Dönemin hukuk sistemi ve adalet
algılaması ilkel komünal kabile düzeyinde seyrederken, Hicaz merkezli Mekke
gibi yarı göçebe bir yerleşik hayatta ticaret yapılan şehirlerde nispeten bazı
ilkel ticari kurallar uygulanmaktaydı. Medeni hukuk, asli hukuk, amme hukuku ve
ticari hukuku uygulayacak bir kurumsallaşma yoktu, devlet adına gerekli kurumlar
olmadığı içinde (aslında ortada bir devlette yoktu) kabile ferdlerine yönelik vergi,
düzenli askerlik vb. bir devlette olması gereken yükümlülüklerde yoktu, ortada
bir kolluk kuvveti ve genel otorite olmadığı için her kabile yada aşiret kendi
bölgesinde geçerli örf ve adetlerle, eşitler arasında birinci olan (çoğunlukla)
seçilmiş reis tarafından yönetiliyordu. Kurallar, (ortalama olarak) kabile reisinin
gelenekleri uyguladığı, daha çok güçlünün yanında olan ve göçer kabilelerin
ilkelliği ve yoksulluğu ile paralel daha eşitlikçi bir hal alan tarzdaydı. Bölge
kabileleri büyük oranda ortak
mülkiyetten özel mülkiyete geçiş aşamasındaydı.
Yani
ilkel komünal düzen Mekke, Medine ve Taif dışında tüm Hicaz'da ve (Hicaza
komşu) kuzey Arabistan'da hakimdi, Yemen ve Umman kıyıları büyük oranda
yüzlerce ve binlerce yıl önce yerleşik hayata ve tarıma geçtiği için ve gene
bunlardan da öte uzak Asya dahil Hindistanla ticaret yaptığı için (Hicaz'a
göre) çok daha medeniydi. Günümüz Suriye ve Irak bölgelerinde yaşayan bazı kabileler
bir süre önce Pers yada Bizans vassallığında yarı yerleşik bir tampon devlet
kurdukları için ve büyük oranda Mecusi yada Hristiyanlaştıkları için
akrabalarına göre nispeten daha medeniydiler. Yarımada da yetişkin ve özgür
olan erkekler dışında hiçbir canlı bir şey hak edemezdi, (geleneklerde kız
çocuklarının hakları hukuken yasaklanmamasına rağmen) miras, ganimet paylaşımı,
boşanma vb. bir çok olayda tek yetkili ve varis bir çok kabilede erkekti. Kadın,
çocuk, köle ve mevali’ler (azad edilmiş köle, kabileye sığınmış yabancı vb.) özellikle
yarı yerleşik hayat sürülen şehirler ile Roma ve Pers topraklarında beylik
süren yarı göçebe Bedeviler'de (bir yasak olmamasına rağmen) hiçbir hakka tabii
değillerdi, zengin ailelerin kadınları, egemenlerin eşleri yada kızları vs. ve göçebe
Bedevi kadınları ile tapınak bilicileri olan kadınlar bu durumdan
istisnaydılar, zenginler ve egemen yakınları ellerindeki güc / para sayesinde
söz sahibi olurken, tapınak bilicileri kutsallığın getirdiği korumadan
yayarlanırlardı ve göçebe Bedevi kadınları çölün getirdiği hayatta kalma
savaşında erkeklerle birlikte çalıştıkları ve üretimde söz sahibi oldukları
için nispi bir eşit muamele görüyorlardı. Bölgede yer yer hala anaerkil bir
yaşam süren küçük kabileler veya aşiretlerde vardı.
İslam öncesi Arap toplumunda
zenginler, falcılar, kahineler, bilginler, tüccarlar ve ev kadınlarından oluşan
bir elit ve özgür kadın tabakası mevcuttu. Özellikle falcı, kahine ve bilgin
olarak bölgede tapınılan tanrıçaların Kabe'leri başta olmak üzere, bir çok
tanrı içinde bilici / rahibe konumunda kutsal kadınlar vardır. Bölgede çoğunlukla
tanrıçaların bilicileri (rahibeleri) kadınlar
ve kurbanları kız çocuklarıdır. Hicaz'da en çok tapınılan tanrı /
tanrıça sanılanların aksine, Allah adlı lokal tanrının kızları olarak görülen
(1) Lat, Uzza ve Menat adlı tanrıçalardır. Mekke'deki kabenin biliciliğini en
çok kadınlar yapmışlardır, Kureyş öncesi bir kadın bilici Kabe'nin kutsal
kahine kişisi olarak Mekke'de Kabe'nin anahtarını uzun bir müddet elinde tutmuş
ve daha sonra onu Kureyş kabilesinin kurucusu sayılan Kusay'a devretmek zorunda
kalmıştır. Gene, Müslümanlarca Mekke'nin fethi esnasında Kabe'nin anahtarı yine
bir kadının elinde bulunuyordu ve fetihten sonra uzunca bir süre anahtarı Muhammed'e
vermemişti. İslam öncesi Arap kadınları erkeklerle beraber savaşlara da
katılırdı. Özellikle kuvvetli ve egemen kabilelere mensup kadınların bazıları
tıpkı Muhammed'in ilk eşi gibi ticaretle uğraşıp kendi eşine (erkeğe) evlilik
teklif edecek kadarda özgürdü. Bazı İslam misyonerlerinin tezlerinin aksine kız
çocukları özellikle de zenginlerin varisleri olan kız çocukları yüklüce miras
aldıkları gibi, siyasi ve askeri yönetimde de söz sahibi olabilmekteydi (2).
Toplumdaki konumuna paralel olarak kadın istediği ile istediği şekilde birlikte
olabilmekte, istediği gibi giyinmekte ve yaşamakta serbestti, özgür ve rahat
bir yaşam süren kadınlar elbette hür kadınlardı. Evlilik akdine boşanma yada
çok eşlilik konusunda bir hüküm koyma hakkına sahip olan kadınlar, şahitlik vb.
bir çok hukuki konuda erkeklerle eşit haklara sahipti. Kız çocuklarına kalan
miras, velileri olan erkek akrabaları tarafından reşit olana yada evlenene
kadar idare edilirdi, yetişkin kadınlar söz konusu miras kendilerinin olmak
üzere kullanım hakkını çoğunlukla eşlerine bırakırlardı. Öte yandan ortada bir
miras hukuku ve bunu uygulayacak bir kurum olmadığı için çoğunlukla kendilerini
koruyamıyacak durumda olan kadınlar ve çocuklarının (miras vb.) hakları en
yakın erkek akrabaları tarafından gasp edilirdi (3).
Kadın evlilik sonrası doğurduğu erkek
çocuk nispetinde toplumda artan kabul ve saygı görüyorken, kadın erkeğin
ortağı, tamamlayıcısı, örtüsü, destek / payanda vb. tanımlarla toplumun bir
bireyi olarak kabul ediliyordu, sonradan İslam bu Arap adetini devam
ettirmiştir (4). Kadın İslam'da olduğu gibi daha çok ev içi ekonomi ve yaşamda
aktif olurken, Arap kabile adetlerine göre namus kavramının merkezine
oturtularak, dönemin güçlü olan herşeyi alır algısına paralel olarak, (bazı
kabilelerde) kabilenin üreme aracının rakip yada düşman kabilelere
kaptırılmaması gereken metası olarak değerlendirilmiştir. Bu topumsal algıya
paralel olarak kadınlar savaşlara katılarak, erkekleri eğer yenilirlerse düşman
kabileye cariye olacakları tehdidi ile cesaretlendirmişlerdir, ayrıca bir çok
kadın savaşlara fiilen katılmış ve ganimet almıştır. İslam'da bu adet
yasaklanarak kadının cephe gerisi hizmetler dışında savaş alanında bulunmasının
doğru olmadığı inancı yerleştirilmiştir. Özellikle düşman kabileye mensup hür
kadınları kaçırarak cariye yapmak yada fuhuş sektöründe çalıştırmak yaygın bir
davranıştır. Yaygın olmamakla birlikte kaçırılan bir kadın, kurtulma şansı
olmadığını anladığında, lekelenen namusunun utancıyla yaşamaktansa intihar
etmeyi seçer ve kendini öldürürdü.
Kız çocuklarının diri diri gömülmesi
olayı bazı kabilelerde mevcut olup (bazı kaynaklarda iki, bazı kaynaklarda üç
kabile ismi öne çıkar), bütün Arap kabileler arasında geçerli değildi.
Özellikle Hicaz ve kuzey Arabistan'da tanrıçalara kız çocuğu kurban edilirdi (5),
kız çocuklarını toprağa gömmenin arkasında bir dönem bu kurban ritüelleri
yatmaktadır. Az olmakla birlikte aynı şekilde erkek çocuk yada köle kurbanıda
yapılmaktaydı, İslam mitolojisindeki anlatımlarıyla Muhammed'in babasının (tanrıça
Uzza'ya) kurban olarak adanması bu şekildeki bir inancın sonucudur. Muhammed'in
yaşadığı dönemde Esed ve Temimoğulları kabilelerinde kız çocuklarını
diri diri gömme davranışının varlığının kökeninde, kısa bir süre önce Pers kralının
vergilerini ödemedikleri için kendilerine karşı yaptığı seferde yenerek bütün
kadın ve çocuklarını alarak, köle olarak başkentine götürmesi ve sonrasında
onları kurtarmak için kabile reisinin geleneklerine göre alçalarak kurtarması
yatmaktadır. Söz konusu reis daha sonra Müslüman olacak ve İslami aktarımlara
göre o olaydan sonra 8 ila 12 arasında değişen sayıdaki yeni doğmuş kızını, bir
daha esir düşerek kabileye yük ve utanç olmasınlar diye öldürdüğünü beyan
ederek, bu iki kabilenin yaygın uygulamasının arkasındaki gerekçeyi
açıklayacaktır. Diğer kabilelerde ender olarak savaş sonrası cariye olmaları
korkusu ile öldürmeler gerçekleşirken, Kureyş gibi bazı kabilelerde gene ender
olarak utanma (erkek çocuk yerine kız çocuk sahibi olma) nedeniyle uygulama
yapılmış ve bunlarda büyük oranda tanrıçalara kurban (erkek çocuk sahibi olmak
için adak) şeklinde gerçekleşmiştir, kurban ritüeli canlı olarak gömme şeklinde
yapıldığı ve klasik kan akıtma unsuru bulunmadığı için daha sonraları bu
münferit vakalar da diğer vakalara dahil edilerek sanki bütün Arap ve Bedeviler
kız çocuklarını gömerlerdi tezi İslam din adamları tarafından ortaya
atılmıştır. Son olarak gene ender vakalar olan, açlık ve kıtlık nedeniyle kız
çocuklarının öldürülmesi vakaları görülmüştür, bu tip vakaların bazılarının arkasında
mirastan pay vermemek düşünceside yatmaktadır.
Özetle, İslam öncesi Arap
yarımadasında kadın, teknik olarak yaşamında ve tercihlerinde hür olmakla
birlikte güçlü erkek egemen savaş ve yağma ile talana dayalı yaşamın dayatması
olarak, savunmasız kaldıkları andan itibaren hakları gasb edilebilen ve buna
engel olacak bir kurum yada güç bulunmayan bir coğrafyada yaşamaktadır. İlerde
İslam hukuku içerisindeki anlatımda örnekleri görüleceği gibi suistimale açık
bu yaşamda gelenek ve adetler en bağlayıcı unsurdur. Bölgede zayıf olanın
yaşama şansı olmaması nedeniyle sadece kadınlar, çocuklar ve yaşlılar değil
erkeklerde bu tehlikelerle başbaşadır elbette. Tüm bunlara rağmen kadın'ın
bölgede özgür ve bağımsız olduğu belli bir zümre için rahatlıkla söylenebilir.
Örneğin Muhammed'in ilk eşinin ondan önce bir kaç defa evlenmiş olması,
Muhammed'e evlilik teklif etmesi (bu teklif o dönemde eşine göre Muhammed'in
daha alt sınıftan / statüden birisi olduğunuda gösterir) ve düğün yapması gibi
davranışlar özellikle zengin sınıf içerisindeki kadınlarda yaygındır. Bölge
tarihinde öne çıkan Arap kadın liderler ve reisler dışında, ticaret ve büyük
tarım plantasyonları ile uğraşan bir kesimde vardır. Evlilik akdi için yaygın
gelenek kadın adına velisinden (vasisinden) onay almaktır, bu gelenek daha
sonra İslam içerisinde de devam etmiştir (6).
İslam düşüncesinin
oluşumu içerisinde tekil tanrı kurgulanırken mevcut ekonomik ve siyasi sistemde
erkek egemen hakim görüş çerçevesinde yeniden yapılandırılmıştır. Söz konusu
İslami sistem, dönemin mevcut sınıfsal katmanlardan oluşan toplumunu aynen
kabul eder, diğer bir söylemle bu yeni tanrı ve din kültürü, mevcut ekonomik ve
siyasal yapılanmanın egemen güçler adına sürdürülmesinide emreder. Eşit ve adil
olarak sevgi dolu bir tanrı şeklinde İslam misyonerlerce tanıtılan İslam
tanrısı, aslında İslam mitolojisinde ve şeriatında hiçte adil olmadığı gibi
tamamen erkek egemen bir toplumun sınıflı yapısını da dayatır (7). Tüm bu
dayatmaların kökeninde dönemin erkek egemen yaşamı ve algısı etkendir, buna
birde Muhammed’in kişisel istemleri eklenince (8) tanrıyı ve onun şeriatını
şekillendirmekte zor olmaz, bu yapılanmaya ayrıca Ömer, Ebu Bekir vb. İslam’ın
yapılanmasında söz sahibi, egemenliği nisbi oranda paylaşan eşit kişilerin (9)
beklentileri ve tanrı algılayışlarıda eklenince ilk dönem İslam tanrısı ve
şeriatı ortaya çıkmış olur. Sınıflar üzerinden, yani eşit olmayan bir toplumu
tanrı aracılığıyla meşrulaştırmış olan İslam için bir sonraki aşama, bu
sınıfların olası muhalefetini önlemek olmuştur.
İslam şeriatının
adaletsiz bir yapılanma içerisinde ve düşüncesinde olması nedeniyle, orta çağ
toplumlarının önemli bir kısmında vatandaş olarak tanımlanmayan, bazı toplumlarda
İnsan olarak bile görülmeyen kadınlar İslam'da bu eşit olmayan hukuktan en çok
etkilenen kitleyi oluştururlar. İslam tanrısı ve dini kurgulanırken kadın
tanımlamasıda dönemin toplumunun erkek egemen algılaşıyı paraleleninde
olmuştur. Bu kurgulama en başta Kuran (ilahi emir / şeriat) üzerinden
yapılmıştır, Kuran neredeyse tamamen erkeklere hitap eden bir kitapdır. Arapça’da isimler ya müennes / dişil veya müzekker / erildir.
Dönemin Arapça’sındaki kurallar Kuran’da da olduğu gibi kullanılmıştır. Kuran'ın
söylemi büyük oranda erkeklere ait yüklem ve zamirlerle
yapılmıştır. Örneğin;
Tegabün/8, Bakara/43, Ali İmran/132 ayetleri gibi örnekler dışında, Hucurat
Suresi 13. Ayette geçen ''en nasu: İnsanlar'' ''halakna kum: yarattık sizi''
''etka kum: en çok takva sahibi olanınız'' yada Araf Suresi 157. Ayette geçen
''o, onlara iyiliği emreder, kötülükten alıkoyar'' cümlesindeki ''ye muru hum:
onlara emreder'' ''ve yenha hum: ve onlara yasaklar'' sözcüklerinde olduğu gibi
Kuranda esas hitap edilen kitle (eril siga ile) erkeklerdir.
Arap
kültüründe, sayısı 35'e ulaşacak kadar çok çeşitli topluluk isimleri olduğunu
belirtmek gerekir. Bu topluluk isimlerinden sadece 13'ü Kuran'da geçmektedir.
Bu isimlendirmeler içerisinde kavim, kabileden büyük, Şa'b dan küçük
topluluklar için kullanılmışsa da, genel olarak ''Kavim kelimesi: kabile,
aşiret, kişi, grup, topluluk, erkek topluluğu, idareci / yönetici, yönetilenler
/ tebaa'' anlamında kullanılmıştır Kuran'da. İlk dönem Arap toplumunda kavim
kavramı günümüzden oldukça farklı algılanmıştır. ''Ey kavmim! Allah'a kul olun!", ''ya
kavmi’budullahe'' Hud Suresi 84. ayetindeki kullanımında
olduğu gibi kavim kavramı sadece erkekleri temsil eder, kadınlar (ve doğal
olarak çocuklarda) erkeklere bağlı oldukları için kavim içerisinde yer alırlar.
Bu görüş çoğunlukla ve günümüze kadar kabul görmüştür. Dolayısıyla
"kavim" kelimesi, Arapça'da yerine göre "(sadece) erkekler
topluluğu" anlamında kullanılmaktadır. Kelimenin Kuran'da genel olarak
"kadın ve erkeklerden oluşan topluluk" anlamına geldiğini günümüz İslam
din adamları öne sürmektedir.
Kuran'da
geçen ''İnsanlar'' hitabı dönemin Arap kültürüne paralel olarak ''Erkekler''
şeklinde söylenmiş ve algılanmıştır. Enam Suresi 165. Ayette ''Sizi yeryüzünün
halifeleri yapan'' cümlesi ''Ve huvellezi cealekum halaifelardı'' şeklinde,
İsra Suresi 70. Ayette ''Andolsun, biz Ademoğlunu yücelttik'' cümlesi ''Ve
lekad kerremna beni ademe'' şeklinde, Ahzap Suresi 72. Ayette ''Onu İnsan yüklendi'' cümlesi ''ve hamelehal insanu''
şeklinde, Zariyat Suresi 56. Ayette ''Ben cinleri ve İnsanları'' cümlesi
''cinne vel inse'' şeklinde, Bakara Suresi 21. Ayette ''Ey insanlar! Rabbinize
kul olun ki'' cümlesi ''Ya eyyuhen nasu’budu'' şeklinde, Sebe Suresi 28. Ayette
''Biz seni bütün İnsanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik''
cümlesi ''illa kaffeten lin nasi'' şeklinde, Araf Suresi 158. Ayette ''Ey
insanlar'' cümlesi ''ya eyyuhen nasu'' şeklinde kesin ve direkt olarak
Erkeklere hitap olarak yada Erkekler yerine kullanılmıştır, bunlara benzer
binlerce sözcük örnek gösterilebileceği gibi ayrıca ''Bakara/168, Nisa/1,
Nisa/170, Nisa/174, Yunus/23, Yunus/57, Hacc/1, Hacc/5, Hacc/73, Lokman/33,
Fatır/3, Fatır/5, Fatır/15, Hucurat/13'' ayetleride ''Ey insanlar'' cümlesi ile
başlar ve gene aynı şekilde hitap edilen erkeklerdir. Gene aynı şekilde
Kuran'da geçen ''Müminler'' hitabıda tıpkı ''İnsanlar'' hitabı gibi erkekleri
temsil ve muhatap kabul eder. Maide Suresi 90. Ayette, Saff Suresi 2. Ayette,
Ali İmran Suresi 118. Ayette, Tevbe Suresi 23. Ayette, yada Bakara Suresi 254.
ayette olduğu gibi ''Ey müminler'' cümlesi ''eyyuhallezine amenu'' şeklinde
geçer ve ''Ey müminler'' cümlesi geçen diğer ayetlerde olduğu gibi muhatabı
Erkeklerdir.
Erkek egemen topluma seslenen erkek
merkezli Kuran söyleminin arkasında, İslami yaradılış felsefesi ve sonrasında
kurgulanan toplum ile onu oluşturan sınıfsal katmanlar vardır. İslam’a göre
iktidarın kaynağı Tanrı’dır ve Tanrı yalnızca kendisine karşı doğrudan yükümlü
olanı (erkeği) iktidar yetkisiyle donatır; onunla doğrudan ilişki içinde
olmayanlar (kadınlar) iktidardan yoksun kalırlar. İktidardan yoksun olan ise,
güçsüzlüğü paylaştığı maddi nesnelerle eş değerdedir (10). Tanrı, bu
“zenginlikleri” aynı amaç için yani yetişkin erkek mümini hoşnut etmek için
yaratmıştır. Unutulmamalıdır ki İslam mitolojisine (aslında ibrani dinlere) göre
“Erkek kadından değil, kadın erkekten doğmuştur; erkek kadın için değil, kadın
erkek için yaratılmıştır”, bu yaradılışta kadın tohumun ekildiği tarladır (11).
Toplumun geleceği açısından esas olan tohumdur ve tarlanın yani kadının üremede
belirleyici hiçbir işlevi yoktur. Bütün belirleyici nitelikler erkeğe özgüdür.
Erkek, yeniden yaradılışta Tanrı’nın temsilcisidir. Tanrı, üreme (temsili
yaratma) eyleminde kendisini temsil yetkisini erkeğe vermiştir. Kadın, üreme
konusunda taşıyıcı olmanın ötesinde bir anlam taşımamaktadır ve kendisine
verilen görevleri eksiksiz yerine getirmekle görevlidir, onun başka bir
yükümlülüğü yoktur.
İslam'da kadın, tıpkı Yahudi ve
Hıristiyan şeriatlerinde olduğu gibi aldatıcı, baştan çıkarıcı ve yalancı
olarak şehvetin kaynağıdır (12) ve erkeklerin asıl işleri olan tanrıya ibadet,
onun adına yönetmek ve şeriatına riayet etmekten erkekleri alıkoyar (13).
Ortaya çıkan İslami görüş kadını sakıncalı, sürekli
güdülmesi, denetlenmesi, kontrol altında tutulması gereken tehlikeli bir varlık
olarak algıladığı için İslam öncesi gelenek ve adetleride kullanarak yeniden
tanımlar. Var olan kadın tanımı ve bunun üzerine oluşturulmuş adet ve
geleneklerin (İslama göre) yetersiz, eksik yada egemen gücün (erkeklerin yeni
düzendeki) ihtiyaçlarına hitap etmediği yerlerde, Muhammed'in Medine'de
şekillenen yeni Dünya algısına paralel yeni kadın tanımıda (bazı erkeklerin
aleyhinede olsa) yerleşir (14). Bu yeni din kültüründe ana şeriat (hukuk /
kanun) elbette Muhammed'in (tanrı tarafından vahyedildiğine inanılan)
yazdırdığı Kuran etrafında şekillenen algıdır (15). Bu kutsal kaynak (daha
Muhammed'in yaşadığı dönemde) her şeye çözüm içermediği ve her şeyi açıklamadığı
için, Muhammed'in yaptıkları ve söyledikleride Müslümanlar açısından (tıpkı
Yahudi ve Hıristiyan şeriatlarında da olduğu gibi) İslami şeriatın bir diğer
önemli kaynağı olmuştur (16).
Gelelim
Muhammed dönemi kadın tanımı ve algılamasına. Kadın tanımını şekillendiren ana
unsurlar, Arap gelenekleri başta olmak üzere öncelikle İslam öncesi Yahudi ve
Hıristiyan mitolojisinden (apokrif kitaplardan) İslama geçen yaradılış efsaneleri
ile özellikle Hıristiyanlıktan alınan dinsel hikayelerde betimlenen kadın
figürleridir. Devamında döneminin kadın algısı ve toplumun adet ve
göreneklerinin (özellikle İslam arsitokrasisi içerisinde yer alan kadınlardan
oluşan) yeni Müslüman toplumda kabul görenleridir. İlk önce İslama göre yaradılışı
anlamakta fayda vardır. Tanrı erkeği yani Ademi (17) değişik safhalardan
geçirdirdikten sonra yaratır (18). Daha sonra Tanrı erkeğin ihtiyacına ve
taleplerine istinaden kadını yaratır (19). Tanrı kadını yaratırken ona aldatıcı, baştan
çıkarıcı, yalancı, şehvet kaynağı, düzenbaz, dedikoducu, hilekar, tuzaklar
kuran, eksik akıllı, nifak ve fitne yayıcı, nankör, uğursuz, (erkeğe yani
eşine) isyankar özelliklerde ve karekterde yaratıyor, bilindiği üzere ayrıca
kadına aylık periyodlarda adet (hayz) görmesi için üreme özelliği veriyor,
ilkel kabile yaşamı ve öncesindeki İnsan topluluklarında, Ataerkil düzene
geçtikten sonra kadının her ay kanaması kirlilik kaynağı (kan kokusunun vahşi
hayvanları ve düşmanları çekmesi korkusu) ve sonrasında da günah olarak
tanımlanmış ve zamanla dinsel inançların içine girmiştir. Bütün bu negatif
özellikler İslam'da, Kuran'daki bahsi geçen (örnek İnsan olan peygamberleri
aldatan, kandıran, tuzağa düşüren, günaha sürükleyen vb.) kadın tipolojileri
üzerinden yapılan çıkarsamalarla kadına yükleniyor. İlk İnsan Adem'in (adı
İslam'da belirtilmeyen ve diğer İbrani dinlerde Havva olarak bilinen) karısı, Lut,
Musa, Yusuf vb. bir çok peygamber hikayesinde geçen ve onları (erkekleri) günaha
ve felakete sürükleyen kadınların üzerinden yapılan çıkarsamalar sonucunda
oluşan bir genellemedir İslam'daki kadın tanımı.
İslam'da kadın hakları erkeklerin
yönetimi ve gözetimi üzerinden oluşturulmuştur (20). Bu yönetim ve gözetime
riayet ve erkeğe itaat etmek kadın için kesin bir ilahi emirdir (21). Erkek,
tanrı emri olan kadın üzerindeki gözetim ve yönetimi esnasında kadını istediği
düşünceye yönlendirmek ve istediğini yaptırmak için dilediği yollar dışında
ayrıca şiddet kullamak konusunda ilahi izne sahiptir (22). Unutulmamalıdır ki
İslam öncesi Medine'li kadınlar Mekke'li kadınlardan daha özgür ve erkeklerle daha
çok eşit hakka sahiptiler, erkeğin iktidarının ilahi bir zemine oturtulması ve
kadının vesayetinin ona bağlanması bir zorunluluktu o dönemde ve şiddet
İslam'da en önemli bir kaç ikna yolundan birisi olarak tercih edildi (23).
Artık müslüman her erkek, gerekli gördüğü takdirde tanrıdan başka kimseye hesap
vermeden serkeşlik eden, söz dinlemeyen vb. nedenlerle kendisine karşı gelen eşlerini
ve (sadece haremindeki) cariyelerini sakat bırakmayacak şekilde dövebilirdi,
dayak cennetten çıkma bir ilahi armağan ve yönetim aracı olarak bizzat tanrı
tarafından emrine verilmişti. Adalet kavramını sık sık kullanan İslam,
serkeşlik eden, eşine kötü davranan erkeklere karşı adalet adına kadına aynı
hakları vermediği gibi, üstelik kadına durumu idare etmesi ve mümkünse
unutmasını telkin eder (24). İktidarı (erkek egemenliğini) sorgulamak,
yargılamak ve (kadınlar için suç olarak tanımlanan bir çok şey erkekler için
suç olarak tanımlanmadığı için) suçları nedeniyle cezalandırmak yasak olduğu
içindir ki yönetilmek için yaradılmış olan kadın, yönetmek için yaradılmış olan
erkeği affetmek, idare etmek ve ona sorgusuz sualsiz itaat etmekle yükümlüdür
(25).
İslam, Arap yarımadasında yaşayan Arap
ve Bedevi kadınların belli bir kısmının güvenlik, miras vb. bazı haklarını,
erkekler tarafından gasp edilmesini önlemek adına yasa ile güvence altına
almıştır (26). Bunu yaparken örneğin Muhammed'ten 70-80 yıl önce Roma
İmparatorluğunda eşit miras hakkına kavuşmuş olan kadın'ların haklarını örnek
almak yerine, üstün olmaya çalıştığı Yahudi ve Hıristiyan hukukundan bir adım
önde olmak adına ve bazı konularda tek tanrı kavramına uygun olması için kısmi
haklar vermiştir kadınlara. Söz konusu hakları tanımlayan sözlü ve yazılı
kanunlar oluşturulurken tanrının kadını erkek için yaratmış olması ve kadınında
sonsuz yaşam sürülen ölüm sonrası yer için sınava giriyor olması göz önüne
alınarak, o dönemde mevcut basit ticari kurallar ve kısas kuralı ana şekli unsur
olarak ele alınmıştır. İslam’da kadınların haklarını belirleyen çeşitli
kanunlar ve kurallar vardır, ancak bunların hiçbiri (İslam'daki) erkeğin kadına
göre üstünlüğünü ortadan kaldırmaz (27). Kanun ve kurallar bütünü
incelendiğinde, bütün bu şeriatın daha çok kadının bazı haklarını korumak adına
erkeklere yükümlülük veren bir ilahi söylem olduğunu görürüz, çok az madde
kadının kendi adına kendi haklarını savunmasına izin verir. Kadın ilk önce
erkeği memnun ve mutlu etmek daha sonra onun yaşamını ve huzurunu bozmayacak
şekilde kendi hayatını idame etmek zorundadır. İdeal bir kadın tipolojisi
yaratan İslam ona saliha kadın demiştir (28). İslam saliha kadın dediği, her
yerde ve şartta erkeğe sorgusuz sualsiz itaat eden kadının da çok ender
bulunduğunu belirtmeden geçemez (29).
İslam'da erkek ve kadın arasındaki
eşitsizlik en çok miras (30) ve mahkemelerde şahitlik (31) konusunda göze
batar. İslam din adamları, mirasın erkeğin lehine eşit olmayacak bir şekilde
paylaştırılmasının gerekçesi olarak, erkeğin çalışması, kazancı sağlaması,
malları idare etmesi vb. mali yükümlülüğe sahip olmasını göstermişlerdir.
Kadın'ın (özgür bir birey olarak) çalışıp ailenin geçimini sağlaması yada diğer
ailevi yükümlülükleri yerine getirmesi baştan kabul edilmediği (32) içindirki
erkek, tek sorumlu olarak bizzat tanrı tarafından atanmıştır, aslında bu
şekilde gerekçelendirerek, dönemin kadınları tarafından yapılan baskılara karşı
(33) sistemin erkeğe iltimas geçmesinin, yani mirastan daha fazla pay
alabilmesininde bir gerekçesi olmuştur. Kadın Aile içinde güçsüz bir konumda
bulunur. İslam ona özel mülkiyet hakkı tanıdığı halde, kamusal - toplumsal
alanlara çıkışları kapalı tutulduğu için (34) bu hakkını kullanabilmesi
güçlükle gerçekleşebilir.
Tıpkı miras hakkında oluğu gibi
şahitlik hakkında da kadın ikinci sınıftır. Bir erkeğe karşılık iki kadının
şahitliğinin ceza gerektiren davalar haricinde geçerli olması, kadını toplumda
dahada pasif ve düşük bir konuma itmekle kalmaz, bazı konularda ve vakalarda
mağdur olmasınıda kolaylaştırır ve hatta sebebide olur. Buna en güzel örnek
zina vaka ve davalarında yaşanmaktadır. Kadın bu tip vakalarda haklılığını
şahitlik özelliği nedeniyle (çoğunlukla) ispatlayamamakta (35), özellikle aile
içi yada dışı tecavüz vakalarında mağdur olmaktadır (36). Hiçbir
tecavüzcü (istisnalar hariç) ikrar yapmaz, örneğin bu yüzden Pakistan’da
tecavüze uğramış kadınların, kocalarında intihar vakaları, yada namus cinayeti
vakaları yahut boşanma artmıştır. Bir çok kadın bu risklere girmek yerine
tecavüzü bildirmez kabullenir İslam coğrafyasında. Diyelim ki bir kadın
tecavüzü ispatladı, ne olur ve nasıl bir sonuç çıkar İslam’da? Kadın İslama
göre zina yapmış olur ve recm (ölüm) ile cezalandırılır. Bu gerçekler
doğrultusunda hangi kadın (istisnalar hariç) tecavüze uğradığını yetkili
mercilere bildirebilir? Tecavüze uğramış bir kadın İslam’da uğradığı haksızlık
için adalet bulamıyorsa ne yapar? Susar ve asla konuşmaz, konuşursa zina yapmış
olur ve recm (ölüm) ile cezalandırılır (bu yüzden İslam coğrafyasında tecavüze
uğrayanların büyük çoğunluğu evli kadınlardır). Çünkü İslam’a göre tecavüz (mağdur
kadınında suçlu olarak görüldüğü) zinadır. Bir tecavüz şekli İslam'da ne zinaya
nede bir başka suça girer, kadının kocası tarafından tecavüze uğramasının İslam
şeriatında ne tanımı nede her hangi bir cezası vardır. İslam şeriatı ensest
gibi bir kaç istisnai durum dışında özellikle aile içi şiddet konusunda kadını
koruyucu hususlara pek sahip değildir, örneğin ensest (yaradılıştaki Adem'e ve
tufandan sonra Nuh'a verilen ayrıcalık dışında) yasaktır, buna rağmen ilerde
detaylı anlatılacağı gibi İslam'da ergen kavramı olmadığı için, evlilik yasağı
bulunmayan koruma altındaki, küçük yaştaki ve akıl hastalığı olanlar gibi çocuk
ve ergen genç kızlar çok sık ensest kurbanı olabilmektedir.
İslam'ın ilk
döneminde Muhammed, gerek yaşamı gerekse kanun niteliğindeki açıklamaları
(hadisler) ile İslam toplumu ve kadın algısını şekillendirmiştir. İlk önce bu
hususta Muhammed'in yaşamından yola çıkarak oluşturulan İslam şeriatındaki
kadın haklarını incelemekte fayda vardır. O dönemde özellikle zenginlerin ve
yüksek mevkideki yöneticilerin çok kadınla evlilik ve harem kurma yöntemini
benimseyen Muhammed (37), cariyeleri ile birlikte sayıları 25 civarında olan (tüm
yaşamında evlenip
ayrıldığı, mehirsiz evlendiği ve cariyeleri olmak üzere toplam 57 kadın ismi
geçmektedir ve bir kaç tanesi cinsel ilişkiye giremeden ölmüştür)
haremi içerisindeki kadınlarla olan ilişkileri neticesinde arkasında zengin bir
İslami cinsel öğüt ve evlilik içi davranış bilgileri (daha doğrusu kanunları)
bırakmıştır. Bu haremi oluşturmada gittikçe artan gücü nedeniyle yaptığı bazı
evlilikler (38) dışında lider karizmasına kapılan yada yağmalar ve savaşlar
sonucu birden ortaya çıkan muazzam ganimetten pay alabileceğini uman kadınlarda
kendilerini sunarak yardımcı olmuşlardır (39). Bunun dışında Muhammed'in 25
yaşında iç güveysi olarak (genel inanışa göre) 40 yaşındaki (İbn-i Sad'ın
siyerinde 27-28 yaşında olduğu rivayet edilmiştir) Hatice ile yaptığı yaklaşık
25 yıl süren tek eşli evliliğin bitmesinden sonra ortaya çıkan kadın
düşkünlüğünden (40) faydalanmak isteyen bazı kadınlarda durumdan
yararlanmışlardır. Ayrıca evlatlığının karısı gibi güzel bulduğu bazı
kadınlarıda bir şekilde haremine dahil etmiştir (41). Bütün bu kadınların
dışında kendisini red etme cesareti ve gücü bulunan kadınlarda olmuştur (42).
Muhammed'in eşlerinden
elbette Ayşe gibi İslam tarihini ve şeriatını alanen derin şekilde etkileyen ve
belirleyen başkası yoktur, diğer eşlerinden bazıları 4 halife iktidarı
döneminde ve kısmen Emevi hanedanlığı döneminde ki hadis yazımlarında küçük
oranlardaki katkıları ile tanınmışlardır, halbuki Ayşe İslam tarihinde bir çok
kanunun ortaya çıkmasına sebep olduğu gibi, özellikle Muhammed sonrası İslam'ın
felsefi ve hukuki oluşum sürecinde ilk başlarda aktif, sonrasında katıldığı savaşlardan
yenik çıkarak çekildiği köşesinde, yeğeni Urve vasıtası ile dolaylı yoldan
İslamı şekillendirmiştir (43). Örneğin Ayşe'nin daha çocukken yapılmasına
bilmeden sebep olduğu çok önemli İslami kanunlardan birisi evlenme yaşının
çocukları kapsayacak şekilde içine alan maddesidir (44). Gerçi günümüzde belli
bir küçük grup tarafından Ayşe'nin evlilik yaşının 17-18 olduğu tezi iddia
edilmektedir (45). İnsanlık tarihinde uzun bir süre yaşam ortalamasının çok
düşük olması neticesinde üreme özelliği kazanan bireyin, kendisine eş bularak
çocuk sahibi olması normal karşılanmıştır, Muhammed'in döneminde de bölgedeki
tüm kabilelere ve dinlere mensup İnsanlar bu geleneği devam ettirerek, üreme
özelliği kazanan (hayz, adet gören) çocuğun artık bir yetişkin olduğunu kabul
etmişlerdir (46). O dönemde Arap yarımadasında çok yaygın görülen küçük kız
çocukları ile evlenmenin gene o dönemde yaşayanlar açısından bir yanlış tarafı
yoktur, bu nedenle Muhammed'i (yada arkadaşları Ömer, Osman, Ali ve
diğerlerini) dönemindeki geleneklere göre küçük bir kız çocuğu ile evlendi diye
yargılamak yanlıştır. Muhammed'in kız çocukları ile evlenmeyi (tüm zamanlarda normal
kılan) ilahi bir kanun olarak sonsuza kadar İslam toplumuna bırakması esas
tenkid edilmesi ve yargılanması gereken şeydir (47).
Tüm
bu yaşananların gölgesinde Muhammed yeni Müslüman kadın profilini sık sık
fırsat bulduğu her yerde ve zeminde açıklar ve tanımlar (48). Muhammed'e göre
yeni toplumda kadın yarım akıllı ve eksik imanlı olarak Müslüman erkek için
büyük tehtid oluşturmaktadır. Yarım akıllı olmasının kanıtı tanrının kadına yarım
hisse miras hakkı tanımasıdır (49). Eksik imanlı olmasının kanıtıda adet (hayz)
dönemlerinde ibadet yapmalarının yasak olmasıdır (50). Tanrı tarafından yönetim
erkeğe verildiği içindir ki kadın tüm nefsi ve iradesi ile erkeğe tabi olarak, aynı
zamanda erkeği koşulsuz memnun ederek kendini kurtarabilir (51). Elbette
Muhammed'in söylemi ve yaptırımları erkeklerin lehinedir (52). Bütün bu kurgulamadan
sonra, ilk dönem Müslüman kadınlar içinde tepki ortaya çıkmış ve söz konusu
muhalefet Muhammed’in açıklamaları ve ilahi kanunlarla bastırılmıştır.
Kadınların ve özellikle Medine’li ve Bedevi kadınların bazı hak kayıplarına
uğramaları, kendilerine yönelik baskıcı uygulamaların ortaya çıkması sonucunda
o dönemde kadınlar, İslam tanrısını (Muhammed'e şikayet ederek) erkekleri
kayırmakla ve sadece erkeklere hitap etmekle itham etmiştir (53), sonrasında buna
paralel olarak bazı ayetler aracılığıyla kadınların muhalefeti kırılmışsa da
pratikte kurgusal hataların özellikle kadınları mağdur ettiği gerçeği
Muhammed’in olayı tanrısal bir yaradılış ve kader olarak tanımlaması ile
dönemsel olarak kapatılabilmiştir.
Toplumdaki bu
hoşnutsuzluk ve kaynaşmanın benzeri Muhammedin hareminde de başlar ve toplumu
rahatsız edecek boyuta ulaşır, Muhammedin eşleri kendilerini büyük bir fatih kralın
ve aynı zamanda bir peygamberin eşi olarak görmekte, belli bir kısmı elde edilen
ganimetlerden nemalanmayı arzu etmektedir. Birde bu isteklerin üzerine
haremdeki kadınlar arası rekabet ve kıskançlık girince (54), Medinedeki caminin
bitişiğinde bulunan haremden kavga ve huzursuzluk sesleri topluma ulaşmakta
gecikmez. Ebu Bekir ve Ömer başta olmak üzere aristokrasi durumu kontrol altına
alması ve düzeltemesi için Muhammede telkin ve baskıya başlar, hatta akrabalık
vesilesi ile Ebu Bekir ve Ömer müdahalede de bulunurlar, bu karmaşanın üzerine tanrı
devreye girer ve ilahi kanunlarla skandalı bastırır (55). Bütün bu sorunların
ortasında birde Ömer'in başını çektiği etkili bir azınlık Muhammede kadınların
örtünmesi yönünde baskı yapmaya başlar, sonuçta Ayşe'nin sebep olduğu
skandaldan önceki bir zamanda (gelmiş geçmiş ve gelecekteki) bütün Müslüman kadınların
örtünmesine yönelik bir ilahi emir ortaya çıkar (56). Bu dönemde Muhammed'te
Müslüman topluma evlenmeleri ve çoğalmaları yönünde telkinlerde bulunarak yeni
toplumun şekillenmesine farklı bir yönden müdehalede bulunur (57). Toplumdaki
bu yeni oluşum beraberinde yeni kanun taleplerinide getirir ve böylece İslam
aile hukukununda temelleri atılır (58). Müslüman toplumdaki yeni ahlak algısına
paralel olarak, İslam öncesi Arap yarımadasında serbest olan gay'lik ve
özelinde lezbiyenlik özellikle İslam sonrası oluşan algıda kanunen yasaklanır (59). Tüm bu evlenmeler ve
üreme çılgınlığı çiftler arasında boşanmalarıda beraberinde getirir, ortaya
çıkan kanunlar büyük oranda ve neredeyse tamamen erkeğin lehinedir (60). Muhammed'in
yaşadığı ve İslami kanunları koyup uyguladığı dönemde kadın algısı ve hakları
özetle yaklaşık olarak bu şekildedir.
Son olarak
Muhammed'ten sonra ortaya çıkan, yeni feth edilmiş toprakların ve orada yaşayan
toplumların idare edilmesi ve dine yeni giren kitlelerin ikna edilmesi başta
olmak üzere, o dönemde var olan iktidar savaşları ana etken olarak,
Muhammed'ten sonra bu merkezde din algısı yeniden yapılandırılmıştır. Bu
süreçte geriye dönük olarak özellikle Muhammed ve onun sahabe denilen
arkadaşlarının hayatlarına ve bu sahabelerin aktardıkları sözlü tarihe dayalı
olduğu öne sürülen bir dinsel metinler ve kurallar topluluğu ortaya
konulmuştur. Hadis ve İslam tarihi'nin yazım sürecinde, ihtiyaca dayalı bir çok
hadis fakir ve şartları değerlendirmek isteyen fırsatçılar tarafından
uydurulmuştur. Söz konusu yazım sürecinde (Muhammed'ten yaklaşık iki yüzyıl
sonra ortaya hadislerin güvenilirliği sorunu çıkınca) geriye dönük ravi
(aktaran) icadı ve bunların hadislere ilave edilmesi uygulaması olmuştur.
Özellikle
Emevi iktidarında eski Arap geleneklerine yönelik bir uygulamanın yerleştiğini
görmekteyiz, zengin kadınlar ve egemenlerin ailelerindeki kadınlar bir yana
kadın, gittikçe eve hapsedilen ve baskı altında tutulan bir meta olarak
görülür. Abbasi iktidarında kadınlar yönetimde de etkin olsalarda bu sınırlı
bir sınıf için geçerlidir. Gerek Emevi, gerekse Abbasi döneminde özellikle
cariye (köle kadın) sınıfının zevk ve eğlence için kullanılması, fuhuş ve içki
amaçlı evlerin sıradan İnsanların bile gidebileceği şekilde yaygınlaşması
sonucunda kadın kanunen olmasada belli alanlarda şeklen ve fiilen erkekle
benzer haklara kavuşmuştur. Bu süreç ilerleyen dönemde özellikle 10 ve 11.
yüzyıl sonrasında, İslam'a son şeklini veren din adamlarının tepkisini çekmiş
ve mevcut kanunlar dahada sıkı hale getirilerek sonuçta kadın eve hapsedilmesi
gereken bir meta olarak yorumlanmıştır.
Her ne kadar
İslam açık bir şekilde erkek ile kadın arasında bir uzlaşma sağlıyor görünsede,
hatta kadının haklarını koruyor gibi algılansada (61), sonuçta ve özellikle
uygulamada erkeğe verilen hakların binde biri kadına verilmez. Erkeğin ortak
yaşamda adaleti sağlamak adına bir yükümlülüğü olmakla birlikte kadın
nedeniylede zaten adaleti sağlayamaz ve bu nedenle doğan sonuçtanda o sorumlu
değildir (62). Bu karşılıklı ilişkide erkek her zaman kadın üzerinde oterite
sahibi ve egemendir (63). Kadın aşağılandığı bu tek taraflı ilişkiden dolayı
erkeğe minnettar olmak zorundadır (64). Erkek tüm bu şartlar altında kadını eve
hapsederek aslında ona iyilik yapmış olur (65). Neticede kadın uğursuz, habis
yani kötü huylu bir varlık olarak (66), erkeğin lütfu neticesinde evde oturup
erkeğe itaat ederek kurtuluşa erecektir. İslami tarihsel anlatımlarda Muhammed
ve yaşamı ideal İnsan (erkek) olarak sunulur. Muhammedin yaşamındaki
kıskançlıklar aslında Muhammedin oluşturduğu şartların sonucu değilde bizzat
çevresindeki akılsız ve kıskanç kadınların sonucudur (67). Kadınların kıskanç
olması aslında erkekler için bir zulümdür ve katlanılması gereken bir durumda
değildir (68). Muhammed için bütün bunlardan istisna olabilecek tek kadın ise
kendi kızı Fatmadır, onun kıskanç ve kendisini üst sınıftan görmesinin
getirdiği kibirle kocasına bir başka kadınla evlenmesini yasaklaması Muhammed
için ilahi bir emirdir (69). İslamda ki sınıflı toplumda ikinci sınıf vatandaş
olarak (70) bir çok haktan yoksun yaşayan kadınlardan dahada mağdur durumda
olan ise köle kadınlar yani cariyeler sınıfıdır (71). Bütün bu cazip yaşama
rağmen hala Müslüman olmayan erkekleri cezbetmek ve Müslüman olan erkeklere
ekstra kıyak geçmek için tanrı erkeği öldükten sonrada ödüllendirir (72).
Bütün bu
şerri kanun ve tarihsel İslami anlatıma rağmen günümüzde özellikle Türkiye,
Lübnan, Mısır başta olmak üzere bir çok Müslüman nüfus barındıran yada İslami
sistemle yönetilen ülkede küçük bir zümre, kadın ve kadın hakları konusunda
(modern Dünyanın seviyesinde olmasada) iyileştirmeler yapmak istemektedir. Bu
protestan Müslümanlar, Kuran'da yazan ayetlerdeki kanunların bir kısmını
zorlayarak yorumlamakta yada görmezden gelerek daha çağdaş ve kadına bir takım
özgürlükler vaad eden yaklaşımlarda bulunmaktadır. İslam'ın yeniden ve aslından
farklı bir şekilde yorumlanmış bu halinde bile açık (ahkam) ayetler için bir
çare bulunamamakta ve kadın hakları büyük oranda engelenmektedir. En çok
karşılaştıkları zorluklardan birisi ise, Kuran'da kadından bizzat kendi
yaşadığı durum için bile 3. şahıs olarak bahsedilmesi ve "Ey
müminler,adet geçiren eşlerinize yanaşmayın" ayetinde olduğu gibi kadın
yerine erkeğin muhatap alınmasını inançlarının temeline yerleştirmek zorunda
kalmalarıdır. Bu protestan zümre ve İslam'ı modern çağa uydurma gayretindeki diğer
kitleler tarafından Nisa Suresinin varlığı, sıkça yanlış bir şekilde ifade
edildiği gibi kadına tahsis edildiği veya kadından söz ettiği şeklinde ifade
edilir. Nasıl ki Bakara (İnek) suresi ineklere hitap
etmiyorsa Nisa (kadın) sureside aynı şekilde kadınlara hitap etmez. Gene aynı
şekilde bu kesim genel olarak Kuran'ın bütününde erkeğe hitap edilmesine
karşın, Ahzap Suresinin 35. ayeti üzerinden genel söylem ile (73) her şeyi (diğer
ayet ve hadisleri) yok sayarak ve konuyu tek bir ayete indirgeyerek bunun
üzerinden kadına eşit statü sağlamaya çalışır.
Sonuç olarak İslam toplumunda (özellikle
Türkiye, Lübnan, Mısır başta olmak üzere bazı ülkelerde) ortodoks İslam'dan
uzaklaşmış ve laik seküler bir ortamda yaşayan ve İslami bir çok ritüel ve
kanuna uymasalarda kendilerini Müslüman olarak gören bir zümre dışında genel
çoğunluk hala Muhammed ve sonrasında oluşturulmuş olan ve 1400 yıldır aynen
uygulanan kanunlara tabi yaşamaktadır. Reformist bazı yaklaşım ve akımlar bu
toplum içinde hala cılız bir ses olarak kalmakta, özellikle ortodoks İslam din
adamları bu kitleyi zaman zaman bidat (Olmayan bir şeyi İslam'a sokmak) yada
dinden sapmakla itham etmektedir. Çok küçük bir azınlık oluşturan ve hadis ile
tarihsel dökümanları red ederek sadece Kuran'ı dinsel inanç ve hayatlarının
temeli sayan bir kitle ise, bu yorumdan hareketle kadın hakları konusunda nispi
bir iyileştirme yapmaya çalışmaktadır. Günümüzde İslam toplumunda kadın algısı
ve kadın hakları İslami dinsel kanunlarla (şeriatla) belirlendiği içindir ki
hala tıpkı Muhammed'in döneminde olduğu gibi modern Dünya'dan oldukça geride
durmaktadır. Kadın toplumdan ve üretimden uzak tutularak eve hapsedilmekte,
mümkün mertebe okuma ve yazma öğretilmeden, bir an önce çocukluktan çıkıp kadın
olarak algılandığı 10-13 yaş arasında evlendilmektedir. Muhammed'in öğretisinde
sık sık tekrarladığı gibi kadın günümüzde de İslam toplumunda ''aldatıcı,
baştan çıkarıcı, yalancı, şehvet kaynağı, düzenbaz, dedikoducu, hilekar,
tuzaklar kuran, eksik akıllı, nifak ve fitne yayıcı, nankör, uğursuz, (erkeğe
yani eşine) isyankar'' olarak görülmekte ve onu döverek hizaya getirmek,
değişik yaptırımlarla belli bir alanda yaşamaya zorlamak ve söz konusu
kanunların dışındaki her türlü hak ve taleplerini red ederek İslam ahlakına
uygun olarak yaşamasını saplamak her Müslüman erkeğin görevi kabul
edilmektedir.
Notlar:
1- “Allah, bir çocuk
edindi” dediler.'' (Yunus Suresi, 68. Ayet), ''Rabbiniz erkek çocukları size
seçip ayırdı da kendisine meleklerden kız çocukları mı edindi? Gerçekten çok
büyük bir söz söylüyorsunuz.'' (İsra Suresi, 40. Ayet), '' Ey inkarcılar! Şimdi
Lat, Uzza ve bundan başka üçüncüleri olan Menat'ın ne olduğunu söyler misiniz?
Demek erkekler sizin, dişiler Allah'ın mı? O zaman bu, insafsızca bir taksim!''
(Necm Suresi, 19-22. Ayetler) İslamiyet, diğer dinlerinde yaptığı gibi
kendisinden önceki inanç, adet ve tanrı ile tanrıçalar başta olmak üzere cin,
peri vb. bir çok doğa üstü varlık inançlarını ''Allah'ın yarattığı melekler''
olarak bünyesine almış ve kutsallığın devamını sağlamıştır. Bu nedenle İslam
öncesi her birinin ayrı Kabe'si ve kutsal alanı olan, Muhammed öncesi son
yüzelli yılda bağımsız olmaktan çıkarak birbirleri ile akraba kabul edilen
tanrıçalar olan, her biri ayrı ayrı kabilelerin esas taptıkları tanrıçalar olan
bu 3 tanrıçanın, İslam din adamları ve misyonerlerinin söylemleri neticesinde,
İslam öncesi Araplar meleklere tapardı şeklinde yanlış söylem ve algısına yol
açması sonucunda melek olarak bilinmeleri ile ve bunun neticesinde İlhan Arsel
gibi bilim insanları başta olmak üzere, belli bir çevre bu kavram ve gerçeği
yanlış tanımlamaya devam etmişlerdir.
2- ''Eğer, velisi
olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekle onlara haksızlık yapmaktan
korkarsanız onlarla değil, hoşunuza giden başka kadınlarla iki, üç ve dörde
kadar evlenebilirsiniz; şayet, aralarında adaletsizlik yapmaktan korkarsanız
bir tane almalısınız veya sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinmelisiniz. ...''
(Nisa Suresi 3. Ayet)
3- ''Eğer, velisi
olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekle onlara haksızlık yapmaktan
korkarsanız onlarla değil, hoşunuza giden başka kadınlarla iki, üç ve dörde
kadar evlenebilirsiniz; şayet, aralarında adaletsizlik yapmaktan korkarsanız
bir tane almalısınız veya sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinmelisiniz. Doğru
yoldan sapmamanız için en uygunu budur.'' (Nisa Suresi 3. Ayet), ''Bir de
senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki: «Onlar hakkında fetvayı size
Allah veriyor; Yazılmış hakları olan mirası kendilerine vermediğiniz ve
nikahlamayı istemediğiniz öksüz kızlar, mağdur çocuklar ve yetimlere adil
davranmanız hakkında kitapta yüzünüze karşı okunup duran ayetler var!» ...'' (Nisa
Suresi 127. Ayet), ''Evlenme çağına gelinceye kadar yetimleri gözetip deneyin.
Onların akılca olgunlaştıklarını görürseniz, mallarını kendilerine teslim edin.
«Büyüyecekler de mallarına sahip olacaklar» endişesiyle onları israf ederek,
tez elden yemeyin. Zengin olan, onların malını yemekten çekinsin. Fakir olan
ise, meşru surette yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, bunu şahitler
karşısında yapın. ...'' (Nisa Suresi 6. Ayet), ''(Mirastan payı olmayan)
yakınlar, yetimler ve yoksullar miras taksiminde hazır bulunursa bundan, onları
da rızıklandırın ve onlara güzel söz söyleyin.'' (Nisa Suresi 8. Ayet), şeklinde
hükümlerle İslam her ne kadar miras alma vb. hakları koruma altına almışsada tüm
yetki ve insaf veli olan erkeğe bırakılmıştır.
4- ''Oruç gecesinde
kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz
de onlar için birer elbisesiniz.'' (Bakara Suresi, 187. Ayet)
5- ''Böylece, putlara
hizmet edenler, puta tapanların çoğunu helake sürüklemek, dinlerini karma
karışık etmek için çocuklarını öldürmelerini onlara iyi göstermişlerdir. Allah
dileseydi bunu yapamazlardı.'' (Enam Suresi, 137. Ayet)
6- ''Resulullah:
"Velisiz nikah yoktur!" dedi.''
7
"Valiler, halkı idare ettikleri
gibi onlar da (erkekler de) kadınları öyle idare ederler'' (Nisa Suresi, 34. Ayet Fahrettin Razi tefsiri),
"Allah'ın bazılarını bazılarından
üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler
kadınların yöneticisi ve koruyucusudur." (Nisa Suresi, 34. Ayet), ''Resulullah
buyurdular ki: ‘Eğer bir kimsenin bir başkasına secde etmesini emretseydim, kadına, kocasına secde etmesini
emrederdim ve bir erkek karısına kırmızı bir dağdan siyah bir dağa, siyah bir
dağdan kırmızı bir dağa taş taşımayı emretseydi, uygun olan, kadının bu emri
yerine getirmesidir.''
8- ''Hz. Aişe buyurmuştur ki:
"Havle Bintu Hakim (ra), Resulullah (sav)`a kendisi gelip evlenme teklif edenlerdendir." Aişe (ra)
devamla dedi ki: "Ben (kıskançlığın şevkiyle): "Kadın kısmı bir
erkeğe evlenme teklifi yapmaktan
sıkılmaz mı?" (diyerek bu şekilde Hz. Peygamber (sav)`a teklifte
bulunanları kınardım). Ne zaman ki: "Onlardan kimi dilersen (nevbetinden)
geri bırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin. (Nevbetinden) geri
bıraktıklarından kimi istersen (nezdine almak)da da sana güçlük yoktur..."
(Ahzab Suresi, 51. Ayet) mealindeki ayet nazil oldu, (kendimi tutamayarak):
"Ey Allah`ın Resulü, görüyorum ki, Rabbin seni memnun kılmada
gecikmiyor" dedim.'', Arapça'sı ''Ma era rabbeke illa yüsariu hevake''
olan hitabın Türkçe'ye ''Vallahi Rabbinin, senin arzunu hemen yerine getirdiğini
görüyorum." şeklinde yada yukardaki gibi tercümesi yapılsada ''Heva''
sözcüğü doğru çevrilmediği için ikiside yanlıştır, doğrusu ''Vallahi Rabbinin,
senin cinsel isteklerini hemen yerine getirdiğini görüyorum." şeklindedir.
9- ''İnsanlara
(erkeklere), kadınlardan, oğullardan, kantarlarca altın ve gümüşten, alametli
atlardan, hayvanlardan, ekinlerden (ileri gelen) şehvetler sevgisi tezyin
edilmiştir. Bu, dünya hayatının menfaatidir. Halbuki güzel, dönüp gidilecek
yer, Allah Teala'nın nezdindedir.'' (Ali İmran Suresi, 14. Ayet), ''Resulullah
(sav) buyurdular ki: <Dünya bir maldır. Dünya malının en hayırlısı saliha
kadındır.>"
10-
''Resulullah buyurdular ki: Eğer ben peygamber olarak gönderilmeseydim, Ömer
peygamber olarak gönderilirdi'', ''Ömer’den
şöyle nakledilmiştir: Ben dedim ki: Ey Allah’ın Resulü! İnsanlar iyisiyle
kötüsüyle sizin eşlerinizle karşılaşıyorlar. Onlara örtünmelerini
emretmelisiniz. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “Ey Peygamber! Eşlerine,
kızlarına ve müminlerin kadınlarına, çarşaflarını üzerlerine almalarını söyle.
Bu, onların tanınması ve incitilmemesi için daha uygundur. Allah, sürekli
bağışlayandır ve merhamet edendir.”, ''Ömer’den
şöyle nakledilmiştir: Peygamberin eşleri -kıskançlık ve birbirleriyle
tartışmaları sonucu- Allah Resulü’ne karşı baş kaldırdılar. Ben onlara dedim
ki, “Allah Resulü sizi boşayacak olursa, Allah’ın ona sizlerden daha iyi eşler
nasip edeceğini umuyorum.” Bunun üzerine buna uygun olarak şu ayet nazil oldu: “Eğer o sizi boşarsa, Rabbi ona sizin yerinize sizden daha iyi, Müslüman,
mümin, itaat eden, tövbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bakire eşler
verebilir”
11-
''Kadınlarınız sizin tarlalarınızdır. Artık
tarlalarınıza istediğiniz gibi varın.'' (Bakara Suresi, 223. Ayet)
12-
''Resulullah buyurdular ki: "Şurası muhakkak ki kadın, şeytan suretinde
gelir, şeytan suretinde gider. Biriniz bir kadında hoşuna giden bir husus
görürse, hemen hanımına gelsin; zira bu, nefsinde uyananı giderir.", ''Resulullah
(sav) buyurdular ki: Benden sonra erkekler için kadınlardan daha zararlı bir
fitne bırakmadım.''
13-
''Resulullah buyurdular ki: ''Uğursuzluk üç şeyde vardır, kadında, evde ve
atta'', ''Resulullah buyurdular ki: ''Namazı bozan şeyler, domuz, eşek, köpek
ve kadındır''
14-
''Gaylan bin Umeyye es-Sakaii müslüman olduğunda on hanımı; Haris bin Kays'mın
da sekiz hanımı vardı. Hazreti Peygamber bunlara, "Bunlardan dört tanesini seçin ve
diğerlerinden ayrılın!" diye emretmiştir. İki kızkardeş nikahında
olduğu halde müslüman olan olan Firuz'a da "Onlardan dilediğin birini boşa!"
buyurmuştur'', ''Hz. Enes (ra) der ki: Zeyneb`in iddeti
tamamlanınca, Resulullah (sav), Zeyd (ra)`e (Zeyneb'in kocası olan evlatlığı):
"Git onu bana (kendinden) iste" dedi. Zeyd gitti, Zeyneb`e geldiği
zaman hamurunu yoğuruyordu. Zeyd der ki: "Onu gördüğüm zaman içimde bir
zorluk hissettim, ona bakamaz hale geldim. Sırtımı ona çevirerek, geri geri
yaklaştım ve: "Ey Zeyneb! Beni Resulullah (sav) gönderdi. Seni
istiyor" dedim. Zeyneb: "(Ben (istihare yoluyla) Rabbimle istişare
etmeden bir şey yapacak durumda değilim!" dedi ve kalkıp mescide gitti.
Derken Resulullah`a vahiy geldi. Aleyhissalatu vesselam kalkıp izin almadan
Zeyneb`in evine girdi. Zeyd der ki: Gündüzün ilerlemesiyle Resulullah (sav)`ın
bize ekmek ve et yedirdiğini gördük. Yemekten sonra halk çıkmış, bazı kimseler
evde kalmış sohbet ediyordu. Resulullah (sav) da çıktı, peşinden ben de çıktım.
Hanımlarının hücrelerine birer birer uğrayıp selam vermeye başladı. Onlar:
"Ey Allah`ın Resulü (yeni) hanımını nasıl buldun?" diyorlardı.'', ''Ey
peygamber! Biz bilhassa sana şunları helal kıldık: Mehirlerini vermiş olduğun
eşlerini, Allah'ın sana ganimet olarak ihsan buyurduklarından sahip olduğun
cariyeleri, amcalarının kızlarından, halalarının kızlarından, dayılarının
kızlarından, teyzelerinin kızlarından seninle beraber hicret etmiş olanları,
bir de mümin bir kadın kendini peygambere hibe ederse, peygamber nikah etmek
istediği takdirde, onu başka müminlere değil de sadece sana mahsus olmak üzere
helal kıldık. Onlara eşleri ve cariyeleri hakkında neyi farz kıldığımızı
biliyoruz. Bunlar sana hiçbir darlık olmaması içindir. ...'' (Ahzab suresi 50.
Ayet), Muhammed, kendisi hariç erkeklerin nikahlı eş sayısını 4'le sınırlayarak
ve kendi haremine istediği kadar ve istediği kadını alarak mevcut iktidarını ve
egemenliğini topluma bu yolla gösterebilmiştir. Özellikle Yahudiler'le ve
onlara saygı duyan yada örnek alan kabileler'le süren soğuk ve sıcak
savaşlarda, tıpkı kendisinden önceki Yahudi kral / peygamberler gibi bir harem
kurarak, egemenliğinin göstergesi ve gücünün simgesi olarak bu yeni
düzenlemeden faydalanmıştır.
15-
''Anlatıldığına göre, bu meseleden (nikahta koşulan şarta uyma meselesinden)
sorulmuştur da şu cevabı vermiştir: "Allah Teala hazretlerinin şartı
kadının koştuğu şarttan da, onun şartını kabul edenden de önce gelir."
16-
''Ey inananlar! And olsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar
ve Allah'ı çok anan kimseler için Resulullah (Allah'ın Elçisi) en güzel
örnektir.'' (Ahzap Suresi, 21. Ayet)
17-
“Allah katında İsa’nın(a.s) durumu Adem’in (a.s) durumu gibidir. Allah Adem’i
topraktan var etti; sonra ona ‘ol’ dedi, O da oluverdi.” (Ali İmran Suresi, 59.
Ayet)
18-
“… Doğrusu Biz onları, cıvık-yapışkan bir çamurdan yarattık.” (Saffat
Suresi, 11. Ayet), “Sizi bir çamurdan yaratan, sonra bir ecel belirleyen O’
dur. (Enam Suresi, 2. Ayet), ''O, insanı pişmiş çamur gibi kuru balçıktan yaratmıştır.'' (Rahmân Suresi
- 6. Ayet), ''Andolsun ki, insanı kuru balçıktan, işlenebilen kara topraktan yarattık,''
(Hicr Suresi - 26. Ayet), ''Andile söylerim ki biz Adem'i çamurdan süzülmüş sudan
yarattık'' (Mü'minûn Suresi - 12. Ayet), ''İnsan (henüz) anılır bir şey
değilken (yaratılmamışken) üzerinden uzunca bir zaman geçti.'' (İnsan Suresi,
1. Ayet) ve ''Ona
(Adem'e) ruhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın.'' (Hicr Suresi - 29.Ayet)
ile İnsan yani erkek (Adem; Sümer dilindeki adamu (babam), Asur-Babil dilindeki adamu
(yapılmış, meydana getirilmiş, ortaya konmuş, çocuk, genç) veya Sabii dilindeki
adam (kul) kelimesinden geldiği öne sürülen ortak ata) yaratılır, bu betimlemeler
Tevrat'ta geçen yaradılış efsanesinin İslam'daki yansımasıdır. Tevrat'ta yer
alan yaradılış efsanesinin ilk hali Sümer mitolojisinde, ''Ninmah ve Nammu"
adlı tanrılar derin suların üzerindeki "balçığı" kararak şekil
bakımından tanrılara benzeyen, ancak onların ölümsüzlük yeteneklerine sahip
olmayan İnsanı yaratır ve ona hayat (ruh) üfler.'' şeklinde betimlenir.
19-
''Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan...'' (Nisa Suresi, 1.
Ayet),
“Resulullah buyurdular ki: Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum,
vasiyetimi tutunuz zira kadınlar (erkeğin) kaburga kemiğinden yaratılmışlardır...”
20- ''Erkekler, kadınlar üzerinde hakim dururlar, çünkü bir kere Allah
birini (erkeği) diğerinden (kadından) üstün yaratmış ve bir de erkekler
mallarından harcamaktadırlar. Bunun için iyi kadınlar, itaatkardırlar. Allah'ın
korumasını emrettiği şeyleri, kocalarının yokluğunda da korurlar. Serkeşlik
etmelerinden endişe ettiğiniz kadınlara gelince; önce kendilerine nasihat edin,
sonra yataklarında yalnız bırakın, yine dinlemezlerse dövün. İtaat ettikleri
halde onları incitmek için bahane aramayın. ...'' (Nisa Suresi 34. Ayet), "Valiler, halkı idare ettikleri gibi
onlar da (erkekler de) kadınları öyle idare ederler" (Nisa Suresi, 34. Ayet Fahrettin Razi tefsiri)
21- ''Kadın, kıyamet gününde evvela namazından,
sonra da kocasına itaat edip etmediğinden sorulacaktır.'', "Kadınların hayırlısı o kadındır ki, baktığın zaman seni
sevindirir, emredersen itaat eder, gıyabında bulunduğun zaman da seni malında
ve nefsinde korur."
22- ''dinlemezlerse
dövün.'' (Nisa Suresi 34. Ayet), ''İbn Abbas (r.a), bu ayetin Muhammed İbn
Seleme'nin kızı ile ensarın ileri gelenlerinden biri olan kocası Sa'd b.
Rebi' hakkında nazil olduğunu söylemiştir. Zira Sa'd ona bir tokat atmış, o da
kocasının yatağını hemen terkederek, kocasının tokadının izi yüzünde olarak Hz.
Peygamber (s.a.s)'e gidip, kocasının kendisini tokatladığını şikayet etmiştir.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s) "Ondan kısas iste" dedi, sonra
da, "sabret, (vahiy) bekliyorum" dedi. İşte bunun üzerine, "Erkekler
kadınlar üzerine hakimdirler..." ayeti nazil olmuştur. Bu, "Erkekler
kadınları terbiye etme ve onlara müdahale etme hususunda hakimdirler"
demektir. Böylece Cenâb-ı Hak erkeği, karısı üzerinde bir reis ve hükmü geçen
birisi kabul etmiştir. Bu ayet nazil olunca Hz. Peygamber (s.a.s), "Biz
birşey istedik, Allah da birşey istedi. Allah'ın istediği daha hayırlıdır"
buyurdu. Böylece Cenab-ı Allah, Hz. Peygamber (s.a.s)'ın söylediği kısas
hükmünü kaldırmış oldu.'', ''Erkeğe karısını niçin dövdüğü sorulmaz.'', ''Kadının
namaz kılmaması ve yıkanmayı (guslü) terk etmesi dövülmesini meşru kılan
sebeplerdendir.'', ''...onları; zarar vermemek şartıyla dövün...'', ''Sizden
biriniz karısını köle döver gibi dövmesin. Sonra aynı günün akşamında beraber yatacaklardır...
(bazı aktarımlarda köle yerine cariye geçer)''
23- ''Hz. Ömer
(r.a)'in, "Ey Kureyşliler, erkeklerimiz kadınlarına hakimdi Medine'ye
geldiğimizde, onların (Medineli'lerin) kadınlarının erkeklerine hakim olduğunu
gördük. Kadınlarımız onların kadınları ile içli-dışlı oldular. Bundan dolayı da
kocalarına karşı serkeşlik edip baş kaldırdılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(s.a.v)'e gelip, "Kadınlar, kocalarına baş kaldırıyorlar" dedim. O
da, kadınları dövmeye müsaade etti. Derken Hz. Peygamber'in hanımlarının
odalarının etrafında, kocalarından şikayet eden birçok kadın görünmeye başladı.
Bunun üzerine Hz.( Peygamber (s.a.s), "Yemin olsun ki bütün gece Muhammed
ailesinin etrafında, herbiri kocasını şikayet eden, yetmiş kadın dönüp dolaştı.
Halbuki sizler, o kadınlarını dövenlerin, hayırlılarınız
olduğunu göremezsiniz" buyurdu.'' Ömerden nakledilen bu olay "Allah'ın
kulları olan kadıncağızları dövmeyin!" hadisinde geçen vakadan sonra
olmuştur, İslam şeriatına göre de kadınları dövme yasağı nesh (kaldırılarak) edilerek
serbest bırakılmıştır.
24- ''Eğer bir kadın
kocasının geçimsizliğinden veya kendisinden yüz çevirmesinden korkarsa, bazı
fedakarlıklarla sulh olup aralarını düzeltmelerinde onlar için bir günah
yoktur. Sulh ise daha hayırlıdır..." (Nisa/128) ayeti hakkında dedi ki:
"Bu ayet, şöyle bir kadın hakkında inmiştir: "Bir erkeğin nikahı
altındadır, ancak erkek onunla beraberliği fazla istememektedir, onu boşayıp
bir başkasıyla evlenmeyi arzulamaktadır. Ona kadın: "Beni boşama, yanında
tut, ama dilersen bir başkasıyla da evlen. Sen bana infak ve gece ayırma
hususunda serbestsin" der." Erkeğe verilen haklar kadına verilmediği
için, kadın anında boşanarak (erkek gibi) istemediği bir kişi ile yaşamaktan
kurtulamamaktadır, daha vahim olansa maddi bağımsızlığı olmayan yada kendisini
koruyacak nitelikte olmayan kadınların barışarak istemedikleri bir erkekle
yaşamaya devam etmesini (tavsiye görünümünde) bizzat ilahi bir emir olarak
tanrının belirtmesidir.
25- ''Kadınlar sizin
yanınızda esirler gibidirler''
26- ''Öksüzlere
mallarını verin ve kötüsünü (onlara vererek) iyisiyle değiştirmeyin. Onların
mallarını, kendi mallarınıza karıştırıp yemeyin. Zira bu, büyük bir günahtır.''
(Nisa Suresi, 2. Ayet), ''Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, muhakkak
ki karınlarını ateşle doldurmuş olurlar ve cehennemi boylarlar.'' (Nisa Suresi,
10. Ayet), ''Ey iman edenler! Kadınlara zorla varis olmanız size helal
değildir.'' (Nisa Suresi, 19. Ayet)
27- ''Ancak erkekler, kadınlara göre
bir derece üstünlüğe sahiptirler.'' (Bakara Suresi, 228. Ayet), Erkeğin kadın
karşısındaki sayısız üstünlüklerinden birisi de, diğer tek tanrılı dinlerden
kadınlarla evlenebilmesidir. Müslüman kadın ise Hıristiyan veya Yahudi erkekle
evlenemez. Aynı kural ''Bir Hıristiyan kadın, bir zımminin nikahı altında iken,
kocasından bir müddet önce Müslüman olsa, artık kocasına haram olur.''
şeklindeki hadisle konuya farklı bir bakış getirir.
28- “Mü’min, Allah’a
takvadan sonra en ziyade saliha bir
zevceden hayır görür. Böylesi bir kadına emretse itaat eder. Ona baksa
sevinç ve neş’e duyar. ...”
29- ''Kadınlar arasında saliha kadın, yüz tane alaca karga arasında
beyaz bir karga gibidir.''
30- ''Allah size, çocuklarınız
hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder.'' (Nisa
Suresi, 11. Ayet)
31- ''Şahitliklerine güvendiğiniz iki
erkeği; eğer iki erkek olmazsa, bir erkek ve iki kadını şahit tutun.'' (Bakara
Suresi, 282. Ayet), Dört mezhep hukukçuları, had (ceza) ve kısas davalarında
sadece erkeklerin şahitliğini geçerli görmüşlerdir. Zahiri mezhebinden İbn Hazm ise zina davası dahil bütün davalarda,
bir erkek yerine iki kadının şahitlikte bulunabileceğini ileri sürmüştür. Zina
suçunun ispatı için (Zahiri'lik haricinde tüm İslam'da) 4 erkek şahit
gerekmektedir, bu suç için kadın şahit kabul edilmemektedir.
32-
"İdarecileri
kadın olan bir topluluk iflah olmaz.", "Kadınları göze çarpar mevkilere oturtmayın, yazıyı da öğretmeyin.
Dikiş öğretin ve Sure-i Nur'u da iyi öğretin."
33- "Allah'ın, kiminizi kiminizden üstün
kılmaya vesile yaptığı şeyleri temenni etmeyin" (Nisa Suresi, 32. Ayet), Kadınların
itirazı üzerine söylenmiştir. Özetle kadınları kaderlerine razı olmaya ve
muhalefet ederek kendi lehlerine kazanımlar elde edecek faaliyetlerden uzak
durmaya razı edebilmek için ilahi emirler devreye sokularak, kadınlar yaşamın
aktif yanından uzak tutulmuştur.
34- ''Kadınların mescitlere gitmesine engel olmayın. Fakat evleri onlar için
daha hayırlıdır.''
35- S.Arabistan basınından; 19 yaşında bir
(bakire) genç kız 6 kişi tarafından zorla bir araca bindilip, mücavir alanda
toplu tecavüz edildikten sonra tekrar aynı araba ile şehre dönerken polis
kontrolüne takılıyor. Yapılan sorgulamada kız tecavüze uğradığını söylüyor, 6
erkek aksi yönde yemin ediyor, kız zina suçundan 200 kırbaç cezası alıyor,
erkekler serbest bırakılıyor. Konunun bir diğer boyutunuda toplu tecavüzler
oluşturuyor, mağdur 4 şahid getiremediği için tecavüzü yani zinayı
ispatlıyamıyor ama saldırgan tecavüzcüler 4 ve üzeri kişi olarak aksi yönde
şahidlik yaptıkları için kurtuluyorlar. Tecavüze ve iftiraya uğrayan evliyse
recm ediliyor, evli değilse zina nedeniyle 100 kırbaç yada değnek cezasının
yanında, birde yalan yemin etmek ve iftira atmaktan dolayı üstüne en az 80
kırbaç yada değnek cezası alıyor.
36- Batman ve diğer Doğu-Güneydoğu Anadolu illerindeki
kadın intiharlarını araştıran “Kadınların Insan Hakları: Uluslararası Standatlar, Kazanımlar, Sorunlar.” adlı BM raporunda,
intiharların bir kısmının "örtülü cinayet" olduğu ve kadının ataerkil
baskı ve zorla evlilik, aile içi şiddet, ensest gibi ağır insan hakları
ihlalleri nedeniyle intihar kararı aldığı iddia edilmektedir.
37- ''Resulullah (sav)`ın yanında
dokuz hanım vardı.'', ''Resulullah (sav), hanımlarına gece ve gündüzleyin aynı
saatlerde ziyarette bulunurdu. Onlar on bir tane idiler. Enes`e: "Buna
takat getirebiliyor muydu?" denmişti. O: "Biz ona otuz kişinin gücü
verildiğini konuşurduk" diye cevap verdi.'', resmi nikahlı karılarının dışında
Muhammed'in sayıları değişmekle birlikte sürekli olarak 11 ila 15 arasında
cariyesi vardı ve bunlarlada cinsel bir ilişki yaşamaktaydı.
38- ''Hz. Aişe buyurmuştur ki: Ben altı yaşında bir kız iken Nebî
salla`llahu aleyhi ve sellem beni akd ve nikah eylemişti.'', Muhammed, en yakın
dost ve müttefikleri olan Ömer, Osman vb. bir kaç kişinin kızları ile
evlenmekle kalmamış, kendi kızlarınıda onlarla evlendirmiştir.
39- ''Ben Hz. Enes (ra)`in yanında idim. Onun yanında bir
kızı vardı. Enes dedi ki: "Resulullah (sav)`a bir kadın gelerek nefsini
ona arzetti ve: "Ey Allah`ın Resulü! Senin bana ihtiyacın var mı?"
dedi. Bunun üzerine Enes`in kızı: "Bu kadının hayası ne kadar az! Ne ayıp,
ne ayıp!" dedi. Enes: "Hayır, o senden daha hayırlı! Resulullah`a
rağbet ve arzu duydu ve nefsini ona arzetti" buyurdu.", ''Anlattığına
göre, "Ümmü Şerik, Aleyhissalatu vesselam`a nefsini hibe
edenlerdendir.", ''Hz. Aişe buyurmuştur ki: "Havle Bintu Hakim (ra),
Resulullah (sav)`a kendisi gelip evlenme
teklif edenlerdendir."
40- ''Ebu Rafi (ra) anlatıyor:
“Resulullah (aleyhissalatu vesselam), birgün bütün hanımlarına uğradı. Her
birisinin yanında ayrı ayrı yıkandı. Kendisine: “Ey Allah’ın Resulü dedim, en
sonunda bir kere yıkansanız olmaz mı?” “(Olmasına olur, ancak) böyle yapmak
daha temiz, daha hoş ve daha paktır!” buyurdular.''
41- ''Hz. Enes (ra) der ki: Zeyneb`in
iddeti tamamlanınca, Resulullah (sav), Zeyd (ra)`e (Zeyneb'in kocası olan
evlatlığı): "Git onu bana (kendinden) iste" dedi. Zeyd gitti,
Zeyneb`e geldiği zaman hamurunu yoğuruyordu. Zeyd der ki: "Onu gördüğüm
zaman içimde bir zorluk hissettim, ona bakamaz hale geldim. Sırtımı ona
çevirerek, geri geri yaklaştım ve: "Ey Zeyneb! Beni Resulullah (sav)
gönderdi. Seni istiyor" dedim. Zeyneb: "(Ben (istihare yoluyla)
Rabbimle istişare etmeden bir şey yapacak durumda değilim!" dedi ve kalkıp
mescide gitti. Derken Resulullah`a vahiy geldi. Aleyhissalatu vesselam kalkıp
izin almadan Zeyneb`in evine girdi. Zeyd der ki: Gündüzün ilerlemesiyle
Resulullah (sav)`ın bize ekmek ve et yedirdiğini gördük. Yemekten sonra halk
çıkmış, bazı kimseler evde kalmış sohbet ediyordu. Resulullah (sav) da çıktı,
peşinden ben de çıktım. Hanımlarının hücrelerine birer birer uğrayıp selam
vermeye başladı. Onlar: "Ey Allah`ın Resulü (yeni) hanımını nasıl
buldun?" diyorlardı.'', ''(Resulüm!) Hani Allah’ın nimet verdiği, senin de
kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah’tan kork! Diyordun.
Allah’ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa
asıl korkmana layık olan Allah’tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu
sana nikahladık ki evlatlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o
kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri
yerine getirilmiştir.'' (Ahzap Suresi, 37. Ayet), Bir başka rivayette Zeynep'i
daha önce istettiği fakat kendisine verilmediği bahsi geçmektedir, neticede
yukarıdaki anlatımın öncesinde Muhammed Zeynep'i çıplak yada yarı çıplak olarak
kazara görünce ona karşı istek duyuyor ve bu olaydan bir kaç ay sonra bu istek
ve arzu dayanılmaz hale gelince evlatlığını ilk önce bir ayetle (ilahi emirle)
akrabalık ilişkisinden ayırıyor, ardından da kendi mevalisi olan Zeyd'e yaptığı
baskılar neticesinde onu karısından boşatarak göz koyduğu Zeynep'le evleniyor.
Dikkat edilecek olursa yukarıdaki anlatımdan da anlaşılacağı gibi gerek eski
evlatlığı, gerekse Zeynep bu olanlardan dolayı büyük bir sıkıntı içerisinde
olmak bir yana istemedikleri bir olaya zorla riayet etmek zorunda kalıyorlar.
Hatta Zeynep rızası olmadan cinsel ilişkiye giriyor ve ardından zaten nikahı
tanrı kıydığı için Muhammed'e kutlama yapmak kalıyor.
42- ''Hz. Aişe buyurmuştur ki: Kilabiyye
isimli kadın evlenip de Rasulullah (s.a.v) ile beraber olacaklarında: “Senden
ALLAH’a sığınırım” dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v): “Sen çok büyük olan
ALLAH’a sığındın. Haydi ailenin yanına dön” buyurdu.'' Medine'ye göçten 8 yıl
sonra Medine yakınlarında yaşayan bir Bedevi kabile'nin Muhammed'in ittifak
yapması ile siyasi birlik sağlayan ve Muhammed tarafından reis atanan Dahhak bin Süfyan adlı (ilerde
Emevi komutanı olarak ünlenen) kişinin ''Fatıma Dahhak bin Süfyan (el-Kilabiyye)'' adlı
kızıdır, görüldüğü gibi o dönemde özellikle
Bedevi'lerde kadınlar bir çok hak dışında medeni cesaretede sahiptiler.
Muhammed'in 12. eşi olarak kayıtlarda görülen Fatıma'nın, Muhammed'in
peygamberliğine inanmadığı gibi onu yaşlı bularak yapılan evliliğe itiraz
ettiği bazı İslami kaynaklarda geçmektedir., ''Peygamberimiz
Aleyhisselam, onlara: "Siz şurada oturunuz!" buyurduktan sonra,
kendisi, kendisi için getirilmiş olan Esma (Ümeyme) Hatunun Şavt´ta
konuklandığı eve gitti. O sırada Esma (Ümeyme) Hatunun dadısı da yanında
bulunuyordu. Peygamberimiz Aleyhisselam Esma Hatunun yanına girdi. Kapıyı
kapattı. Esma Hatuna: "Kendini bana bağışla!" buyurdu. Esma Hatun: "Bir
kraliçe, kendisini, uyruğuna hiç bağışlar mı?" dedi. Peygamberimiz
Aleyhisselam, onu sakinleştirmek için, elini onun üzerine koymak istedi. Esma
Hatun, hoşlanmadığını göstererek: "Senden ALLAH´a sığınırım!" dedi.
Yüzünü elleriyle kapattı. Gömleğini yüzüne çekti. Peygamberimiz Aleyhisselamdan
gizlendi. Peygamberimiz Aleyhisselam: "Demek sen benden ALLAH´a
sığınıyorsun ha!" buyurdu. Esma Hatun sığınma sözünü üç kere tekrarladı.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Sen pek Büyük bir Makama sığındın! Sen pek
Büyük bir Makama sığındın! Sen pek Büyük bir Makama sığındın! ALLAH´a sığınan
emin olur! Git, ev halkına kavuş!" buyurdu. Hemen ondan yüzünü çevirdi.'' Numan
b. Ebi´l-Cevn adlı, Cevn oğulları, Ezd soyundan tanınmış bir kabile olup Kinde
adlı bir kabileler birliğinin (eski krallıktır) üyesi olan kabilenin reisinin,
(Necd
bölgesinde yaşayan ve hala o dönemde) Kral yada prens olarak kabul gören
kişinin kızı olarak Esma, bu siyasi evliliğe razı olmamış ve İslam öncesi dönemde
Arap kadınının bir nedenle kocasından ayrılmak istediğinde: "Senden ayrılmak
için (inandığı) tanrı'ya / tanrıça'ya sığınırım" sözlerini üç kez
tekrarlayarak boşanmıştır. Bu boşanmalar büyük ihtimal talak adlı İslami
boşanma kanunları çıkmadan önce olmuştur. Bu olayın 3 değişik (Buhari, Taberi
ve İbn-i Sa'd) anlatımında genel söylem içerisinde ortak nokta nefsin
bağışlanması olurken ayrılınan noktalar, Esma'nın vucudunda lekelerin olması
nedeniyle Muhammed'in istememesi (kaldıki güzelliği ile nam salmış bir kadındır
kendisi), Muhammed'in eşleri olan Ebu Bekir'in kızı Ayşe ile Ömer'in kızı olan
Hafsa'nın, birlikte zifafa hazırladıkları Esma'yı kandırmalarıdır. Bu olaylar
ayrıca boşanma hakkının erkeğe verilmesinde en önemli sebeplerden birisidir de.
43- Muhammed'ten 2210 hadis
aktardığından bahsedilen Ayşe, aynı zamanda İslam'ın ilk hadis yazıcılarından Urve b. ez-Zubeyr'inde teyzesidir. "Resulullah buyurdular ki: Dininizin yarısını
bu Hümeyra'dan alınız" Hümeyra, Muhammed'in Ayşe'ye takdığı lakaptır, ''Ebu Musa’l-Eş’ari diyorki; Hz. Peygamberin Ashabı, herhangi bir
meselede şüphe etseler ve onu Aişe’ye sorsalar, muhakkak onda buna dair bir
bilgi bulurlardı'', ''Küfe fakihi Mesruk diyorki; Hz. Muhammed’in ileri gelen
Ashabını gördüm, Hz. Aişe’den feraiz soruyorlardı'', "Ata b. Ebi Rebah diyorki;
Hz. Aişe, ashab içinde en çok fıkıh bilen, isabetli rey bakımından en ileri
gelen bir kimse idi."
44-
''Rivayete
göre şöyle demiştir: Ben altı yaşında bir kız iken Nebi (s.a.v) beni akd ve nikah eylemişti. (Üç
sene sonra) biz Medine`ye hicret ettik. Haris İbn-i Hazrec oğullarının
menziline indik. Müteakıben ben, sıtmaya tutuldum. Bu cihetle saçım döküldü.
(Hastalıktan kurtulduktan sonra) saçım gürleşti, uzayıp omuzlarıma döküldü. Bir
kere ben, arkadaşlarımla beraber salıncakta oynarken annem Ümmü Ruman bana
doğru geldi ve beni çağırdı. Ben de annemin yanına geldim. Beni ne edeceğini
bilmiyordum. Annem elimi tuttu. Ta evin kapısı önün (e geldiğimizde ora) da
beni durdurdu. Ben de yorgunluktan kaba kaba soluyordum. Nihayet soluğum biraz
yatıştı. Sonra annem biraz su aldı. Onunla yüzümü, başımı sıvazladı. Sonra beni
eve koydu. Evde Ensar`dan birtakım kadınlar hazır bulunuyordu. Bunlar bana:
Hayır ve bereket üzere geldin, hayırlı kısmet getirdin! diye alkışladılar.
Annem beni bu kadınlara teslim etti. Bunlar da benim kılığımı, kıyafetimi
düzlediler ve Resulullah`a teslim ettiler. Beni hiçbir şey sıkmadı. Ancak Resulullah
(s.a.v)'ı habersiz görünce sıkıldım. (Resulullah
bir sedir üzerine oturmuştu. Yanında Ensar erkeklerinden, kadınlarından
oturanlar vardı. Beni Resulullah yanına oturttu). Ensar kadınları beni Resulullah`a
takdim ettiklerinde ben dokuz yaşında bir kızdım.'', bu Buhari hadisi
haricinde; ''Hz.
Aişe şöyle anlatıyor : Ben arkadaşlarımla beraber bebeklerimle oynardım. O
sırada Peygamber (s.a.v) gelirdi. Onu görünce arkadaşlarım kaçışırlardı. Fakat
Peygamber (s.a.v) onları ben onlarla beraber olmak istediğim için geri getirirdi.
Bazen onlar kaçmaya fırsat bulamadan: “Olduğunuz yerde kalın” derdi. Çocukları
sevdiği ve kızlarıyla oynamaya alışık olduğu için bazen onlara katılıp oyun
oynardı.'', ''Hz. Aişe şöyle diyor: Bir gün ben oyuncaklarımla oynarken
Peygamber (s.a.v) içeri girdi ve : “Ey Aişe bu hangi oyun ?” dedi. Ben
“Süleyman’ın atları” dedim. O da bana güldü. Fakat bazen geldiğinde onları
rahatsız etmemek için cübbesine bürünür beklerdi.'' yukarıda bizzat Ayşe'nin
beyanlarında görüldüğü gibi Muhammed ile evli ve seks hayatı olan Ayşe sık sık
her çocuk gibi arkadaşları ile oyun oynayacak kadar küçüktür evlendiği sırada.
Bunların dışında evlilik akdinin yapıldığı fakat daha karı koca olmadıkları
dönem hakkında; ''Peygamber (s.a.v) beni nikahladığında ben yenleri olmayan
entari giyen küçük bir çocuktum. Fakat o benimle evlenince küçük olduğum halde
Allah bana haya duygusu verdi.'' demiştir. Ayşe'nin (ihaneti olarak bilinen)
İfk olayını anlatan bir hadiste Ayşe'nin cariyesi ''Seni hak olarak gönderene
yemin ederimki, onda ayıplayacağım herhangi bir durum görmedim. Şu kadar varki,
o yaşı küçük bir kız olduğu için evi için yaptığı hamurun başında uyuyakalır ve
besi koyunu gelir hamuru yerdi.'' diye Ayşe'nin küçük bir kız olduğunu teyid
eder, hadisin devamında Ayşe; ''Ben ise, Kuran'dan çok fazla okumayan, yaşı
küçük bir kızdım'' diye beyanda bulunur. Medine'deki Mescitte yapılan bir
gösteriyi kocası Muhammed nezaretinde izleyen Ayşe; ''Oyun ve eğlenceye bu
kadar düşkün olan yaşı küçük bir kız çocuğunun durumunu artık siz takdir edin''
diyerek bir başka rivayetinde çocukluğunu ısrarla belirtir. Bütün bu beyanların
üstüne gene Ayşe, Buhari'de geçen bir hadiste "Ben kendimi bildim bileli İslam’ın içindeyim" diyerek 17-18
yaş iddiasını red etmektedir.
Kendi beyanı olan ve 6 yaşında evlendiğini belirten
hadise dayanarak; İslam din adamları, küçük yaşta bulunan kız çocuğunun babası
tarafından nikahlanabileceği hükmünü çıkarmıştır. Nevevi, bu cevaz (hukuki
beyan) hususunda İslam din adamlarının icma (fikir birliği) ettiğini belirtir.
Hanefilere göre bu caizdir (yasaldır). Ancak kızın buluğa erince seçme hakkı
vardır, dilerse kabul etmeyebilir. Bu hakkını daha önce kullanamaz. Şafii, Maliki
gibi Hicaz din adamları bu seçme hakkını tanımazlar. İmam Şafii, Malik, Ahmed,
Ebu Yusuf gibi bir kısım din adamları buluğa ermeyen küçüğü nikahlama yetkisine
sadece babanın sahip olduğunu, diğer velilerin bu hakka sahip olmadığını
söylerler. Ebu Hanife, Evzai ve diğer bir kısım din adamları velilerin de
evlendirebileceğine hükmetmiştir.
45- Gerçi bazı
hadisler Ayşe'nin yaşının evlendiğinde tarihsel hesaplamalarla 17-18 civarında
olduğunu gösterir gibi olsada, özellikle yirminci yüzyıl başına kadar Ayşe'nin evlilik
yaşı kimseyi rahatsız etmemiştir. Ömer Rıza Doğrul'un yayınladığı ve belli bir
bölümünü bizzat kendisinin yazdığı (özellikle Ayşe'nin yaş iddiasının olduğu
bölüm), Mevlana
Şibli'ye ve öğrencisine ait Asrı Saadet ismi ile
çıkan siyer kitabı tartışmaları başlatan ve günümüzde internette okunmadığı
halde kaynak gösterilerek Ayşe'nin yaşının 17-18 olduğu tezini devam ettiren en
önemli vasıta olmuştur. Söz konusu kitapta Ayşe'nin yaşı 3 yerde geçmekte ve
bunlardan ikisi klasik söylemi devam ettirerek 9 yaşını beyan ederken sadece
bir yerde ve 5 ciltlik bir külliyatta sadece yarım sayfa tutan bir söylemde yaşının
daha büyük olabileceği geçmektedir. Ömer Rıza
Doğrul'un bu tezi ortaya koymasından sonra gittikçe artarak, özellikle
günümüzde ''savunmacı tarih tezcileri'' denilen kesim tarafından ısrarla
savunulmuştur. Konuyu sadece tarih üzerinden yola çıkarak ve diğer tüm hadisler
ile tarihsel gerçekleri yok sayarak savunan bu kesime karşı, özellikle İslam'ın
büyük bir çoğunluğu (bu küçük grubu) tarihi ve gerçekleri saptırmakla itham
etmişlerdir. Bu kesim özellikle; ''Hz. Aişe; Ben Mekke'de henüz
oynayan bir çocuk idim. "Bilakis kıyamet onlara vaat edilen asıl
saattir ve o saat daha belalı ve daha acıdır"
ayeti inmişti" hadisini kanıt olarak sunarak, yaklaşık Muhammed'in
peygamberlik kariyerinin dördüncü yılında yazıldığı belirtilen Kamer Suresinde
yer alan bu ayetten hareketle, Ayşe'nin ayetin yazıldığı sırada yaklaşık sekiz
yaşlarında olması gerektiğini iddia etmektedir.
Ancak söz konusu sure, her ne kadar Mekki (Mekke'de
yazılmış) olsada, bu sure içerisindeki söz konusu
ayetin, Medeni olduğu (Medine'de yazıldığı) ortak görüşle
sabittir. Muhammed'in,
Medine'ye göçten sonraki iki yıl içerisinde, Mekke'de söylediği bir çok ayet ve
sureyi yeniden ve yeni şartlara göre düzenlediğini bilmekteyiz. Bu tarihten
hareketle ablası Esmanın hicretten önce 27 yılında doğduğu beyan alınarak
Ayşe'nin ondan 10 yaş küçük olması nedeniyle olay evliliğin 17-18 yaşında
olması gerektiği beyan edilmektedir. Ayşe'nin ablası Esma'nın hicret esnasında ilk
çocuğuna gebe olması, o dönemde 27 yaşında bir kızın bakire olarak ilk
evliliğini yaptığına inanmamızıda zorlaştırmaktadır. Aynı zamanda oğlu Urve b.
Zübeyr'i (bu tarihler baz alınırsa) 40 yaşında doğurmuş olması gerekmektedir.
Milyonlarca hadis içerisinde yapılan doğru okumalarla salt tarih üzerinden
değil, Ayşe'nin ayrı ayrı verdiği bir çok yerdeki beyanları neticesinde ve
bunlara paralel olarak diğer üçüncü şahısların beyanlarında Ayşe'nin çocuk
olarak evlendiği ve Muhammed öldüğü sırada delikanlı çağında bir genç yetişkin kız
olduğu ortaya çıkmaktadır. Burada kesin olarak belirlenemeyen bir tek şey bir yada
iki senelik sapmayla Ayşe'nin gerçek yaşı olabilir. Geriye dönük hadis yazımı
esnasında özellikle rivayeti yapan kişinin hafızasında kalan bilgilerin, gene
onun bakış açısına ve ait olduğu kabile ve siyasi görüşe göre anlatıldığı
(rivayeti) günümüzde dikkate alınan bir unsurdur. Bu anlatımlarda genel olarak
tarihlerin yaklaşık olarak hatırlanıyor olması ortak söylem olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bir diğer ortak hata davranışıda isimlerin ve olayların
karıştırılmasıdır.
46-
Yirminci yüzyıl ortalarına kadar hemen hemen tüm
Dünya'da özellikle kızların evlenme yaşı ortalaması 13'tür. İnsanlığın ilkel
kabile yaşamı içerisinde avcı toplayıcı bir hayat sürdüğü ve ortalama İnsan
ömrünün 35 olduğu zamanlarda doğurganlığa ulaşmış bireylerin, özellikle de
kızların üreyerek toplumun birey gücünü artırması kaçınılmaz bir davranıştır. Bir
çok ilkel kabilede yetişkinliğe geçiş töreni ile kutsanan bu doğal bedensel
gelişim, Arap yarımadasında ve özellikle Sami kabilelerde erkek ve kız
çocuklarının sünneti olarak hala devam etmektedir. Bu hayatta kalma stratejisi
zamanla bir gelenek ve normal bir davranış şekli olarak toplumların hayatına
girmiştir. Muhammed'in yaşadığı dönemde de normal bir olgu olarak kabul gören
çocukluktan kadınlığa geçenlerle evlenme ve cinsel ilişkide bulunmanın
arkasında artık o bireyi çocuk olarak kabul etmemeleri yatmaktadır. Bu
nedenledir ki Muhammed'in siyasi rakipleri ve düşmanları o dönemde bu evliliği
aleyhine kullanmadıkları gibi sonrasında haremine kattığı diğer (çocuk)
kadınlarıda normal karşılamışlardır, kendileride benzer evlilikler yapmışlardır.
Hatta Ebu Bekir'in dışında, Ömer, Osman, Ali başta olmak üzere dönemin
egemenliğini paylaşanlar ve Aristokrasi kendi aralarında kız çocuklarını alıp
vererek evlilik bağı ile hısım olarak siyasi bağları kuvvetlendirme yoluna
gitmişlerdir. 60
yaşlarındaki Halife Ömer’in Ali’nin çocuk yaşta kızı ile evlenmesi en güzel
örneklerdendir. Muhammed'in ölümünden sonra ortaya çıkan siyasi
mücadelelerde, (bu geleneğin devamı olarak) müttefik olan Ömer'in çocukları ile
Ebu Bekir'in çocukları yani Abdullah b. Ömer'in, kızını henüz küçük iken Ayşe'ninde
taraf olması neticesinde, Ayşe'nin ablası Esma'nın oğlu Urve b. Zübeyr ile
evlendirdiği bilinmektedir. Doğal olarak o dönemde neredeyse
herkes kız çocuklarından en az bir tanesini eş olarak haremine katmıştır.
47- O dönemde
normal olan toplumsal davranış günümüzde pedofoli denilen bir tür sapıklık olarak
görülmektedir. Sübyancılık yada günümüzdeki söylenişiyle çocuk gelin
evlilikleri Türkiye gibi kısmen gelişmiş ve Lübnan, Mısır vb. kısmen gelişmekte
olan müslüman ülkelerin varsıl yada okumuş bilinçli kitlelerinde en büyük
suçlardan birisi olarak görülmektedir. İslam'da ergen kavramı olmadığı ve
Peygamberin 9 yaşında bir kız çocuğuyla evlenmiş olmasının getirdiği yasallığın
zemininde kız çocukları ile evlilik İslam coğrafyasında hala yaygın bir şekilde
devam etmektedir. Kıyamete kadar değişmez ve bozulmaz kurallar getirdiğini
savlayan İslam şeriatı açısından bu evlilik, müslüman erkeklerin (kıyamete
kadar sürecek şekilde) kız çocukları ile evlenmesinin önünü açmıştır. Günümüzde
bu İslami kanun nedeniyle özellikle fakir ailelere mensup kız çocukları başlık
parası adı altında alınıp satılabilmektedir. Bu tip evlilikler ülkemizde yasal
kayıtlara göre yıllık resmi evlilik oranının dörtte birini oluşturmaktadır, bu
rakamlara ilaveten çocuk gelin evliliklerinde kayıt dışı rakamın ne olduğu ise
hala büyük bir bilinmeyendir.
48- ''Ebu Said-i Hudri Şöyle demiştir:
Bir Kurban, yada Ramazan bayramında Resulullah (s.a.v) Efendimiz, yanımıza namazgaha çıktı. Kadınların
yanından geçti. Ve (onlara): "Kadınlar, sadaka veriniz. Zira bana Cehennem
halkı gösterildi, çoğu sizler idiniz." buyurdu. (Kadınlar): "Ya Resulallah,
neden?" diye sordular. "Çünkü siz (ötekine, berikine) çokca lanet
eder, zevclerinize karşı küfran-ı nimet gösterirsiniz. Ne acaibdir ki kendini
zapteden tam akıllı ve dininde azimli kimsenin (erkeğin) aklını sizin kadar
eksik akıllı, eksik dinli hiç bir kimsenin çelebildiğini görmedim."
buyurdu. "Aklımızın, dinimizin eksikliği nedir? Ya Resuallah."
dediler. "Kadının şahadeti, erkeğin şahadetinin yarısı değil midir?"
diye sordu. "Evet." dediler. "İşte bu aklın eksikliğinden. Hayız
gördüğü zaman da namaz kılmaz, oruç tutmaz değil mi?" buyurdular.
"Evet." dediler. "İşte bu da dininin eksikliğinden." cevabını
verdi.'', Muhammed
ve kurguladığı tanrı İslam mitolojisine göre kadını eksik akıllı, yetersiz,
erkeklere göre bir çok açıdan neredeyse tamamen denk olmayan nitelik ve
niceliklerle yaratmıştır. Yaşama baştan tanrısının yani yaratıcısının kendisine
verdiği engelli ve kötü özelliklerle başlayan kadın, bu engellerinden
kaynaklanan hak kayıplarını telafi etme yükümlülüğünede sahip olarak, sınıfsal
adaletsizliğin de olduğu bir toplumda tanrıyı memnun etmek zorundadır. Burada
İslam tanrısı kusurlu ve engelli yarattığı bir varlıktan tam yarattığı bir
varlık kadar tapınma beklemekte ve bir çok konuda yükümlülüğüde ona
yüklemektedir. Görüldüğü gibi İslam tanrısı dönemin kadın algılaşıyışına
paralel olarak dinsel açıdan kadınları tanımlamakta ve onlara yükümlülükler
vermektedir.
Çok sayıda İslam din
adamı kadının cehennemlik olmasının arkasında yatan gerekçenin onun kusurlu
yaratılması neticesinde iman eksikliği yaşaması değilde, Buhari hadisinin
başında geçen ''nifak, fitne ve nankörlükleri'' neticesinde olacağını
söylemektedir. Netekim gerek bu ilk başta geçen kusurların oluşmasında, gerekse
sonrasında belirtilen kusurların oluşmasındaki neden ''akıl ve din noksanlığı
olan'' Müslüman kadını yaratan tanrının varlığıdır. Akıl ve din noksanlığı ile
yarattığı kadını bu kusurları neticesinde yaptığı eylemlerden sorumlu tutan,
onlardan ayrıca bu kusurlarının yol açtığı günahları affettirecek sevaplar
yapmasını bekleyen tanrı, aynı zamanda kusurlu yarattığı kadın yüzünden mağdur
olan erkeğide uyarmakta ve bu kusur yüzünden günaha girebileceğini
belirtmektedir.
Bu dinsel inanca göre
hayata zaten yenik ve ezik olarak oldukça geriden başlayan kadınlar,
yaradılıştan gelen kusurlarının yol açtığı günahları tanrılarına
affettirebilmek için ayrıca ilave sevap işlemeye mahkum edilmektedir. Üstelik Muhammed’in
tavsiyesine göre bu ilave sevabıda ancak maddi imkanı olan kadınlar
yapabilmektedir, mesela Padişah annesi olan bir kadın İstanbul’un en nadide
yerine bir cami yaptırarak sevap işlerken, köyde yoksulluk içinde yaşayan bir
kadın sadaka veremediği için sevap işleyememektedir. İslam tanrısı yarım akıllı
yani zihinsel özürlü olarak yarattığı kadından cehenneme gitmemesi için
fazladan mesai isterken, karşısına daha bir çok aleyhinde kanun çıkartarak
kusurlarına kusur katmakta çekinmez. Müslüman kadın ne yapsa, ne etse bu
tanrıya yaranamaz. İlk önce yaradılışından gelen kusurlar yüzünden cehennemde
işkence görür, ardından da imanlı olarak ölmüşse eğer, cezasını çektikten sonra
cennete ideal eş olarak (huri'lerle paylaştığı erkeğe) görev yapmaya gönderilir.
İslam tanrısı sadece erkeklere özel bir Dünya yaratmakla kalmaz, birde öteki
Dünya’yı erkeklere özel yaratır İslam mitolojisine göre.
49- ''Allah size,
çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi)
emreder.'' (Nisa Suresi, 11. Ayet), Muhammed hemen hemen tüm uygulamalarında
(tek tanrı inancı haricindeki) döneminin Arap ve Bedevi gelenek ve adetlerini
aynen yada büyük bir çoğunluğunu alarak İslami şeriat haline getirmiştir. Bu
nedenle ayetin ilahi bir emir olarak belirttiği paylaşım şekli o dönemin
toplumunda genel olarak kabul gören ve uygulanan şekil olması büyük bir
olasılılıktır. Zaten bölgedeki bir çok Sami kavim benzer bir hukuku geçmişte
uygulamıştırda. Buna rağmen Dünya üzerinde bir çok kabile ve devlet kurmuş
toplumlar ki Muhammed'ten 70-80 yıl önce eşit miras hakkını kabul eden Roma
İmparatorluğu'da buna dahil olmak üzere eşit miras hakkını uygulamaktadır o
dönemde. Yazılı (kanonik) Yahudi ve Hıristiyan ilahi kitaplarında kadının miras
hakkının olmamasına dayanarak (kaldıki her iki toplumda da o dönemde yerleşmiş
geleneklere göre ve kutsal kitabın aksine kadın miras alabilmekteydi) İslam din
adamları, bu İslami kanunun bir devrim olduğunu iddia etmektedir bu yüzden.
İçeriğinin değiştirildiğini iddia ettikleri bir kitabın içerisinde yer alan bu
kanunun orjinalliğinden emin olmadan, yani bu miras hakkının (o mantığa göre) bizzat
İnsan tarafından değiştirilip değiştirilmediğini bilmeden, bilgiyi kendi bakış
açılarına göre (sadece bu kanunun değiştirilmemiş bir ilahi kanun olduğunu)
doğru kabul etmekte ve aksini iddia etmektedirler.
50-
''Müstehaza (özürlü
kadın) hayzlı iken namaz kılamaz.''
buyuruldu.'', “Hayızlı kadın ve cünüp olan kimse Kuran’dan bir şey okuyamaz”, bu
gerekçenin arkasında ''Ona
ancak temizlenmiş olanlar dokunabilir'' (Vakıa Suresi, 79. Ayeti)
bulunmaktadır. Bu inancın arkasında
da, binlerce yıllık (her dinde olan) tanrıların huzuruna çıkarken yada kutsal
olan şeylere dokunurken temiz olma inancı yatar. ''Hayızlı olduğun zaman namazı
bırak, kesildiği zaman da namazını kıl'', ''Hz. Aişe (ra)’dan şöyle
rivayet edilir : “Rasulullah (sav)
döneminde aybaşı olurduk da orucu kaza etmemiz emredildiği halde, namazı kaza
etmemiz emredilmezdi'', “Hiçbir hayızlı veya cünüp
mescide giremez”, ''Beytullahı tavaf etmek, namaz kılmak gibidir, yani abdestli olmak
lazımdır'', görüldüğü gibi tanrı kadını her ay belli bir süre için kirli ve
dinsel görevlerini yerine getiremez olarak yaratıyor, bu nedenlede kadın eksik
imanlı oluyor, bu eksik imandan da kadını sorumlu tutarak cezalandırıyor.
Bundan kurtulmanın yoluda sadaka vermek vb. tanrıya dolaylı yoldan kurbanlar
sunarak (hayır hasenat denilen şeyler yaparak) sevap işlemek, erkeğini memnun
etmekten ve ev işlerinden arta kalan zamanında da bol bol dinsel ritüelleri
uygulayarak (fazladan namaz kılmak vs.) tanrının memnuniyetini kazanmaktır.
Hayz ve Nifaslıya (lohusa) Yasak Olanlar:
1-) Namaz kılamaz.
2-) Oruç tutamaz.
3-) Kuran okuyamaz.
4-) Mushafa el süremez.
5-) Camiye giremez.
6-) Kabeyi tavaf edemez.
7-) Kocası ile cima (seks) yapamaz.
Hayzlı iken de, kadına dübüründen yaklaşmak (livata) haramdır. Oral seks de
caiz değildir. (*Erkek diğer eşleri ve cariyeleri ile istediğini
yapabilmektedir bu arada.)
8-) Kadın, hayzın başladığını ve
bittiğini kocasından gizleyemez. ''Hayzın
başladığını ve bittiğini kocasından saklayan kadın mel’undur''.
9-) Yanında kocası veya mahremi
olmayan hayzlı kadın, uzun yola çıksa, seferi olamaz. Hayz bitince, bulunduğu
yerden 104 Km’den daha fazla giderse, ancak o zaman seferi olur.
Kadın
sadece adet (hayz) gördüğü dönemler dışında da bu özelliği nedeniyle mağdur
edilmektedir. ''İçinizden
ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, kendi kendilerine dört ay on gün (iddet)
beklerler.'' (Bakara Suresi, 234. Ayeti), (erkeğin ölümünde) doğabilecek
çocuğun soyunun tespiti için yükümlülüğü kadına vermektedir. Yaşayanlar içinse
(erkek adına) boşama esnasında; ''Kadınlarınız içinden adetten kesilmiş
olanlarla, henüz adet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme
süresi (iddeti) üç aydır. Gebe olanların bekleme süresi ise, yüklerini
bırakmaları (doğum yapmaları) dır. ...'' (Talak Suresi, 4. Ayeti) ile daha adet
görmemiş çocuk gelinlerde dahil olmak üzere boşanma halinde doğabilecek çocuğun
soyunun tespiti için yükümlülüğünü (kontrol etmek adına) erkeğe verir. ''Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınız zaman
onları iddetleri içinde (adetten temiz oldukları sırada) boşayın, iddeti sayın ve Rabbiniz olan
Allah’tan korkun...'' (Talak Suresi, 1. Ayet). Bu ayetle erkek yeni adet
(hayz) görmüş eşini boşamakla serbest bırakılırken, ''Abdullah ibni Ömer
hanımını ay halinde iken boşamış, Hz. Ömer de (ra) olayı Peygamber Efendimize
haber verince şöyle buyurmuştur : ''Ona
hanımına dönmesini söyle. Hanımını ya temizlendikten sonra ya da hamile iken
boşasın'' hadisinden de anlaşılacağı gibi boşanma erkek adına şarta bağlanmış
görünsede, erkek istediği zaman kadını boşama hakkına sahiptir, hatta adet
döneminde boşanma “Bid’i Talak”
yani “bid’at talakı” olarak kabul
görür. Burada olan kadına olur ve üç ay boşanacağı erkeğin, dört ay on gün ölen
eşinin evinde tek başına beklemek zorundadır. Günümüzde dna vs gibi testlerle
kesin doğrulukla çoçuğun zürriyeti bilinebilmekle birlikte İslama göre ilahi
emir gereği kadın üç dört ay beklemek zorundadır. Bu tip durumlarda cariyenin
bir ay hali adet görmesi yeterlidir.
51- ''Kadınlar
beyinsizdirler. Kocasına itaat eden kadın bundan Müstesnadır'', ''Abdullah ibni
ebi Evfa anlatıyor: ... Muhammed’in nefsini elinde tutan Zat-ı Zülcelal’e yemin
ederim ki, bir kadın kocasının hakkını
eda etmedikçe Rabbinin hakkını eda edemez...'', bu anlatımda erkek tanrıdan da
önce gelmektedir. ''Resulullah (sav) buyurdular
ki: ‘Eğer bir kimsenin bir başkasına secde etmesini emretseydim, kadına, kocasına secde etmesini
emrederdim ve bir erkek karısına kırmızı bir dağdan siyah bir dağa, siyah bir
dağdan kırmızı bir dağa taş taşımayı emretseydi, uygun olan, kadının bu emri
yerine getirmesidir.'', ''Kadın, kıyamet gününde evvela namazından, sonra da
kocasına itaat edip etmediğinden sorulacaktır.'', "Kadınların hayırlısı o kadındır ki, baktığın zaman seni
sevindirir, emredersen itaat eder, gıyabında bulunduğun zaman da seni malında
ve nefsinde korur.", "Hiç bir kadının, kocanın izni olmaksızın
bir atiyye (bahşiş, hediye) vermesi caiz değildir.", ''Bir kadına, kocası
yanında hazır iken, onun rızası olmadan nafile olarak oruç tutması helal
olmaz.'', "Bir koca karısını yatağına çağırır da karısı gelmezse sabaha
kadar ona melekler lanet eder", hadislerinde de görüldüğü gibi kadının
asli görevi erkeğini her koşulda ve yerde memnun etmektir. Erkeğini memnun
edemeyen kadın bu konuda ayrıca tanrıya hesap vermek zorundadır. Erkeğini
memnun edememiş kadın sonsuz yaşanacak diğer Dünya'da bunun cezasını da çeker.
52- ''Bir kadın
Medine`de kızları sünnet ederdi. Resulullah (sav) (kadını çağırtarak) kendisine: "Derin kesme. Zira derin
kesmemen kadın için daha çok haz
vesilesidir, koca için de daha makbuldür" diye talimat verdi. (Rezin`in
rivayetinde Resulullah şöyle buyurur: "Kızları sünnet ederken üstten kes,
derin kesme, bu şekilde kesilmesi yüze daha çok parlaklık, kocaya daha çok haz
verir.")'', söyleme göre erkeğin alacağı haz öne çıkmaktadır. Günümüzde
kadına karşı şiddet kapsamında değerlendirilen ve kız çocuklarına yapılan
sünnetin en azından o kız çoçuğunu yaralamak ve kalıcı şekilde sakat bırakmak
olduğunu belirten doktorların aksine, özellikle Arap yarımadasında Müslüman kız
çocuklarını sünnet geleneği devam etmektedir. Elbette Muhammed bu tıbbi
bilgiden habersiz olarak kıyamete kadar bağlayıcı bir izni vermiştir.
"Evli
olan kadınlarla evlenmeniz size haramdır. Ancak, evli olan kadınlar, cariye
(köle) iseler sizler onları alabilirsiniz." (Nisa Suresi, 24. Ayet), "Peygamber
(sav), Huneyn savaşında
bazı insanları evtas tarafına yolladı. Bunlar oranın halkını mağlup edip hanımlarını
ele geçirdiler. Bu kadınlar Peygamber (sav), tarafından sahabelere ganimet olarak taksim edilince,
bazı sahabeler, biz nasıl müşriklerin hanımlarıyla yatacağız? Bu iş nasıl helal
olabilir? diye itiraza başladılar. Bu tartışmalar üzerine Nisa suresinin 24.
ayeti nüzul oldu.", görüldüğü gibi erkeğe karşı kıyak sonuna kadar
uygulanan bir şeydir, buna mukabil İslam'da kadınlara benzer bir kıyağı
düşünmek imkansızdır. Bu tip vakalar özellikle Medine'deki ilk sekiz yıl içinde
çok yaygındı, ele geçirilen kadınlar hemen o gece tecavüze uğruyor ve ardından
sahibi olduğu erkek onu beğenmezse köle pazarında satılıyordu. ''Peygamber (sav), zamanında Mekke'de kölelerin satıldığı
bir pazar yeri vardı.''
53- "Allah'ın, kiminizi kiminizden üstün kılmaya
vesile yaptığı şeyleri temenni etmeyin. Erkeklere kazandıklarından bir pay,
kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Siz Allah'tan bol nimetini,
cömertçe ihsanını isteyin. Şüphesiz ki Allah, her şeyi bilendir." (Nisa
Suresi, 32. Ayet), ''Peygamber
(A.S.) Efendimizin hanımlarından Ümmü Seleme (R.A.; Ey Allah'ın elçisi!
Erkekler, din uğruna savaşıyorlar, biz savaşmıyoruz ve bizim mirastan hakkımız
erkeğin yarısı oluyor. Ne olurdu biz de erkek olsaydık.'', (savaşmadan kasıt, İslam öncesi
bir adet olan savaşmayan mirasçı olamaz kuralı olduğu gibi ayrıca burada
ganimet elde etme gayesidirde) söylemi; erkekler hem savaşlardan ganimet
vasıtası ile mal kazanıyor, hemde miras vasıtası ile fazla mal kazanıyor
böylece biz kadınlardan kat be kat fazla mal sahibi oluyorlar, ayrıca şehit
olduklarında cennete giderek mükafatlandırılıyorlar. ''Katade'nin tesbit ettiği
rivayette ise şöyle deniliyor: Erkeklere mirasta kadınlara nisbetle iki kat hak
tanınmıştı. Onlar bunu dikkate alarak, ahirette de kadınlardan çok üstün
derece ve kerametlere erişmeyi temenni ettiler. Bunun üzerine, Nisa Suresi
32-33. Ayetler nuzül oldu.'', ''Müslüman kadınlar, «Erkeklerin Allah yolunda
savaştıkları gibi keşke biz de savaşsaydık.» diye temennide bulunmuşlardı.
Bunun üzerine Nisa Suresi
32-33. Ayetler nuzül oldu.'', ''Katade'nin tesbit ettiği rivayette ise şöyle
deniliyor: Bunun
üzerine kadınlar erkekler kadar (mirastan) hisse almayı temenni ettiler, bunun
üzerine Nisa Suresi
32-33. Ayetler nuzül oldu.'', ''Ümmü Seleme (r.anha)’dan rivayete göre, şöyle
demiştir: “Ey Allah’ın Rasulü, hicret
konusunda Allah’ın kadınlardan bahsettiğini işitmedik.” Bunun
üzerine Allah Al-i Imran suresi 195. ayetini indirdi.'', Vakıdi de geçen bir
rivayete göre Ensar'dan bir kadın ''Ey Allah'ın elçisi! Allah hep erkeklerden
bahsediyor, birazda biz kadınlardan bahsetsin'' diyerek sitemde bulunur, bunun
üzerine kadınlarla ilgili kanunlar ortaya çıkmaya başlar, kadınlar daha fazla
hak taleplerinde bulununca da Allah'ın verdikleri ile yetinmeleri buyurulur.
54- ''Resulullah (sav)`ın yanında dokuz hanım vardı.
Kadınlara uğrama işini sıraya koyunca, birinci kadına ikinci bir uğrayışı dokuz
gün sonra oluyordu. Kadınlar, her akşam, Resulullah`ın o gün geleceği odada
toplanıyorlardı. (Bir gün) toplanma akşam, yeri Hz. Aişe`nin odasıydı. Zeyneb
gelmişti. Resulullah ona elini uzattı. Hz. Aişe: "Bu Zeyneb`tir, (bilmiyor
musun)?" dedi. Resulullah (sav) da elini geri çekti. Derken Hz. Aişe ile
Hz. Zeyneb birbirlerine çıkıştılar. Karşılıklı çekişme birbirlerinin yüzüne
toprak atmaya kadar gitti. (Bu esnada mescidde) ikamet getirildi. Bu sırada Hz.
Ebu Bekir geçiyordu, onların seslerini işitti. "Ey Allah`ın Resulü! Çık ve
şunların ağızlarına toprak saç!" dedi. Aleyhissalatu vesselam çıktı.'',
rekabet ve çekememezlik haremdeki kadınlarıda ittifaka itmiştir, Ayşe ve Hafsa
(kendilerinin en asil soydan geldiklerinide düşünerek) birlikte hareket
ederken, Zeynep ve Ümmü Seleme ayrı bir birlik oluşturmuştur, diğerleride
kendilerince ittifaklar oluşturmuştur, bu kamplaşmanın arkasında ayrıca
kadınların geldikleri kabilelerin büyüklükleri ve kendilerinin ait oldukları
sınıfsal farklar büyük bir etkendir aynı
zamanda.
55- ''Hz. Ebu Bekr (ra) gelip (Hz. Peygamber`in huzuruna
girmek için) izin istedi. Kapıda oturmuş bekleyen insanlar vardı. Onlara izin
verilmemişti. Hz. Ebu Bekr`e izin verildi, o da girdi. Girince, Aleyhissalatu
vesselamı etrafında zevceleri toplamış olduğu halde sessiz oturuyor buldu.
Derken Hz. Ömer de izin istedi, ona da aynı halde iken izin verdi. Hz. Ebu Bekr
"Ben Resulullah (sav)`ı güldürecek bir şey söyleyeceğim!"dedi ve
sordu: "Ey Allah`ın Resulü! Harice`nin kızı benden nafaka istese ben de
kalkıp boğazını kessem ne dersiniz?" dedi. Resulullah (sav) güldü ve:
"Şu etrafında gördüklerinin hepsi benden nafaka istiyorlar!" dedi.
Ömer, hemen kalkıp boğazını kesmek üzere Hafsa`ya yöneldi. Hz. Ebu Bekr de
kalkıp boğazını kesmek üzere Aişe`ye yöneldi. Her ikisi de: "Demek siz
Resulullah`tan onda olmayan şeyi istiyorsunuz ha!" diyordu. Onlar:
"Allah`a yemin olsun! Biz ondan asla olmayan şeyi istemiyoruz!"
dediler. Sonra Resulullah (sav) onlardan bir ay ayrı durdu. Arkadan şu ayet
nazil oldu. (Mealen); "Ey Peygamber! Hanımlarına de ki: "Eğer dünya
hayatını ve zevkini istiyorsanız, gelin boşanma bedelini verip sizi güzellikle
serbest bırakayım. Eğer Allah`ı, Resulü`nü ve ahiret yurdunu istiyorsanız,
şüphesiz ki, sizden iyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlar için Allah pek
büyük bir mükafaat hazırlamıştır" (Ahzab 28-29). Hz. Cabir devamla der ki:
"Bunun üzerine Resulullah (sav) Hz. Aişe (ra)`den başlayarak şöyle dedi:
"Ben sana bir husus arzedeceğim. Cevap vermede acele etmemeni dilerim,
ebeveyninle de istişare ettikten sonra cevap ver." "O husus nedir ey
Allah`ın Resulü?" diye Aişe sorunca, Aleyhissalatu vesselam ayeti tilavet
buyurdu. Bunun üzerine Hz. Aişe hemen: "Yani sizi tercih meselesinde mi
ailemle istişare edeceğim? Asla! Ben Allah`ı ve Resulü`nü ve ahiret yurdunu
tercih ediyorum. Senden ricam, kadınlarından hiçbirine benim şu söylediğimi
haber vermemendir!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Onlardan biri
sormaya görsün, ben hemen cevap veririm. Zira Allah; beni zorlaştırıcı ve
şaşırtıcı olarak değil, öğretici ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi!"
buyurdular.'', peygamber eşlerine yönelik Muhammedin ölmesinden sonra evlilik taleplerinin
ayyuka çıkmasıda etken olacak şekilde, yukarıda anlatılan benzer vakalar ana
unsur olmak üzere, peygamber eşleri Müslüman'ların anneleri sıfatı ile
vasıflandırılarak, her durumda evlenmeleri yasaklanmıştır. Muhammed eşlerini
elde tutmak adına her türlü çareye başvurmuştur.
56- ''Hz. Aişe (ra)’dan şöyle rivayet edilir: 'Ömer bin
El-Hattab Allah Resulüne "Eşlerinin örtünmelerini emretmesini" söyler
dururdu. Fakat Peygamber bunu hiç yapmadı. Peygamberin eşleri El-Manasi'de
yalnız geceleri hacet gidermeye çıkarlardı. Bir keresinde, iri bir kadın olan
Zem'e kızı Sevde hacet görmek için dışarı çıkmıştı. Ömer bin Hattab onu gördü
ve "Ya Sevde, bil ki tanınmamış değilsin" diye seslendi. Ömer'in
böyle söylemesininin sebebi, Allah'tan dört gözle kadınların kapanmasına dair
ayetler bekleyip durması idi. Böylece Allah Hicab ayetlerini gönderdi.'' bir
başka anlatımda ''Hz. Aişe (ra)’dan şöyle rivayet edilir: Nebiyy-i Mükerrem
sav'in zevcat(-ı tahirat)ı, geceleyin kaza-yı hacete çıktıklarında (Medine'nin
kenarında kain) Menası' (nam-ı mahall)a kadar giderlerdi. (Menası' denilen yer
ise) açık bir yerdir. Ömer (ra) Nebiyy-i Muhterem sav'e: "Kadınlarını kapa
(yani evden dışarıya çıkmaktan men' buyur.)" derdi de Resulullah sav (onun
dediğini vahye intizaren) yapmıyordu. (Nihayet) Ümmehat-ı Mü'minin'den Sevde
(ra) bir gece Yatsı ' namazı vaktinde çıktı. (Sevde ra) uzun boylu bir hatun
idi. Ömer, hicab (yani tesettür-i nisvan) emrinin nazil olmasına o kadar haris
idi ki, ona: "Ya Sevde, bilmiş ol ki biz seni tanıdık." diye bağırdı.
Bundan sonra Allahu Teala hicab (Ayetin)i inzal etti.'' Özellikle Ömerin
taciz derecesinde baskısı sonucunda iki aşamada aşağıdaki ayetler vasıtası ile
kadınların örtünmesi ilahi bir kanunla emredildi. ''Ey peygamber,
hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, dış elbiselerinden
(cilbablarından) üzerlerini sıkıca örtsünler! Bu, onların tanınmalarına,
tanınıp da eziyet edilmemelerine en elverişli olandır.'' (Ahzap Suresi, 59.
Ayet),
''Mümin
kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve
iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini
teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler.''
(Nur Suresi, 31. Ayet), Yukarıdaki ayet ve hadisler dışında birde; ''Hz. Aişe (ra)’dan
şöyle rivayet edilir : Peygamberin kadınlarından Sevde -Hicab ayeti nazil olduktan
sonra- bir lüzum ve ihtiyaç üzerine (tuvalete gitmek için) evden çıkmıştı.
Sevde iri yapılı bir kadındı. Bu cihetle onu (vaktiyle) bilenler (çarşaf içinde
de endamiyle) anlarlardı. Bu cihetle Ömer İbn-i Hattab onu görünce (onun evi
dışına) çıkmasına itiraz ederek: Ya Sevde, iyi bil ki, Vallahi sen bizce
tanınmamış değilsin. Düşünsene sen, ne cesaretle evinin dışına çıkıyorsun?
dedi. Hazret-i Aişe (rivayetine devam ederek) der ki: Bunun üzerine Sevde evine
dönüp geldi. O sırada Resulullah benim odamda akşam yemeğinde idi. Elinde de
etli bir kemik vardı. Bu halde iken Sevde girdi ve: Ya Resulallah! Bazı hacetim
için evimden çıkmıştım. Ömer bana şöyle şöyle söyliyerek itiraz etti, diye şikayet
eyledi. Hazret-i Aişe der ki: Bunun üzerine Allahu Teala Resul-i Ekrem`e vahiy
gönderdi. Vahiy asarı, Resul-i Ekrem`den kaldırıldıktan sonra -ve elinde
tutmakta olduğu et parçasını yere koymaksızın- Sevde`ye şöyle cevab verdi: -
Siz kadınların lüzum ve ihtiyaç üzerine (mesture olarak) evlerinden çıkmalarına
izin verildi, buyurdu.'' hadisi ile konu farklı bir dönem ve benzer bir
anlatımla yaklaşık olarak tasfir edilir. Orta doğu, Anadolu, Mısır ve Pers
ülkeleri ve o dönem bilinen Dünya'nın süper gücü Roma'da dahil olmak üzere tüm
coğrafyada örtünme ile sosyal üstünlük, açılma ile kölelik arasında bir
bağ kurulmuştur. Bu davranışın kökeninde
Sümer inanç kanunları yatmaktadır, Kitabı Mukaddes'te Tekvin 24/65; İşaya
3/16-24. ayette ''Ayrıca kadınlar, kendilerine nikah, düşen erkeklerden
kaçacaklar ve güzelliklerini, ziynetlerini onlardan saklayacaklardır'' şeklinde
yer alan bu Tevrat metninde yazan ''kırıtarak,
ayakları vurup ses çıkararak kibirle yürümek'', Kuran'ın Nur Suresi 31. ve
Ahzab Suresi 33. ayetlerinde de Müslüman kadınlardan yapılmaması istenen
davranışlardandır. O dönemde bazılarına göre saygınlık
ve soyluluk
göstergesi olan başörtüsü, bazılarına göre namus, bazılarına
göre de pagan kültüre karşı
tavır almak
için, bir simge olarak kullanılmıştır. Örtünme ile ilgili
ayetlerin çıkışı ise 23 yıllık
oluşum (nüzül)
sürecinin 17-18. yıllarında gerçekleşmiştir.
57- ''Resulullah (sav) ona şu öğüdü verdi: «Evlen ki
haramlardan daha çok sakınabilesin. Bir de şu beş kadından biriyle şakın
evlenme: «Şehbere», «Nebbere», «Lehbere», «Hebdere» ve «Letuf.» dedi, bunlar
nedir diye soruldu; «Şehbere»: Gök gözlü şişman kadındır. Nebbere: Zayıf, ince,
uzun kadındır. Lehbere: Şehveti kırılmış yaşlı kadındır. Hebdere: Aşırı kısa
boylu (şişman) kadındır. Letuf'a gelince, o da, senden önce bir başka kocadan
çocuğu bulunandır.»'', görülüğü
gibi önemli olan erkeğin mutlu ve mesut olmasıdır ki (aynı özellikte erkeklerde
olmasına rağmen) bazı kadınlardan yaradılış özellikleri nedeniyle hakir
görülerek uzak durması istenir. Muhammed'in istediği toplumda (kanuni şartlara sahip)
isteyen istediği kişi ile evlenmekte özgür olsada aranan kıriter, erkeği mutlu
ve mesut edecek kadının bol bol doğurmasıdır; ''Evleniniz! Zira ben diğer ümmetlerle,
sizin sayınız ile rekabet edeceğim.'', ''Bana göre, çocuk doğuran zenci bir
kadın, kısır olan güzel bir kadından daha iyidir.'', o dönem toplumunun
sınıfsal ırkçı bakış açısına rağmen ve hatta güzellik anlayışına rağmen önemli
olan nüfusun artmasıdır. Buna mukabil sınıfsal katmanlar ancak kendi içlerinde
evlilik yabilmektedir; ''Resulullah (sav) buyurdular ki: "Celde ile
cezalandırılmış zani kimse ancak kendisi gibi biriyle evlenebilir.", rivayetinde
olduğu gibi herkes bu üreme yarışında keyfi hareket etmeyerek yerinide bilmek
zorundadır. ''Resulullah (sav)`a bir adam gelerek: "Ben (evlenmek üzere)
asaletli ve güzel bir kadın buldum. Ancak kısırdır, çocuk doğurmuyor. Onunla
evleneyim mi?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam: "Hayır
evlenme!" buyurdular. Sonra adam ikinci sefer geldi, yine aynı cevabı
aldı. Adam üçüncü sefer de gelince: "(Ey insanlar!) Vedud (çok seven) ve
velud (çok doğuran) olanla evlenin. Zira ben (kıyamet günü) diğer ümmetlere
karşı çokluğunuzla övüneceğim" buyurdular.'', zorunlu kalmadıkça doğurgan
kadınlarla evlenin diye emir veren Muhammed, erkeğinde aynı oranda kısır
olabileceğini asla düşünmemekte ve dikkate almamaktadır ve bu nedenle kısır
erkeklerle evlenmeyin dememiştir. Evlenmek isteyen erkeğe mümkünse ileride
mutlu ve mesut olması için; ''Genç (bakire) kızlarla evleniniz. Zira rahimleri
daha çabuk döI tutar, ağızları daha güzel kokar, ve (kocaları ile geçimleri,
anlaşmaları hususunda) en güzel ahlaka sahiptirler.'' diye öğüt veren
Muhammed; ''Evlendiğim zaman Resulullah (sav) bana: "Nasıl biriyle
evlendin (dulla mı bakire ile mi?)" diye sordular. Bir dul aldım!"
dedim. "Niye bakire değil? O senin sen de onunla mülatefe ederdiniz!"
buyurdular.'' diyerek öğüdünü genişletir ve erkeklerin bu öğüdü tutup
tutmadıklarınıda sık sık kontrol eder. Bu öğütler dul kadınların evlenmelerinin
önüne dolaylı yoldan bir engel getirerek aynı zamanda dolaylı yoldan
boşanmalarıda zorlaştırmaktadır. Muhammed'in bakire takıntısı elbette günümüz
evlilik yaşına göre (17-18) bir algı değildir, o bakire kız demekle tıpkı Ayşe
gibi 9-10 yaşlarında bir çocuğu kast etmektedir elbette. ''...
Ona: "Ey Allah`ın Rasülü yeni evliyim" diyerek izin istedim. ... İzin
istediğim sırada Hz. Peygamber (sav): "Bakire ile mi, dulla mı
evlendin?" diye sormuştu. Ben "dul biriyle" dedim. "Niye
bakire ile değil, o seninle sen de onunla şakalaşırdınız" buyurdu. Ben:
"Ey Allah`ın Resulü, babam vefat etti. Bir çok kız kardeşim var, hepsi de küçük. Onlarla aynı yaşta, onların
terbiyeleriyle meşgul olamayacak, onlara bakamıyacak çok genç biriyle evlenmeyi uygun bulmadım. Bu
sebeple onlara bakıp terbiyelerini yapacak bir dulla evlendim" dedim.'', Muhammed
açısından faydanılan kadının hakkını vermekte önemlidir; ''Bakire, dul üzerine
nikahlanırsa, bakirenin yanında yedi gün kalınması, sonra taksimat yapılarak
sıraya konması, dul nikahlandığı zaman, yanında üç gün kalıp sonra taksimat
yapılıp sıraya konması sünnettir.'' rivayetinde olduğu gibi bakire (genç kız -
kız çocuğu) özel olarak ilgiyi hak etmektedir, kadınlara karşı bu haksız
ayrımın arkasında da erkeğin mutlu olması yatmaktadır. Evlenmek elbette erkeğe
bir kazanç getirmelidir ki kadına katlanmayı biraz daha kolay hale
getirebilsin; ''Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kadın dört hasleti için
nikahlanır: Malı için, haseb ve nesebi için, güzelliği için, dini için. Sen
dindarı seç de huzur bul.", görüldüğü gibi ideal Müslüman kadın oldukça
dar bir algısal kategoriye indirgenerek, diğer sınıflara ayrılmış olan
kadınlara alt tabaka muamelesi yapılmasının da yolu açılmış olur. Her zamanki
gibi erkeğin nitelik ve nicelikleri evlilik açısından kadın için sorulacak bir
değerde değildir. Erkeği alacağı kadına bakması için uyarır Muhammed; ''Anlattığına
göre, o bir kadın istemiştir. Resulullah (sav) kendisine: "Ona bak! Zira
bakman, aranızdaki uyum için daha muvafıktır!" buyurdular.", bir
başka rivayette; ''Nadre İbnu`l-Ektem denen ensardan bir zattan naklen
kaydettiğine göre, demiştir ki: "Ben bakire bildiğim bir kadınla evlendim,
gerdeğe girince hamile olduğunu gördüm. (Durumu Resulullah`a arzettiğim vakit)
Aleyhissalatu vesselam: "Fercinden istifaden sebebiyle mehir onundur,
çocuk da sana köledir" buyurdu ve aramızı ayırdı, ilaveten: "Çocuğu
doğurunca had uygulayın!" emretti.'' şeklinde geçen olayda görüldüğü gibi
her iki taraf durum nedeniyle tazminat hakkı kazanmaktadır, ayrıca kadın erkeği
kandırdığı için cezalandırılır, buna mukabil hiç bir suçu olmayan çocuk köle
olarak erkeğe tazminat nedeniyle verilir. Bunun arkasında İslam öncesi Arap
kabile hukukunda özellikle canlı hayvanların üzerinden uygulanan hukusal
işlemlerin bir alıntısı vardır, tıpkı zarar ziyan yapan devenin yavrusunun
tazminat olarak mağdura verilmesi gibi.
58-
Evlenme izni için; ''Resulullah (sav) buyurdular ki: "Dul nefsine
velisinden ehaktır. Bakireden nefsi hususunda izin alınır, onun izni
sükutudur." ve ''Resulullah (sav): "Dul kadın kendisiyle istişare
edilmeden nikahlanamaz, bakire de izni sorulmadan nikahlanamaz"
buyurmuşlardı. Ashabı sordu: "Ey Allah`ın Resulü! Onun izni nasıl
olur?" "Sükut etmesiyle!" buyurdular.'' rivayetlerinde görüldüğü
gibi kadın cinsi evlilik için iki sınıfa ayrılmaktadır, daha önce evlenip
boşanmış olan kadınlar her ne kadar kendi kararlarını verme hakkına sahip
olsalarda bakire, yani (özellikle) çocuk gelin adaylarına da izni sorumakla
beraber kendisinden beklenen susması ve evliliği kabul etmesidir. ''Bakire bir
kız, Resulullah (sav)`a gelerek, kendisi istemediği halde, babasının
evlendirdiğini söyledi. Resulullah (sav), (bu nikahı) kabul edip etmemede kızı
muhayyer bıraktı.'' rivayetinde görüldüğü gibi evlenmesi istenilen kızın aklı
eriyorsa ve karara karşı direnecek bir gücü varsa evlenme konusunda son sözü
söyleyebilmektedir. ''Bir genç kız Resulullah (sav)`a gelerek: "Babam beni
kendisinin oğluna nikahladı, ta ki benimle onun alçaklığını gidersin. Ama ben
istemiyorum" dedi. Aleyhissalatu vesselam, babasına adam göndererek
getirtti ve evlenme işini kıza bıraktı. Bunun üzerine kız: "Ey Allah`ın
Resulü! Ben şimdi, babamın yaptığına izin verdim. Esasen ben kadınlara bu
meselede babalara (icbar) yetkisi olmadığını göstermek istedim!" dedi.'',
rivayetinde olduğu gibi aslında dolaylı yoldan genç kız ve çocuk gelin
adaylarının velilerini dinleyerek verilen karara uyması anlatılır. ''Resulullah
(sav): "Hangi kadın velisinin izni olmaksızın nikahlanırsa onun nikahı
batıldır!" buyurdular ve bunu üç kere tekrar ettiler. Devamla: "Eğer
kocası zifaf yaptıysa, kadının fercinden helal addetmiş olması sebebiyle mehir
kadınındır. Eğer (veliler) ihtilafa düşerlerse, sultan, velisi olmayanların
velisidir.", rivayetinde görüldüğü gibi esas olan velinin evliliğe izin
vermesidir, kadının kararı bir yere kadar geçerlidir ve son sözü erkek olan bir
veli söylemektedir. Muhammed söz konusu kanun maddelerini ortaya koyarken
elbette elindeki en geniş hukuk olan ticari hukuktan sık sık alıntı yapar; ''Resulullah
(sav) buyurdular ki: "Hangi kadını, (seviyesi eşit) iki veli (iki ayrı
şahsa) nikahlamışsa, kadın o iki veliden önce davranana aittir. Kim iki kişiye
bir şey satmışsa, o satılan şey birinci kimseye aittir.", bunu yaparken
kadın her zamanki gibi bir şekilde göz ardı edilir ve meta (mal) olarak
bakılır, bu yorum ve algıyı sadece Muhammed'e (tanrısal hukuğa - şeriata)
yüklemek elbette yanlış olur, Muhammed ve uygulamaları döneminin erkek egemen
algısının bir yansımasıdır sonuçta. Bu nedenledir ki İslam'da evlilik, rızaya
dayanmayıp geniş ailenin menfaatlerine uygun olarak düzenlenir. Kadın, ailenin
şerefini taşır. Onun muhtemel sapmaları aile erkeklerince sıkı kontrol edilir.
Evlilik öncesi kız, erkeklerden uzak tutulur, flört yasağı uygulanır ve erken
evlendirilir. Ailevi - nesebi yapının oğul (ibn) olarak ifadesi ve soy (ecdat)
ile övünme geleneği akraba evliliğine sebep olur. Bu da gençlerin eşini seçme
şansını kısıtlar. Günümüzde küçük bir İslami kitle İslam'da kadın haklarını
geliştirmek adına yerleşik inanca (ortodoks İslam'a) ters bazı uygulamaları
destekleyecek kadın haklarını genişleten tezler öne sürerler, örneğin kadının nikah
sırasında evlenme akdine, boşanma hakkını saklı tuttuğuna dair hüküm
koyabileceğini one sürmüşlerdir. İslam'da evlenme akdini yapan kadın olmadığı
için (çünkü bu işi baba ya da erkek veli yapar) bu tezin şerri hukuk açısından
geçerli bir yönü yoktur.
59- ''Kadınlarınızdan
zina edenlerin aleyhlerine dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, ölüm
onları alıp götürünceye veya Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde
hapsedin.'' (Nisa Suresi 15. Ayet) Lezbiyenler için özel olarak yazılan bu
kanunda görüldüğü gibi kadın edilğen olarak görülmediği içindir ki erkekle
yapılan zinada olduğu gibi namusu kirlenmiş olarak görülmemekte ve
lezbiyenliğinden vaz geçebilmesi ihtimaline karşı ölünceye kadar ev hapsi ile
cezalandırılmasına karar verilmektedir. ''Resulullah (sav) kadın elbisesini
giyen erkeğe ve erkek elbisesini giyen kadına lanet etti.'', ''Hz. Aişe
(ra)`ye: "Kadın (erkeğe mahsus) ayakkabı giyer mi?" diye sorulmuştu:
"Resulullah (sav) kadınlardan erkekleşenlere lanet etti!" diye cevap
verdi.'' rivayetlerinde görüldüğü gibi eşcinsellik yasaklanırken aynı zamanda
lanetlenerek haklarındaki ceza artırılmaktadır. Bu resmi görüşün kökeninde Lut
adlı Yahudi rahip kralının başında geçen bir hikayede yer alan ayrıntı, tek
gerçek dayanak olarak Muhammed'ten yüz yıllar sonra şerri kanun olarak ortaya
çıkabilmiştir aslında. Bu nedenledir ki ''kadınların ve çocukların hakimiyeti
ele geçirmesi, kadınların erkekler, erkeklerin kadınlara benzemesi,
homoseksüelliğin ve kadınlar arasında seviciliğin yaygınlaşması, cariyelerin
efendilerini doğurması'', kıyamet şartları olarak İslami inançta önemli bir yer
edinebilmiştir.
60- Muhammed
boşanmayı hoş karşılamadığı için mümkün mertebe en son çare olarak toplumun
genel isteğine uyarak onaylar. "Allah
katında en menfur helal (kadın) boşamaktır.", "Evlenin ve boşanmayın,
zira boşanmada arz titrer.", hadislerinde görüldüğü gibi Muhammed'e göre
boşanma aslında en kötü şeylerden birisidir. "Evlenin, boşanmayın. Çünkü
Allah ne zevkine düşkün erkekleri, ne de zevkine düşkün kadınları sevmez.",
hadisinde belirtildiği gibi Muhammed'e göre boşanmanın arkasında aslında
Dünyevi zevkler vardır, evlilik çekilmez hale gelse bile boşanmaktan daha
iyidir. Boşanma hakkı ve yetkisi erkektedir, erkeğin bir defada yada değişik
zamanlarda boşol demesi yada bunu ima eder şekillerde beyanlarda bulunması ve
hatta rüyasında görmesi boşanma için yeterlidir. Erkeğe boşama yetkisi; ''Ey
Peygamber! Kadınları boşamak istediğiniz zaman onları iddetleri içinde boşayın
ve iddeti de sayın. Rabbiniz Allah'tan korkun. Apaçık bir hayasızlık yapmaları
hali bir yana, onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. ...
Sonra sürelerini doldurmaya yaklaştıklarında, onları güzellikle tutun veya
güzellikle ayrılın ve içinizden adalet sahibi iki erkeği şahit tutun! Şahitliği
de Allah için doğru yapın! ...'' (Talak Suresi, 1-2. Ayetler) ile bizzat tanrı
tarafından verilir. Boşanma için bazı koşullarında oluşması şart koşulur bu
surede, ilk önce kadının hamile olmadığından kesin emin olmak için kadını eve
hapsederek gözlemlemeyi şart koşar tanrı, bu süre 3 aydır kanunen. ''Ve eğer
hayzdan (adetten) kesilmiş olan kadınlarınızdan şüphe ederseniz, o taktirde
onların iddeti (müddeti) 3 aydır ve henüz hayz (adet) olmamış kadınların da
(iddeti 3 ay). Yüklü olan (hamile) kadınların müddetleri ise yüklerini
bırakıncaya (doğum yapana) kadardır. ...'' (Talak Suresi, 4. Ayet), 3 ay kadın
(çocuk gelinlerde dahildir) zorunlu ev hapsi ile gözlemlenir ve bu arada bir
başka erkekle olası cinsel ilişkisi engelenir ayrıca bu yaptırımla. Hamile olan
kadın için bu süre oldukça uzundur, zorunlu olarak ev hapsinde çocuğu doğurmak
zorundadır. ''Onları (iddetleri süresince) gücünüz nispetinde, oturduğunuz
yerin bir bölümünde oturtun. Onları sıkıntıya sokmak için kendilerine zarar
vermeye kalkışmayın. Eğer hamile iseler, doğum yapıncaya kadar nafakalarını
verin. Sizin için (çocuğu) emzirirlerse (emzirme) ücretlerini de verin ve
aranızda uygun bir şekilde anlaşın. Eğer anlaşamazsanız, çocuğu baba hesabına
başka bir kadın emzirecektir. Eli geniş olan, elinin genişliğine göre nafaka
versin. Rızkı dar olan da, Allah’ın ona verdiğinden (o ölçüde) harcasın. Allah,
bir kimseyi ancak kendine verdiği ile yükümlü kılar...'' (Talak Suresi, 6-7.
Ayetler), ile belirtildiği gibi ev hapsinde bekleyen kadınların geçimlerini
sağlamakta erkeğe aittir, bu sürecin ekstra bir cezaya dönüşmesinede izin
verilmez. Kadının doğacak çocuk hakkında bir söz söyleme yetkiside hakkıda
yoktur, kendi öz çocuğunu ancak erkeğin izni ile ve bedeli mukabilinde
emzirebilir. 7. ayette belirtilen nafaka olayını bazı İslam din adamları
boşanma sonrası kadına verilecek nafaka olarak yorumlasalarda doğrusu ancak
kadının ev hapsinde geçen süre içerisindeki ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Bu
bekleme süresi o dönemde çok ciddiye alınan bir konudur; ''Boşanmış kadınlar üç
kur (üç ay hali müddeti) (evlenmeden) kendi kendilerine beklerler (hamile olup
olmadıklarına bakarlar). Eğer Allah'a ve yevm'il ahire iman ediyorlarsa,
rahimlerinde Allah'ın yaratmış olduğu şeyi gizlemeleri onlar için helal olmaz.
Şayet onların kocaları barışmak (arayı düzeltmek) isterlerse, bu (bekleme
süresi) içinde onlara tekrar geri dönmeye (başkasından) daha çok hak
sahibidirler. Erkeklerin, kadınları üzerinde (hakları) olduğu gibi, kadınların
da erkekleri üzerinde maruf (hakları) vardır. Erkeklerin, kadınların üzerindeki
(hakkı) bir derece daha üstündür. ...'' (Bakara Suresi, 228. Ayet), hak
erkeklerden yana olduğu içinde erkek isterse boşanma henüz gerçekleşmediği için
kadını tekrar evlilik kurumuna dahil edebilir, erkek istemediği sürece kadının
böyle bir hakkı yoktur.
Boşanma çok ciddiye alındığı içindir ki; ''Boşanma iki
keredir. Bundan sonra (kadın) ya ma'rufla (örf ve adete uygun olarak) iyilikle
tutulur veya ihsanla serbest bırakılır. Kadınlarınıza verdiklerinizden bir şey
(geri) almanız sizin için helâl olmaz. Ancak ikisi de, Allah'ın (evlilik
hakkındaki) hududunu gereği üzere yerine getiremeyeceklerinden (ayakta
tutamayacaklarından) korkmaları hariç. O zaman siz de eğer, Allah'ın bu
hududunu ikame edemeyeceklerinden (gereği üzere yerine getirimeyeceklerinden)
korkarsanız, bu durumda kadının (ayrılmak için) verdiği fidye konusunda her
ikisinin üzerine de günah yoktur. İşte bunlar Allah'ın hudutlarıdır. ...''
(Bakara Suresi, 229. Ayet), ile erkeğin boşandığı kadınla tekrar evlenmesine
sınırlama getirilir. Bu ayetle ayrıca kadına ancak fidye vererek (erkekte kabul
ederse) boşanma hakkı verilir. Kadın mehir denilen ve erkek tarafından evlilik
esnasında verilen şeylerin tamamını ve hatta bazı durumlarda varlıklı ise kendi
malından iddetda vererek erkekten boşanma talep edebilir ki İslam hukukuda haklı
olarak bu verilen bedele fidye (kurtuluş bedeli) demiştir. Kadının ancak çok
zorunlu hallerde oda bir veliye başvurarak (sonraları bu kadı olmuştur)
gerekçeleri kabul edilirse boşanmasına izin verilir. Bu zorunlu hallerde; Kocanın cinsi iktidarsızlığının olması,
akıl hastası olması veya bulaşıcı (ölümcül) hastalığının omasıdır. Erkeğin cinsi iktidarsızlığında
sınır ise cinsel ilişkinin hiç bir şekilde gerçekleşmemesidir, erkek bir
anlığına bile kadınla birleşebiliyorsa iktidarsız sayılmaz. Bu zorunlu hallerin
dışında kadın ancak erkek kendisine boşanma yetkisi verirse yada evlilik
sözleşmesine bu maddeyi yazdırabilirse boşanabilir. ''Zaruretsiz boşanmak isteyen kadına,
Cennetin kokusu haramdır.'' hadisinde belirtildiği gibi bu nedenler dışında
kadın boşanırsa cennete giremez. Kadın bu boşanma kanunlarında elbette erkeğe
tabi, erkeğe ait olarak görülür; ''Eğer erkek karısını (üçüncü defa)
boşarsa, kadın, onun dışında bir başka kocayla nikahlanmadıkça ona helal olmaz.
(Bu koca da) onu boşadığı takdirde, onlar (kadın ile ilk kocası) Allah’ın
koyduğu ölçüleri gözetebileceklerine inanıyorlarsa tekrar birbirlerine dönüp
evlenmelerinde bir günah yoktur. ...'' (Bakara Suresi, 230. Ayet), o dönemde
görülen erkeğin kadını sık sık boşamasının önüne geçmek adına namus kavramı
üzerinden kadın kullanılarak erkeğe boşanma konusunda bir göz dağı verilir. ''Bir
adam hanımını üç talakla boşadı. Kadınla bir başka adam evlendi, ancak bu adam
da kadını temasdan önce boşadı. (Kadın tekrar önceki kocasına dönmek
istemişti.) Resulullah (sav)`a bu hususta soruldu. "Hayır! İkincisi
kadının balcığından tatmadıkça önceki tadamaz!" buyurdular.'', kadının ne
istediği önemli değildir Muhammed'e göre evlilik ve boşanma mal alım satımı
gibi görülür ona göre ve erkeğin beklentileri her halükarda karşılanmalıdır. ''Adetli değilken boşanan kadın, başka bir
erkekle evlenmedikçe ve o erkek de onu boşamadıkça, eski kocasıyla evlenmesi
helal olmaz.'' hadisinde belirtildiği gibi dönemin erkek kadın ilişkisi İslam
kanunlarına yansır ve kadın her durumda taviz veren taraf olmak zorundadır.
Erkek her durumda karlıdır, erkeğe sadece tanrısal emirlere uymak düşer. ''Hz.
Ömer (ra) buyurdular ki: "Bir kadın kocasını kaybeder, nerede olduğunu da
bilemezse dört yıl bekler, sonra dört ay on gün oturur, sonra nikahı
(başkasına) helal olur.", vakasında olduğu gibi erkek için bir bekleme
yada ev hapsi gerekmemektedir, erkek her durumda ve olayda haklıdır. O dönemde
Muhammed'in sevgili eşi Ayşe bizzat bu uygulamalara ve erkeğin serbestliğine
tepki göstererek ''ben bu gün ölsem sen yarın hemen yerime bir başkası ile
evlenirsin'' diyerek Muhammede tepkisini göstermiştir.
61- ''Resulullah
(sav) buyurdular ki: "Kimin iki hanımı olur ve aralarında adaletli
davranmazsa kıyamet günü (vücudunun) yarısı düşük olarak gelir." [Diğer
bir rivayette "Bir tarafı eğri (mefluç) olarak "denmiştir.]''
hadisinde belirtildiği gibi erkeğe adil olması emredilir ve İslami adalet bariz
bir şekilde vurgulanır. Birden fazla kadınla kocasını paylaşmak kadın için adil
bir şey olarak kabul edilir, bu aciz ve kadını aşağılayan durum normal olarak
kabul edilerek erkeğin kadınları arasında adil olması yüceltilirken, sömürülen
bir başka kadın sınıfı olan cariyelerin hakkı hiçmi hiç bahsedilmez bu çarpık
ve yanlış adalet anlayışında. Adalet peşinen kadının meta olarak görülmesi
üzerine kurulduğu için daha ilk başta gerçekleşmez ama İslam din adamları erkek
adına bir adalettten bahseder çekinmeden. Zaten çaresiz ve savunmasız olan
kadının bir adalet beklentiside yoktur; ''Sevde Bintu Zem`a (ra), gününü
Aişe`ye hibe etti. Böylece Resulullah (sav) Aişe`ye iki gün ayırıyordu. Bir
kendi günü, bir de Sevde`nin günü.'' hadisinde belirtildiği gibi sokağa konulma
düşüncesi yaşlı bir kadını her türlü tavizi vermeye zorlar. Bu olayda görüldüğü
gibi adalet Muhammed için istediği şekilde gerçekleşir.
62- "Kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. O, memnun
olacağın bir tarzda dosdoğru devam edemez. Eğer ondan faydalanmak istiyorsan bu
eğri haliyle birlikte faydalanırsın. Tam arzuna göre düzeltmeye kalkarsan onu
kırarsın. Onun kırılması da boşanmasıdır." hadisinde açık ifade edildiği
gibi Muhammed erkeğe verdiği ilahi emir olan tavsiyede, erkeğin kadına rağmen
mutlu olmasının yolunun kadını tüm kusurlarıyla kabul etmesinde yattığıdır. ''Ne
kadar uğraşırsanız uğraşın, kadınlar arasında adaleti yerine
getiremezsiniz...'' (Nisa Suresi, 129. ayet), belirtildiği gibi erkek için
adaleti sağlayabilmek imkansızdır, erkeğe adil davran demekte o zaman nafile
bir emir ve beklentidir.
63- ''Bilin ki, sizin kadınlarınız
üzerinde bazı haklarınız var. Kadınlarınızın da sizler üzerinde bazı hakları
vardır. Kadınlarınız üzerindeki haklarınız istemediğiniz kimselere yatağınızı
çiğnetmemeleri, evlerinize hoşlanmadıklarınızın girmesine izin vermemeleridir.
(Onların sizdeki hakları ise) yiyecek ve giyeceklerinde iyi davranmanızdır.''
hadisinde belirtildiği gibi erkeğin tek sorumluluğu kadının nafakasını
sağlamasıdır, kadın ise erkeğe iteat ve koşulsuz biat ile sorumludur.
64- ''Kocanın vücudu irin ile kaplı dahi
olsa ve karısı onu yalayarak temizlese, yine de kocasının hakkını ödemiş olmaz.''
ifadesi gibi, ''Ey kadınlar! Eğer kocalarınızın size olan haklarını
bilseydiniz, ayaklarının tozunu yüzlerinizle silerdiniz.'' ifadeside açık bir
şekilde aslında erkeklerin kadınlar için nasıl bir fedakarlıkta bulunduklarını
belirterek kadınların erkeklere olan büyük borçlarını belirtir. Kadın isterse
kendisini borçlu olarak görmesin; “Kadın, kıyamet gününde evvela namazından,
sonra da kocasına itaat edip etmediğinden sorulacaktır.”, hadisinde belirtildiği gibi erkeğe olan sorgusuz itaati onu ancak
gene başka kadınlarla ve erkeklere özel yaratılmış hurilerle paylaşacağı bir
cennete sokacaktır.
65- ''Abdullah İbn
Ömer (r.a)'ten şöyle dediği nakledilmiştir: "Bir kadın Allah'ın elçisine
gelerek; Ey Allah'ın Rasülü! Kocanın karısı üzerindeki hakkı nedir? diye sordu.
O da; kadının, kocasının evinden ondan izinsiz çıkmamasıdır, dedi. Çıkarsa ne
olur? sorusuna Hz. Peygamber; "Allah, rahmet ve gazap melekleri, bu kadına
tövbe edinceye veya evine dönünceye kadar lanet eder" dedi. "Eşine
zulüm yapan bir koca olması halinde de mi durum aynıdır?" sorusuna Hz.
Peygamber; "Zalim bile olsa" cevabını vermiştir.'' ifadesinde açık
bir şekilde belirtildiği gibi bizzat tanrı erkeğin emrine uymayan ve evden
çıkan kadına lanet eder.
66- ''Eğer bir şeyde uğursuzluk
varsa, o da: evde atta ve kadındadır:
Oturana dar gelen ev uğursuzdur. Kadının uğursuzluğu, kötü huylu, rahminin
kısır olmasıdır. Atın uğursuzluğuna gelince: O da sert başlı serkeş
olmasıdır.''
67- ''Hz. Enes (ra) der
ki: Resulullah (sav)`ın zaman zaman birleştiği bir cariyesi vardı. Hz. Aişe ve
Hz. hafsa (ra) (cariyeye temasını
önlemek için) peşini bırakmadılar. Sonunda Resulullah (sav) bu cariyeyi nefsine
haram etti. Bunun üzerine: "Ey Peygamber, sen zevcelerinin hoşnudluğunu
arayarak, Allah`ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun?..."
diye başlayan Tahrim süresi nazil oldu." hadisinde anlatıldığı gibi tanrı
bile Muhammed'i magdur olarak görüp yardıma koşar. ''İddetim sona erince, Hz.
Ebu Bekr (ra) bana (bir elçi göndererek) istetti ve evlenme teklif etti. Ben
kabul etmedim. Derken Resulullah (sav), Hz. Ömer (ra)`i göndererek kendisi için
Ümmü Seleme`yi istetti. Ümmü Seleme, Ömer`e: "Resulullah`a haber ver. Ben
çok kıskanç bir kadınım ayrıca benim çok çocuğum var, bir de velilerimden
hiçbiri burada hazır değil!" dedi. O da gidip Resulullah`a aktardı.
Aleyhissalatu vesselam, Ömer`e: "Ona dön ve kendisine söyle ki:
"Kızkançlığına gelince, senden onu gidermesi için Allah`a dua edeceğim.
Çocuklarına gelince, onların himayesi de görülecektir. Velilerin meselesine
gelince, onlardan hazır veya gaib hiç biri bu evliliği yadırgamayacak"
buyurdular. Bunun üzerine Ümmü Seleme oğluna: "Ey Ömer! Kalk!
Resulullah`la beni nikahla" dedi. O da nikahladı.'' vakasında olduğu gibi
aslında çevresi diğer kadınları kıskanan kıskanç kadınlarla doludur. Suçlu her
zaman kadındır ve Muhammed ile tanrı bu durumu düzeltebilmek için çabalar. ''Yanımda
oturan bir erkek olduğu halde, Resulullah (sav) odama girdi. Bu hal, ona bir
hayli ağır geldi [ve rengi değişti], öfkesini yüzünden okudum. Bunun üzerine:
"Ey Allah`ın Resulü! Bu benim süt kardeşimdir!" dedim. "Siz
kadınlar süt kardeşlerinizi iyi düşünün! Çünkü süt kardeşliği, açlıktan dolayı
hasıl olur!" buyurdular.'' vakasında olduğu gibi Muhammed karısının kardeş
bildiği (o dönem adetlerine görede ikisi kardeştir) bir erkekle sohbet etmesine
dayanamayıp kıskanırken hayatına giren 57 kadından (ve diğer tüm kadınlardan) durumu
kabullenmelerini yani kıskanmamalarını ve kendilerine verilene razı olmalarını
ister, üstelik onların kıskançlıklarını kendisine yapılan bir haksızlık ve
zulüm olarak görür.
68- ''Bir adam İbnu Ömer (ra)`e büyüğün
emmesinden sormuştu. Şu cevabı verdi: "Bir adam Ömer (ra)`e gelip:
"Benim, kendisine temasta bulunduğum bir cariyem vardı. Hanımım bunu
önlemeye azmetti ve cariyeyi emzirdi ve bana da: "Sakın ha! Vallahi ben
cariyeni emzirdim!" dedi. (Şimdi ne yapmalıyım?" diye) sordu. Babam
Ömer ona şöyle cevap verdi: "Hanımını çatlat: Git cariyene temasta bulun.
Çünkü (harama sebep olan) emme küçüklükte olan emmedir." hadisinde
anlatıldığı gibi kadının kıskanıyor olmasının bir önemi yoktur, önemli olan erkeğin
mutluluğudur.
69- ''Hz. Ali (ra) nikahı altında Fatıma (ra)
olduğu halde Ebu Cehl`in kızına talib oldu. Bunu işiten Hz. Fatıma, Resulullah
(sav)`a gelerek: "Kavmin, kızları için senin hiç gadablanmayacağını
zannediyor. İşte Ali, Ebu Cehl`in kızıyla evlenecek!" dedi. Bunun üzerine
Aleyhissalatu vesselam kalktı, minbere çıkti, şehadet getirdi ve şu hitabede
bulundu: "Emma ba`d! Ben Ebu`l-As İbnu`r-Rebi`e (kızımı) nikahladım. Bana
konuştu ve doğruyu söyledi [vadetti ve vaadini tuttu. Şurası muhakkak ki ben
helal olanı haram kılmıyorum, haramı da helal kılmıyorum]. Fatıma benden bir
parçadır. Onu üzen beni de üzer. Allah`a yemin olsun Resulullah (sav)`ın kızı
Allah düşmanının kızıyla ebediyyen bir araya gelmeyecektir!" Ravi der ki:
"Ali istemekten vazgeçti."
70- ''Oğlan çocuğu için birbirine denk iki kurban, kız çocuğu için bir kurban
gerekir.'' kadın için doğuştan hak kaybı daha tanrıya sunulan kurbanlarda
vardır ve tanrı erkeği daha çok sever.
71- ''Resulullah (sav) Hayber`e geldi. Allah
kaleyi fethetmeyi müyesser kılınca, kendisine Safiyye Bintu Huyey İbni Ahtab`ın
güzelliğinden bahsedildi. Safiyye`nin kocası savaş sırasında öldürülmüştü.
Kadın daha yeni evlenmişti. Aleyhissalatu vesselam, ganimetten pay olarak
kendisine onu seçti. Oradan Safiyye ile birlikte çıktılar. Revha nam mevkiye
geldiler. Aleyhissalatu vesselam orada gerdek yaptı. Sonra küçük bir yaygı
içerisinde has (denen hurma, yağ ve keş`ten mamul bir yemek) hazırladı. Sonra
bana: "Etrafındakileri çağır!" buyurdu. Bu, Resulullah (sav)`ın
Safıyye için verdiği düğün yemeği idi. Sonra oradan Medine`ye hareket ettik.
Resulullah (sav) Safiyye için, bineğinin terkisine bir örtü seriyordu. Sonra
devesinin yanıda çömelip dizini dayadı. Safiyye (ra), dizine basarak deveye
bindi.'' Savaşta kocasını, babasını ve kardeşlerini kaybeden ve asıl adı Zeynep
(Arapçası) olan ve Araplar'da kabile reisinin aldığı ganimete verilen adla Safiyye
olarak adlandırılan bu kadın, çaresizlikten ve muhtemelen dini inancı nedeniyle
intihar edemediği için sülalesini katleden bir kişi ile birlikte olmak zorunda
kalmıştır. Her ne kadar İslam tarihçileri Safiyye'yi Muhammed'in eşleri
arasında sayarsada, adının ölene kadar Safiyye olarak kalması ve dinini terk
etmemesi nedeniyle günümüz bilim İnsanları ve bazı İslam din adamları onun
cariye olarak kaldığını düşünmektedir. '' Resulullah (sav) gazveye bizzat iştirak
edince, onun sehm-i safiyy denen riyaset hissesi olurdu. Bu hisseyi, taksimden
önce köle, cariye, at gibi ganimete
dahil mallardan dilediğinden alırdı. Safiyye validemiz de işte bu hissedendi.
Gazveye bizzat iştirak etmediği takdirde bu hisse gıyabında ayrılırdı, ancak bu
durumda seçme hakkı yoktu (ne ayrılmışsa onu kabul ederdi.)'' hadisindede açık
şekilde belirtildiği gibi ganimetten alınan mal lakabını taşıması Safiyye ve
islam tarihi adına ilginç bir anektodtur. ''Benim bir cariyem var, o cariye bizim hem hizmetçimiz hem
de suyumuzu taşıyandır. Ben bu cariye ile münasebette bulunuyorum ancak ben
onun hamile olmasını da istemiyorum! Ben ondan azil yapıyorum! dedi. Rasulullah
(SAV): ‘Sen istersen ondan azil yap. Lakin kuşkusuz onun için takdir edilen
şey muhakkak ona gelecektir! Senin bu tedbirin Allah’ın irade ettiği şeye asla
mani olamayacaktır!’ buyurdu. Ravi dedi ki: Bir müddet geçtikten sonra o
kimse yine Rasulullah (SAV)’e
geldi ve: Ya Rasulallah! Sana zikrettiğim o cariye hamile oldu! dedi.''
Cariyeler her türlü işte çalıştırıldıkları gibi aynı zamanda sahibi olan erkeğin
cinsel ihtiyaçlarınıda karşılamakla mükellefti. Hamile kalınca kölelikten
kurtulacağı için cariyelerin hamile kalmaması adına bir çok yöntem denenmiştir.
''Abdullah
İbnu Amir, Hz. Osman (ra)`a bir cariye
hediye etti. Bu cariyeyi Basra`da satın
almıştı ve onun kocası da vardı. Osman: "Ben ona yaklaşmam, onun kocası
var!" dedi. Bunun üzerine İbnu Amir, kocasını razı etti ve cariyeden ayırdı.'' İslam'da cariyeyi cinsel
ilişkiye zorlamak yasaktır, köle bir kadının yada onun eşinin egemen bir güce
karşı koyması öyle hiçte kolay bir şeyde değildir. Bu nedenle en çok istismar
edilen ve ezilen sınıf cariyeler olmuştur.
72- Sadece erkekleri memnun edecek şekilde
düzenlenmiş ve tasarlanmış cennette; ''Yanlarında bakışlarını yalnız eşlerine çevirmiş iri gözlü (huriler)
bulunur. Sanki onlar (beyazlıklarıyla), saklanmış (gün yüzü görmemiş)
yumurtalardır.'' (Saffat Suresi, 48-49. Ayetler) ve ''Şüphesiz takva sahipleri
için umulanı buldukları yer, bahçeler, üzüm bağları, göğüsleri tomurcuk gibi
yeni kabarmış yaşıt kızlar, içki dolu kaseler vardır.'' (Nebe Suresi, 31-34.
Ayetler) ile anlatıldığı gibi sadece erkeğe hitap eden ilahi ve sonsuz
hediyeler vardır. İslam din adamları bu erkeğe özel cenneti; ''Müminler
için renkli döşeklerle süslü saraylarda ve şatolarda, yastıklar üzerinde aner
saçlı, hilal kaşlı, kara gözlü, güneş yüzlü, şirin sözlü, işveli ve nazlı, inci
dişli, mercan dudaklı, gül yanaklı, selvi boylu, güzel huylu, gülden taze ve
taravetli huri kızları vardır. Bunlar cennetliklerin temiz eşleridir. Her
birisi yetmiş kat elbise giymiştir. Renkleri çeşitli, ölçüleri hafiftir. Her
hurinin taravetli teni cam gibi şeffaftır. Başlarına nur renkleriyle ışıldayan
taçlar koymuşlardır. Çeşitli cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerinde oturup,
müminlere bakarlar. Karşılarında hizmet için nice bin çocuk ve gılman saf saf dizilmişlerdir.
Oradaki huriler ve kadınlar, hayızdan, nifasdan ve buna benzer şeylerden uzak
ve pak olmuşlardır.'' diye tasvir ederler. Söz konusu cennette tıpkı Dünya gibi
sınıflıdır ve her sınıf erkek ait olduğu cennette sonsuza kadar tanrının
yanında yaşacaktır. Bu tasvirlerde ve ayetlerde geçen gılman adlı İslam öncesi
cinsel hizmet veren genç erkek'ler için kullanılan isim her daim tartışıla
gelmiştir. Sözcüğün kelime anlamıda zaten genç erkek çocuk demektir ve gene
İslam öncesi toplumda hizmetli oğlan çocukları içinde kullanılmıştır.
73- ''Şüphesiz müslüman erkeklerle müslüman
kadınlar, mümin erkeklerle mümin kadınlar, itaatkar erkeklerle itaatkar
kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden
kadınlar, Allah’a derinden saygı duyan erkekler, Allah’a derinden saygı duyan
kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle
oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan
kadınlar, Allah’ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar
için Allah bağışlanma ve büyük bir mükafat hazırlamıştır.'' (Ahzap Suresi, 35.
Ayet) Bu ayetten İslami geleneğe göre çıkan tek sonuç Müslüman günahsız kadının
cehennemde sonsuza kadar ceza görmeyeceğidir, yoksa cennete onu bekleyen
erkekler ve köşkler yoktur müslüman erkekleri bekleyen huriler gibi.
Kaynaklar:
1- Kuran (H.Yazır, Diyanet, E.Yüksel,
A.Gölpınarlı, S. Ateş, S. Yıldırım, Y.N.Öztürk, M. Esed, Ö.N.Bilmen, C.
Yıldırım tefsirleri)
2- Buhari ve Kutubu
Sitte hadisleri
3- Tefsirde Semantik
Metod ve Kuran'da Kavm Kelimesinin Semantik Analizi, Yrd.Doç.Dr. Ali Galip
Gezgin, Ötüken Yayınları, 2002
4- İslam Nazarında
Doğum Kontrolü, Ebu'l Ala Mevdudi, Çev. Ramazan Yıldız, Sebil Yayınevi, 1996
5- Hicap, Ebu'l Ala
Mevdudi, Düşün Yayıncılık, 2013
6- Büyük İslam
Tarihi, İbn Kesir, Çev. Mehmet Keskin, Çağrı Yayınları, Cilt:
1-2-3-4-7-8-9-10-11-12-13, 1994
7- Siyer, Muhammed
İbn İshak, Yay.Hazırlayan: Prof.Dr. Muhammed Hamidullah, Çev. Sezai Özel, Akabe
Yayınları, 1988
8- Hz. Muhammed’in
Hayatı, İbn Hişam, Çev.: Prof.Dr. İzzet Hasan – Prof.Dr. Neşet Çağatay, AÜİF
Yayınları, 1971
9- Asrı Saadet,
Mevlana Şibli, Çeviri:Ö.Rıza Doğrul, Sadeleştiren: O.Zeki Mollamehmetoğlu, Eser
Neşriyat, 1-2-3-4-5. Ciltler, 1978
10- Uydurma Olduğunda
İttifak Edilen Hadisler, Aliyyül Kari, Çev. İbrahim Kutlay, İnkilap Yayınevi
2008
11- Sahih-i Buhari
Fihristi, Ebu Abdulmümin Emin, Çev. Mehmet Sofuoğlu, Ötüken Yayınları,
1-2-3-5-7-8-9-10-11-12-13-14-15. Ciltler, 1987
12- Milletler ve
Hükümdarlar Tarihi, Taberi, MEB Yayınları, 1-2-3-4-5. Ciltler, 1992
13- İslam Peygamberi, Prof.Dr. Muhammed
Hamidullah, Çev. Prof.Dr. İhsan Süreyya Sırma, Beyan Yayınları, 2004
14- Hz. Muhammed’in Hayatı, Martin Lings, Çev. Nazife
Şişman, İnsan Yayınları, 2006
15- İslam'dan
Önce Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, Dr. Neşet Çağatay, AÜİF Yayınları, 1957
16- Eski Türk Dini
Tarihi, Prof.Dr. Abdulkadir İnan, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1976
17- Cevâmi'u's-Sîre,
İbn Hazm, Çev. M. Salih Arı, Çıra Yayınları, 2004
18- Putlar Kitabı
(Kitap el-Asnam), İbn el-Kalbi, Roza Klinke-Rozenberger, Almanca-Arapça Çeviri
Beyza Düşüngen, AÜİF Yayınları, 1968
19- Müsned, Ebu
Hanife, Çev. Duran Kömürcü, Emin Yayınları, 1978
20- Hz. Peygamber
Döneminde Savaşlarda Kadın, Dr. Zekeriya Akman, FÜİF Dergisi, Sayı:17/2, 2012
21- Hz. Aişenin
Evlilik Yaşı Tartışmalarında Savunmacı Tarihçiliğin Çıkmazı, Yrd.Doç.Dr. Mehmet
Azimli, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt:16, Sayı:1, 2003
22- Hz. Peygamberin
Savaşları, Prof.Dr. Muhammed
Hamidullah, Çev. Prof.Dr. Salih Tuğ, 1991
23- İfk Olayı Üzerine Bir Değerlendirme, Yrd.Doç.Dr. Ali Aksu, CÜİF
Dergisi, Cilt:8/1, 2004
24- İslam Hukukunda Evlilik Dışı Doğan Çocuğun Velayeti, Arş.Gör. Ünal
Yerlikaya, İHA Dergisi, Sayı:11, 2008
25- İslam Hukukunda Örf ve Adet, Doç.Dr. Selahattin Kıyıcı, Ekev
Yayınları, 2002
26- İslam Yargılama Hukukunda Şahitlik, Prof.Dr. Kemal Yıldız, Hacegan
Akademi Yayınları, 2005
27- İslam Aile Hukuku, Yrd.Doç.Dr. Ahmet Yaman, Marifet Yayınları, 1999
28- İslam Tarihinde Kadının Dönüşümü - Abbasi Örneği, Dr. Lütfi Şeyban,
Ferşat Yayınları, 2004
29- İslamiyet Öncesi Arap Folklorunun Kuran'daki Yeri, Fatih Duman,
Yüksek Lisans Tezi, 2006
30- İslamiyette Kadın Öğretimi, Prof.Dr. Muhammed Tayyip Okiç, Diyanet
Yayınları, 1979
31- Gelişim Psikolojisi Açısından Kuran'da Blug Olgusu, Yrd.Doç.Dr.
Abdurrahman Kasapoğlu, CÜİF Dergisi, Cilt:10/2, 2006
32- Marifetname, Erzurumlu
İbrahim Hakkı, Çev. Faruk Meyan, Bedir Yayınları, 1999
33- Mekki Surelerde Kadın, Safiye Gürlevik, AÜİF
Yüksek Lisans Tezi, 2006
34- İslam'dan Önce Araplar Arasında Kadının Durumu: Aile ve Türlü Nikah Çeşitleri, Prof.Dr.
Şemsettin Günaltay, TTK Belleten Dergisi, Cilt:15, 1951
35- Nisa Suresi 24. Ayeti
Işığında Muta Nikahı, Yrd.Doç.Dr. H. Mehmet Soysaldı, FÜİF Dergisi, Sayı:2,
1997
36- Siyasi ve Kültürel İslam
Tarihi 1, Prof.Dr. Philip K. Hitti, Çev. Prof.Dr. Salih Tuğ, Boğaziçi
Yayınları, 1980
37- Kuran ve Sünnet Işığında
Evlenme ve Boşanma, Yrd.Doç.Dr. H. Mehmet Soysaldı, Kişisel Yayın, 1997
38- Diyanet İslam Ansiklopedisi, Cinsi
Münasebet Maddesi, 8. Cilt
39- Diyanet İslam Ansiklopedisi,
Cima Maddesi, 8. Cilt
40- Diyanet İslam Ansiklopedisi,
Cinsiyet Maddesi, 8. Cilt
41- Diyanet İslam Ansiklopedisi,
Cariye Maddesi, 7. Cilt
42- Diyanet İslam Ansiklopedisi,
Kadın Maddesi, 24. Cilt
43- Ergen Kişiliği Bağlamında Din -
Kişilik İlişkisi, Yrd.Doç.Dr. Abdülkerim Bahadır, SÜİF Dergisi, Sayı:14, 2002
44- Kadınların Cemaate İştiraki İle
İlgili Hadisler Üzerine Bir İnceleme, Yrd.Doç.Dr. Mahmut Yeşil, SÜİF Dergisi,
Sayı:17, 2004
45- Sosyo-kültürel Açılımların
Etkisiyle Abbasi Toplumu ve Kadınlarının Sosyal Dönüşümü, Öğr.Gör. Lütfi
Şeyban, Kişisel Yayın
46- Emeviler Dönemi Kadınının
Durumuna Genel Bir Bakış, Fatma Karaca, AÜİF Yüksek Lisans Tezi, 2010
47- Ensest Tabusu ve Egzogami Kuralının
Kurandaki Yansımaları, Yrd.Doç.Dr. Abdurrahman Kasapoğlu, DBAA Dergisi, Sayı:1, 2003
48- Ensest ve İslam Hukukundaki
İzdüşümü, Yrd.Doç.Dr. M. Rahmi Telkenaroğlu, SÜİF Dergisi, Sayı:31, 2011
49- Gelenek ve Hakikat Arasında
Kadın, DİB Yayınları, 2013
50- Rivayetler Işığında Hz. Muhammed
Döneminde Gündelik Hayat ve Kadın, Hilal Köksal, AÜİF Yüksek Lisans Tezi, 2010
51- Hz. Peygamber Döneminden
Günümüze Kadınlar ve Cami Eğitimi, Doç.Dr. Hüseyin Yılmaz, Değerler Eğitimi
Dergisi, 2007
52- İslam Düşüncesinde Kadına
Yönelik Şiddet Söylemine Bir Bakış, Prof.Dr. Osman Güner, OMÜİF Dergisi,
Sayı:23, 2007
53- Yahudi Geleneğinde Kadın Algısı,
Doç.Dr. Salime Leyla Gürkan, Dinler Tarihi Araştırmaları 8, TDTA Yayınları,
2012
54- Yahudilik ve Hıristiyanlık Din Geleneklerinde
Toplumsal Cinsiyet, Özlem Topcan, AÜSBE Kadın Çalışmaları AB Yüksek Lisans
Tezi, 2010
55- Tefsirde Semantik Metod ve Kuran'da Kavm
Kelimesinin Semantik Analizi, Yrd.Doç.Dr. Ali Galip Gezgin, Ötüken Yayınları,
2002
56- Toplumsal Cinsiyet ve Din,
Arş. Gör. Nazife Gürhan, e-şarkiyat İlmi Araştırma Dergisi, Sayı:4, 2010
57- Din ve Kadın Konulu
Çalışmalarda Akedemik Özgünlük ve Sahicilik Sorunu, Necdet Subaşı, Divan
Dergisi, Cilt:17, Sayı:32, 2012
58- İslam Hukukunda Kadının
Siyasi Hakları, Yük.Lis.Ögr. Nejla Akkaya, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt:5,
Sayı:4, 1991
59- İslamda Çalışma Hayatında
Kadın, Lis.Ögr. Zeynep Gencer, Farabi e-Dergi, Sayı:2, 2012
60- İslamın Kadına Bakışı,
Prof.Dr. Mehmet S. Hatipoğlu, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt:5, Sayı:4, 1991
61- İslamın Kadına Getirdiği
Haklar, Prof.Dr. Süleyman Ateş, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt:5, Sayı:4,
1991
62- İslam Devletlerinde Türk
Naibeler ve Kadın Hükümdarlar, Doç.Dr. Bahriye Üçok, Kültür Bakanlığı
Yayınları, 1981
63- Kadın Konusunda Kuran'a
Yöneltilen Başlıca Eleştiriler, Doç.Dr. Mehmet Hayri Kırbaçoğlu, İslami
Araştırmalar Dergisi, Cilt:5, Sayı:4, 1991
64- Kadın ve Aile Yazıları,
DİB Yayınları, 2012
65- Mekasidu'ş-Şeria
Bağlamında Kadının Şahitliği Konusu, Ali Bulaç, İslami Araştırmalar Dergisi,
Cilt:5, Sayı:4, 1991
66- İslam Öncesi Dönem
Cahiliye Kültürü, Doç.Dr. Murat Sarıcık, Fakülte Kitabevi, 2002
67- Kadının Şahitliği -
Örtünmesi ve Kamu Görevi, Doç.Dr. Hayrettin Karaman, İslami Araştırmalar
Dergisi, Cilt:5, Sayı:4, 1991
68- Kadının Toplumsallaşması
ve Fitne, Cihan Aktaş, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt:5, Sayı:4, 1991
69- Kuran'a Göre Çocuklar
Arasında Cinsiyet Ayrımcılığı, Yrd.Doç.Dr. Abdurrahman Kasapoğlu, FÜİF Dergisi,
Sayı:10/1, 2005
70- İslam Öncesi Arap
Yarımadasında Çocuk Öldürme Olgusu, Yrd.Doç.Dr. Yavuz Yıldırım, İÜİF Dergisi,
Sayı:7, 2003
71- Kuran'da Eşler Arası
İlişki Hakkında Önemli Bir Kavram Sükun, Yrd.Doç.Dr. Abdurrahman Kasapoğlu,
DBAA Dergisi, Sayı:4, 2004
72- Kuran'da Evlilik
Terapisi, Yrd.Doç.Dr. Abdurrahman Kasapoğlu, DBAA Dergisi, Sayı:2, 2004
73- Kuran'da Kadın Erkek
Eşitsizliğinin Temelleri, Dr. İlhami Güler, İslami Araştırmalar Dergisi,
Cilt:5, Sayı:4, 1991
74- Kuran'ın İffet Anlayışı,
Yrd.Doç.Dr. Abdurrahman Kasapoğlu, DBAA Dergisi, Sayı:4, 2003
75- Modern Mahrem ve İslam'ın
Kadına Bakışı, Prof.Dr. Hüseyin Hatemi, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt:5,
Sayı:4, 1991
76- Tarih Boyunca ve Kuran'ı
Kerim'de Kadın, Prof.Dr. Salih Akdemir, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt:5,
Sayı:4, 1991
77- Tarihsel ve Teolojik
Açılardan Kadının Örtünmesi Sorunu, Bedriye Özçelik Yılmaz, İslami İlimler
Dergisi, Sayı 1-2, 2009
78- Tek Tanrılı Dinler ve
Kutsal Kitaplarında Kadının Konumu, Arş.Gör. Özge Zeybekoğlu, ETHOS FTBD
Dergisi, Sayı:3, 2010
79- Tek Tanrılı Dinlerde Kadın Bedeninin
Toplumsal Denetimi, Prof.Dr. Fatmagül Berktay, TMMOB JMO Haber Bülteni,
Sayı:1, 2007
80- Kadın Erkek Eşitliği
Sorunsalı, Yrd.Doç.Dr.
Nesrin Kale, AÜEBF Dergisi, Cilt:29, Sayı:1, 1996
81- Kadın Özgürlüğünün Sorunları, Evlyn Reed,
Çev. Zeynep Saraçoğlu, Yazın Yayıncılık, 1985
82- Eski Türk Dini Tarihi, Prof.Dr. Abdulkadir
İnan, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1976
83- İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi,
Prof.Dr. Bahaeddin Ögel, TTK Yayınları, 1984
84- Dinler Tarihi, Prof.Dr. Hüseyin G.
Yurdaydın - Doç.Dr. Mehmet Dağ, Gündüz Matbaacılık, 1978
85- Dinler Tarihi,
Prof.Dr. Güney Tümer - Prof.Dr. Abdurrahman Küçük, Ocak Yayınları, 2002
86- Sümerlilerin Dini İnanç ve Adetleri, Özden Gül Ökter, GÜSBF Yüksek Lisans
Tezi, 2006
87- Tevrat, İncil ve Kuran,
Jacques Jomier’den Sakıb Yıldız, Hareket Yayınları, 1974
88- Kuran’ın Nüzulü Sürecinde Müslümanlar'la
Diğer Dini Gruplar
Arasındaki İlişkilerin Kuran’a Yansıması, AÜİF Yüksek Lisans Tezi, Osman Kaya,
2004
89- İslam Öncesi Mekke. Dr. Yaşar Çelikkol, Ankara Okulu
Yayınları, 2003
89- Kitabü'l-A'dad, İbn Hazm, e-kitap
90- Hz. Aişe'nin Hadis Tenkitçiliği, Doç.Dr.
Mehmet S. Hatipoğlu, A.Ü.İ.F.D.
Dergisi,
Sayı:19, 1973
91- Hadislerin Tarihe Arzının
Uygulamadaki Bazı Problemleri, Yrd. Doç.Dr. Selçuk Coşkun, EKEV Akademi
Dergisi, Sayı:20, 2004
92- Kuran Işığında Küçüklerin
Evlendirilmesi Meselesi, Dr. Fatih Orum, İÜİF Dergisi, Sayı:19, 2009
93- Hz. Aişe Kaç Yaşında Evlendi?
Dokuzmu Onmu, Doç.Dr. Bünyamin Erol, İA Dergisi, Cilt:19, Sayı:14, 2006