3 Şubat 2011 Perşembe

Mekke’de İslam öncesi ve sonrası ticaret ve İslam’a etkileri 1

Arabistan (Ceziretul-Arap yani Arap Yarımadası) coğrafi yapısı nedeniyle genel anlamda tarım yapılamıyan ama lokal hayvancılık ile vahalarda kısmi oranda lokal tarım yapılabilen ve yerleşim yeri olarakta göcebelerin belli bölge içerisindeki vahalar arasında konakladıkları bir nüfusa sahipti o dönemde. Yerli halk büyük oranda kabile/aşiret/klan yapılanması içerisinde sık sık anaerkil aile topluluğu olarak yaşıyordu,yiyecek kıtlığı ve vahşi doğa yaşamı şekillendiriyordu, kardeşler-eşleri-çocukları şeklinde yaşayan bu küçük topluluklar bir kabile/aşiret/klan’a bağlıydı, anaerkil bu topluluklar avcı-toplayıcı toplum seviyesinde bir kültür geliştirmişlerdi, keza dinsel ritüelleride bu yönde gelişme göstermişti,çok küçük bir azınlık yerleşik hayata geçmişti fakat onlar bile belli dönemlerde göçüyorlardı. Sık sık kuzeye yağma akınları düzenliyorlardı, kendi aralarında vahalar ve su kuyularının kullanımı başta olmak üzere bir çok konuda savaşlar yapıyorlar, bu nedenle duruma göre müttefik oluyorlardı, kendi aralarında düşman kabilelere yağma yaygındı. Kuzeye yağma yapmaya giden kabilelerin zamanla oraya yerleşerek daha ileri bir toplum olarak yaşadıkları ve eski topraklarındaki akrabaları ile iletişimde oldukları bilinmektedir. Arabistan da lokal tarım ve hayvancılık genede bölge yerlilerinin geçinmesine yetmiyor ve MS. 1. YY’dan itibaren Hicaz’dan geçen kervanlara bölgesel rehberlik yaparak kazandıklarıyla ticaretin takasa dayalı ilkel şeklini uyguluyorlardı. Yapılan ticaret ise bölgeden geçen kervanların güvenliği ve kılavuzluk hizmetleri karşılığında alınan malın Hicaz bölgesinde iç piyasaya yönelik satımından ibaretti uzun bir süre. Özetle MS. 4. YY’ın sonuna kadar Hicaz bölgesi siyasi emrinde olduğu Yemen’in ticari yolları üzerinde bir istasyon vazifesi görmekten öteye gidememiştir. Bölgenin ve içinde yaşayanların vahşi tabiatı yüzünden Mısır-Roma ve Bizans’ın bölgeyi kolonileştirme çabaları başarısız olmuştur tarih boyunca. Ancak birkaç ticari yol güzergahı açılabilmiştir yüzyıllar içerisinde.

MS. 2. YY’da Yemen adına vali olarak hüküm süren Cürhümi’lerin bölgede iktidarı ilk defa yerel Arap  kökenli Huzaa kabilesine yenilerek teslim etmesi ile iktidar ve güc el değiştirmiş böylece bölgedeki egemenlik tarihte ilk defa yerel Arap  kökenli bir kabilenin eline geçmiştir (bir diğer efsaneye göre ise Kureyş ve Huzaa kabileleri İsmail’in Yemen kökenli Cürhümlü kadınlardan olan soyundan gelmektedir, zaten yakın akrabadırlar). Kabilenin kurucusu olarak kabul edilen Amr b.Luhay sadece İnsan’ların etkisi ve nufusu azalmış bu bölgedeki yaşamını canlandırmakla kalmamış Mekke’nin bilinen ilk tapınak şehir temellerinide atmıştır, (Yerleşim daha çok Mekke çevresindeki vadi ve tepelerde dağınık bir şekilde olmuştur Kureyş’e kadar, bildiğimiz anlamda bir şehir değildir anlaşılacağı gibi). Mekke’nin bilinen dinsel özelliklerine daha yetkin tanrılar ve tanrısallaştırılmış ögeler katarak Hac ticaretini ortaya koymuş ve bölgedeki günümüze kadar gelen Hac ticaretini başlatmıştır. Koruyucu kabilenin kudsiyeti kavramını uygulamaya koymuş, dinsel görevleri yerel panayırların kuruluş tarihi ile aynı döneme alarak ticaret ve dinsel yaşamı birleştirmiştir. Amr b.Luhay’dan İslam’a kadar hemen hemen her yönetici bu din ticaretine yeni tanrılar ve kudsiyetler ekleyerek portföyü oldukça genişletmiştir. Söz konusu gelişme asla Antik Yunan’daki panteon vb. dinsel inanç düzeyine erişememiştir.

Huzaa kabilesinin iktidarı yaklaşık 2-3 YY. kadar Yemen veya Kuzey’deki egemen güçlere (Bizans, Pers yada bunlara bağlı prenslikler veya uçbeylikleri) bağlı bir yarı göçebe toplum olarak varlığını sürdürmüşsede bildiğimiz anlamda bir egemenlik ve şehir devleti hüviyetine ancak Huzaa kabilesinin güc kaybettiği, Yemen ve Kuzey’deki Pers ile Roma İmparatorluklarının zayıfladı bir dönemde ortaya çıkan ve Şam’da yetişen Kusay’ın  kurduğu Mekke tüccar/tapınak şehir devleti ile kavuşmuştur. Kusay efsanelere göre hile ile Mekke’nin anahtarını ele geçirerek Huzaa ve Bekroğullarını Hicaz dışına sürmüştür. İbn Kuteybe’ye göre Bizans İmp. Kusay’a yardım etmiştir (İmparator Theodor veya oğlu Arcadias dönemine denk gelen bir hadisedir. M.S. 379-408), bir diğer söylence ise Kusay’ın anne bir Şam’da yaşayan Kudaa’nın komutanlarından olan kardeşi Rızah’ın beraberinde getirdiği askerler vasıtası ile iktidarı ele geçirdiği yönündedir, burada Bizans’ın gönderdiği ordunun Kusay’amı yoksa bölgedeki yeni olşumamı destek olduğu belli değildir. Kesin olan tek şey ise Bizans’tan gelen bir ordunun Mekke tapınak şehir devletinin Kureyş tarafından kurulmasına yardım ettiğidir, buda bizlere o dönemde çok yaygın bir şekilde Bizans tarafından uygulanan, yerel kabile reislerine verilen Pilark (bir çeşit yönetici ünvan) manevi payesinin Kusay’ada verilmiş olabileceğini göstermektedir, bir çeşit biat olarak uygulanan yöntem vasıtası ile bölgedeki Bizans ticari/siyasi etkisindeki kabile ve ticari kolonilerin uzun bir süre ilkel Arap kabilelerinin saldırılarından kurtulduğu gibi ticareti ve kolonileştirmeyi güvence altına alan bir rejim uygulamıştır. Kudaa kabileside başında bir pilark olan Bizans’a bağımlı bir uçbeyliktir aynı zamanda.

Böylece Mekke tapınak şehir devleti Yemen’in ticari istasyonu olmaktan çıkıp Bizans İmparatorluğunun ileri bir ticari kolonisi olarak varlığını ortaya koyarken, Güney’deki devletlerin güçlerini kaybettikleri gerçeği ile Hicaz’ın bölgesel olarak ticareti ele geçirmesi ve bu ticaret yönetiminin Taif ve Mekke üzerinden yapılması,yerel ticaretin ise hala yarı göçebe yaşayan toplulukların tekelinde ve ilkel takas usulü ile yapılıyor olması uzun bir dönem devam edecektir. Mekke Kusay’a kadar yarı göçebe Arap/Bedevi kabilelerin, Mekke çevresindeki vadi ve tepelerde geçici olarak yerleştikleri, sellerin açtıkları küçük ve korunması kolay vadilerde ise yerleşik küçük aşiretlerin yaşadığı, dağınık bir topografyaya sahip yerleşkedir. Kusay ilk defa o zaman kadar yerleşilmesi haram olan Kabe dinsel alanının çevresini kendi kabilesine ve müttefik kabilelere parselleyip dağıtarak iskana aşması ile Mekke’nin kurucusu ünvanı’nı gerçek anlamda hak eden kişi olur. Ondan önce sık sık seller, kuraklık ve hakim kabilelerin güc kaybetmesi neticesinde yerleşimi sekteye uğrayan Mekke kalıcı iskana kavuşur. Çevrede ki sel vadilerinde (Şib) yerleşik rakip aşiret ve kabileleri sürerek yakın tehditleride savuşturmuş ve onların tanrı ve totemlerini Mekke dinsel alanına dahil ederek hakimiyetini güçlendirmiştir.

Kusay’ın söz konusu bölgeye Monofizit Hıristiyan’lığı (İsa’yı tanrı olarak kabul eden mezhep) getirmiş olma ihtimali oldukça yüksek olmakla birlikte (Kusay’ın oğullarına yerel tanrıların adlarını vermesi bu durumu teknik olarak geçersiz kılsada), İslam tarih kaynaklarında yukarıda kısaca bahsedilen efsanelerden öteye bir bilgi yer almaz, çevresinde daha önce Hıristiyan’lığı benimsemiş bir çok bölge ve kabilenin olması Mekke’nin yalıtılmış bir putperestlik içerisinde yaşadığı savını ortaya atan İslam resmi tarihi ile çelişir niteliktedir. Öte yandan çok küçük bir yerleşim yeri olması nedeniyle Mekke’den Hıristiyan kaynaklarıda bahsetmediği için Bizans tarafından Pilark olarak Mekke tapınak şehrini kurmak üzere kabile reisliğine atanmış olabileceği düşünülen döneminin piskoposluk merkezi Şam’da büyüyen Kusay’ın, o dönemde Arabistan’da hızla yayılan Hıristiyan’lığın monofizit yorumunu kısmende olsa kabullenmiş olma olasığılını göz ardı etmemekte fayda var, İslam öncesi Mekke’deki Hıristiyan mezarlığı ve Kabe içerisindeki ve dışındaki Hıristiyan tasvirlerinin varlığını açıklamak oldukça zor olmaktadır İslam tarihi açısından, bu hususun yok sayılmasının ayrı bir yazı konusu olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Bölgedeki siyasi ve ticari kontrolün Kusay’dan sonra bir süre Hıristiyan Arap kabilelerin eline geçmiş olabileceği kuvvetle muhtemeldir.

Hicaz bölgesi Arap yarım adasında güneyde Yemen ile kuzeyde İran, Irak, Bizans arasında ticaret yollarının ortasında olduğu gibi aynı zamanda Hind, Habeşistan ve Mısır’ın deniz ticaretinin liman ve istasyonu görevinide üstleniyordu. Uzun yıllar Hindistan menşeili baharat-tütsü ticaretini tekelinde tutan Yemen’in mallarını Suriye’ye ithal edebilmesinin tek şekli yol üzerindeki ticaretin güvenliğinden geçiyordu ve tıpkı Çin’den çıkıp Trabzon’da son bulan ipek yolunun üzerinde kervansaraylar ve ticaret yolunun güvenliğinde olduğu gibi Hicaz’ında denetimi ve güvenliğini sağlayan Yemen ticaretide elinde tutuyordu. İlk olarak MS. 2. YY’da Yemen’in, ardından da MS. 4. YY’da kuzey devletlerinin güç kaybetmesi neticesinde kurulan Mekke tapınak şehir devleti, gittikçe kuzeye kayan Hindistan ticareti dışında söz konusu ticareti lokal olarak Medine(Yatrib), Necran ve daha kuzeyde Tebuk, Taima yerleşkeleri ile birlikte kontrol ediyordu, bu kontrol mekanizmasında onlarca kabilede sisteme dahildi, bunların içinde Hıristiyan Arap kabileler olduğu gibi Musevi Arap kabilelerde vardı.

Arap yarımadasında iki ticaret yolu öne çıkıyordu o dönemde; Irak üzerinden Uman’a giden ‘’Doğu yolu’’ ile Yemen, Hind ve Pers mallarını Şam’a ulaştırılıyordu. Diğer yol ise Hicaz’dan geçen ve Yemen, Habeşistan ve Hind mallarını Şam’a ulaştıran ‘’Batı yolu’’ idi. MS. 4. YY’a kadar Arap yarımadasındaki tüm ticaret yolları ve tüccarlar ile yerleşkeler sadece istasyon vazifesi görmüşler ve Kureyş gibi bir çok kabile ise kılavuzluk ve güvenlik hizmetleri ile öne çıkmışlardır. MS. 4. YY’da ‘’Batı yolu’’ MS. 7. YY’a göre daha güneyden geçiyordu, yani Mekke bu yola dahil değildi, kuzeydeki Petra vb. bir takım ticaret şehirlerinin yıkılması ve Bizans/Pers savaşının sürmesi neticesinde kuzeydeki ticaret yollarının ve kervanlarının güneye kayması neticesinde, o dönemde Mekke’nin görevini  M.S. 2. YY.da öne çıkan Medine(Yatrib)ile Necran üstlenmişti. Yaklaşık olarak aynı dönemlerde ortaya çıkan Hire devletinin (Kuzeye göçen Arapların kurduğu krallık)ticareti ele geçirmek için sık sık Mekke tapınak şehir beyliğine yaptığı baskıları, Bizans’ın uç beyliği olarak uzun bir süre bertaraf eden Mekke ve Arap yarımadası sakinleri nihayetinde askeri açıdanda güçlendikleri ve Hire’lilerin ise zayıfladıkları MS. 580 yılındaki Ficar savaşları ile bölgedeki egemenliklerini kendi lehlerine ilk defa sağlamışlardır. 602 yılındaki son savaştan sonra Hire yerini tamamen Hicaz kabile konfederasyonuna bırakmıştır. Yapılan bu savaşlar neticesinde Arap yarım adasında bir toplum ve devlet bilinci oluşmaya yeni yeni başlamıştır o dönemde.

Sık sık yinelenen tapınak şehir devleti kavramına burada açıklık getirmekte fayda var. Aslında tanım itibari ile tam tabir ticari koloni olması gerekirken devlet olmanın getirdiği; bayrak, sikke, kanun yapma ve uygulama vb. devlet adına bir çok olmazsa olmazı barındıran egemenlik sonuçlarının hiç birisini o dönemin bölgesel şehir devletleri barındırmamaktadır, mesela egemenliğin olmazsa olmazı olan para basımında her ne kadar İslam devleti adına ilk parayı Ömer’in 639 yılında bastırdığı kabul görüp konuşulsada gerçek anlamda İslam devlet parasını ilk defa bastıran Abdulmelik_Bin_Mervan’a kadar bölgede kullanılan yabancı paraların tıpkı basımının Arap ticari değerlerine adapte edilmesinden başka bir şey değildir Ömer ve ardıllarının yaptıkları. Bildiğimiz anlamda bir şehir devlet değildir söz konusu edilen Taif ve Mekke, asıl olarak iç işlerinde bağımsız ve dış işlerinde dönemine göre egemen bir devlete bağımlı bir çeşit ilkel site-devlet (uçbeylik) niteliğindedir. İç işlerinde de sık sık Bizans lehine yapılan balans ayarları ilede meşhurdur hatta. Mekke daha çok kuruluşu olan 4. YY sonu itibari ile tapınak şehir devleti olarak öne çıkar, yönetim ise hala ilkel kabile fererasyonlarının eşitler arasında birinci seçtiği tüccar/savaşçı lider kişi tarafından yapılır, ilkel site devleti yönetiminde olduğu gibi liderlik ataerkil değildir, en kuvvetli ve zengin kabile reisi eşitler arasında birinci olarak geçici yönetimini uygular, bu arada her kabile kendi iç hukukunu uygular cezai durumlar için, söz konusu federasyona tabii kabileler sık sık kendi içlerinde ekonomik ve siyasi nedenlerle savaşırlarda. Anadolu ve Orta Asya’da çok görülen bir yerleşim ve yönetim şekli olan tapınak şehri şeklinde geçici ittifakların yönettiği bir site devleti olma yolundadır o dönemin Mekke’si.

Kusay’dan önce babadan oğula geçen ve sadece Mekke tapınak yönetimi ile ilgili görevleri Kusay, Dar’un-Nedve adlı bir çeşit ilkel belediye-kabile meclisi niteliğinde yeniden yapılandırdı, söz konusu kurum 40 yaşını geçmiş tüm hür ve saygın kabile üyelerince seçilmiş kişilerden oluşuyordu. Yönetim kademeleri ve görevleri 6’dan 18’e çıkaran Kusay, bunları kabilelerin kuvvetleri neticesinde dağıttı, esas güç ve saygınlık getirecek görevleri kendi kabilesi olan Kureyş’e bıraktı, bu görevlerin büyük bir kısmı Kabe ile ilgilidir, tapınak üzerinde yapılan dinsel ticaretin düzenlenmesi ve dinsel ritüellerin yerine getirilmesi vb. Çevre de kurulan panayırların düzeni ve güvenliği, aşiretler ve kabileler arası iletişimin sağlanması gibi basit birkaç görevi daha vardır bu kurumun. Siyasi ve idari işleri düzenlemekle görevli bu kurumun gücü sınırlıydı, hatta kabilelerin kendi iç hukukları çoğunlukla öne çıkıyordu, söz konusu kurum kabileleri bağlayıcı olmaktan uzaktı ve onun yerine daha çok kabilelelerin Nadi denilen meclislerinde alınan kararlar öne çıkıyordu. Her kabile/aşiret kendi lideri ile birlikte hareket ediyordu, önceden de belirtildiği gibi daha çok tüccar/savaşçı hür erkeklerin oluşturduğu yarı göçer kabilelerin konfederasyonundan ibaretti Mekke tapınak şehir devleti. İslam döneminde devlet merkezinin Şam’a taşınması ile etkisini yitiren kurumun yönetiminin son olarak Hakim b.Hizam veya İkrime b.Amir’e geçtiği ve onunda 100,000 dirhem karşılığında bu görevi Halife Muaviye’ye sattığı rivayet edilir.

İslam tarihinde sık sık söz edilen ve genel olarak ticaretle anılan Kureyş’in, Kusay ile birlikte yarı göçebe ve Mekke dışında kervanlara kılavuzluk hizmeti ile süren yaşamı, birden Mekke şehrinin hakimi ve bölge ticaretinin kontrolünü elinde tutan kabile olması ile başlamıştır aslında. Öncesinde ise özetle belirtildiği gibi sadece kılavuzluk ve güvenlik hizmetleri karşılığında basit gıda ve giyecek ihtiyaçlarının karşılandığı ve takas usulü ile lokal olarak yapılan bir ticaretin içinde, etkin olmayan dağınık aşiretler halinde yaşayan kabiledir Kureyş. Kabilenin adına ve geçmişine yönelik rivayetler ve inanışlar oldukça çok ve değişiktir. Kelime anlamından yola çıkarak tüccar kökenli bir söylem neticesinde kabile adına kavuştuğunu savlayanlar olduğu gibi, kabile adının bizzat pagan dönem inanışları neticesinde dönemin tapınılan kabile tanrısı (köpek balığı) neticesinde kazanıldığı veya ismin yabancı kökenli olup sonradan Arap diline kazandırıldığı şeklinde görüşler olduğu gibi Beni Nadr’a dayandırılan (kabile Beni Nadr’ın kervanlarında rehberlik yaptığı için, ona tabii olduğu için) ve öncesinde İsmail’e ve İbrahime kadar giden bir soy kütüğü ile adlandırılsada Beni Nadr’a değilde Fihr b. Malik soyundan İbrahim’e dayandıranlarda vardır, özetle tam ve gerçekçi bir bilgi elde mevcut değildir. Tüm kabileler gibi adının putperest dönemdeki kabile tanrısından geldiği inancı daha geçerli hale gelmiştir günümüzde.

Bütün bu tarihsel bilgiler ışığında Arap yarımadasında ticaret, Dünya’nın diğer bölgelerinde olduğu gibi belli dönemlerde belli bir bölgede bir araya gelen aşiret ve daha küçük boydaki kitlelerin takas usulü ile yaptıkları bir etkinlikti. Belirleyici unsur ise bölgesine göre tarımsal hasat sonu yada hayvanların kesim yaşına gelmesi ve tüm Dünya’nın dinsel/ticari evrimsel ortak noktası olan gündönümleri vb. etmenlerdir. Zamanla panayır özelliği kazanan bu zorunlu etkişelim tüm Arap yarımadasında yarı yada tam göçebe aşiret yada kabilelerin dinsel inanışlarınında şekillenmesinde rol oynadı. Söz konusu panayırlar hakkında bizlere ulaşan bilgiler İbn Habib, el-Merzuki ve Ya’kubi’nin kitapları vasıtasıyladır. Kurulan panayır sayısı konusunda farklı rakamlar verselerde bölge ticaretinin elimizdeki İslam öncesini ve ilk dönemini anlatan yegane kaynaklarıdır. Panayırlar mahalli veya Hicaz bölgesine yönelik olarak kuruluyordu, günümüz İzmir Uluslararası Fuarı gibi Enternasyonal değildiler fakat belli birkaç panayıra dışarıdan gelen ve yerel bir egemen kabile vasıtası ile temsil edilen yabancı tüccarlarda katılmaktaydılar. Kusay sonrası dönemde ve özellikle 6. YY ortalarından itibaren Mekke’de bazı panayırlar belli bir ürün üzerine kurulmaya başlanmıştır. Bazı panayırlar yerel Pazar niteliği kazanıp devamlı hale gelmiştir mesela Mekke’deki köle pazarı yada hayvan pazarı gibi.

Bu Pazar ve panayırlar aynı zamanda günümüzde ozan/dengbej vb. şekillerde devam eden sözlü edebiyat ve tarih geleneğinin ilk hallerininde sergilendiği yerler olmuşlardır. Bir diğer hususta bu Pazar ve panayırlara misyonerlerin devamlı olarak gelmesidir. Bilinen ve İslam sonrasıda bir süre devam eden ve Mekke’nin en büyük panayırı ünavına sahip olan ‘’Ukaz’’ panayırıdır. Ukaz panayırı, Nahle-Taif ve Zülmecaz arasında ve Mekke’ye bir merhale (3 günlük yol) Taif’e ise bir günlük yol uzaklığında Nahle-Sana yolu üzerinde; Yemen, Suriye, Basra körfezi ve Babil yollarının keşistiği bir kavşaktaydı ve doğal olarakta Mekke’nin sahip olmadığı uluslararası istasyon/pazar niteliğine sahipti, Kusay öncesi Taif hakimiyetindeydi (bazı kaynaklara göre Ukaz harem sınırlarındaydı ve hep Mekke hakimiyetinde idi). Bir çok putperest kabile ve aşiret bu panayıra Pagan tanrılarını niteliyen totemlerinide beraberinde getirir, o totemede tapan bazı kabilelerin yıllık tapınmalarınıda sağlardı. Bu ritüel hemen hemen tüm Pazar ve panayırlarda mevcuttu. Yani özetle İslam öncesi Hicaz Pazar ve panayırları aynı zamanda ibadet yerleri idi, mesela Usayda’da bulunan bir kayalığın etrafında tavaf yapıldığı bilinmektedir. Arap_Mitolojisinde var olan bir çok unsur İslam vasıtası ile günümüze ulaştığı gibi İslam tarihçilerinin sakıncasız bulup aktardığı bazı bilgiler vasıtası ile haberdar olduğumuz inanışlar ve ritüllerin yarı göçebe kitlelerin dinsel inanç ve tapınmaya yönelik pratik çözümlerinide içerir.

Göçebe bir toplumun tapınağıda taşınabilir olacaktır elbette, zamanla tanrılar taşınmamış ve bu Pazar/panayır yerlerindeki kutsal kabul edilen alanlarda ki sabit Kabe’lerde muhafa edilir olmuşlardır. Özellikle savaşın yasaklandığı dönemlerde dinsel ritüeller ve ticaret etkileşimleri birlikte yapılır hale gelmiştir. Hıristiyanlığın bölgede yaygınlaşmasıyla beraber, yerleşik yada yarı göçebe kitleleri etkilemek içinde Doktor yada Eczacı sıfatı ile kutsal alanlara yerleşik misyoner ruhbanların olduğuda İslam tarihlerinde kayıtlıdır. Söz konusu ticari/dinsel alanlarda değişik inançlara mensup bir çok kitleyi bir arada görmek mümkündür özetle.

Pazar ve panayır tarihlerinin serin bahar ayına denk gelmesi için Ay takvimini kullanan Kureyş’liler ‘’sine’’ uygulaması dedikleri takvime ilave günler ekleyip çıkararak ticareti kutsal ayların olduğu savaşın yasaklandığı bir döneme sabitlemeyi başarmışlardır. Keza aynı şekilde dini uygulamalara ekledikleri ‘’Hums’’ dini kavramı ve ondan gelişen ‘’Ahmesi’’ din anlaşıyı çerçevesinde özellikle Hac mevsimi başta olmak üzere dinle ticareti sert kurallar içerisinde tamamen kara dayalı bir hale getirmeyide bilmişlerdir. Özetle açıklanacak olursa; Kureyş kendilerinin kutsal olduğunu ve korudukları Mekke kutsal alnındaki din vecibelerinin sadece kendi sattıkları şeylerle yapılabileceğini  dayatmış ve dinsel nedenlerle 12 ay bölge ticaretinde dokunulmazlık elde ederek rakip Kabe kutsal alanlarına ticarete dayalı baskı uygulamayı başarmışlardır. İslam’ın başlangıçtaki kökeninde de bu anlayışa muhalefet vardır, ticaretin ve dinsel ritüelin dar kalıplar içerisinde yapılmasına karşı çıkan bir muhalif hareketin içinden filizlenmiştir İslam.