8 Şubat 2011 Salı

İslam öncesi Mekke merkezli Arap Din inancı 6

Yıldızlara ve Gezegenlere tapanlar
Arap yarımadasında başta Ay, güneş ve gezegenler olmak üzere özellikle Mekke’de çok inananı olan Şi’ra yıldızı kültü (Muhammed’in anne tarafından dedesinin dedesi olan Ebu Kebşe, Kureyş politeist dinine inanmaktan vazgeçip bu yıldıza tapınmaya başlayınca ona Hanif demişlerdir) dışında yedi gezegen ve 12 yıldıza tapanlar vardı. O dönemde Yıldızlara/gezegenlere tapanlara Sabii dendiği rivayet edilmektedir. Döneminde Allah’a Ay tanrısı olarak tapınılması nedeniyle, İslam sonrası kayıtlarda oldukça az bilgi vardır bu inançlar hakkında, olanlarda kişiler ve kabile adları üzerinden edilen rivayetlerden ibarettir. Tek bir yıldıza yada gezegene tapana Hanif yada Sabii, bütün yıldız ve gezegenlere tapanlara ise ‘’kafir Sabii’’ yada ‘’müşrik’’anlamında ‘’Hanif’’ denildiği rivayet edilmektedir.

Sabii’lik
Kuran’da Bakara/62 ayetinde Yahudilik ve Hıristiyanlıkla birlikte anılan din. İslam mitolojisinde Yahudi’lik ve Hıristiyan’lık ile Mecusilik arasında bir din olarak tasvir edilir, bazı kaynaklarda yıldız, burç ve gezegenlere tapınan, bazı kaynaklarda ise (Allah’ın kızları olan tanrıçaların İslam sonrası melek olarak tanımlanması neticesinde) meleklere tapınan bir topluluk olarak anlatılmaktadır. İslam mitolojisindeki anlatımlara göre o dönemde sadece Allah ve kızlarına tapınanlara ‘’Hanif Sabii’’, bütün gezegenler ve yıldızlara inananlara ise ‘’kafir Sabii’’ denildiği söylenmektedir. Bu yüzden İlk dönem İslam mensuplarına Mekke’li politeistler’in Sabii demiş olmaları ihtimaldir. Uygulamalara ve söylemlere bakılacak olursa bunun kökeninde 3 neden aramak gerekir; a) Müslümanlar Allah’a taptıkları için bu benzerlik neticesinde Sabii denilmiştir, b) kelime anlamı itibari ile dönek, müşrik, kafir anlamında da kullanıldığı için bu sıfat kullanılmıştır, c) Atalarının dininden dönenler anlamında Sabii denilmiştir.

Bir başka İslami kaynağa göre, bir çok dinin birleşimi olarak o dinlerin en iyi yanlarını alan bir dindir. Bütün dinlerin bağlayıcılığından kurtuldukları içinde bu topluma Sabii denilmektedir. En uç söylem ise bir din olmadığı yönündedir. Bütün bu anlatımlar içerisinde en kabul gören yaygın görüş, Mekke özelinde göksel objelere tapınma neticesinde rotaya çıkan bu inanca Sabii denilmesidir. Kureyş’in Allah ve kızlarına tapınan Sabii’leri nispeten kendilerine yakın hissetmeleri buna mukabil bütün yıldız ve gezegenlere tapınanları ise müşrik olarak adlandırmaları, Mekke merkezli hakim din anlayışının kabile tanrısı dönemi politeizmine denk düştüğünüde gösterir. Hanif Sabii’lerin Mekke çevresinde toplumdan dışlanmadan yaşadıkları anlaşılmaktadır. İlk dönem Müslümanların kendilerini Müslüman olduk anlamında ‘’Saba’na’’ diye tanımladıkları fakat sonrasında Mekke’deki politeistlerin onlara alay ve hakaret edeci bir manada Sabii demeleri üzerine İslam’ında bu sıfatı kullanmaktan vazgeçip öncülleri gibi kullandıkları görülmüştür. 10. YY’dan itibaren Sabii’lik İslamda değişik ve birbirinden kopuk tanımlarla yer almıştır.

Sabii’lerin dinsel ritüel olarak; Namaz kıldıkları, Kurban kestikleri, Oruç tuttukları ve bu ritüellerin İslam’daki benzer adla anılan ritüellere oldukça çok benzediği bilinmektedir. Ramazan bayramı adı altında kutladıkları bir bayramları olduğu, bazı yiyecekleri ve davranışları yasak (tabu) olarak gördükleri, sünnet olmadıkları ve Bakara/62 ayetindeki bahis nedeniyle ölüm sonrasına inandıkları İslam mitolojisinde geçmektedir.

Sonraki dönemde Sabii’liğin İslam önünde Urfa’ya kadar uzanan bir hicretle, bölgeye yerleşerek bölgesel inançlarla değişime uğrayarak günümüzdeki Agnostik bir dinsel inanışa dönüştüğü söylenmektedir, bir diğer rivayete göre bölgedeki Harrani’ler İslam devletine girince kendilerine Sabii demeye başlamışlardır. Gene aynı şekilde el-Cezire bölgesinde yaşayan Sabii’lerin bölgedeki Yahudi-Hıristiyan dinlerinden etkilenerek monoteist bir yapıya büründükleri söylenebilir, Bakara/62 ayetinde bahsedilen Sabii’lerin bunlar olması kuvvetle muhtemeldir, bazı İslami kayıtlarda Mezopotamya kökenli oldukları geçmektedir. Günümüzde daha çok  Agnostik dinsel inanca sahip olanları tarif etmek için kullanılmaktadır.

Özetle; İslam öncesi dönemde Mekke’de Sabii olarak adlandırılan 3 değişik kitleden söz edilebilir.
1- Bakara/62 ayetinde bahsedilen Sabii’lerin, el-Cezire’de (günümüzde Arap emirliklerinden Irak ve Türkiye’nin doğu Anadolu bölgesine kadar olan yer) yaşayan ve Sümer kökenli politeist inançlarının, Yahudilik, Hıristiyanlık ve Mecusi’likten etkilenmiş karışımından oluşan bir dinsel toplum ve inanış.
2- Kuran’da bazı ayetlerde bahsedilen ve Arap yarımadasında yaşayan, Mekke çevresinde çok görülen, yıldızlar – gezegenler – burçlar ve Ay, Güneş kültüne tapınan toplum ve dini inanış.
3- Sözlük anlamındaki şekilde kullanılan isim yada sıfat. Bir dinden çıkıp başka dine girme, dönme (mürted), sapıklık, atalarının dininden çıkan, terk eden, küfre düşen vb. anlamlarda kullanılmıştır. İslam’da da bir dönem Sabii sıfatı İslamı kabul etmiyenler için sapık manasında yada dinden dönen manasında kullanılmıştır.

Hanif’lik
İslam öncesi ve erken İslam döneminde, günümüzdeki anlamından farklı bir anlamda kullanılan bu sözcük, bölgede atalarının dinine inananlar için kullanılmakla birlikte Mekke’deki herkes kendini hanif olarak tanımlamaktaydı. Bölgedeki bütün topluluklar kendilerini İbrahim’in soyuna bağlamak için Hanif olduklarını iddia ederlerken, gene aynı şekilde bütün bu dinsel kitle kendilerini Hanif dini uygulayan olarak adlandırmışlardır. İslam’ın başlangıcında, politeist olmayıp monoteist inanca sahip olan yani sadece Allah’a tapanlara Hanif denilmekteydi (Rum/30 – Nisa/4). İslam’da zamanla Hanif ve İbrahim dini özdeş olarak anlamlandırıldı.

İslam’ın ilk deklare edildiği dönemde Hanif sözcüğü;
- Tek bir tanrıya tapınan kişi (dönemindeki yüzlerce tanrıdan birisi olabiliyordu)
- Sünnet olmuş kişi
- Hac yapıp, sünnet olan  ve cenabetten gusleden kişi
- İbrahim’in ardılları olarak atalar dinine inanan kişi (burada herkes gibi İslam’da müşrik olarak adlandırılan politeist Kureyş kabileside, kendisini Hanif olarak tanımlamaktaydı)
- Dininden dönenler, başka bir dine inananlar
- Özellikle Hıristiyan’lar tarafından politeist (puta tapan) inanca sahip olanlar
için kitlelerce yaygın olarak kullanılmaktaydı.

Hanif kelimesi sözlükte, ‘’ayağı ters ve dönük olarak başparmaklarının sağa ve sola eğik olması – doğruluk – istikamet  ve bir şeye meyletme (iyi-kötü)’’ anlamlarında kullanılmaktadır. Süryanice ‘’hanifu’’ kelimesinden Arapça’laştırıldığı, Kenani-Arami dillerinde ‘’iki yüzlü, politeist, bidatçı’’ anlamına gelen ‘’hanef’’ kelimesinden türediği söylenmektedir. İbranice ‘’hanif’’ ‘’kafir ve münafık’’ anlamında kullanılmaktadır. İbrani, Arami ve Süryanice’de ‘’murdar’’ anlamınada gelmektedir. Arapça’da ‘’müşrik’’ anlamında da kullanılmıştır.

Sabii’lerin bir kısmına Hanif denilmekteydi, bir başka deyişle politesit Araplar içerisinde o dönem Sabii olarak adlandırılan ve 7 gök cismine tapınan’larada (İbrahim’in geldiği Harran merkezli gök cisimlerine tapınma’ya benzer) Hanif denilmekteydi. Buradaki söylemin sözcüğün hangi anlamında kullanıldığını söylemek zordur.

İlk dönem İslam ve öncesinde yaygın anlamda hanif sözcüğü 3 değişik şekilde kullanılmış görünmektedir. Sözcüğün birincil anlamı ve Kuran’da geçen şekliyle doğru dine inanan, ikincil anlam olarak dininden dönen, putperest / kafir olan ve üçüncül olarakta hakaret ve alay içerikli dönek / sapıtmış manasındadır.

İslam mitolojisinde putlara tapmaya karşı çıkan ve Allah’a tapan, İbrahim’in önerdiği dine inanan anlamında bir söylem, hicri 2.YY başlarından itibaren İslam din adamlarınca geliştirilmiş ve doktrine edilmiştir. İslam tarih kitaplarında İslam öncesi 4 kişinin hanif olduğu söylenmekle beraber, bu 4 kişiden 3’ü Hıristiyan olarak yaşamıştır, bir tanesinin ise her hangi bir dine mensup olmadan öldüğü kaydedilmiştir ve bu kişi dışında Hanif olarak adlandırılabilecek başka isim mevcut değildir. Kaldı ki bu 4 kişi kendilerini Hanif olarak tanımlamamışlardır. İslam tarihinde böyle yazılmış olması, Hanif olarak adlandırılan kişilerin yekününün bu kadar olacağı anlamına gelmez. İslam Tarihi kayıtlarına göre Hanif adı altında bir dinsel grup, hareket yada toplum olmamıştır.

Hanif olduğu yazılan kişilerden şair ve hatip Varaka b.Nevfel b.Esed, Muhammed’in ilk eşi olan Hatice’nin kuzenidir. Tevrat ve İncili okuduğu, Hıristiyan olduğu ve Arap harfleri ile İncili yazabildiği anlatılmaktadır, Mekke’nin piskoposudur. Anlatılanlardan Monoteist Hıristiyan (İsa’nın tanrı olduğuna inanan) olduğu, muhtemelen Muhammed’e Hıristiyanlık hakkında bilgileri detaylı olarak anlatmış olabileceği, Muhammed’in peygamber olduğunu iddia etmesine mukabil asla Müslüman olmadığı (İslam efsanelerinde Muhammed’in beklenen peygamber olduğunu onayladığı ve tasdik ettiği söylenmektedir) rivayet edilmektedir.

İki Hanif kişinin ise Hıristiyan olarak yaşadıkları, birisinin Müslüman olup Habeşistan’a göç eden kafile içerisinde yer aldığı, Habeşistan’da tekrar Hıristiyan olup yaşadığı ve öldüğü, diğerinin ise Bizans’ın bölgedeki adamı olarak muhalefette olduğu (pilark olarak atandığı kayıtlarda vardır), Hıristiyan olarak yaşadığı ve  Şam’da öldürüldüğü yazılıdır. Son Hanif ise anlatılanlara göre Monoteist bir inanca tabii olmak için uğraşmış, Mekke’den ayrılmış ve gurbette ölmüştür. Muhammed bu kişinin tek bir ümmet olarak cennete alınacağını söylemiştir, bu söylemi bizlere ileten baba tarafından torunu ve dönemin siyasi muhalifi aynı zamanda Ebu Bekir’inde anne tarafından torunu olan, Ayşe’nin yeğeni Urve olması aktarımın tamamını doğru kabul etmemizi imkansız kılar. Bu dört kişinin dışında Hanif listesinde yer alan bir kişide daha sonra Muhammed ile ihtilafa düşmüş ve Muhammed’den önce peygamberliğini ilan etmiş olması neticesinde İslama muhalif olarak savaşmış ve ölmüştür.

Görüldüğü gibi günümüzdeki tez ve söylemlerin aksine, İslam öncesi ve erken İslam dönemlerinde Arap yarımadasında Hanif dini diye bir din olmadığı gibi, sadece İslam mitolojisinde karşımıza çıkan İbrahim dini diye bir din ve dinsel grupta yoktur. Aksine bölgedeki bütün Arap ve Bedevi kabileleri kendilerini İbrahim soyuna bağlamak için, İbrahim dininden Hanif olduklarını iddia etmişler, bu söylem üzerinden siyaset yapmışlar ve kendilerinin hak din olduğunu savlamışlardır. Kuran’da Duha/7 ayetinde Muhammed, İslam öncesi müşrik olarak yaşayan ve İslam’ı öğrendikten sonra hidayete eren olarak tanımlanmakta, böylece Hanif bir kitle olmadığı betimlenmektedir. Özetle, Müslüman’larda siyasi ve dinsel rakipleri Politeist Kureyş kabileside, kendisini Hanif olarak adlandırıyor ve karşısındakini müşrik olarak tanımlıyordu.

Yahudi’lik
Mekke çevresinde yoğun olarak yaşayan Yahudi’ler vardı, bunların büyük çoğunluğu Yahudi’leşmiş Arap kabileler oldukları için İslam öncesi ve sonrasında fazla baskı görmemişlerdir. İbrani kökenli Yahudi’ler İslam sonrası en çok vahşeti yaşayanlar olmuşlardır. Günümüzde olduğu gibi o dönemde de sermaye sınıfı olarak bulundukları toplumda öne çıkmışlardır. Erken İslam’da ilk saldırılara uğrayan ve zenginlikleri yağmalanan da onlar olmuşlardır. İslam öncesi Kureyş kabilesi ile ticari ilişkide en çok bulunan kitle olmuşlardır. Kutsal alana (harem) sadece kurulan Pazar ve panayırlar için girebilmişler, Yesrib (Medine) gibi şehirlerde koloniler kurmuşlardır. Hayber vb. çok verimli vadilerde kabile olarak yaşamışlardır. Kureyş’ten Yahudi olduğu rivayet edilen kimse bulunmamaktadır. Harem alanı dışında Mekke varoşlarında işçilerin kaldığı mahallelerde esnaf ve sanatkar olarak çalışıp yaşayan Yahudiler’den bahsedilmektedir.

Hıristiyan’lık
Arap yarımadasında oldukça yoğun bir Hıristiyan nüfus yaşamaktaydı, döneminde Necran kenti bir piskoposluk olarak Antakya ve İznik konsülüne temsilci göndermiştir. Bölgedeki Hıristiyan’ların büyük çoğunluğu Arap kabileler olduğu için İslam sonrası baskı görmemiş fakat Arap olmayanlar tıpkı Yahudi’lerde olduğu gibi aşırı baskı görmüşlerdir. Yemen ve Habeşistan’da Nasrani kökenli Hıristiyan piskoposluk merkezleri varlığını sürdürürken, bölgedeki egemen Hıristiyan inancı 7. YY başlarına kadar monofizit Hıristiyanlık olmuş (sonrasında Bizans’ın çabaları ile Ortodoks mezhebine biat etmişlerdir), sadece Habeşistan’da günümüze kadar gelen monofizit Hıristiyanlık inancı yaşamıştır. Kureyş ve Kinane kabilelerin boylarından bazıları Hıristiyan olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Mekke’de beyaz kölelerin büyük çoğunluğu Hıristiyan ve Ortodoks’tur.

Mekke’deki kabe içinde ve çevresinde Hıristiyan azizlerini temsil eden firesk ve ikonalar ile azizlerin heykelleri bulunmaktaydı. Hıristiyan’ların kabe içerisinde ibadet yaptıkları rivayet edilmektedir. İslam Mekke’yi alınca kutsal alandaki bütün tanrı putları ile birlikte aziz heykellerinide yok etmiştir, Kabe içerisindeki bütün ikonalar kaldırılmış, fireskler silinmiş sadece İsa ve Meryem tasvirleri, Muhammed’in emri ile silinmeden olduğu gibi bırakılmıştır. Bölgeye Bizans tarafından sık sık pilark olarak atanan yerel kabile şeflerinin vasıtasıyla, Hıristiyan’lığın Mekke merkez kutsal alanıda dahil olmak üzere yaygın bir inanç olduğu söylenebilir. Kureyş kabilesinin politeist dini yanında egemen bir güc olamamıştır. Mekke içinde Kureyş’ten Hıristiyan ruhban sınıfa mensup kişiler olması muhtemeldir.