Yıldızlara
ve Gezegenlere tapanlar
Arap yarımadasında başta Ay,
güneş ve gezegenler olmak üzere özellikle Mekke’de çok inananı olan Şi’ra
yıldızı kültü (Muhammed’in anne tarafından dedesinin dedesi olan Ebu Kebşe,
Kureyş politeist dinine inanmaktan vazgeçip bu yıldıza tapınmaya başlayınca ona
Hanif demişlerdir) dışında yedi gezegen ve 12 yıldıza tapanlar vardı. O dönemde
Yıldızlara/gezegenlere tapanlara Sabii dendiği rivayet edilmektedir. Döneminde
Allah’a Ay tanrısı olarak tapınılması nedeniyle, İslam sonrası kayıtlarda
oldukça az bilgi vardır bu inançlar hakkında, olanlarda kişiler ve kabile
adları üzerinden edilen rivayetlerden ibarettir. Tek bir yıldıza yada gezegene
tapana Hanif yada Sabii, bütün yıldız ve gezegenlere tapanlara ise ‘’kafir Sabii’’
yada ‘’müşrik’’anlamında ‘’Hanif’’ denildiği rivayet edilmektedir.
Sabii’lik
Kuran’da Bakara/62 ayetinde
Yahudilik ve Hıristiyanlıkla birlikte anılan din. İslam mitolojisinde
Yahudi’lik ve Hıristiyan’lık ile Mecusilik arasında bir din olarak tasvir edilir,
bazı kaynaklarda yıldız, burç ve gezegenlere tapınan, bazı kaynaklarda ise
(Allah’ın kızları olan tanrıçaların İslam sonrası melek olarak tanımlanması
neticesinde) meleklere tapınan bir topluluk olarak anlatılmaktadır. İslam
mitolojisindeki anlatımlara göre o dönemde sadece Allah ve kızlarına
tapınanlara ‘’Hanif Sabii’’, bütün gezegenler ve yıldızlara inananlara ise
‘’kafir Sabii’’ denildiği söylenmektedir. Bu yüzden İlk dönem İslam
mensuplarına Mekke’li politeistler’in Sabii demiş olmaları ihtimaldir. Uygulamalara
ve söylemlere bakılacak olursa bunun kökeninde 3 neden aramak gerekir; a)
Müslümanlar Allah’a taptıkları için bu benzerlik neticesinde Sabii denilmiştir,
b) kelime anlamı itibari ile dönek, müşrik, kafir anlamında da kullanıldığı
için bu sıfat kullanılmıştır, c) Atalarının dininden dönenler anlamında Sabii
denilmiştir.
Bir başka İslami kaynağa
göre, bir çok dinin birleşimi olarak o dinlerin en iyi yanlarını alan bir
dindir. Bütün dinlerin bağlayıcılığından kurtuldukları içinde bu topluma Sabii
denilmektedir. En uç söylem ise bir din olmadığı yönündedir. Bütün bu
anlatımlar içerisinde en kabul gören yaygın görüş, Mekke özelinde göksel
objelere tapınma neticesinde rotaya çıkan bu inanca Sabii denilmesidir.
Kureyş’in Allah ve kızlarına tapınan Sabii’leri nispeten kendilerine yakın
hissetmeleri buna mukabil bütün yıldız ve gezegenlere tapınanları ise müşrik
olarak adlandırmaları, Mekke merkezli hakim din anlayışının kabile tanrısı
dönemi politeizmine denk düştüğünüde gösterir. Hanif Sabii’lerin Mekke
çevresinde toplumdan dışlanmadan yaşadıkları anlaşılmaktadır. İlk dönem
Müslümanların kendilerini Müslüman olduk anlamında ‘’Saba’na’’ diye
tanımladıkları fakat sonrasında Mekke’deki politeistlerin onlara alay ve
hakaret edeci bir manada Sabii demeleri üzerine İslam’ında bu sıfatı
kullanmaktan vazgeçip öncülleri gibi kullandıkları görülmüştür. 10. YY’dan
itibaren Sabii’lik İslamda değişik ve birbirinden kopuk tanımlarla yer
almıştır.
Sabii’lerin dinsel ritüel
olarak; Namaz kıldıkları, Kurban kestikleri, Oruç tuttukları ve bu ritüellerin
İslam’daki benzer adla anılan ritüellere oldukça çok benzediği bilinmektedir.
Ramazan bayramı adı altında kutladıkları bir bayramları olduğu, bazı
yiyecekleri ve davranışları yasak (tabu) olarak gördükleri, sünnet olmadıkları
ve Bakara/62 ayetindeki bahis nedeniyle ölüm sonrasına inandıkları İslam
mitolojisinde geçmektedir.
Sonraki dönemde Sabii’liğin
İslam önünde Urfa’ya kadar uzanan bir hicretle, bölgeye yerleşerek bölgesel
inançlarla değişime uğrayarak günümüzdeki Agnostik bir dinsel inanışa dönüştüğü
söylenmektedir, bir diğer rivayete göre bölgedeki Harrani’ler İslam devletine
girince kendilerine Sabii demeye başlamışlardır. Gene aynı şekilde el-Cezire
bölgesinde yaşayan Sabii’lerin bölgedeki Yahudi-Hıristiyan dinlerinden
etkilenerek monoteist bir yapıya büründükleri söylenebilir, Bakara/62 ayetinde
bahsedilen Sabii’lerin bunlar olması kuvvetle muhtemeldir, bazı İslami
kayıtlarda Mezopotamya kökenli oldukları geçmektedir. Günümüzde daha çok Agnostik dinsel inanca sahip olanları tarif
etmek için kullanılmaktadır.
Özetle; İslam öncesi dönemde
Mekke’de Sabii olarak adlandırılan 3 değişik kitleden söz edilebilir.
1- Bakara/62 ayetinde
bahsedilen Sabii’lerin, el-Cezire’de (günümüzde Arap emirliklerinden Irak ve
Türkiye’nin doğu Anadolu bölgesine kadar olan yer) yaşayan ve Sümer kökenli
politeist inançlarının, Yahudilik, Hıristiyanlık ve Mecusi’likten etkilenmiş
karışımından oluşan bir dinsel toplum ve inanış.
2- Kuran’da bazı ayetlerde
bahsedilen ve Arap yarımadasında yaşayan, Mekke çevresinde çok görülen,
yıldızlar – gezegenler – burçlar ve Ay, Güneş kültüne tapınan toplum ve dini
inanış.
3- Sözlük anlamındaki
şekilde kullanılan isim yada sıfat. Bir dinden çıkıp başka dine girme, dönme
(mürted), sapıklık, atalarının dininden çıkan, terk eden, küfre düşen vb.
anlamlarda kullanılmıştır. İslam’da da bir dönem Sabii sıfatı İslamı kabul
etmiyenler için sapık manasında yada dinden dönen manasında kullanılmıştır.
Hanif’lik
İslam öncesi ve erken İslam
döneminde, günümüzdeki anlamından farklı bir anlamda kullanılan bu sözcük,
bölgede atalarının dinine inananlar için kullanılmakla birlikte Mekke’deki
herkes kendini hanif olarak tanımlamaktaydı. Bölgedeki bütün topluluklar
kendilerini İbrahim’in soyuna bağlamak için Hanif olduklarını iddia ederlerken,
gene aynı şekilde bütün bu dinsel kitle kendilerini Hanif dini uygulayan olarak
adlandırmışlardır. İslam’ın başlangıcında, politeist olmayıp monoteist inanca
sahip olan yani sadece Allah’a tapanlara Hanif denilmekteydi (Rum/30 – Nisa/4).
İslam’da zamanla Hanif ve İbrahim dini özdeş olarak anlamlandırıldı.
İslam’ın ilk deklare
edildiği dönemde Hanif sözcüğü;
- Tek bir tanrıya tapınan
kişi (dönemindeki yüzlerce tanrıdan birisi olabiliyordu)
- Sünnet olmuş kişi
- Hac yapıp, sünnet
olan ve cenabetten gusleden kişi
- İbrahim’in ardılları
olarak atalar dinine inanan kişi (burada herkes gibi İslam’da müşrik olarak
adlandırılan politeist Kureyş kabileside, kendisini Hanif olarak
tanımlamaktaydı)
- Dininden dönenler, başka
bir dine inananlar
- Özellikle Hıristiyan’lar
tarafından politeist (puta tapan) inanca sahip olanlar
için kitlelerce yaygın
olarak kullanılmaktaydı.
Hanif kelimesi sözlükte,
‘’ayağı ters ve dönük olarak başparmaklarının sağa ve sola eğik olması –
doğruluk – istikamet ve bir şeye
meyletme (iyi-kötü)’’ anlamlarında kullanılmaktadır. Süryanice ‘’hanifu’’
kelimesinden Arapça’laştırıldığı, Kenani-Arami dillerinde ‘’iki yüzlü,
politeist, bidatçı’’ anlamına gelen ‘’hanef’’ kelimesinden türediği
söylenmektedir. İbranice ‘’hanif’’ ‘’kafir ve münafık’’ anlamında
kullanılmaktadır. İbrani, Arami ve Süryanice’de ‘’murdar’’ anlamınada
gelmektedir. Arapça’da ‘’müşrik’’ anlamında da kullanılmıştır.
Sabii’lerin bir kısmına
Hanif denilmekteydi, bir başka deyişle politesit Araplar içerisinde o dönem
Sabii olarak adlandırılan ve 7 gök cismine tapınan’larada (İbrahim’in geldiği
Harran merkezli gök cisimlerine tapınma’ya benzer) Hanif denilmekteydi.
Buradaki söylemin sözcüğün hangi anlamında kullanıldığını söylemek zordur.
İlk dönem İslam ve öncesinde
yaygın anlamda hanif sözcüğü 3 değişik şekilde kullanılmış görünmektedir.
Sözcüğün birincil anlamı ve Kuran’da geçen şekliyle doğru dine inanan, ikincil
anlam olarak dininden dönen, putperest / kafir olan ve üçüncül olarakta hakaret
ve alay içerikli dönek / sapıtmış manasındadır.
İslam mitolojisinde putlara
tapmaya karşı çıkan ve Allah’a tapan, İbrahim’in önerdiği dine inanan anlamında
bir söylem, hicri 2.YY başlarından itibaren İslam din adamlarınca geliştirilmiş
ve doktrine edilmiştir. İslam tarih kitaplarında İslam öncesi 4 kişinin hanif
olduğu söylenmekle beraber, bu 4 kişiden 3’ü Hıristiyan olarak yaşamıştır, bir
tanesinin ise her hangi bir dine mensup olmadan öldüğü kaydedilmiştir ve bu
kişi dışında Hanif olarak adlandırılabilecek başka isim mevcut değildir. Kaldı
ki bu 4 kişi kendilerini Hanif olarak tanımlamamışlardır. İslam tarihinde böyle
yazılmış olması, Hanif olarak adlandırılan kişilerin yekününün bu kadar olacağı
anlamına gelmez. İslam Tarihi kayıtlarına göre Hanif adı altında bir dinsel
grup, hareket yada toplum olmamıştır.
Hanif olduğu yazılan
kişilerden şair ve hatip Varaka b.Nevfel b.Esed, Muhammed’in ilk eşi olan
Hatice’nin kuzenidir. Tevrat ve İncili okuduğu, Hıristiyan olduğu ve Arap
harfleri ile İncili yazabildiği anlatılmaktadır, Mekke’nin piskoposudur.
Anlatılanlardan Monoteist Hıristiyan (İsa’nın tanrı olduğuna inanan) olduğu,
muhtemelen Muhammed’e Hıristiyanlık hakkında bilgileri detaylı olarak anlatmış
olabileceği, Muhammed’in peygamber olduğunu iddia etmesine mukabil asla
Müslüman olmadığı (İslam efsanelerinde Muhammed’in beklenen peygamber olduğunu
onayladığı ve tasdik ettiği söylenmektedir) rivayet edilmektedir.
İki Hanif kişinin ise
Hıristiyan olarak yaşadıkları, birisinin Müslüman olup Habeşistan’a göç eden
kafile içerisinde yer aldığı, Habeşistan’da tekrar Hıristiyan olup yaşadığı ve
öldüğü, diğerinin ise Bizans’ın bölgedeki adamı olarak muhalefette olduğu
(pilark olarak atandığı kayıtlarda vardır), Hıristiyan olarak yaşadığı ve Şam’da öldürüldüğü yazılıdır. Son Hanif ise
anlatılanlara göre Monoteist bir inanca tabii olmak için uğraşmış, Mekke’den
ayrılmış ve gurbette ölmüştür. Muhammed bu kişinin tek bir ümmet olarak cennete
alınacağını söylemiştir, bu söylemi bizlere ileten baba tarafından torunu ve
dönemin siyasi muhalifi aynı zamanda Ebu Bekir’inde anne tarafından torunu
olan, Ayşe’nin yeğeni Urve olması aktarımın tamamını doğru kabul etmemizi
imkansız kılar. Bu dört kişinin dışında Hanif listesinde yer alan bir kişide
daha sonra Muhammed ile ihtilafa düşmüş ve Muhammed’den önce peygamberliğini
ilan etmiş olması neticesinde İslama muhalif olarak savaşmış ve ölmüştür.
Görüldüğü gibi günümüzdeki
tez ve söylemlerin aksine, İslam öncesi ve erken İslam dönemlerinde Arap
yarımadasında Hanif dini diye bir din olmadığı gibi, sadece İslam mitolojisinde
karşımıza çıkan İbrahim dini diye bir din ve dinsel grupta yoktur. Aksine
bölgedeki bütün Arap ve Bedevi kabileleri kendilerini İbrahim soyuna bağlamak
için, İbrahim dininden Hanif olduklarını iddia etmişler, bu söylem üzerinden
siyaset yapmışlar ve kendilerinin hak din olduğunu savlamışlardır. Kuran’da
Duha/7 ayetinde Muhammed, İslam öncesi müşrik olarak yaşayan ve İslam’ı
öğrendikten sonra hidayete eren olarak tanımlanmakta, böylece Hanif bir kitle
olmadığı betimlenmektedir. Özetle, Müslüman’larda siyasi ve dinsel rakipleri
Politeist Kureyş kabileside, kendisini Hanif olarak adlandırıyor ve
karşısındakini müşrik olarak tanımlıyordu.
Yahudi’lik
Mekke çevresinde yoğun
olarak yaşayan Yahudi’ler vardı, bunların büyük çoğunluğu Yahudi’leşmiş Arap
kabileler oldukları için İslam öncesi ve sonrasında fazla baskı görmemişlerdir.
İbrani kökenli Yahudi’ler İslam sonrası en çok vahşeti yaşayanlar olmuşlardır.
Günümüzde olduğu gibi o dönemde de sermaye sınıfı olarak bulundukları toplumda
öne çıkmışlardır. Erken İslam’da ilk saldırılara uğrayan ve zenginlikleri
yağmalanan da onlar olmuşlardır. İslam öncesi Kureyş kabilesi ile ticari
ilişkide en çok bulunan kitle olmuşlardır. Kutsal alana (harem) sadece kurulan
Pazar ve panayırlar için girebilmişler, Yesrib (Medine) gibi şehirlerde
koloniler kurmuşlardır. Hayber vb. çok verimli vadilerde kabile olarak
yaşamışlardır. Kureyş’ten Yahudi olduğu rivayet edilen kimse bulunmamaktadır.
Harem alanı dışında Mekke varoşlarında işçilerin kaldığı mahallelerde esnaf ve
sanatkar olarak çalışıp yaşayan Yahudiler’den bahsedilmektedir.
Hıristiyan’lık
Arap yarımadasında oldukça
yoğun bir Hıristiyan nüfus yaşamaktaydı, döneminde Necran kenti bir piskoposluk
olarak Antakya ve İznik konsülüne temsilci göndermiştir. Bölgedeki
Hıristiyan’ların büyük çoğunluğu Arap kabileler olduğu için İslam sonrası baskı
görmemiş fakat Arap olmayanlar tıpkı Yahudi’lerde olduğu gibi aşırı baskı
görmüşlerdir. Yemen ve Habeşistan’da Nasrani kökenli Hıristiyan piskoposluk
merkezleri varlığını sürdürürken, bölgedeki egemen Hıristiyan inancı 7. YY
başlarına kadar monofizit Hıristiyanlık olmuş (sonrasında Bizans’ın çabaları
ile Ortodoks mezhebine biat etmişlerdir), sadece Habeşistan’da günümüze kadar
gelen monofizit Hıristiyanlık inancı yaşamıştır. Kureyş ve Kinane kabilelerin
boylarından bazıları Hıristiyan olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Mekke’de beyaz
kölelerin büyük çoğunluğu Hıristiyan ve Ortodoks’tur.
Mekke’deki kabe içinde ve
çevresinde Hıristiyan azizlerini temsil eden firesk ve ikonalar ile azizlerin
heykelleri bulunmaktaydı. Hıristiyan’ların kabe içerisinde ibadet yaptıkları
rivayet edilmektedir. İslam Mekke’yi alınca kutsal alandaki bütün tanrı putları
ile birlikte aziz heykellerinide yok etmiştir, Kabe içerisindeki bütün ikonalar
kaldırılmış, fireskler silinmiş sadece İsa ve Meryem tasvirleri, Muhammed’in
emri ile silinmeden olduğu gibi bırakılmıştır. Bölgeye Bizans tarafından sık
sık pilark olarak atanan yerel kabile şeflerinin vasıtasıyla, Hıristiyan’lığın
Mekke merkez kutsal alanıda dahil olmak üzere yaygın bir inanç olduğu
söylenebilir. Kureyş kabilesinin politeist dini yanında egemen bir güc olamamıştır.
Mekke içinde Kureyş’ten Hıristiyan ruhban sınıfa mensup kişiler olması
muhtemeldir.