Zeyneb! Beni Resulullah (sav) gönderdi. Seni istiyor" dedim. Zeyneb: "(Ben (istihare yoluyla) Rabbimle istişare etmeden bir şey yapacak durumda değilim!" dedi ve kalkıp mescide gitti. Derken Resulullah`a vahiy geldi. Aleyhissalatu vesselam kalkıp izin almadan Zeyneb`in evine girdi. Zeyd der ki: Gündüzün ilerlemesiyle Resulullah (sav)`ın bize ekmek ve et yedirdiğini gördük. Yemekten sonra halk çıkmış, bazı kimseler evde kalmış sohbet ediyordu. Resulullah (sav) da çıktı, peşinden ben de çıktım. Hanımlarının hücrelerine birer birer uğrayıp selam vermeye başladı. Onlar: "Ey Allah`ın Resulü (yeni) hanımını nasıl buldun?" diyorlardı.'', ''(Resulüm!) Hani Allah’ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah’tan kork! Diyordun. Allah’ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana layık olan Allah’tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikahladık ki evlatlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir.'' (Ahzap Suresi, 37. Ayet), Bir başka rivayette Zeynep'i daha önce istettiği fakat kendisine verilmediği bahsi geçmektedir, neticede yukarıdaki anlatımın öncesinde Muhammed Zeynep'i çıplak yada yarı çıplak olarak kazara görünce ona karşı istek duyuyor ve bu olaydan bir kaç ay sonra bu istek ve arzu dayanılmaz hale gelince evlatlığını ilk önce bir ayetle (ilahi emirle) akrabalık ilişkisinden ayırıyor, ardından da kendi mevalisi olan Zeyd'e yaptığı baskılar neticesinde onu karısından boşatarak göz koyduğu Zeynep'le evleniyor. Dikkat edilecek olursa yukarıdaki anlatımdan da anlaşılacağı gibi gerek eski evlatlığı, gerekse Zeynep bu olanlardan dolayı büyük bir sıkıntı içerisinde olmak bir yana istemedikleri bir olaya zorla riayet etmek zorunda kalıyorlar. Hatta Zeynep rızası olmadan cinsel ilişkiye giriyor ve ardından zaten nikahı tanrı kıydığı için Muhammed'e kutlama yapmak kalıyor.
 
42- ''Hz. Aişe buyurmuştur ki: Kilabiyye isimli kadın evlenip de Rasulullah (s.a.v) ile beraber olacaklarında: “Senden ALLAH’a sığınırım” dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v): “Sen çok büyük olan ALLAH’a sığındın. Haydi ailenin yanına dön” buyurdu.'' Medine'ye göçten 8 yıl sonra Medine yakınlarında yaşayan bir Bedevi kabile'nin Muhammed'in ittifak yapması ile siyasi birlik sağlayan ve Muhammed tarafından reis atanan Dahhak bin Süfyan adlı (ilerde Emevi komutanı olarak ünlenen) kişinin ''Fatıma Dahhak bin Süfyan (el-Kilabiyye)'' adlı kızıdır, görüldüğü gibi o dönemde  özellikle Bedevi'lerde kadınlar bir çok hak dışında medeni cesaretede sahiptiler. Muhammed'in 12. eşi olarak kayıtlarda görülen Fatıma'nın, Muhammed'in peygamberliğine inanmadığı gibi onu yaşlı bularak yapılan evliliğe itiraz ettiği bazı İslami kaynaklarda geçmektedir., ''Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara: "Siz şurada oturunuz!" buyurduktan sonra, kendisi, kendisi için getirilmiş olan Esma (Ümeyme) Hatunun Şavt´ta konuklandığı eve gitti. O sırada Esma (Ümeyme) Hatunun dadısı da yanında bulunuyordu. Peygamberimiz Aleyhisselam Esma Hatunun yanına girdi. Kapıyı kapattı. Esma Hatuna: "Kendini bana bağışla!" buyurdu. Esma Hatun: "Bir kraliçe, kendisini, uyruğuna hiç bağışlar mı?" dedi. Peygamberimiz Aleyhisselam, onu sakinleştirmek için, elini onun üzerine koymak istedi. Esma Hatun, hoşlanmadığını göstererek: "Senden ALLAH´a sığınırım!" dedi. Yüzünü elleriyle kapattı. Gömleğini yüzüne çekti. Peygamberimiz Aleyhisselamdan gizlendi. Peygamberimiz Aleyhisselam: "Demek sen benden ALLAH´a sığınıyorsun ha!" buyurdu. Esma Hatun sığınma sözünü üç kere tekrarladı. Peygamberimiz Aleyhisselam: "Sen pek Büyük bir Makama sığındın! Sen pek Büyük bir Makama sığındın! Sen pek Büyük bir Makama sığındın! ALLAH´a sığınan emin olur! Git, ev halkına kavuş!" buyurdu. Hemen ondan yüzünü çevirdi.'' Numan b. Ebi´l-Cevn adlı, Cevn oğulları, Ezd soyundan tanınmış bir kabile olup Kinde adlı bir kabileler birliğinin (eski krallıktır) üyesi olan kabilenin reisinin, (Necd bölgesinde yaşayan ve hala o dönemde) Kral yada prens olarak kabul gören kişinin kızı olarak Esma, bu siyasi evliliğe razı olmamış ve İslam öncesi dönemde Arap kadınının bir nedenle kocasından ayrılmak istediğinde: "Senden ayrılmak için (inandığı) tanrı'ya / tanrıça'ya sığınırım" sözlerini üç kez tekrarlayarak boşanmıştır. Bu boşanmalar büyük ihtimal talak adlı İslami boşanma kanunları çıkmadan önce olmuştur. Bu olayın 3 değişik (Buhari, Taberi ve İbn-i Sa'd) anlatımında genel söylem içerisinde ortak nokta nefsin bağışlanması olurken ayrılınan noktalar, Esma'nın vucudunda lekelerin olması nedeniyle Muhammed'in istememesi (kaldıki güzelliği ile nam salmış bir kadındır kendisi), Muhammed'in eşleri olan Ebu Bekir'in kızı Ayşe ile Ömer'in kızı olan Hafsa'nın, birlikte zifafa hazırladıkları Esma'yı kandırmalarıdır. Bu olaylar ayrıca boşanma hakkının erkeğe verilmesinde en önemli sebeplerden birisidir de.
 
43- Muhammed'ten 2210 hadis aktardığından bahsedilen Ayşe, aynı zamanda İslam'ın ilk hadis yazıcılarından Urve b. ez-Zubeyr'inde teyzesidir. "Resulullah buyurdular ki: Dininizin yarısını bu Hümeyra'dan alınız" Hümeyra, Muhammed'in Ayşe'ye takdığı lakaptır, ''Ebu Musa’l-Eş’ari  diyorki; Hz. Peygamberin Ashabı, herhangi bir meselede şüphe etseler ve onu Aişe’ye sorsalar, muhakkak onda buna dair bir bilgi bulurlardı'', ''Küfe fakihi Mesruk diyorki; Hz. Muhammed’in ileri gelen Ashabını gördüm, Hz. Aişe’den feraiz soruyorlardı'', "Ata b. Ebi Rebah diyorki; Hz. Aişe, ashab içinde en çok fıkıh bilen, isabetli rey bakımından en ileri gelen bir kimse idi."
 
44- ''Rivayete göre şöyle demiştir: Ben altı yaşında bir kız iken Nebi (s.a.v) beni akd ve nikah eylemişti. (Üç sene sonra) biz Medine`ye hicret ettik. Haris İbn-i Hazrec oğullarının menziline indik. Müteakıben ben, sıtmaya tutuldum. Bu cihetle saçım döküldü. (Hastalıktan kurtulduktan sonra) saçım gürleşti, uzayıp omuzlarıma döküldü. Bir kere ben, arkadaşlarımla beraber salıncakta oynarken annem Ümmü Ruman bana doğru geldi ve beni çağırdı. Ben de annemin yanına geldim. Beni ne edeceğini bilmiyordum. Annem elimi tuttu. Ta evin kapısı önün (e geldiğimizde ora) da beni durdurdu. Ben de yorgunluktan kaba kaba soluyordum. Nihayet soluğum biraz yatıştı. Sonra annem biraz su aldı. Onunla yüzümü, başımı sıvazladı. Sonra beni eve koydu. Evde Ensar`dan birtakım kadınlar hazır bulunuyordu. Bunlar bana: Hayır ve bereket üzere geldin, hayırlı kısmet getirdin! diye alkışladılar. Annem beni bu kadınlara teslim etti. Bunlar da benim kılığımı, kıyafetimi düzlediler ve Resulullah`a teslim ettiler. Beni hiçbir şey sıkmadı. Ancak Resulullah (s.a.v)'ı habersiz görünce sıkıldım. (Resulullah bir sedir üzerine oturmuştu. Yanında Ensar erkeklerinden, kadınlarından oturanlar vardı. Beni Resulullah yanına oturttu). Ensar kadınları beni Resulullah`a takdim ettiklerinde ben dokuz yaşında bir kızdım.'', bu Buhari hadisi haricinde; ''Hz. Aişe şöyle anlatıyor : Ben arkadaşlarımla beraber bebeklerimle oynardım. O sırada Peygamber (s.a.v) gelirdi. Onu görünce arkadaşlarım kaçışırlardı. Fakat Peygamber (s.a.v) onları ben onlarla beraber olmak istediğim için geri getirirdi. Bazen onlar kaçmaya fırsat bulamadan: “Olduğunuz yerde kalın” derdi. Çocukları sevdiği ve kızlarıyla oynamaya alışık olduğu için bazen onlara katılıp oyun oynardı.'', ''Hz. Aişe şöyle diyor: Bir gün ben oyuncaklarımla oynarken Peygamber (s.a.v) içeri girdi ve : “Ey Aişe bu hangi oyun ?” dedi. Ben “Süleyman’ın atları” dedim. O da bana güldü. Fakat bazen geldiğinde onları rahatsız etmemek için cübbesine bürünür beklerdi.'' yukarıda bizzat Ayşe'nin beyanlarında görüldüğü gibi Muhammed ile evli ve seks hayatı olan Ayşe sık sık her çocuk gibi arkadaşları ile oyun oynayacak kadar küçüktür evlendiği sırada. Bunların dışında evlilik akdinin yapıldığı fakat daha karı koca olmadıkları dönem hakkında; ''Peygamber (s.a.v) beni nikahladığında ben yenleri olmayan entari giyen küçük bir çocuktum. Fakat o benimle evlenince küçük olduğum halde Allah bana haya duygusu verdi.'' demiştir. Ayşe'nin (ihaneti olarak bilinen) İfk olayını anlatan bir hadiste Ayşe'nin cariyesi ''Seni hak olarak gönderene yemin ederimki, onda ayıplayacağım herhangi bir durum görmedim. Şu kadar varki, o yaşı küçük bir kız olduğu için evi için yaptığı hamurun başında uyuyakalır ve besi koyunu gelir hamuru yerdi.'' diye Ayşe'nin küçük bir kız olduğunu teyid eder, hadisin devamında Ayşe; ''Ben ise, Kuran'dan çok fazla okumayan, yaşı küçük bir kızdım'' diye beyanda bulunur. Medine'deki Mescitte yapılan bir gösteriyi kocası Muhammed nezaretinde izleyen Ayşe; ''Oyun ve eğlenceye bu kadar düşkün olan yaşı küçük bir kız çocuğunun durumunu artık siz takdir edin'' diyerek bir başka rivayetinde çocukluğunu ısrarla belirtir. Bütün bu beyanların üstüne gene Ayşe, Buhari'de geçen bir hadiste "Ben kendimi bildim bileli İslam’ın içindeyim" diyerek 17-18 yaş iddiasını red etmektedir.
Kendi beyanı olan ve 6 yaşında evlendiğini belirten hadise dayanarak; İslam din adamları, küçük yaşta bulunan kız çocuğunun babası tarafından nikahlanabileceği hükmünü çıkarmıştır. Nevevi, bu cevaz (hukuki beyan) hususunda İslam din adamlarının icma (fikir birliği) ettiğini belirtir. Hanefilere göre bu caizdir (yasaldır). Ancak kızın buluğa erince seçme hakkı vardır, dilerse kabul etmeyebilir. Bu hakkını daha önce kullanamaz. Şafii, Maliki gibi Hicaz din adamları bu seçme hakkını tanımazlar. İmam Şafii, Malik, Ahmed, Ebu Yusuf gibi bir kısım din adamları buluğa ermeyen küçüğü nikahlama yetkisine sadece babanın sahip olduğunu, diğer velilerin bu hakka sahip olmadığını söylerler. Ebu Hanife, Evzai ve diğer bir kısım din adamları velilerin de evlendirebileceğine hükmetmiştir.
 
45- Gerçi bazı hadisler Ayşe'nin yaşının evlendiğinde tarihsel hesaplamalarla 17-18 civarında olduğunu gösterir gibi olsada, özellikle yirminci yüzyıl başına kadar Ayşe'nin evlilik yaşı kimseyi rahatsız etmemiştir. Ömer Rıza Doğrul'un yayınladığı ve belli bir bölümünü bizzat kendisinin yazdığı (özellikle Ayşe'nin yaş iddiasının olduğu bölüm), Mevlana Şibli'ye ve öğrencisine ait Asrı Saadet ismi ile çıkan siyer kitabı tartışmaları başlatan ve günümüzde internette okunmadığı halde kaynak gösterilerek Ayşe'nin yaşının 17-18 olduğu tezini devam ettiren en önemli vasıta olmuştur. Söz konusu kitapta Ayşe'nin yaşı 3 yerde geçmekte ve bunlardan ikisi klasik söylemi devam ettirerek 9 yaşını beyan ederken sadece bir yerde ve 5 ciltlik bir külliyatta sadece yarım sayfa tutan bir söylemde yaşının daha büyük olabileceği geçmektedir. Ömer Rıza Doğrul'un bu tezi ortaya koymasından sonra gittikçe artarak, özellikle günümüzde ''savunmacı tarih tezcileri'' denilen kesim tarafından ısrarla savunulmuştur. Konuyu sadece tarih üzerinden yola çıkarak ve diğer tüm hadisler ile tarihsel gerçekleri yok sayarak savunan bu kesime karşı, özellikle İslam'ın büyük bir çoğunluğu (bu küçük grubu) tarihi ve gerçekleri saptırmakla itham etmişlerdir. Bu kesim özellikle; ''Hz. Aişe; Ben Mekke'de henüz oynayan bir çocuk idim. "Bilakis kıyamet onlara vaat edilen asıl saattir ve o saat daha belalı ve daha acıdır" ayeti inmişti" hadisini kanıt olarak sunarak, yaklaşık Muhammed'in peygamberlik kariyerinin dördüncü yılında yazıldığı belirtilen Kamer Suresinde yer alan bu ayetten hareketle, Ayşe'nin ayetin yazıldığı sırada yaklaşık sekiz yaşlarında olması gerektiğini iddia etmektedir. Ancak söz konusu sure, her ne kadar Mekki (Mekke'de yazılmış) olsada, bu sure içerisindeki söz konusu ayetin, Medeni olduğu (Medine'de yazıldığı) ortak görüşle sabittir. Muhammed'in, Medine'ye göçten sonraki iki yıl içerisinde, Mekke'de söylediği bir çok ayet ve sureyi yeniden ve yeni şartlara göre düzenlediğini bilmekteyiz. Bu tarihten hareketle ablası Esmanın hicretten önce 27 yılında doğduğu beyan alınarak Ayşe'nin ondan 10 yaş küçük olması nedeniyle olay evliliğin 17-18 yaşında olması gerektiği beyan edilmektedir. Ayşe'nin ablası Esma'nın hicret esnasında ilk çocuğuna gebe olması, o dönemde 27 yaşında bir kızın bakire olarak ilk evliliğini yaptığına inanmamızıda zorlaştırmaktadır. Aynı zamanda oğlu Urve b. Zübeyr'i (bu tarihler baz alınırsa) 40 yaşında doğurmuş olması gerekmektedir. Milyonlarca hadis içerisinde yapılan doğru okumalarla salt tarih üzerinden değil, Ayşe'nin ayrı ayrı verdiği bir çok yerdeki beyanları neticesinde ve bunlara paralel olarak diğer üçüncü şahısların beyanlarında Ayşe'nin çocuk olarak evlendiği ve Muhammed öldüğü sırada delikanlı çağında bir genç yetişkin kız olduğu ortaya çıkmaktadır. Burada kesin olarak belirlenemeyen bir tek şey bir yada iki senelik sapmayla Ayşe'nin gerçek yaşı olabilir. Geriye dönük hadis yazımı esnasında özellikle rivayeti yapan kişinin hafızasında kalan bilgilerin, gene onun bakış açısına ve ait olduğu kabile ve siyasi görüşe göre anlatıldığı (rivayeti) günümüzde dikkate alınan bir unsurdur. Bu anlatımlarda genel olarak tarihlerin yaklaşık olarak hatırlanıyor olması ortak söylem olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir diğer ortak hata davranışıda isimlerin ve olayların karıştırılmasıdır.
 
46- Yirminci yüzyıl ortalarına kadar hemen hemen tüm Dünya'da özellikle kızların evlenme yaşı ortalaması 13'tür. İnsanlığın ilkel kabile yaşamı içerisinde avcı toplayıcı bir hayat sürdüğü ve ortalama İnsan ömrünün 35 olduğu zamanlarda doğurganlığa ulaşmış bireylerin, özellikle de kızların üreyerek toplumun birey gücünü artırması kaçınılmaz bir davranıştır. Bir çok ilkel kabilede yetişkinliğe geçiş töreni ile kutsanan bu doğal bedensel gelişim, Arap yarımadasında ve özellikle Sami kabilelerde erkek ve kız çocuklarının sünneti olarak hala devam etmektedir. Bu hayatta kalma stratejisi zamanla bir gelenek ve normal bir davranış şekli olarak toplumların hayatına girmiştir. Muhammed'in yaşadığı dönemde de normal bir olgu olarak kabul gören çocukluktan kadınlığa geçenlerle evlenme ve cinsel ilişkide bulunmanın arkasında artık o bireyi çocuk olarak kabul etmemeleri yatmaktadır. Bu nedenledir ki Muhammed'in siyasi rakipleri ve düşmanları o dönemde bu evliliği aleyhine kullanmadıkları gibi sonrasında haremine kattığı diğer (çocuk) kadınlarıda normal karşılamışlardır, kendileride benzer evlilikler yapmışlardır. Hatta Ebu Bekir'in dışında, Ömer, Osman, Ali başta olmak üzere dönemin egemenliğini paylaşanlar ve Aristokrasi kendi aralarında kız çocuklarını alıp vererek evlilik bağı ile hısım olarak siyasi bağları kuvvetlendirme yoluna gitmişlerdir. 60 yaşlarındaki Halife Ömer’in Ali’nin çocuk yaşta kızı ile evlenmesi en güzel örneklerdendir. Muhammed'in ölümünden sonra ortaya çıkan siyasi mücadelelerde, (bu geleneğin devamı olarak) müttefik olan Ömer'in çocukları ile Ebu Bekir'in çocukları yani Abdullah b. Ömer'in, kızını henüz küçük iken Ayşe'ninde taraf olması neticesinde, Ayşe'nin ablası Esma'nın oğlu Urve b. Zübeyr ile evlendirdiği bilinmektedir. Doğal olarak o dönemde neredeyse herkes kız çocuklarından en az bir tanesini eş olarak haremine katmıştır.
 
47- O dönemde normal olan toplumsal davranış günümüzde pedofoli denilen bir tür sapıklık olarak görülmektedir. Sübyancılık yada günümüzdeki söylenişiyle çocuk gelin evlilikleri Türkiye gibi kısmen gelişmiş ve Lübnan, Mısır vb. kısmen gelişmekte olan müslüman ülkelerin varsıl yada okumuş bilinçli kitlelerinde en büyük suçlardan birisi olarak görülmektedir. İslam'da ergen kavramı olmadığı ve Peygamberin 9 yaşında bir kız çocuğuyla evlenmiş olmasının getirdiği yasallığın zemininde kız çocukları ile evlilik İslam coğrafyasında hala yaygın bir şekilde devam etmektedir. Kıyamete kadar değişmez ve bozulmaz kurallar getirdiğini savlayan İslam şeriatı açısından bu evlilik, müslüman erkeklerin (kıyamete kadar sürecek şekilde) kız çocukları ile evlenmesinin önünü açmıştır. Günümüzde bu İslami kanun nedeniyle özellikle fakir ailelere mensup kız çocukları başlık parası adı altında alınıp satılabilmektedir. Bu tip evlilikler ülkemizde yasal kayıtlara göre yıllık resmi evlilik oranının dörtte birini oluşturmaktadır, bu rakamlara ilaveten çocuk gelin evliliklerinde kayıt dışı rakamın ne olduğu ise hala büyük bir bilinmeyendir.
 
48- ''Ebu Said-i Hudri Şöyle demiştir: Bir Kurban, yada Ramazan bayramında Resulullah (s.a.v) Efendimiz, yanımıza namazgaha çıktı. Kadınların yanından geçti. Ve (onlara): "Kadınlar, sadaka veriniz. Zira bana Cehennem halkı gösterildi, çoğu sizler idiniz." buyurdu. (Kadınlar): "Ya Resulallah, neden?" diye sordular. "Çünkü siz (ötekine, berikine) çokca lanet eder, zevclerinize karşı küfran-ı nimet gösterirsiniz. Ne acaibdir ki kendini zapteden tam akıllı ve dininde azimli kimsenin (erkeğin) aklını sizin kadar eksik akıllı, eksik dinli hiç bir kimsenin çelebildiğini görmedim." buyurdu. "Aklımızın, dinimizin eksikliği nedir? Ya Resuallah." dediler. "Kadının şahadeti, erkeğin şahadetinin yarısı değil midir?" diye sordu. "Evet." dediler. "İşte bu aklın eksikliğinden. Hayız gördüğü zaman da namaz kılmaz, oruç tutmaz değil mi?" buyurdular. "Evet." dediler. "İşte bu da dininin eksikliğinden." cevabını verdi.'', Muhammed ve kurguladığı tanrı İslam mitolojisine göre kadını eksik akıllı, yetersiz, erkeklere göre bir çok açıdan neredeyse tamamen denk olmayan nitelik ve niceliklerle yaratmıştır. Yaşama baştan tanrısının yani yaratıcısının kendisine verdiği engelli ve kötü özelliklerle başlayan kadın, bu engellerinden kaynaklanan hak kayıplarını telafi etme yükümlülüğünede sahip olarak, sınıfsal adaletsizliğin de olduğu bir toplumda tanrıyı memnun etmek zorundadır. Burada İslam tanrısı kusurlu ve engelli yarattığı bir varlıktan tam yarattığı bir varlık kadar tapınma beklemekte ve bir çok konuda yükümlülüğüde ona yüklemektedir. Görüldüğü gibi İslam tanrısı dönemin kadın algılaşıyışına paralel olarak dinsel açıdan kadınları tanımlamakta ve onlara yükümlülükler vermektedir.
Çok sayıda İslam din adamı kadının cehennemlik olmasının arkasında yatan gerekçenin onun kusurlu yaratılması neticesinde iman eksikliği yaşaması değilde, Buhari hadisinin başında geçen ''nifak, fitne ve nankörlükleri'' neticesinde olacağını söylemektedir. Netekim gerek bu ilk başta geçen kusurların oluşmasında, gerekse sonrasında belirtilen kusurların oluşmasındaki neden ''akıl ve din noksanlığı olan'' Müslüman kadını yaratan tanrının varlığıdır. Akıl ve din noksanlığı ile yarattığı kadını bu kusurları neticesinde yaptığı eylemlerden sorumlu tutan, onlardan ayrıca bu kusurlarının yol açtığı günahları affettirecek sevaplar yapmasını bekleyen tanrı, aynı zamanda kusurlu yarattığı kadın yüzünden mağdur olan erkeğide uyarmakta ve bu kusur yüzünden günaha girebileceğini belirtmektedir.
Bu dinsel inanca göre hayata zaten yenik ve ezik olarak oldukça geriden başlayan kadınlar, yaradılıştan gelen kusurlarının yol açtığı günahları tanrılarına affettirebilmek için ayrıca ilave sevap işlemeye mahkum edilmektedir. Üstelik Muhammed’in tavsiyesine göre bu ilave sevabıda ancak maddi imkanı olan kadınlar yapabilmektedir, mesela Padişah annesi olan bir kadın İstanbul’un en nadide yerine bir cami yaptırarak sevap işlerken, köyde yoksulluk içinde yaşayan bir kadın sadaka veremediği için sevap işleyememektedir. İslam tanrısı yarım akıllı yani zihinsel özürlü olarak yarattığı kadından cehenneme gitmemesi için fazladan mesai isterken, karşısına daha bir çok aleyhinde kanun çıkartarak kusurlarına kusur katmakta çekinmez. Müslüman kadın ne yapsa, ne etse bu tanrıya yaranamaz. İlk önce yaradılışından gelen kusurlar yüzünden cehennemde işkence görür, ardından da imanlı olarak ölmüşse eğer, cezasını çektikten sonra cennete ideal eş olarak (huri'lerle paylaştığı erkeğe) görev yapmaya gönderilir. İslam tanrısı sadece erkeklere özel bir Dünya yaratmakla kalmaz, birde öteki Dünya’yı erkeklere özel yaratır İslam mitolojisine göre.
49- ''Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder.'' (Nisa Suresi, 11. Ayet), Muhammed hemen hemen tüm uygulamalarında (tek tanrı inancı haricindeki) döneminin Arap ve Bedevi gelenek ve adetlerini aynen yada büyük bir çoğunluğunu alarak İslami şeriat haline getirmiştir. Bu nedenle ayetin ilahi bir emir olarak belirttiği paylaşım şekli o dönemin toplumunda genel olarak kabul gören ve uygulanan şekil olması büyük bir olasılılıktır. Zaten bölgedeki bir çok Sami kavim benzer bir hukuku geçmişte uygulamıştırda. Buna rağmen Dünya üzerinde bir çok kabile ve devlet kurmuş toplumlar ki Muhammed'ten 70-80 yıl önce eşit miras hakkını kabul eden Roma İmparatorluğu'da buna dahil olmak üzere eşit miras hakkını uygulamaktadır o dönemde. Yazılı (kanonik) Yahudi ve Hıristiyan ilahi kitaplarında kadının miras hakkının olmamasına dayanarak (kaldıki her iki toplumda da o dönemde yerleşmiş geleneklere göre ve kutsal kitabın aksine kadın miras alabilmekteydi) İslam din adamları, bu İslami kanunun bir devrim olduğunu iddia etmektedir bu yüzden. İçeriğinin değiştirildiğini iddia ettikleri bir kitabın içerisinde yer alan bu kanunun orjinalliğinden emin olmadan, yani bu miras hakkının (o mantığa göre) bizzat İnsan tarafından değiştirilip değiştirilmediğini bilmeden, bilgiyi kendi bakış açılarına göre (sadece bu kanunun değiştirilmemiş bir ilahi kanun olduğunu) doğru kabul etmekte ve aksini iddia etmektedirler.
 
50- ''Müstehaza (özürlü kadın) hayzlı iken namaz kılamaz.'' buyuruldu.'', “Hayızlı kadın ve cünüp olan kimse Kuran’dan bir şey okuyamaz”, bu gerekçenin arkasında ''Ona ancak temizlenmiş olanlar dokunabilir'' (Vakıa Suresi, 79. Ayeti) bulunmaktadır. Bu inancın arkasında da, binlerce yıllık (her dinde olan) tanrıların huzuruna çıkarken yada kutsal olan şeylere dokunurken temiz olma inancı yatar. ''Hayızlı olduğun zaman namazı bırak, kesildiği zaman da namazını kıl'', ''Hz. Aişe (ra)’dan şöyle rivayet edilir : “Rasulullah (sav) döneminde aybaşı olurduk da orucu kaza etmemiz emredildiği halde, namazı kaza etmemiz emredilmezdi'', “Hiçbir hayızlı veya cünüp mescide giremez”, ''Beytullahı tavaf etmek, namaz kılmak gibidir, yani abdestli olmak lazımdır'', görüldüğü gibi tanrı kadını her ay belli bir süre için kirli ve dinsel görevlerini yerine getiremez olarak yaratıyor, bu nedenlede kadın eksik imanlı oluyor, bu eksik imandan da kadını sorumlu tutarak cezalandırıyor. Bundan kurtulmanın yoluda sadaka vermek vb. tanrıya dolaylı yoldan kurbanlar sunarak (hayır hasenat denilen şeyler yaparak) sevap işlemek, erkeğini memnun etmekten ve ev işlerinden arta kalan zamanında da bol bol dinsel ritüelleri uygulayarak (fazladan namaz kılmak vs.) tanrının memnuniyetini kazanmaktır.
Hayz ve Nifaslıya (lohusa) Yasak Olanlar:
1-) Namaz kılamaz.
2-) Oruç tutamaz.
3-) Kuran okuyamaz.
4-) Mushafa el süremez.
5-) Camiye giremez.
6-) Kabeyi tavaf edemez.
7-) Kocası ile cima (seks) yapamaz. Hayzlı iken de, kadına dübüründen yaklaşmak (livata) haramdır. Oral seks de caiz değildir. (*Erkek diğer eşleri ve cariyeleri ile istediğini yapabilmektedir bu arada.)
8-) Kadın, hayzın başladığını ve bittiğini kocasından gizleyemez. ''Hayzın başladığını ve bittiğini kocasından saklayan kadın mel’undur''.
9-) Yanında kocası veya mahremi olmayan hayzlı kadın, uzun yola çıksa, seferi olamaz. Hayz bitince, bulunduğu yerden 104 Km’den daha fazla giderse, ancak o zaman seferi olur.
Kadın sadece adet (hayz) gördüğü dönemler dışında da bu özelliği nedeniyle mağdur edilmektedir. ''İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, kendi kendilerine dört ay on gün (iddet) beklerler.'' (Bakara Suresi, 234. Ayeti), (erkeğin ölümünde) doğabilecek çocuğun soyunun tespiti için yükümlülüğü kadına vermektedir. Yaşayanlar içinse (erkek adına) boşama esnasında; ''Kadınlarınız içinden adetten kesilmiş olanlarla, henüz adet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi (iddeti) üç aydır. Gebe olanların bekleme süresi ise, yüklerini bırakmaları (doğum yapmaları) dır. ...'' (Talak Suresi, 4. Ayeti) ile daha adet görmemiş çocuk gelinlerde dahil olmak üzere boşanma halinde doğabilecek çocuğun soyunun tespiti için yükümlülüğünü (kontrol etmek adına) erkeğe verir. ''Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınız zaman onları iddetleri içinde (adetten temiz oldukları sırada) boşayın, iddeti sayın ve Rabbiniz olan Allah’tan korkun...'' (Talak Suresi, 1. Ayet). Bu ayetle erkek yeni adet (hayz) görmüş eşini boşamakla serbest bırakılırken, ''Abdullah ibni Ömer hanımını ay halinde iken boşamış, Hz. Ömer de (ra) olayı Peygamber Efendimize haber verince şöyle buyurmuştur : ''Ona hanımına dönmesini söyle. Hanımını ya temizlendikten sonra ya da hamile iken boşasın'' hadisinden de anlaşılacağı gibi boşanma erkek adına şarta bağlanmış görünsede, erkek istediği zaman kadını boşama hakkına sahiptir, hatta adet döneminde boşanma Bid’i Talak” yani “bid’at talakı” olarak kabul görür. Burada olan kadına olur ve üç ay boşanacağı erkeğin, dört ay on gün ölen eşinin evinde tek başına beklemek zorundadır. Günümüzde dna vs gibi testlerle kesin doğrulukla çoçuğun zürriyeti bilinebilmekle birlikte İslama göre ilahi emir gereği kadın üç dört ay beklemek zorundadır. Bu tip durumlarda cariyenin bir ay hali adet görmesi yeterlidir.
 
51- ''Kadınlar beyinsizdirler. Kocasına itaat eden kadın bundan Müstesnadır'', ''Abdullah ibni ebi Evfa anlatıyor: ... Muhammed’in nefsini elinde tutan Zat-ı Zülcelal’e yemin ederim ki, bir kadın kocasının hakkını eda etmedikçe Rabbinin hakkını eda edemez...'', bu anlatımda erkek tanrıdan da önce gelmektedir. ''Resulullah (sav) buyurdular ki: ‘Eğer bir kimsenin bir başkasına secde etmesini emretseydim, kadına, kocasına secde etmesini emrederdim ve bir erkek karısına kırmızı bir dağdan siyah bir dağa, siyah bir dağdan kırmızı bir dağa taş taşımayı emretseydi, uygun olan, kadının bu emri yerine getirmesidir.'', ''Kadın, kıyamet gününde evvela namazından, sonra da kocasına itaat edip etmediğinden sorulacaktır.'', "Kadınların hayırlısı o kadındır ki, baktığın zaman seni sevindirir, emredersen itaat eder, gıyabında bulunduğun zaman da seni malında ve nefsinde korur.", "Hiç bir kadının, kocanın izni olmaksızın bir atiyye (bahşiş, hediye) vermesi caiz değildir.", ''Bir kadına, kocası yanında hazır iken, onun rızası olmadan nafile olarak oruç tutması helal olmaz.'', "Bir koca karısını yatağına çağırır da karısı gelmezse sabaha kadar ona melekler lanet eder", hadislerinde de görüldüğü gibi kadının asli görevi erkeğini her koşulda ve yerde memnun etmektir. Erkeğini memnun edemeyen kadın bu konuda ayrıca tanrıya hesap vermek zorundadır. Erkeğini memnun edememiş kadın sonsuz yaşanacak diğer Dünya'da bunun cezasını da çeker.
52- ''Bir kadın Medine`de kızları sünnet ederdi. Resulullah (sav) (kadını çağırtarak) kendisine: "Derin kesme. Zira derin kesmemen kadın için daha çok haz vesilesidir, koca için de daha makbuldür" diye talimat verdi. (Rezin`in rivayetinde Resulullah şöyle buyurur: "Kızları sünnet ederken üstten kes, derin kesme, bu şekilde kesilmesi yüze daha çok parlaklık, kocaya daha çok haz verir.")'', söyleme göre erkeğin alacağı haz öne çıkmaktadır. Günümüzde kadına karşı şiddet kapsamında değerlendirilen ve kız çocuklarına yapılan sünnetin en azından o kız çoçuğunu yaralamak ve kalıcı şekilde sakat bırakmak olduğunu belirten doktorların aksine, özellikle Arap yarımadasında Müslüman kız çocuklarını sünnet geleneği devam etmektedir. Elbette Muhammed bu tıbbi bilgiden habersiz olarak kıyamete kadar bağlayıcı bir izni vermiştir.
"Evli olan kadınlarla evlenmeniz size haramdır. Ancak, evli olan kadınlar, cariye (köle) iseler sizler onları alabilirsiniz." (Nisa Suresi, 24. Ayet), "Peygamber (sav), Huneyn savaşında bazı insanları evtas tarafına yolladı. Bunlar oranın halkını mağlup edip hanımlarını ele geçirdiler. Bu kadınlar Peygamber (sav), tarafından sahabelere ganimet olarak taksim edilince, bazı sahabeler, biz nasıl müşriklerin hanımlarıyla yatacağız? Bu iş nasıl helal olabilir? diye itiraza başladılar. Bu tartışmalar üzerine Nisa suresinin 24. ayeti nüzul oldu.", görüldüğü gibi erkeğe karşı kıyak sonuna kadar uygulanan bir şeydir, buna mukabil İslam'da kadınlara benzer bir kıyağı düşünmek imkansızdır. Bu tip vakalar özellikle Medine'deki ilk sekiz yıl içinde çok yaygındı, ele geçirilen kadınlar hemen o gece tecavüze uğruyor ve ardından sahibi olduğu erkek onu beğenmezse köle pazarında satılıyordu. ''Peygamber (sav), zamanında Mekke'de kölelerin satıldığı bir pazar yeri vardı.''
53- "Allah'ın, kiminizi kiminizden üstün kılmaya vesile yaptığı şeyleri temenni etmeyin. Erkeklere kazandıklarından bir pay, kadınlara da kazandıkla­rından bir pay vardır. Siz Allah'tan bol nimetini, cömertçe ihsanını iste­yin. Şüphesiz ki Allah, her şeyi bilendir." (Nisa Suresi, 32. Ayet), ''Peygamber (A.S.) Efendimizin hanımlarından Ümmü Seleme (R.A.; Ey Allah'ın elçisi! Erkekler, din uğruna savaşıyorlar, biz savaşmıyoruz ve bizim mirastan hakkımız erkeğin yarısı oluyor. Ne olurdu biz de erkek olsaydık.'', (savaşmadan kasıt, İslam öncesi bir adet olan savaşmayan mirasçı olamaz kuralı olduğu gibi ayrıca burada ganimet elde etme gayesidirde) söylemi; erkekler hem savaşlardan ganimet vasıtası ile mal kazanıyor, hemde miras vasıtası ile fazla mal kazanıyor böylece biz kadınlardan kat be kat fazla mal sahibi oluyorlar, ayrıca şehit olduklarında cennete giderek mükafatlandırılıyorlar. ''Katade'nin tesbit ettiği rivayette ise şöyle deniliyor: Erkeklere mirasta kadınlara nisbetle iki kat hak tanınmıştı. Onlar bu­nu dikkate alarak, ahirette de kadınlardan çok üstün derece ve keramet­lere erişmeyi temenni ettiler. Bunun üzerine, Nisa Suresi 32-33. Ayetler nuzül oldu.'', ''Müslüman kadınlar, «Erkeklerin Allah yolunda savaştıkları gibi keş­ke biz de savaşsaydık.» diye temennide bulunmuşlardı. Bunun üzerine Nisa Suresi 32-33. Ayetler nuzül oldu.'', ''Katade'nin tesbit ettiği rivayette ise şöyle deniliyor: Bunun üzerine kadınlar erkekler kadar (mirastan) hisse almayı te­menni ettiler, bunun üzerine Nisa Suresi 32-33. Ayetler nuzül oldu.'', ''Ümmü Seleme (r.anha)’dan rivayete göre, şöyle demiştir: “Ey Allah’ın Rasulü, hicret konusunda Allah’ın kadınlardan bahsettiğini işitmedik.” Bunun üzerine Allah Al-i Imran suresi 195. ayetini indirdi.'', Vakıdi de geçen bir rivayete göre Ensar'dan bir kadın ''Ey Allah'ın elçisi! Allah hep erkeklerden bahsediyor, birazda biz kadınlardan bahsetsin'' diyerek sitemde bulunur, bunun üzerine kadınlarla ilgili kanunlar ortaya çıkmaya başlar, kadınlar daha fazla hak taleplerinde bulununca da Allah'ın verdikleri ile yetinmeleri buyurulur.
54- ''Resulullah (sav)`ın yanında dokuz hanım vardı. Kadınlara uğrama işini sıraya koyunca, birinci kadına ikinci bir uğrayışı dokuz gün sonra oluyordu. Kadınlar, her akşam, Resulullah`ın o gün geleceği odada toplanıyorlardı. (Bir gün) toplanma akşam, yeri Hz. Aişe`nin odasıydı. Zeyneb gelmişti. Resulullah ona elini uzattı. Hz. Aişe: "Bu Zeyneb`tir, (bilmiyor musun)?" dedi. Resulullah (sav) da elini geri çekti. Derken Hz. Aişe ile Hz. Zeyneb birbirlerine çıkıştılar. Karşılıklı çekişme birbirlerinin yüzüne toprak atmaya kadar gitti. (Bu esnada mescidde) ikamet getirildi. Bu sırada Hz. Ebu Bekir geçiyordu, onların seslerini işitti. "Ey Allah`ın Resulü! Çık ve şunların ağızlarına toprak saç!" dedi. Aleyhissalatu vesselam çıktı.'', rekabet ve çekememezlik haremdeki kadınlarıda ittifaka itmiştir, Ayşe ve Hafsa (kendilerinin en asil soydan geldiklerinide düşünerek) birlikte hareket ederken, Zeynep ve Ümmü Seleme ayrı bir birlik oluşturmuştur, diğerleride kendilerince ittifaklar oluşturmuştur, bu kamplaşmanın arkasında ayrıca kadınların geldikleri kabilelerin büyüklükleri ve kendilerinin ait oldukları sınıfsal farklar büyük bir  etkendir aynı zamanda.
55- ''Hz. Ebu Bekr (ra) gelip (Hz. Peygamber`in huzuruna girmek için) izin istedi. Kapıda oturmuş bekleyen insanlar vardı. Onlara izin verilmemişti. Hz. Ebu Bekr`e izin verildi, o da girdi. Girince, Aleyhissalatu vesselamı etrafında zevceleri toplamış olduğu halde sessiz oturuyor buldu. Derken Hz. Ömer de izin istedi, ona da aynı halde iken izin verdi. Hz. Ebu Bekr "Ben Resulullah (sav)`ı güldürecek bir şey söyleyeceğim!"dedi ve sordu: "Ey Allah`ın Resulü! Harice`nin kızı benden nafaka istese ben de kalkıp boğazını kessem ne dersiniz?" dedi. Resulullah (sav) güldü ve: "Şu etrafında gördüklerinin hepsi benden nafaka istiyorlar!" dedi. Ömer, hemen kalkıp boğazını kesmek üzere Hafsa`ya yöneldi. Hz. Ebu Bekr de kalkıp boğazını kesmek üzere Aişe`ye yöneldi. Her ikisi de: "Demek siz Resulullah`tan onda olmayan şeyi istiyorsunuz ha!" diyordu. Onlar: "Allah`a yemin olsun! Biz ondan asla olmayan şeyi istemiyoruz!" dediler. Sonra Resulullah (sav) onlardan bir ay ayrı durdu. Arkadan şu ayet nazil oldu. (Mealen); "Ey Peygamber! Hanımlarına de ki: "Eğer dünya hayatını ve zevkini istiyorsanız, gelin boşanma bedelini verip sizi güzellikle serbest bırakayım. Eğer Allah`ı, Resulü`nü ve ahiret yurdunu istiyorsanız, şüphesiz ki, sizden iyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlar için Allah pek büyük bir mükafaat hazırlamıştır" (Ahzab 28-29). Hz. Cabir devamla der ki: "Bunun üzerine Resulullah (sav) Hz. Aişe (ra)`den başlayarak şöyle dedi: "Ben sana bir husus arzedeceğim. Cevap vermede acele etmemeni dilerim, ebeveyninle de istişare ettikten sonra cevap ver." "O husus nedir ey Allah`ın Resulü?" diye Aişe sorunca, Aleyhissalatu vesselam ayeti tilavet buyurdu. Bunun üzerine Hz. Aişe hemen: "Yani sizi tercih meselesinde mi ailemle istişare edeceğim? Asla! Ben Allah`ı ve Resulü`nü ve ahiret yurdunu tercih ediyorum. Senden ricam, kadınlarından hiçbirine benim şu söylediğimi haber vermemendir!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Onlardan biri sormaya görsün, ben hemen cevap veririm. Zira Allah; beni zorlaştırıcı ve şaşırtıcı olarak değil, öğretici ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi!" buyurdular.'', peygamber eşlerine yönelik Muhammedin ölmesinden sonra evlilik taleplerinin ayyuka çıkmasıda etken olacak şekilde, yukarıda anlatılan benzer vakalar ana unsur olmak üzere, peygamber eşleri Müslüman'ların anneleri sıfatı ile vasıflandırılarak, her durumda evlenmeleri yasaklanmıştır. Muhammed eşlerini elde tutmak adına her türlü çareye başvurmuştur.
56- ''Hz. Aişe (ra)’dan şöyle rivayet edilir: 'Ömer bin El-Hattab Allah Resulüne "Eşlerinin örtünmelerini emretmesini" söyler dururdu. Fakat Peygamber bunu hiç yapmadı. Peygamberin eşleri El-Manasi'de yalnız geceleri hacet gidermeye çıkarlardı. Bir keresinde, iri bir kadın olan Zem'e kızı Sevde hacet görmek için dışarı çıkmıştı. Ömer bin Hattab onu gördü ve "Ya Sevde, bil ki tanınmamış değilsin" diye seslendi. Ömer'in böyle söylemesininin sebebi, Allah'tan dört gözle kadınların kapanmasına dair ayetler bekleyip durması idi. Böylece Allah Hicab ayetlerini gönderdi.'' bir başka anlatımda ''Hz. Aişe (ra)’dan şöyle rivayet edilir: Nebiyy-i Mükerrem sav'in zevcat(-ı tahirat)ı, geceleyin kaza-yı hacete çıktıklarında (Medine'nin kenarında kain) Menası' (nam-ı mahall)a kadar giderlerdi. (Menası' denilen yer ise) açık bir yerdir. Ömer (ra) Nebiyy-i Muhterem sav'e: "Kadınlarını kapa (yani evden dışarıya çıkmaktan men' buyur.)" derdi de Resulullah sav (onun dediğini vahye intizaren) yapmıyordu. (Nihayet) Ümmehat-ı Mü'minin'den Sevde (ra) bir gece Yatsı ' namazı vaktinde çıktı. (Sevde ra) uzun boylu bir hatun idi. Ömer, hicab (yani tesettür-i nisvan) emrinin nazil olmasına o kadar haris idi ki, ona: "Ya Sevde, bilmiş ol ki biz seni tanıdık." diye bağırdı. Bundan sonra Allahu Teala hicab (Ayetin)i inzal etti.'' Özellikle Ömerin taciz derecesinde baskısı sonucunda iki aşamada aşağıdaki ayetler vasıtası ile kadınların örtünmesi ilahi bir kanunla emredildi. ''Ey peygamber, hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, dış elbiselerinden (cilbablarından) üzerlerini sıkıca örtsünler! Bu, onların tanınmalarına, tanınıp da eziyet edilmemelerine en elverişli olandır.'' (Ahzap Suresi, 59. Ayet), ''Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler.'' (Nur Suresi, 31. Ayet), Yukarıdaki ayet ve hadisler dışında birde; ''Hz. Aişe (ra)’dan şöyle rivayet edilir : Peygamberin kadınlarından Sevde -Hicab ayeti nazil olduktan sonra- bir lüzum ve ihtiyaç üzerine (tuvalete gitmek için) evden çıkmıştı. Sevde iri yapılı bir kadındı. Bu cihetle onu (vaktiyle) bilenler (çarşaf içinde de endamiyle) anlarlardı. Bu cihetle Ömer İbn-i Hattab onu görünce (onun evi dışına) çıkmasına itiraz ederek: Ya Sevde, iyi bil ki, Vallahi sen bizce tanınmamış değilsin. Düşünsene sen, ne cesaretle evinin dışına çıkıyorsun? dedi. Hazret-i Aişe (rivayetine devam ederek) der ki: Bunun üzerine Sevde evine dönüp geldi. O sırada Resulullah benim odamda akşam yemeğinde idi. Elinde de etli bir kemik vardı. Bu halde iken Sevde girdi ve: Ya Resulallah! Bazı hacetim için evimden çıkmıştım. Ömer bana şöyle şöyle söyliyerek itiraz etti, diye şikayet eyledi. Hazret-i Aişe der ki: Bunun üzerine Allahu Teala Resul-i Ekrem`e vahiy gönderdi. Vahiy asarı, Resul-i Ekrem`den kaldırıldıktan sonra -ve elinde tutmakta olduğu et parçasını yere koymaksızın- Sevde`ye şöyle cevab verdi: - Siz kadınların lüzum ve ihtiyaç üzerine (mesture olarak) evlerinden çıkmalarına izin verildi, buyurdu.'' hadisi ile konu farklı bir dönem ve benzer bir anlatımla yaklaşık olarak tasfir edilir. Orta doğu, Anadolu, Mısır ve Pers ülkeleri ve o dönem bilinen Dünya'nın süper gücü Roma'da dahil olmak üzere tüm coğrafyada örtünme ile sosyal üstünlük, açılma ile kölelik arasında bir bağ kurulmuştur. Bu davranışın kökeninde Sümer inanç kanunları yatmaktadır, Kitabı Mukaddes'te Tekvin 24/65; İşaya 3/16-24. ayette ''Ayrıca kadınlar, kendilerine nikah, düşen erkeklerden kaçacaklar ve güzelliklerini, ziynetlerini onlardan saklayacaklardır'' şeklinde yer alan bu Tevrat metninde yazan ''kırıtarak, ayakları vurup ses çıkararak kibirle yürümek'', Kuran'ın Nur Suresi 31. ve Ahzab Suresi 33. ayetlerinde de Müslüman kadınlardan yapılmaması istenen davranışlardandır. O dönemde bazılarına göre saygınlık ve soyluluk göstergesi olan başörtüsü, bazılarına göre namus, bazılarına göre de pagan kültüre karşı tavır almak için, bir simge olarak kullanılmıştır. Örtünme ile ilgili ayetlerin çıkışı ise 23 yıllık oluşum (nüzül) sürecinin 17-18. yıllarında gerçekleşmiştir.
57- ''Resulullah (sav) ona şu öğüdü verdi: «Evlen ki haramlardan daha çok sakınabilesin. Bir de şu beş kadından biriyle şakın evlenme: «Şehbere», «Nebbere», «Lehbere», «Hebdere» ve «Letuf.» dedi, bunlar nedir diye soruldu; «Şehbere»: Gök gözlü şişman kadındır. Nebbere: Zayıf, ince, uzun ka­dındır. Lehbere: Şehveti kırılmış yaşlı kadındır. Hebdere: Aşırı kısa boylu (şişman) kadındır. Letuf'a gelince, o da, senden önce bir başka kocadan çocuğu bulunandır.»'', görülüğü gibi önemli olan erkeğin mutlu ve mesut olmasıdır ki (aynı özellikte erkeklerde olmasına rağmen) bazı kadınlardan yaradılış özellikleri nedeniyle hakir görülerek uzak durması istenir. Muhammed'in istediği toplumda (kanuni şartlara sahip) isteyen istediği kişi ile evlenmekte özgür olsada aranan kıriter, erkeği mutlu ve mesut edecek kadının bol bol doğurmasıdır; ''Evleniniz! Zira ben diğer ümmetlerle, sizin sayınız ile rekabet edeceğim.'', ''Bana göre, çocuk doğuran zenci bir kadın, kısır olan güzel bir kadın­dan daha iyidir.'', o dönem toplumunun sınıfsal ırkçı bakış açısına rağmen ve hatta güzellik anlayışına rağmen önemli olan nüfusun artmasıdır. Buna mukabil sınıfsal katmanlar ancak kendi içlerinde evlilik yabilmektedir; ''Resulullah (sav) buyurdular ki: "Celde ile cezalandırılmış zani kimse ancak kendisi gibi biriyle evlenebilir.", rivayetinde olduğu gibi herkes bu üreme yarışında keyfi hareket etmeyerek yerinide bilmek zorundadır. ''Resulullah (sav)`a bir adam gelerek: "Ben (evlenmek üzere) asaletli ve güzel bir kadın buldum. Ancak kısırdır, çocuk doğurmuyor. Onunla evleneyim mi?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam: "Hayır evlenme!" buyurdular. Sonra adam ikinci sefer geldi, yine aynı cevabı aldı. Adam üçüncü sefer de gelince: "(Ey insanlar!) Vedud (çok seven) ve velud (çok doğuran) olanla evlenin. Zira ben (kıyamet günü) diğer ümmetlere karşı çokluğunuzla övüneceğim" buyurdular.'', zorunlu kalmadıkça doğurgan kadınlarla evlenin diye emir veren Muhammed, erkeğinde aynı oranda kısır olabileceğini asla düşünmemekte ve dikkate almamaktadır ve bu nedenle kısır erkeklerle evlenmeyin dememiştir. Evlenmek isteyen erkeğe mümkünse ileride mutlu ve mesut olması için; ''Genç (bakire) kızlarla evleniniz. Zira rahimleri daha çabuk döI tutar, ağızları daha güzel kokar, ve (kocaları ile geçimleri, anlaşmaları hususun­da) en güzel ahlaka sahiptirler.'' diye öğüt veren Muhammed; ''Evlendiğim zaman Resulullah (sav) bana: "Nasıl biriyle evlendin (dulla mı bakire ile mi?)" diye sordular. Bir dul aldım!" dedim. "Niye bakire değil? O senin sen de onunla mülatefe ederdiniz!" buyurdular.'' diyerek öğüdünü genişletir ve erkeklerin bu öğüdü tutup tutmadıklarınıda sık sık kontrol eder. Bu öğütler dul kadınların evlenmelerinin önüne dolaylı yoldan bir engel getirerek aynı zamanda dolaylı yoldan boşanmalarıda zorlaştırmaktadır. Muhammed'in bakire takıntısı elbette günümüz evlilik yaşına göre (17-18) bir algı değildir, o bakire kız demekle tıpkı Ayşe gibi 9-10 yaşlarında bir çocuğu kast etmektedir elbette. ''... Ona: "Ey Allah`ın Rasülü yeni evliyim" diyerek izin istedim. ... İzin istediğim sırada Hz. Peygamber (sav): "Bakire ile mi, dulla mı evlendin?" diye sormuştu. Ben "dul biriyle" dedim. "Niye bakire ile değil, o seninle sen de onunla şakalaşırdınız" buyurdu. Ben: "Ey Allah`ın Resulü, babam vefat etti. Bir çok kız kardeşim var, hepsi de küçük. Onlarla aynı yaşta, onların terbiyeleriyle meşgul olamayacak, onlara bakamıyacak çok genç biriyle evlenmeyi uygun bulmadım. Bu sebeple onlara bakıp terbiyelerini yapacak bir dulla evlendim" dedim.'', Muhammed açısından faydanılan kadının hakkını vermekte önemlidir; ''Bakire, dul üzerine nikahlanırsa, bakirenin yanında yedi gün kalınması, sonra taksimat yapılarak sıraya konması, dul nikahlandığı zaman, yanında üç gün kalıp sonra taksimat yapılıp sıraya konması sünnettir.'' rivayetinde olduğu gibi bakire (genç kız - kız çocuğu) özel olarak ilgiyi hak etmektedir, kadınlara karşı bu haksız ayrımın arkasında da erkeğin mutlu olması yatmaktadır. Evlenmek elbette erkeğe bir kazanç getirmelidir ki kadına katlanmayı biraz daha kolay hale getirebilsin; ''Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kadın dört hasleti için nikahlanır: Malı için, haseb ve nesebi için, güzelliği için, dini için. Sen dindarı seç de huzur bul.", görüldüğü gibi ideal Müslüman kadın oldukça dar bir algısal kategoriye indirgenerek, diğer sınıflara ayrılmış olan kadınlara alt tabaka muamelesi yapılmasının da yolu açılmış olur. Her zamanki gibi erkeğin nitelik ve nicelikleri evlilik açısından kadın için sorulacak bir değerde değildir. Erkeği alacağı kadına bakması için uyarır Muhammed; ''Anlattığına göre, o bir kadın istemiştir. Resulullah (sav) kendisine: "Ona bak! Zira bakman, aranızdaki uyum için daha muvafıktır!" buyurdular.", bir başka rivayette; ''Nadre İbnu`l-Ektem denen ensardan bir zattan naklen kaydettiğine göre, demiştir ki: "Ben bakire bildiğim bir kadınla evlendim, gerdeğe girince hamile olduğunu gördüm. (Durumu Resulullah`a arzettiğim vakit) Aleyhissalatu vesselam: "Fercinden istifaden sebebiyle mehir onundur, çocuk da sana köledir" buyurdu ve aramızı ayırdı, ilaveten: "Çocuğu doğurunca had uygulayın!" emretti.'' şeklinde geçen olayda görüldüğü gibi her iki taraf durum nedeniyle tazminat hakkı kazanmaktadır, ayrıca kadın erkeği kandırdığı için cezalandırılır, buna mukabil hiç bir suçu olmayan çocuk köle olarak erkeğe tazminat nedeniyle verilir. Bunun arkasında İslam öncesi Arap kabile hukukunda özellikle canlı hayvanların üzerinden uygulanan hukusal işlemlerin bir alıntısı vardır, tıpkı zarar ziyan yapan devenin yavrusunun tazminat olarak mağdura verilmesi gibi.
58- Evlenme izni için; ''Resulullah (sav) buyurdular ki: "Dul nefsine velisinden ehaktır. Bakireden nefsi hususunda izin alınır, onun izni sükutudur." ve ''Resulullah (sav): "Dul kadın kendisiyle istişare edilmeden nikahlanamaz, bakire de izni sorulmadan nikahlanamaz" buyurmuşlardı. Ashabı sordu: "Ey Allah`ın Resulü! Onun izni nasıl olur?" "Sükut etmesiyle!" buyurdular.'' rivayetlerinde görüldüğü gibi kadın cinsi evlilik için iki sınıfa ayrılmaktadır, daha önce evlenip boşanmış olan kadınlar her ne kadar kendi kararlarını verme hakkına sahip olsalarda bakire, yani (özellikle) çocuk gelin adaylarına da izni sorumakla beraber kendisinden beklenen susması ve evliliği kabul etmesidir. ''Bakire bir kız, Resulullah (sav)`a gelerek, kendisi istemediği halde, babasının evlendirdiğini söyledi. Resulullah (sav), (bu nikahı) kabul edip etmemede kızı muhayyer bıraktı.'' rivayetinde görüldüğü gibi evlenmesi istenilen kızın aklı eriyorsa ve karara karşı direnecek bir gücü varsa evlenme konusunda son sözü söyleyebilmektedir. ''Bir genç kız Resulullah (sav)`a gelerek: "Babam beni kendisinin oğluna nikahladı, ta ki benimle onun alçaklığını gidersin. Ama ben istemiyorum" dedi. Aleyhissalatu vesselam, babasına adam göndererek getirtti ve evlenme işini kıza bıraktı. Bunun üzerine kız: "Ey Allah`ın Resulü! Ben şimdi, babamın yaptığına izin verdim. Esasen ben kadınlara bu meselede babalara (icbar) yetkisi olmadığını göstermek istedim!" dedi.'', rivayetinde olduğu gibi aslında dolaylı yoldan genç kız ve çocuk gelin adaylarının velilerini dinleyerek verilen karara uyması anlatılır. ''Resulullah (sav): "Hangi kadın velisinin izni olmaksızın nikahlanırsa onun nikahı batıldır!" buyurdular ve bunu üç kere tekrar ettiler. Devamla: "Eğer kocası zifaf yaptıysa, kadının fercinden helal addetmiş olması sebebiyle mehir kadınındır. Eğer (veliler) ihtilafa düşerlerse, sultan, velisi olmayanların velisidir.", rivayetinde görüldüğü gibi esas olan velinin evliliğe izin vermesidir, kadının kararı bir yere kadar geçerlidir ve son sözü erkek olan bir veli söylemektedir. Muhammed söz konusu kanun maddelerini ortaya koyarken elbette elindeki en geniş hukuk olan ticari hukuktan sık sık alıntı yapar; ''Resulullah (sav) buyurdular ki: "Hangi kadını, (seviyesi eşit) iki veli (iki ayrı şahsa) nikahlamışsa, kadın o iki veliden önce davranana aittir. Kim iki kişiye bir şey satmışsa, o satılan şey birinci kimseye aittir.", bunu yaparken kadın her zamanki gibi bir şekilde göz ardı edilir ve meta (mal) olarak bakılır, bu yorum ve algıyı sadece Muhammed'e (tanrısal hukuğa - şeriata) yüklemek elbette yanlış olur, Muhammed ve uygulamaları döneminin erkek egemen algısının bir yansımasıdır sonuçta. Bu nedenledir ki İslam'da evlilik, rızaya dayanmayıp geniş ailenin menfaatlerine uygun olarak düzenlenir. Kadın, ailenin şerefini taşır. Onun muhtemel sapmaları aile erkeklerince sıkı kontrol edilir. Evlilik öncesi kız, erkeklerden uzak tutulur, flört yasağı uygulanır ve erken evlendirilir. Ailevi - nesebi yapının oğul (ibn) olarak ifadesi ve soy (ecdat) ile övünme geleneği akraba evliliğine sebep olur. Bu da gençlerin eşini seçme şansını kısıtlar. Günümüzde küçük bir İslami kitle İslam'da kadın haklarını geliştirmek adına yerleşik inanca (ortodoks İslam'a) ters bazı uygulamaları destekleyecek kadın haklarını genişleten tezler öne sürerler, örneğin kadının nikah sırasında evlenme akdine, boşanma hakkını saklı tuttuğuna dair hüküm koyabileceğini one sürmüşlerdir. İslam'da evlenme akdini yapan kadın olmadığı için (çünkü bu işi baba ya da erkek veli yapar) bu tezin şerri hukuk açısından geçerli bir yönü yoktur.
59- ''Kadınlarınızdan zina edenlerin aleyhlerine dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, ölüm onları alıp götürünceye veya Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin.'' (Nisa Suresi 15. Ayet) Lezbiyenler için özel olarak yazılan bu kanunda görüldüğü gibi kadın edilğen olarak görülmediği içindir ki erkekle yapılan zinada olduğu gibi namusu kirlenmiş olarak görülmemekte ve lezbiyenliğinden vaz geçebilmesi ihtimaline karşı ölünceye kadar ev hapsi ile cezalandırılmasına karar verilmektedir. ''Resulullah (sav) kadın elbisesini giyen erkeğe ve erkek elbisesini giyen kadına lanet etti.'', ''Hz. Aişe (ra)`ye: "Kadın (erkeğe mahsus) ayakkabı giyer mi?" diye sorulmuştu: "Resulullah (sav) kadınlardan erkekleşenlere lanet etti!" diye cevap verdi.'' rivayetlerinde görüldüğü gibi eşcinsellik yasaklanırken aynı zamanda lanetlenerek haklarındaki ceza artırılmaktadır. Bu resmi görüşün kökeninde Lut adlı Yahudi rahip kralının başında geçen bir hikayede yer alan ayrıntı, tek gerçek dayanak olarak Muhammed'ten yüz yıllar sonra şerri kanun olarak ortaya çıkabilmiştir aslında. Bu nedenledir ki ''kadınların ve çocukların hakimiyeti ele geçirmesi, kadınların erkekler, erkeklerin kadınlara benzemesi, homoseksüelliğin ve kadınlar arasında seviciliğin yaygınlaşması, cariyelerin efendilerini doğurması'', kıyamet şartları olarak İslami inançta önemli bir yer edinebilmiştir.
60- Muhammed boşanmayı hoş karşılamadığı için mümkün mertebe en son çare olarak toplumun genel isteğine uyarak onaylar. "Allah katında en menfur helal (kadın) boşamaktır.", "Evlenin ve boşanmayın, zira boşanmada arz titrer.", hadislerinde görüldüğü gibi Muhammed'e göre boşanma aslında en kötü şeylerden birisidir. "Evlenin, boşanmayın. Çünkü Allah ne zevkine düşkün erkekleri, ne de zevkine düşkün kadınları sevmez.", hadisinde belirtildiği gibi Muhammed'e göre boşanmanın arkasında aslında Dünyevi zevkler vardır, evlilik çekilmez hale gelse bile boşanmaktan daha iyidir. Boşanma hakkı ve yetkisi erkektedir, erkeğin bir defada yada değişik zamanlarda boşol demesi yada bunu ima eder şekillerde beyanlarda bulunması ve hatta rüyasında görmesi boşanma için yeterlidir. Erkeğe boşama yetkisi; ''Ey Peygamber! Kadınları boşamak istediğiniz zaman onları iddetleri içinde boşayın ve iddeti de sayın. Rabbiniz Allah'tan korkun. Apaçık bir hayasızlık yapmaları hali bir yana, onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. ... Sonra sürelerini doldurmaya yaklaştıklarında, onları güzellikle tutun veya güzellikle ayrılın ve içinizden adalet sahibi iki erkeği şahit tutun! Şahitliği de Allah için doğru yapın! ...'' (Talak Suresi, 1-2. Ayetler) ile bizzat tanrı tarafından verilir. Boşanma için bazı koşullarında oluşması şart koşulur bu surede, ilk önce kadının hamile olmadığından kesin emin olmak için kadını eve hapsederek gözlemlemeyi şart koşar tanrı, bu süre 3 aydır kanunen. ''Ve eğer hayzdan (adetten) kesilmiş olan kadınlarınızdan şüphe ederseniz, o taktirde onların iddeti (müddeti) 3 aydır ve henüz hayz (adet) olmamış kadınların da (iddeti 3 ay). Yüklü olan (hamile) kadınların müddetleri ise yüklerini bırakıncaya (doğum yapana) kadardır. ...'' (Talak Suresi, 4. Ayet), 3 ay kadın (çocuk gelinlerde dahildir) zorunlu ev hapsi ile gözlemlenir ve bu arada bir başka erkekle olası cinsel ilişkisi engelenir ayrıca bu yaptırımla. Hamile olan kadın için bu süre oldukça uzundur, zorunlu olarak ev hapsinde çocuğu doğurmak zorundadır. ''Onları (iddetleri süresince) gücünüz nispetinde, oturduğunuz yerin bir bölümünde oturtun. Onları sıkıntıya sokmak için kendilerine zarar vermeye kalkışmayın. Eğer hamile iseler, doğum yapıncaya kadar nafakalarını verin. Sizin için (çocuğu) emzirirlerse (emzirme) ücretlerini de verin ve aranızda uygun bir şekilde anlaşın. Eğer anlaşamazsanız, çocuğu baba hesabına başka bir kadın emzirecektir. Eli geniş olan, elinin genişliğine göre nafaka versin. Rızkı dar olan da, Allah’ın ona verdiğinden (o ölçüde) harcasın. Allah, bir kimseyi ancak kendine verdiği ile yükümlü kılar...'' (Talak Suresi, 6-7. Ayetler), ile belirtildiği gibi ev hapsinde bekleyen kadınların geçimlerini sağlamakta erkeğe aittir, bu sürecin ekstra bir cezaya dönüşmesinede izin verilmez. Kadının doğacak çocuk hakkında bir söz söyleme yetkiside hakkıda yoktur, kendi öz çocuğunu ancak erkeğin izni ile ve bedeli mukabilinde emzirebilir. 7. ayette belirtilen nafaka olayını bazı İslam din adamları boşanma sonrası kadına verilecek nafaka olarak yorumlasalarda doğrusu ancak kadının ev hapsinde geçen süre içerisindeki ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Bu bekleme süresi o dönemde çok ciddiye alınan bir konudur; ''Boşanmış kadınlar üç kur (üç ay hali müddeti) (evlenmeden) kendi kendilerine beklerler (hamile olup olmadıklarına bakarlar). Eğer Allah'a ve yevm'il ahire iman ediyorlarsa, rahimlerinde Allah'ın yaratmış olduğu şeyi gizlemeleri onlar için helal olmaz. Şayet onların kocaları barışmak (arayı düzeltmek) isterlerse, bu (bekleme süresi) içinde onlara tekrar geri dönmeye (başkasından) daha çok hak sahibidirler. Erkeklerin, kadınları üzerinde (hakları) olduğu gibi, kadınların da erkekleri üzerinde maruf (hakları) vardır. Erkeklerin, kadınların üzerindeki (hakkı) bir derece daha üstündür. ...'' (Bakara Suresi, 228. Ayet), hak erkeklerden yana olduğu içinde erkek isterse boşanma henüz gerçekleşmediği için kadını tekrar evlilik kurumuna dahil edebilir, erkek istemediği sürece kadının böyle bir hakkı yoktur.
 
Boşanma çok ciddiye alındığı içindir ki; ''Boşanma iki keredir. Bundan sonra (kadın) ya ma'rufla (örf ve adete uygun olarak) iyilikle tutulur veya ihsanla serbest bırakılır. Kadınlarınıza verdiklerinizden bir şey (geri) almanız sizin için helâl olmaz. Ancak ikisi de, Allah'ın (evlilik hakkındaki) hududunu gereği üzere yerine getiremeyeceklerinden (ayakta tutamayacaklarından) korkmaları hariç. O zaman siz de eğer, Allah'ın bu hududunu ikame edemeyeceklerinden (gereği üzere yerine getirimeyeceklerinden) korkarsanız, bu durumda kadının (ayrılmak için) verdiği fidye konusunda her ikisinin üzerine de günah yoktur. İşte bunlar Allah'ın hudutlarıdır. ...'' (Bakara Suresi, 229. Ayet), ile erkeğin boşandığı kadınla tekrar evlenmesine sınırlama getirilir. Bu ayetle ayrıca kadına ancak fidye vererek (erkekte kabul ederse) boşanma hakkı verilir. Kadın mehir denilen ve erkek tarafından evlilik esnasında verilen şeylerin tamamını ve hatta bazı durumlarda varlıklı ise kendi malından iddetda vererek erkekten boşanma talep edebilir ki İslam hukukuda haklı olarak bu verilen bedele fidye (kurtuluş bedeli) demiştir. Kadının ancak çok zorunlu hallerde oda bir veliye başvurarak (sonraları bu kadı olmuştur) gerekçeleri kabul edilirse boşanmasına izin verilir. Bu zorunlu hallerde; Kocanın cinsi iktidarsızlığının olması, akıl hastası olması veya bulaşıcı (ölümcül) hastalığının  omasıdır. Erkeğin cinsi iktidarsızlığında sınır ise cinsel ilişkinin hiç bir şekilde gerçekleşmemesidir, erkek bir anlığına bile kadınla birleşebiliyorsa iktidarsız sayılmaz. Bu zorunlu hallerin dışında kadın ancak erkek kendisine boşanma yetkisi verirse yada evlilik sözleşmesine bu maddeyi yazdırabilirse boşanabilir. ''Zaruretsiz boşanmak isteyen kadına, Cennetin kokusu haramdır.'' hadisinde belirtildiği gibi bu nedenler dışında kadın boşanırsa cennete giremez. Kadın bu boşanma kanunlarında elbette erkeğe tabi, erkeğe ait olarak görülür; ''Eğer erkek karısını (üçüncü defa) boşarsa, kadın, onun dışında bir başka kocayla nikahlanmadıkça ona helal olmaz. (Bu koca da) onu boşadığı takdirde, onlar (kadın ile ilk kocası) Allah’ın koyduğu ölçüleri gözetebileceklerine inanıyorlarsa tekrar birbirlerine dönüp evlenmelerinde bir günah yoktur. ...'' (Bakara Suresi, 230. Ayet), o dönemde görülen erkeğin kadını sık sık boşamasının önüne geçmek adına namus kavramı üzerinden kadın kullanılarak erkeğe boşanma konusunda bir göz dağı verilir. ''Bir adam hanımını üç talakla boşadı. Kadınla bir başka adam evlendi, ancak bu adam da kadını temasdan önce boşadı. (Kadın tekrar önceki kocasına dönmek istemişti.) Resulullah (sav)`a bu hususta soruldu. "Hayır! İkincisi kadının balcığından tatmadıkça önceki tadamaz!" buyurdular.'', kadının ne istediği önemli değildir Muhammed'e göre evlilik ve boşanma mal alım satımı gibi görülür ona göre ve erkeğin beklentileri her halükarda karşılanmalıdır. ''Adetli değilken boşanan kadın, başka bir erkekle evlenmedikçe ve o erkek de onu boşamadıkça, eski kocasıyla evlenmesi helal olmaz.'' hadisinde belirtildiği gibi dönemin erkek kadın ilişkisi İslam kanunlarına yansır ve kadın her durumda taviz veren taraf olmak zorundadır. Erkek her durumda karlıdır, erkeğe sadece tanrısal emirlere uymak düşer. ''Hz. Ömer (ra) buyurdular ki: "Bir kadın kocasını kaybeder, nerede olduğunu da bilemezse dört yıl bekler, sonra dört ay on gün oturur, sonra nikahı (başkasına) helal olur.", vakasında olduğu gibi erkek için bir bekleme yada ev hapsi gerekmemektedir, erkek her durumda ve olayda haklıdır. O dönemde Muhammed'in sevgili eşi Ayşe bizzat bu uygulamalara ve erkeğin serbestliğine tepki göstererek ''ben bu gün ölsem sen yarın hemen yerime bir başkası ile evlenirsin'' diyerek Muhammede tepkisini göstermiştir.
61- ''Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kimin iki hanımı olur ve aralarında adaletli davranmazsa kıyamet günü (vücudunun) yarısı düşük olarak gelir." [Diğer bir rivayette "Bir tarafı eğri (mefluç) olarak "denmiştir.]'' hadisinde belirtildiği gibi erkeğe adil olması emredilir ve İslami adalet bariz bir şekilde vurgulanır. Birden fazla kadınla kocasını paylaşmak kadın için adil bir şey olarak kabul edilir, bu aciz ve kadını aşağılayan durum normal olarak kabul edilerek erkeğin kadınları arasında adil olması yüceltilirken, sömürülen bir başka kadın sınıfı olan cariyelerin hakkı hiçmi hiç bahsedilmez bu çarpık ve yanlış adalet anlayışında. Adalet peşinen kadının meta olarak görülmesi üzerine kurulduğu için daha ilk başta gerçekleşmez ama İslam din adamları erkek adına bir adalettten bahseder çekinmeden. Zaten çaresiz ve savunmasız olan kadının bir adalet beklentiside yoktur; ''Sevde Bintu Zem`a (ra), gününü Aişe`ye hibe etti. Böylece Resulullah (sav) Aişe`ye iki gün ayırıyordu. Bir kendi günü, bir de Sevde`nin günü.'' hadisinde belirtildiği gibi sokağa konulma düşüncesi yaşlı bir kadını her türlü tavizi vermeye zorlar. Bu olayda görüldüğü gibi adalet Muhammed için istediği şekilde gerçekleşir.
62- "Kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. O, memnun olacağın bir tarzda dosdoğru devam edemez. Eğer ondan faydalanmak istiyorsan bu eğri haliyle birlikte faydalanırsın. Tam arzuna göre düzeltmeye kalkarsan onu kırarsın. Onun kırılması da boşanmasıdır." hadisinde açık ifade edildiği gibi Muhammed erkeğe verdiği ilahi emir olan tavsiyede, erkeğin kadına rağmen mutlu olmasının yolunun kadını tüm kusurlarıyla kabul etmesinde yattığıdır. ''Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, kadınlar arasında adaleti yerine getiremezsiniz...'' (Nisa Suresi, 129. ayet), belirtildiği gibi erkek için adaleti sağlayabilmek imkansızdır, erkeğe adil davran demekte o zaman nafile bir emir ve beklentidir.
63- ''Bilin ki, sizin kadınlarınız üzerinde bazı haklarınız var. Kadınlarınızın da sizler üzerinde bazı hakları vardır. Kadınlarınız üzerindeki haklarınız istemediğiniz kimselere yatağınızı çiğnetmemeleri, evlerinize hoşlanmadıklarınızın girmesine izin vermemeleridir. (Onların sizdeki hakları ise) yiyecek ve giyeceklerinde iyi davranmanızdır.'' hadisinde belirtildiği gibi erkeğin tek sorumluluğu kadının nafakasını sağlamasıdır, kadın ise erkeğe iteat ve koşulsuz biat ile sorumludur.
64- ''Kocanın vücudu irin ile kaplı dahi olsa ve karısı onu yalayarak temizlese, yine de kocasının hakkını ödemiş olmaz.'' ifadesi gibi, ''Ey kadınlar! Eğer kocalarınızın size olan haklarını bilseydiniz, ayaklarının tozunu yüzlerinizle silerdiniz.'' ifadeside açık bir şekilde aslında erkeklerin kadınlar için nasıl bir fedakarlıkta bulunduklarını belirterek kadınların erkeklere olan büyük borçlarını belirtir. Kadın isterse kendisini borçlu olarak görmesin; “Kadın, kıyamet gününde evvela namazından, sonra da kocasına itaat edip etmediğinden sorulacaktır.”, hadisinde belirtildiği gibi erkeğe olan sorgusuz itaati onu ancak gene başka kadınlarla ve erkeklere özel yaratılmış hurilerle paylaşacağı bir cennete sokacaktır.
65-  ''Abdullah İbn Ömer (r.a)'ten şöyle dediği nakledilmiştir: "Bir kadın Allah'ın elçisine gelerek; Ey Allah'ın Rasülü! Kocanın karısı üzerindeki hakkı nedir? diye sordu. O da; kadının, kocasının evinden ondan izinsiz çıkmamasıdır, dedi. Çıkarsa ne olur? sorusuna Hz. Peygamber; "Allah, rahmet ve gazap melekleri, bu kadına tövbe edinceye veya evine dönünceye kadar lanet eder" dedi. "Eşine zulüm yapan bir koca olması halinde de mi durum aynıdır?" sorusuna Hz. Peygamber; "Zalim bile olsa" cevabını vermiştir.'' ifadesinde açık bir şekilde belirtildiği gibi bizzat tanrı erkeğin emrine uymayan ve evden çıkan kadına lanet eder.
66- ''Eğer bir şeyde uğursuzluk varsa, o da:  evde atta ve kadındadır: Oturana dar gelen ev uğursuzdur. Kadının uğursuzluğu, kötü huylu, rahminin kısır olmasıdır. Atın uğursuzluğuna gelince: O da sert başlı serkeş olmasıdır.''
 
67- ''Hz. Enes (ra) der ki: Resulullah (sav)`ın zaman zaman birleştiği bir cariyesi vardı. Hz. Aişe ve Hz. hafsa (ra) (cariyeye temasını önlemek için) peşini bırakmadılar. Sonunda Resulullah (sav) bu cariyeyi nefsine haram etti. Bunun üzerine: "Ey Peygamber, sen zevcelerinin hoşnudluğunu arayarak, Allah`ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun?..." diye başlayan Tahrim süresi nazil oldu." hadisinde anlatıldığı gibi tanrı bile Muhammed'i magdur olarak görüp yardıma koşar. ''İddetim sona erince, Hz. Ebu Bekr (ra) bana (bir elçi göndererek) istetti ve evlenme teklif etti. Ben kabul etmedim. Derken Resulullah (sav), Hz. Ömer (ra)`i göndererek kendisi için Ümmü Seleme`yi istetti. Ümmü Seleme, Ömer`e: "Resulullah`a haber ver. Ben çok kıskanç bir kadınım ayrıca benim çok çocuğum var, bir de velilerimden hiçbiri burada hazır değil!" dedi. O da gidip Resulullah`a aktardı. Aleyhissalatu vesselam, Ömer`e: "Ona dön ve kendisine söyle ki: "Kızkançlığına gelince, senden onu gidermesi için Allah`a dua edeceğim. Çocuklarına gelince, onların himayesi de görülecektir. Velilerin meselesine gelince, onlardan hazır veya gaib hiç biri bu evliliği yadırgamayacak" buyurdular. Bunun üzerine Ümmü Seleme oğluna: "Ey Ömer! Kalk! Resulullah`la beni nikahla" dedi. O da nikahladı.'' vakasında olduğu gibi aslında çevresi diğer kadınları kıskanan kıskanç kadınlarla doludur. Suçlu her zaman kadındır ve Muhammed ile tanrı bu durumu düzeltebilmek için çabalar. ''Yanımda oturan bir erkek olduğu halde, Resulullah (sav) odama girdi. Bu hal, ona bir hayli ağır geldi [ve rengi değişti], öfkesini yüzünden okudum. Bunun üzerine: "Ey Allah`ın Resulü! Bu benim süt kardeşimdir!" dedim. "Siz kadınlar süt kardeşlerinizi iyi düşünün! Çünkü süt kardeşliği, açlıktan dolayı hasıl olur!" buyurdular.'' vakasında olduğu gibi Muhammed karısının kardeş bildiği (o dönem adetlerine görede ikisi kardeştir) bir erkekle sohbet etmesine dayanamayıp kıskanırken hayatına giren 57 kadından (ve diğer tüm kadınlardan) durumu kabullenmelerini yani kıskanmamalarını ve kendilerine verilene razı olmalarını ister, üstelik onların kıskançlıklarını kendisine yapılan bir haksızlık ve zulüm olarak görür.
68- ''Bir adam İbnu Ömer (ra)`e büyüğün emmesinden sormuştu. Şu cevabı verdi: "Bir adam Ömer (ra)`e gelip: "Benim, kendisine temasta bulunduğum bir cariyem vardı. Hanımım bunu önlemeye azmetti ve cariyeyi emzirdi ve bana da: "Sakın ha! Vallahi ben cariyeni emzirdim!" dedi. (Şimdi ne yapmalıyım?" diye) sordu. Babam Ömer ona şöyle cevap verdi: "Hanımını çatlat: Git cariyene temasta bulun. Çünkü (harama sebep olan) emme küçüklükte olan emmedir." hadisinde anlatıldığı gibi kadının kıskanıyor olmasının bir önemi yoktur, önemli olan erkeğin mutluluğudur.
69- ''Hz. Ali (ra) nikahı altında Fatıma (ra) olduğu halde Ebu Cehl`in kızına talib oldu. Bunu işiten Hz. Fatıma, Resulullah (sav)`a gelerek: "Kavmin, kızları için senin hiç gadablanmayacağını zannediyor. İşte Ali, Ebu Cehl`in kızıyla evlenecek!" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam kalktı, minbere çıkti, şehadet getirdi ve şu hitabede bulundu: "Emma ba`d! Ben Ebu`l-As İbnu`r-Rebi`e (kızımı) nikahladım. Bana konuştu ve doğruyu söyledi [vadetti ve vaadini tuttu. Şurası muhakkak ki ben helal olanı haram kılmıyorum, haramı da helal kılmıyorum]. Fatıma benden bir parçadır. Onu üzen beni de üzer. Allah`a yemin olsun Resulullah (sav)`ın kızı Allah düşmanının kızıyla ebediyyen bir araya gelmeyecektir!" Ravi der ki: "Ali istemekten vazgeçti."
70- ''Oğlan çocuğu için birbirine denk iki kurban, kız çocuğu için bir kurban gerekir.'' kadın için doğuştan hak kaybı daha tanrıya sunulan kurbanlarda vardır ve tanrı erkeği daha çok sever.
71- ''Resulullah (sav) Hayber`e geldi. Allah kaleyi fethetmeyi müyesser kılınca, kendisine Safiyye Bintu Huyey İbni Ahtab`ın güzelliğinden bahsedildi. Safiyye`nin kocası savaş sırasında öldürülmüştü. Kadın daha yeni evlenmişti. Aleyhissalatu vesselam, ganimetten pay olarak kendisine onu seçti. Oradan Safiyye ile birlikte çıktılar. Revha nam mevkiye geldiler. Aleyhissalatu vesselam orada gerdek yaptı. Sonra küçük bir yaygı içerisinde has (denen hurma, yağ ve keş`ten mamul bir yemek) hazırladı. Sonra bana: "Etrafındakileri çağır!" buyurdu. Bu, Resulullah (sav)`ın Safıyye için verdiği düğün yemeği idi. Sonra oradan Medine`ye hareket ettik. Resulullah (sav) Safiyye için, bineğinin terkisine bir örtü seriyordu. Sonra devesinin yanıda çömelip dizini dayadı. Safiyye (ra), dizine basarak deveye bindi.'' Savaşta kocasını, babasını ve kardeşlerini kaybeden ve asıl adı Zeynep (Arapçası) olan ve Araplar'da kabile reisinin aldığı ganimete verilen adla Safiyye olarak adlandırılan bu kadın, çaresizlikten ve muhtemelen dini inancı nedeniyle intihar edemediği için sülalesini katleden bir kişi ile birlikte olmak zorunda kalmıştır. Her ne kadar İslam tarihçileri Safiyye'yi Muhammed'in eşleri arasında sayarsada, adının ölene kadar Safiyye olarak kalması ve dinini terk etmemesi nedeniyle günümüz bilim İnsanları ve bazı İslam din adamları onun cariye olarak kaldığını düşünmektedir. '' Resulullah (sav) gazveye bizzat iştirak edince, onun sehm-i safiyy denen riyaset hissesi olurdu. Bu hisseyi, taksimden önce köle, cariye, at gibi ganimete dahil mallardan dilediğinden alırdı. Safiyye validemiz de işte bu hissedendi. Gazveye bizzat iştirak etmediği takdirde bu hisse gıyabında ayrılırdı, ancak bu durumda seçme hakkı yoktu (ne ayrılmışsa onu kabul ederdi.)'' hadisindede açık şekilde belirtildiği gibi ganimetten alınan mal lakabını taşıması Safiyye ve islam tarihi adına ilginç bir anektodtur. ''Benim bir cariyem var, o cariye bizim hem hizmetçimiz hem de suyumuzu taşıyandır. Ben bu cariye ile münasebette bulunuyorum ancak ben onun hamile olmasını da istemiyorum! Ben ondan azil yapıyorum! dedi. Rasulullah (SAV): ‘Sen istersen ondan azil yap. Lakin kuşkusuz onun için takdir edilen şey muhakkak ona gelecektir! Senin bu tedbirin Allah’ın irade ettiği şeye asla mani olamayacaktır!’ buyurdu. Ravi dedi ki: Bir müddet geçtikten sonra o kimse yine Rasulullah (SAV)’e geldi ve: Ya Rasulallah! Sana zikrettiğim o cariye hamile oldu! dedi.'' Cariyeler her türlü işte çalıştırıldıkları gibi aynı zamanda sahibi olan erkeğin cinsel ihtiyaçlarınıda karşılamakla mükellefti. Hamile kalınca kölelikten kurtulacağı için cariyelerin hamile kalmaması adına bir çok yöntem denenmiştir. ''Abdullah İbnu Amir, Hz. Osman (ra)`a bir cariye hediye etti. Bu cariyeyi Basra`da satın almıştı ve onun kocası da vardı. Osman: "Ben ona yaklaşmam, onun kocası var!" dedi. Bunun üzerine İbnu Amir, kocasını razı etti ve cariyeden ayırdı.'' İslam'da cariyeyi cinsel ilişkiye zorlamak yasaktır, köle bir kadının yada onun eşinin egemen bir güce karşı koyması öyle hiçte kolay bir şeyde değildir. Bu nedenle en çok istismar edilen ve ezilen sınıf cariyeler olmuştur.
72- Sadece erkekleri memnun edecek şekilde düzenlenmiş ve tasarlanmış cennette; ''Yanlarında bakışlarını yalnız eşlerine çevirmiş iri gözlü (huriler) bulunur. Sanki onlar (beyazlıklarıyla), saklanmış (gün yüzü görmemiş) yumurtalardır.'' (Saffat Suresi, 48-49. Ayetler) ve ''Şüphesiz takva sahipleri için umulanı buldukları yer, bahçeler, üzüm bağları, göğüsleri tomurcuk gibi yeni kabarmış yaşıt kızlar, içki dolu kaseler vardır.'' (Nebe Suresi, 31-34. Ayetler) ile anlatıldığı gibi sadece erkeğe hitap eden ilahi ve sonsuz hediyeler vardır. İslam din adamları bu erkeğe özel cenneti; ''Müminler için renkli döşeklerle süslü saraylarda ve şatolarda, yastıklar üzerinde aner saçlı, hilal kaşlı, kara gözlü, güneş yüzlü, şirin sözlü, işveli ve nazlı, inci dişli, mercan dudaklı, gül yanaklı, selvi boylu, güzel huylu, gülden taze ve taravetli huri kızları vardır. Bunlar cennetliklerin temiz eşleridir. Her birisi yetmiş kat elbise giymiştir. Renkleri çeşitli, ölçüleri hafiftir. Her hurinin taravetli teni cam gibi şeffaftır. Başlarına nur renkleriyle ışıldayan taçlar koymuşlardır. Çeşitli cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerinde oturup, müminlere bakarlar. Karşılarında hizmet için nice bin çocuk ve gılman saf saf dizilmişlerdir. Oradaki huriler ve kadınlar, hayızdan, nifasdan ve buna benzer şeylerden uzak ve pak olmuşlardır.'' diye tasvir ederler. Söz konusu cennette tıpkı Dünya gibi sınıflıdır ve her sınıf erkek ait olduğu cennette sonsuza kadar tanrının yanında yaşacaktır. Bu tasvirlerde ve ayetlerde geçen gılman adlı İslam öncesi cinsel hizmet veren genç erkek'ler için kullanılan isim her daim tartışıla gelmiştir. Sözcüğün kelime anlamıda zaten genç erkek çocuk demektir ve gene İslam öncesi toplumda hizmetli oğlan çocukları içinde kullanılmıştır.
73- ''Şüphesiz müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mümin erkeklerle mümin kadınlar, itaatkar erkeklerle itaatkar kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah’a derinden saygı duyan erkekler, Allah’a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah’ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükafat hazırlamıştır.'' (Ahzap Suresi, 35. Ayet) Bu ayetten İslami geleneğe göre çıkan tek sonuç Müslüman günahsız kadının cehennemde sonsuza kadar ceza görmeyeceğidir, yoksa cennete onu bekleyen erkekler ve köşkler yoktur müslüman erkekleri bekleyen huriler gibi.
 
Kaynaklar:
1- Kuran (H.Yazır, Diyanet, E.Yüksel, A.Gölpınarlı, S. Ateş, S. Yıldırım, Y.N.Öztürk, M. Esed, Ö.N.Bilmen, C. Yıldırım tefsirleri)
2- Buhari ve Kutubu Sitte hadisleri
3- Tefsirde Semantik Metod ve Kuran'da Kavm Kelimesinin Semantik Analizi, Yrd.Doç.Dr. Ali Galip Gezgin, Ötüken Yayınları, 2002
4- İslam Nazarında Doğum Kontrolü, Ebu'l Ala Mevdudi, Çev. Ramazan Yıldız, Sebil Yayınevi, 1996
5- Hicap, Ebu'l Ala Mevdudi, Düşün Yayıncılık, 2013
6- Büyük İslam Tarihi, İbn Kesir, Çev. Mehmet Keskin, Çağrı Yayınları, Cilt: 1-2-3-4-7-8-9-10-11-12-13, 1994
7- Siyer, Muhammed İbn İshak, Yay.Hazırlayan: Prof.Dr. Muhammed Hamidullah, Çev. Sezai Özel, Akabe Yayınları, 1988
8- Hz. Muhammed’in Hayatı, İbn Hişam, Çev.: Prof.Dr. İzzet Hasan – Prof.Dr. Neşet Çağatay, AÜİF Yayınları, 1971
9- Asrı Saadet, Mevlana Şibli, Çeviri:Ö.Rıza Doğrul, Sadeleştiren: O.Zeki Mollamehmetoğlu, Eser Neşriyat, 1-2-3-4-5. Ciltler, 1978
10- Uydurma Olduğunda İttifak Edilen Hadisler, Aliyyül Kari, Çev. İbrahim Kutlay, İnkilap Yayınevi 2008
11- Sahih-i Buhari Fihristi, Ebu Abdulmümin Emin, Çev. Mehmet Sofuoğlu, Ötüken Yayınları, 1-2-3-5-7-8-9-10-11-12-13-14-15. Ciltler, 1987
12- Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, Taberi, MEB Yayınları, 1-2-3-4-5. Ciltler, 1992
13- İslam Peygamberi, Prof.Dr. Muhammed Hamidullah, Çev. Prof.Dr. İhsan Süreyya Sırma, Beyan Yayınları, 2004
14- Hz. Muhammed’in Hayatı, Martin Lings, Çev. Nazife Şişman, İnsan Yayınları, 2006
15- İslam'dan Önce Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, Dr. Neşet Çağatay, AÜİF Yayınları, 1957
16- Eski Türk Dini Tarihi, Prof.Dr. Abdulkadir İnan, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1976
17- Cevâmi'u's-Sîre, İbn Hazm, Çev. M. Salih Arı, Çıra Yayınları, 2004
18- Putlar Kitabı (Kitap el-Asnam), İbn el-Kalbi, Roza Klinke-Rozenberger, Almanca-Arapça Çeviri Beyza Düşüngen, AÜİF Yayınları, 1968
19- Müsned, Ebu Hanife, Çev. Duran Kömürcü, Emin Yayınları, 1978
20- Hz. Peygamber Döneminde Savaşlarda Kadın, Dr. Zekeriya Akman, FÜİF Dergisi, Sayı:17/2, 2012
21- Hz. Aişenin Evlilik Yaşı Tartışmalarında Savunmacı Tarihçiliğin Çıkmazı, Yrd.Doç.Dr. Mehmet Azimli, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt:16, Sayı:1, 2003
22- Hz. Peygamberin Savaşları, Prof.Dr. Muhammed Hamidullah, Çev. Prof.Dr. Salih Tuğ, 1991
23- İfk Olayı Üzerine Bir Değerlendirme, Yrd.Doç.Dr. Ali Aksu, CÜİF Dergisi, Cilt:8/1, 2004
24- İslam Hukukunda Evlilik Dışı Doğan Çocuğun Velayeti, Arş.Gör. Ünal Yerlikaya, İHA Dergisi, Sayı:11, 2008
25- İslam Hukukunda Örf ve Adet, Doç.Dr. Selahattin Kıyıcı, Ekev Yayınları, 2002
26- İslam Yargılama Hukukunda Şahitlik, Prof.Dr. Kemal Yıldız, Hacegan Akademi Yayınları, 2005
27- İslam Aile Hukuku, Yrd.Doç.Dr. Ahmet Yaman, Marifet Yayınları, 1999
28- İslam Tarihinde Kadının Dönüşümü - Abbasi Örneği, Dr. Lütfi Şeyban, Ferşat Yayınları, 2004
29- İslamiyet Öncesi Arap Folklorunun Kuran'daki Yeri, Fatih Duman, Yüksek Lisans Tezi, 2006
30- İslamiyette Kadın Öğretimi, Prof.Dr. Muhammed Tayyip Okiç, Diyanet Yayınları, 1979
31- Gelişim Psikolojisi Açısından Kuran'da Blug Olgusu, Yrd.Doç.Dr. Abdurrahman Kasapoğlu, CÜİF Dergisi, Cilt:10/2, 2006
32- Marifetname, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Çev. Faruk Meyan, Bedir Yayınları, 1999
33- Mekki Surelerde Kadın, Safiye Gürlevik, AÜİF Yüksek Lisans Tezi, 2006
34- İslam'dan Önce Araplar Arasında Kadının Durumu: Aile ve Türlü Nikah Çeşitleri, Prof.Dr. Şemsettin Günaltay, TTK Belleten Dergisi, Cilt:15, 1951
35- Nisa Suresi 24. Ayeti Işığında Muta Nikahı, Yrd.Doç.Dr. H. Mehmet Soysaldı, FÜİF Dergisi, Sayı:2, 1997
36- Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi 1, Prof.Dr. Philip K. Hitti, Çev. Prof.Dr. Salih Tuğ, Boğaziçi Yayınları, 1980
37- Kuran ve Sünnet Işığında Evlenme ve Boşanma, Yrd.Doç.Dr. H. Mehmet Soysaldı, Kişisel Yayın, 1997
38- Diyanet İslam Ansiklopedisi, Cinsi Münasebet Maddesi, 8. Cilt
39- Diyanet İslam Ansiklopedisi, Cima Maddesi, 8. Cilt
40- Diyanet İslam Ansiklopedisi, Cinsiyet Maddesi, 8. Cilt
41- Diyanet İslam Ansiklopedisi, Cariye Maddesi, 7. Cilt
42- Diyanet İslam Ansiklopedisi, Kadın Maddesi, 24. Cilt
43- Ergen Kişiliği Bağlamında Din - Kişilik İlişkisi, Yrd.Doç.Dr. Abdülkerim Bahadır, SÜİF Dergisi, Sayı:14, 2002
44- Kadınların Cemaate İştiraki İle İlgili Hadisler Üzerine Bir İnceleme, Yrd.Doç.Dr. Mahmut Yeşil, SÜİF Dergisi, Sayı:17, 2004
45- Sosyo-kültürel Açılımların Etkisiyle Abbasi Toplumu ve Kadınlarının Sosyal Dönüşümü, Öğr.Gör. Lütfi Şeyban, Kişisel Yayın
46- Emeviler Dönemi Kadınının Durumuna Genel Bir Bakış, Fatma Karaca, AÜİF Yüksek Lisans Tezi, 2010
47- Ensest Tabusu ve Egzogami Kuralının Kurandaki Yansımaları, Yrd.Doç.Dr. Abdurrahman Kasapoğlu, DBAA Dergisi, Sayı:1, 2003
48- Ensest ve İslam Hukukundaki İzdüşümü, Yrd.Doç.Dr. M. Rahmi Telkenaroğlu, SÜİF Dergisi, Sayı:31, 2011
49- Gelenek ve Hakikat Arasında Kadın, DİB Yayınları, 2013
50- Rivayetler Işığında Hz. Muhammed Döneminde Gündelik Hayat ve Kadın, Hilal Köksal, AÜİF Yüksek Lisans Tezi, 2010
51- Hz. Peygamber Döneminden Günümüze Kadınlar ve Cami Eğitimi, Doç.Dr. Hüseyin Yılmaz, Değerler Eğitimi Dergisi, 2007
52- İslam Düşüncesinde Kadına Yönelik Şiddet Söylemine Bir Bakış, Prof.Dr. Osman Güner, OMÜİF Dergisi, Sayı:23, 2007
53- Yahudi Geleneğinde Kadın Algısı, Doç.Dr. Salime Leyla Gürkan, Dinler Tarihi Araştırmaları 8, TDTA Yayınları, 2012
54- Yahudilik ve Hıristiyanlık Din Geleneklerinde Toplumsal Cinsiyet, Özlem Topcan, AÜSBE Kadın Çalışmaları AB Yüksek Lisans Tezi, 2010
55- Tefsirde Semantik Metod ve Kuran'da Kavm Kelimesinin Semantik Analizi, Yrd.Doç.Dr. Ali Galip Gezgin, Ötüken Yayınları, 2002
56- Toplumsal Cinsiyet ve Din, Arş. Gör. Nazife Gürhan, e-şarkiyat İlmi Araştırma Dergisi, Sayı:4, 2010
57- Din ve Kadın Konulu Çalışmalarda Akedemik Özgünlük ve Sahicilik Sorunu, Necdet Subaşı, Divan Dergisi, Cilt:17, Sayı:32, 2012
58- İslam Hukukunda Kadının Siyasi Hakları, Yük.Lis.Ögr. Nejla Akkaya, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt:5, Sayı:4, 1991
59- İslamda Çalışma Hayatında Kadın, Lis.Ögr. Zeynep Gencer, Farabi e-Dergi, Sayı:2, 2012
60- İslamın Kadına Bakışı, Prof.Dr. Mehmet S. Hatipoğlu, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt:5, Sayı:4, 1991
61- İslamın Kadına Getirdiği Haklar, Prof.Dr. Süleyman Ateş, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt:5, Sayı:4, 1991
62- İslam Devletlerinde Türk Naibeler ve Kadın Hükümdarlar, Doç.Dr. Bahriye Üçok, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1981
63- Kadın Konusunda Kuran'a Yöneltilen Başlıca Eleştiriler, Doç.Dr. Mehmet Hayri Kırbaçoğlu, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt:5, Sayı:4, 1991
64- Kadın ve Aile Yazıları, DİB Yayınları, 2012
65- Mekasidu'ş-Şeria Bağlamında Kadının Şahitliği Konusu, Ali Bulaç, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt:5, Sayı:4, 1991
66- İslam Öncesi Dönem Cahiliye Kültürü, Doç.Dr. Murat Sarıcık, Fakülte Kitabevi, 2002
67- Kadının Şahitliği - Örtünmesi ve Kamu Görevi, Doç.Dr. Hayrettin Karaman, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt:5, Sayı:4, 1991
68- Kadının Toplumsallaşması ve Fitne, Cihan Aktaş, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt:5, Sayı:4, 1991
69- Kuran'a Göre Çocuklar Arasında Cinsiyet Ayrımcılığı, Yrd.Doç.Dr. Abdurrahman Kasapoğlu, FÜİF Dergisi, Sayı:10/1, 2005
70- İslam Öncesi Arap Yarımadasında Çocuk Öldürme Olgusu, Yrd.Doç.Dr. Yavuz Yıldırım, İÜİF Dergisi, Sayı:7, 2003
71- Kuran'da Eşler Arası İlişki Hakkında Önemli Bir Kavram Sükun, Yrd.Doç.Dr. Abdurrahman Kasapoğlu, DBAA Dergisi, Sayı:4, 2004
72- Kuran'da Evlilik Terapisi, Yrd.Doç.Dr. Abdurrahman Kasapoğlu, DBAA Dergisi, Sayı:2, 2004
73- Kuran'da Kadın Erkek Eşitsizliğinin Temelleri, Dr. İlhami Güler, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt:5, Sayı:4, 1991
74- Kuran'ın İffet Anlayışı, Yrd.Doç.Dr. Abdurrahman Kasapoğlu, DBAA Dergisi, Sayı:4, 2003
75- Modern Mahrem ve İslam'ın Kadına Bakışı, Prof.Dr. Hüseyin Hatemi, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt:5, Sayı:4, 1991
76- Tarih Boyunca ve Kuran'ı Kerim'de Kadın, Prof.Dr. Salih Akdemir, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt:5, Sayı:4, 1991
77- Tarihsel ve Teolojik Açılardan Kadının Örtünmesi Sorunu, Bedriye Özçelik Yılmaz, İslami İlimler Dergisi, Sayı 1-2, 2009
78- Tek Tanrılı Dinler ve Kutsal Kitaplarında Kadının Konumu, Arş.Gör. Özge Zeybekoğlu, ETHOS FTBD Dergisi, Sayı:3, 2010
79- Tek Tanrılı Dinlerde Kadın Bedeninin Toplumsal Denetimi, Prof.Dr. Fatmagül Berktay, TMMOB JMO Haber Bülteni, Sayı:1, 2007
80- Kadın Erkek Eşitliği Sorunsalı, Yrd.Doç.Dr. Nesrin Kale, AÜEBF Dergisi, Cilt:29, Sayı:1, 1996
81- Kadın Özgürlüğünün Sorunları, Evlyn Reed, Çev. Zeynep Saraçoğlu, Yazın Yayıncılık, 1985
82- Eski Türk Dini Tarihi, Prof.Dr. Abdulkadir İnan, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1976
83- İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, Prof.Dr. Bahaeddin Ögel, TTK Yayınları, 1984
84- Dinler Tarihi, Prof.Dr. Hüseyin G. Yurdaydın - Doç.Dr. Mehmet Dağ, Gündüz Matbaacılık, 1978
85- Dinler Tarihi, Prof.Dr. Güney Tümer - Prof.Dr. Abdurrahman Küçük, Ocak Yayınları, 2002
86- Sümerlilerin Dini İnanç ve Adetleri, Özden Gül Ökter, GÜSBF Yüksek Lisans Tezi, 2006
87- Tevrat, İncil ve Kuran, Jacques Jomier’den Sakıb Yıldız, Hareket Yayınları, 1974
88- Kuran’ın Nüzulü Sürecinde Müslümanlar'la Diğer Dini Gruplar Arasındaki İlişkilerin Kuran’a Yansıması, AÜİF Yüksek Lisans Tezi, Osman Kaya, 2004
89- İslam Öncesi Mekke. Dr. Yaşar Çelikkol, Ankara Okulu Yayınları, 2003
89- Kitabü'l-A'dad, İbn Hazm, e-kitap
90- Hz. Aişe'nin Hadis Tenkitçiliği, Doç.Dr. Mehmet S. Hatipoğlu, A.Ü.İ.F.D. Dergisi,
Sayı:19, 1973
91- Hadislerin Tarihe Arzının Uygulamadaki Bazı Problemleri, Yrd. Doç.Dr. Selçuk Coşkun, EKEV Akademi Dergisi, Sayı:20, 2004
92- Kuran Işığında Küçüklerin Evlendirilmesi Meselesi, Dr. Fatih Orum, İÜİF Dergisi, Sayı:19, 2009
93- Hz. Aişe Kaç Yaşında Evlendi? Dokuzmu Onmu, Doç.Dr. Bünyamin Erol, İA Dergisi, Cilt:19, Sayı:14, 2006