19 Eylül 2013 Perşembe

Din Algısının İçerisinde Mucize İnancının yeri

 
 
İnsanlık tarihi boyunca bütün din sistemleri istisnasız olarak mucize inancına sahne olmuştur. Mucize yani doğa üstü olayları gerçekleştiren kişiler o dinsel inanca göre, yarı tanrılar, rahipler, şamanlar, büyücüler, peygamberler, şifacılar vb. olarak üstün İnsan, yani eçilmiş ve kutsanmış kişi olarak betimlenmişlerdir. Hemen hemen bütün mitolojik anlatımlar kendilerinden bir önceki mitolojik inançların devamlarıdır, bu inançlar içerisine mutlak olarak çevrelerindeki etkileşime girdikleri diğer mitolojik inançlardan söylemler girmiştir, gene aynı şekilde yenilenlerin, yenenlerin dinine geçtikten sonraki süreçlerinde, mutlak olarak eski dinlerinden bir çok inancı yeni dinlerine taşıdıkları görülmüştür. Sümerli'lerden günümüze kadar gelen (yaradılış efsanelerinde sıkça rastladığımız)  bir çok kültürde karşımıza çıkan, tanrının topraktan yaptığı cisimlere hayat (ruh) üfleyerek canlandırması miti, Kuran'da karşımıza ''Hani Benim iznimle çamurdan kuş biçiminde birşey yapıyordun, içine üflüyordun da Benim iznim ile bir kuş oluveriyordu.'' şeklinde Maide Suresi - 110. Ayet'te çıkar. Bütün bu unsurlar dinlerin içerisindeki mucize mitlerinin oluşum ve aktarımında etken oldukları gibi, Hıristiyanlık örneğinde olduğu gibi büyük oranda mucize söylemi üzerine bir inançta gelişebilmektedir.
 
Her ne kadar Peygamberler'in iddialarını desteklemek üzere mucize gösterdikleri söylemi olsada, esas olan o peygambere inananların bir peygamber mucizesi beklentisinde olmaları ve sonuçta da bekledikleri türden mucizelerle karşılaşmalarıdır. Mucizeler o dine yeni inananlar katmaktan çok, o dine inananların inançlarını kuvvetlendirmeye yönelik hizmet vermektedir. İbrani dinlerin mucize söylemlerinde, çoğunlukla mucize gösteren peygambere bir kaç kişi dışında kimse inanmamaktadır. Hemen hemen hepsinde de tanrı (öfkelenerek) bu inançsız toplulukları (bazen tüm çevresindeki canlılarla birlikte) yok etmektedir. Örneğin ateşin İbrahim'i yakmaması olayı, akıllara durgunluk verecek bir mucize olduğu halde ve her şeyin açık seçik insanların gözlerinin önünde gerçekleşmesine rağmen, olayı seyreden toplum inanmamaya devam eder. Böyle bir idam'ın döneminde çok uzaklardan bile seyirci çektiğini düşünecek olursak, sonucun oldukça hüsran verici olması şaşırtıcıdır. Yada 1917 yılında Portekiz'in bir köyünde gerçekleştiğine inanılan ve tarihe fatima olayı olarak geçen, toplu halisilasyon görme ve yanılsama vakasında olduğu gibi, topluluklar hep birden isteri kırizine tutularak görmek istedikleri seraba kanarak bir mucizeye inanabilirler.
 
İslam'dan önce ki Arap din hayatında mucize olarak görülen en önemli başlıca şeyler, şiir yazımı (toplumca çok beğenilen bazı şiirlerin, ilahi emirlerin yazılı olduğu kutsal levhalar gibi kabul görerek Kabe'lerin duvarlarına aslıması), geçmiş ve gelecekten kıssa (efsane - hikaye) anlatımıdır. Özellikle Mekki ayetlerde geçmiş dönemin (Yahudi peygamberlerin ve İsa'nın hayatının) işlendiği bir çok sure ve ayet görmek mümkündür. Kuran'da İsra Suresi 59. Ayette “Bizi, ayetler (mucizeler) göndermekten alıkoyan tek şey, öncekilerin bu ayetleri yalanlamış olmasıdır.” şeklinde dönemin Mekkeli'leri tarafında beklenen mucize istemlerine cevaben söylenen şeyin ardından Ankebud Suresi 51. Ayette Ona Rabbinden (başkaca) mucizeler indirilmeli değil miydi?" derler. De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım. Kendilerine okunmakta olan Kitab'ı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır.” şeklindeki söylemle Muhammed, dönemindeki İnsan'lara eski mucizelere benzer doğa üstü bir mucize göstermeyeceğini beyan eder.
 
Yaşamına baktığımızda da eski Arap inancına paralel beklentileri karşılamak için onun, ''benim mucizem'' (eşsiz bir manzum eser olan) Kuran'dır şeklindeki beyanları yanında, çok sık kıssa'lar anlatması ve döneminde cin çıkarma ve mental hastalıkları iyi etme konsundaki çalışmaları ile mucizevi üstün İnsan olarak algılandığını görmekteyiz. 10. yüz yılın ilk yarısında ölen Taberi'nin İsra Suresinin 59. Ayetinin tefsirinde, Ey Muhammed, kavminin senden istediği mucizeleri göndermeyişimizin sebebi, senden önceki ümmetlerin, Peygamberlerinden mucize isteyip, mucize gönderildikten sonra da iman etmemeleri ve helâk edilmeleridir. Dolayısıyla biz senin kavmine mucizeler göndermedik. Zira eğer onu göndersek ve onlar da yalanlasa, tıpkı önceki ümmetlere yaptığımız gibi derhal azabı gönderirdik.” şeklindeki yorumu, ilk dönem Müslüman din adamlarının konuya bakış açısını göstermekle kalmaz, Muhammed'in kurduğu İslam din algılamasınında bu şekilde olduğunu gösterir.
 
Bütün bunlara rağmen Muhammed'in yaşarken ölüyü diriltme dahil yüzlerce mucizesi İslam mitolojisinde yer almaktadır, bu mucizeler içerisinde en büyüğü şüphesiz ayı ikiye böldükten sonra birleştirmesidir. Klasik İlk İslam tarihi kaynakları ayın ikiye ayrılması (Şakku’l-Kamer) meselesi ile ilgili olarak bize bilgi vermemektedirler. Konu daha çok hadis kitaplarından aktarılmaktadır. Bu rivayetlerden bazılarında o sıralarda bir ay tutulması yaşandığının anlatılması nedeniyle bilinmektedir ki, döneminde büyük bir ihtimalle bu şekilde algılanan olaylar, İslam'i düşüncenin oluşumu sürecinde ve hicri 1. yüz yıldan sonra yazılmaya başlanan ve ancak 3. yüz yıldan sonra belli bir retotiğe oturtulan ve aynı zamanda geriye dönük ravi yazımı ile sistematikleştirilen dönemde adet olduğu üzere, isimleri üzerinde rahatlıkla oynabilen bazı kişilere isnat edilen rivayetlerle hadis literatürüne ve oradan İslam mitolojisine giren hadisler vasıtası ile yeniden yazılmıştır. Bu nedenle bir birleri ile çelişen bir çok hadis zamanla ayın ikiye ayrılması (Şakku’l-Kamer) meselesini destekler hale gelmiştir. Gene bu nedenle 10.  yüz yıldan itibaren İslam din adamlarının önemli bir kısmı, mucize kavramı üzerinden beklentileri karşılayacak mucize söylemleri söylemler ortaya koymuşlardır, hatta bu söylemlerine inanmayan / desteklemeyen diğer din adamlarını küfüre düşmekle suçlamışlardır. Örnekten de görüleceği gibi dinsel inancın çıkış kaynağında olmamasına rağmen, toplumun değişen beklentileri neticesinde mucizelerde değişerek çağa ayak uydurmaktadır.
 
Belli bir konuda takıntılı ve beklenti içerisinde olmak, genel anlamda bir sanrıyı görme ve hatta yaşama inancınıda beraberinde getirir. Her din inancı olan birey, aynı anda ve zamanda Dünya'nın bir çok yerinde bir mucize ile karşılaşabilir, neticede bir mucize ile karşılaştığını savunan bütün bireyler, bir şekilde bir birleri ile çakıştıkları gibi, aynı zamanda dinlerinin bir birlerini red etme gerçeği nedeniyle, diğerinin karşılaştığı şeyin mucize olmadığı gerçeğine inanmalarına neden olurlar. Mesela Ufo'lar hakkında bir beklentisi olan kişilerin sadece Ufo'ları görmesi, Buda hakkında beklentisi olan kişinin Buda'yı, ruhlardan beklentisi olanın Şaman'ın mucizesini görmesi gibi Hıristiyan'ların Meryem'i görmeside aynı şekilde bir mucizedir. Neticede her kes görmek istediğini / beklediğini  gördüğü için bir mucizedir aslında.
 
Özellikle Hıristiyan misyonerlerin Dünya'nın her yerinde son 200 yıldır giderek artan faaliyetleri neticesinde, diğer dinler kendi mucizelerini üretme yarışına girmişlerdir. Bu yarış sık sık ülkemizde olduğu gibi sahte mucizelerin üretilmesine kadar varmıştır. Neticede günümüz Dünya'sında mucizeler çok büyük gelir getiren fırsatlardır, hala özellikle şifacıların mucize gösterdikleri savı ile büyük paralar kazandıkları, mucizeleri (kerametleri) olduğuna inanılan kişilerin holding sahibi oldukları bir devirde, sadece eski mucizelerle yetinmek doğru olmamaktadır. Konu ile ilgili kitaplar yazılmakta, radyo istasyonları ve tv kanalları kurulmaktadır, giderek mucize gösteren kişinin etrafında şekillenen bir ekonomi doğmakta ve bu ranttan sadece mucize gösteren kişi değil müridleride faydalanmaktadır. Diğer dinlerde olmayan ve İslam'da peygamberlerin mucizeleri dışında, tanrının bazı seçilmiş din adamlarına ve kişilere keramet denilen mucize yapma şansı vermesi inancı vardır. Günümüzde bu tip kişiler kerametleri neticesinde neredeyse orta büyüklükte bir holdingi ve buna bağlı cemaati yönetirken, yenilikçi bir yorumla İslam'i düşünceyi Hıristiyan protestan söylemi ile birleştiren, kapitalizmle uyumlu bir yaşam geliştiren, Gülen cemaati olarak bilinen kitle, global çaplı bir ekonomik ve siyasi güce hükmetmektedir.
 
Sonuç olarak mucize ancak belli bir inanca sahip olarak, o inancını doğrulayacak bir olağan üstü olayı görmek isteyen kişiler için var olabilmektedir. Mucizeler ihtiyaçtan ve dönemine göre algılanacak şekilde geriye dönük oluşmakla birlikte, bazı olayların sonradan yeniden yazılması ile mucize niteliği kazanarakta mitleşebilmektedir. Yeni ortaya çıkan her din bir şekilde zaman içerisinde, eski dinlerin mucizelerini farklı anlatımlarla kopyalamakla kalmayıp, başarılı olabilmek için aynı zamanda onları geçmek zorundadır. Bu yarış birde büyük getirileri olan bir rant ekonomisi ile birleşince, günümüzde mucize kavramı tarihte hiç olmadığı kadar önem kazanmıştır. Bu mucize yaratımında kovanlara konulan asitler vasıtası ile tanrının adını yazmaktan tutunda, geriye dönük olarak dinsel söylemi değiştirerek mucizeler çıkarmak normal karşılanır olmuştur. Özellikle toplumun dinsel bilgisinin neredeyse cahillik düzeyinde seyrettiği yerlerde, tamamen din dışı söylemlerle toplumu kandırarak iktidara gelmek çok kolaylaşmıştır. Birde işin içine mucize katıldımı bu güç neredeyse tanrısal bir güç haline gelebilmektedir. Tolumun beklentileri arttıkça bulunan mucizelerde gittikçe bilimle çelişen söylemlerle, teknolojik bir boyutta katılarak bilimsel bir mucizeymiş gibi sunulabilmektedir. Hatta bazı din adamları Kuran'da bilimsel gelişmelerin, ve diğer bilimsel verilerin hepsinin yazılı olduğunu, Kuran'ın bir çeşit biyoloji, kimya, matamatik, fizik vb. bilimlerin toplamını içeren süper ilahi kitap olduğunu söyleyen bir mucizeyi bile söylemekten kaçınmamaktadırlar.
 
 
Kaynaklar
1- Kuran (H.Yazır, Diyanet, E.Yüksel, A.Gölpınarlı, S. Ateş, S. Yıldırım, Y.N.Öztürk, M. Esed, Ö.N.Bilmen, C. Yıldırım tefsirleri)
2- Buhari ve Kutubu Sitte hadisleri
3- Diyanet İslam Ansiklopedisi, Mucize Maddesi, Cilt:30
4- Şakku'l Kamer Olayı Çerçevesinde Bazı Tahliller, Doç.Dr. Mehmet Azimli, Cilt:8, Sayı:4, 2008
5- Felsefi Bir Problem Olarak Mucize, Yrd.Doç.Dr. Vahdettin Başçı, AÜİF Yayınları, 1996
6- Hz. Muhammed Mekke'de, Prof.Dr. W. Montgomery Watt, Çev. Do.Dr. M. Rami Aras - Doç.Dr. Azmi Yüksel, AÜİF Yayınları, 1986
7- Büyük İslam Tarihi, İbn Kesir, Çev. Mehmet Keskin, Çağrı Yayınları, Cilt: 1-2-7-8-9-10-11-12-13, 1994
8- Siyer, Muhammed İbn İshak, Yay.Hazırlayan: Prof.Dr. Muhammed Hamidullah, Çev.: Sezai Özel, Akabe Yayınları, 1988
9- Hz. Muhammed’in Hayatı, İbn Hişam, Çev.: Prof.Dr. İzzet Hasan – Prof.Dr. Neşet Çağatay, AÜİF Yayınları, 1971
10- Asrı Saadet, Mevlana Şibli, Çeviri:Ö.Rıza Doğrul, Sadeleştiren: O.Zeki Mollamehmetoğlu 3. Cilt, 1978
11- Uydurma Olduğunda İttifak Edilen Hadisler, Aliyyül Kari, Çev. İbrahim Kutlay, İnkilap yayınevi 2008
12- Tevrat
13- Zebur
14- İncil
15- Dinler Tarihi, Prof.Dr. Güney Tümer/Prof.Dr. Abdurrahman Küçük, Ocak Yayınları, 2002
16- Hz. Adem’den Bugüne İslam Tarihi, Mahmud Şakir, Çev. Ferit Aydın, Kahraman yayınları, 1995
17- Dinler Tarihi, Prof.Dr. Hüseyin G. Yurdaydın-Doç.Dr. Mehmet Dağ 1978
18- Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, Mircea Eliade, Çev. Ali Berktay, Cilt: 1-2-3, Kabalcı yayınevi, 2003
19- Peygamberler Tarihi, M. Asım Köksal, Dıyanet Vakfı Yayınları, 2004
20- Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Ekrem Sarıkçıoğlu, Fakülte Yayınları, 2002
21- Barnabas İncili, Kültür Basın Yayın Birliği, Çev. Mehmet yıldız, 1988
22- Tevrat, İncil ve Kuran, Jacques Jomier’den Sakıb Yıldız, Hareket Yayınları, 1974
23- Sahih-i Buhari Fihristi, Ebu Abdulmümin Emin, Çev. Mehmet Sofuoğlu, Ötüken Yayınları, Cilt: 1-2-3-5-7-8-9-10-15, Yıl: 1987
24- İslami Tarihçiliğin Doğuşu/ İlk Siyer-Megazi Eserleri ve Müellifleri, Prof.Dr. Josef Horovitz, Çev: Ramazan Altınay-Ramazan Özmen, Ankara Okulu Yayınları, 2002
25- Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, Taberi, MEB yayınları, 1-2-3-4-5. Ciltler, 1992
26- İslam Peygamberi, Prof.Dr. Muhammed Hamidullah, Çev. Prof.Dr. İhsan Süreyya Sırma, Beyan yayınları, 2004
27- Hadis İstilahları Sözlüğü, Yrd.Doç.Dr. Abdullah Aydınlı, Timaş Yayınları, 1987
28- Sahabe ve Hadis Rivayeti, Dr. Nevzat Aşık, Akyol Yayıncılık, 1981
29- Hz. Muhammed’in Hayatı, Martin Lings, Çev. Nazife Şişman, İnsan Yayınları, 2006
30- İslam'dan Önce Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, Dr. Neşet Çağatay, AÜİF Yayınları, 1957
31- Eski Türk Dini Tarihi, Prof.Dr. Abdulkadir İnan, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1976
32- Kızılderili Mitolojisi, Alice Marriott - Carol K. Rachlin, Çev. Ünsal Özünlü, İmge Kitabevi, 1994
33- Yunan ve Roma Mitolojisi, Colette Estin - Helene Laporte, Çev. Musa Eran, Tübitak Yayınları, 2002
34- Doğu Mitolojisi, Joseph Campbell, Çev. Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi, 1998
35- Anadolu İnançları Anadolu Mitolojisi, İsmet Zeki Eyüpoğlu, Geçit Kitabevi, 1987
36- Anadolu Mitolojisi, İsmet Zeki Eyüpoğlu, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 1998
37- Batı Mitolojisi, Joseph Campbell, Çev. Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi, 1995
38- Şamanizm, Mircea Eliade, Çev. İsmet Birkan, İmge Kitabevi, 1999
39- Anadolu Mitolojisi, Cahit Begenç, Meb Yayınları, 1967
40- Sümerlilerin Dini İnanç ve Adetleri, Özden Gül Ökter, GÜSBF Yüksek Lisans Tezi, 2006
41- Sümer Dini 1, Harthmuth Schmökel, Çev. Mehmet Turhan Özdemir, AÜİF Dergisi, Cilt:21, Sayı:1, 1973
42- Sümer Dini 2, Harthmuth Schmökel, Çev. Mehmet Turhan Özdemir, AÜİF Dergisi, Cilt:19, Sayı:1, 1971
43- Aztek Efsaneleri - Toltek Efsaneleri, Walter Krickeberg, Çev. Alev Kırım, Okyanus Yayınları, 1997
44- Hindu Mitolojisi, Wendy Doniger O'Flaherty, Çev. Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi, 1996
45- Yezidiler - Tarih - Örf ve Adetler, Mahmut Bilge, Kalan Yayınları, 2002
46- Zarathustra (Zerdüşt) Hayatı ve Mazdaizm, M. Sıraç Bilgin, Berfin Yayınları, 1995
47- Zerdüştlük (İnanç,İbadet,Adetler), Yrd.Doç.Dr. İskender Oymak, 2003
48- Düşünce Tarihi, Prof.Dr. Orhan Hançerlioğlu, Eriş Yayınları, 2007
49- Tarih Sumer de Başlar, S.N. Kramer, Çeviri: Hamide Koyukan, Kabalcı yayınevi, 1999
50- İslam Filozoflarına Göre Nübüvvet ve Mucize, Arş.Gör. İsmail Erdoğan, FÜİF Dergisi, Sayı:1, 1996
51- Peygamberlerin Başarısında Mucizenin Yeri ve Önemi, Doç.Dr. Halil İbrahim Bulut, DBA Dergisi, Cilt:11, Sayı:1, 2011
52- Sünni Gelenekte Mucize Kavramı ve Hz. Salih'in Deve Mucizesi, Dr. Halil İbrahim Bulut, DBA Dergisi, Cilt:4, Sayı:2, 2004
53- Tanrının Özel Fiileri: Vahiyler ve Mucizeler, C. Stephan Evans, Çev. Yrd.Doç.Dr Ferhat Akdemir, Cilt:9, Sayı:3, 2009
54- Mitra Efsanelerinin ve Mucizelerinin Hıristiyanlık Üzerindeki Etkileri, Dr. Kürşat Haldun Akalın, Akademik Bakış Dergisi, Sayı:17, 2009
 
 

17 Eylül 2013 Salı

İslamiyete Göre Kavim Kavramına Bakış

 
 
İslamiyet'te kavim kavramı ve algılayışı özellikle son 50 yıldır hızlanarak değişmektedir, bu değişim gene özellikle Türkiye'de yaşanmaktadır. İlk dönem islam ile sonrasındaki dönemlerdeki İslam'ın kavim kavramına ilgisi farklıdır. İslam'da kavim kavramı ile ilgili yorumlar 10. yüz yıldan sonra görülmeye başlamıştır. Kavim kavramı ile ilgili yorumlar ağırlıklı olarak 13. yüz yılda başlar. Öncesinde ve özellikle ilk dönemde kavim kavramının ilginç bir yönü yoktur, sosyal toplumda ki algılamasına paralel din söyleminin içerisinde kullanılır, yani ayrıca bir anlam yüklenmez.
 
Arap kültüründe, sayısı 35'e ulaşacak kadar çok çeşitli topluluk isimleri olduğunu belirtmek gerekir. Bu topluluk isimlerinden sadece 13'ü Kuran'da geçmektedir. Bu isimlendirmeler içerisinde kavim, kabileden büyük, Şa'b dan küçük topluluklar için kullanılmışsa da, genel olarak ''Kavim kelimesi: kabile, aşiret, kişi, grup, topluluk, erkek topluluğu, idareci / yönetici, yönetilenler / tebaa'' anlamında kullanılmıştır Kuran'da. İlk dönem Arap toplumunda kavim kavramı günümüzden oldukça farklı algılanmıştır. ''Erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur." Nisa Suresi 34. ayeti nedeniyle kavim kavramı sadece erkekleri temsil eder, kadınlar erkeklere bağlı oldukları için kavim içerisinde yer alırlar. Bu görüş çoğunlukla ve günümüze kadar kabul görmüştür. Dolayısıyla "kavim" kelimesi, Arapça'da zaman zaman "sadece erkekler topluluğu" anlamında kullanılmaktadır. Kelimenin Kuran'da genel olarak "kadın ve erkeklerden oluşan topluluk" anlamına geldiğini günümüz din adamları ifade etmektedir.
 
Lugatçılara göre bir adamın kavmi dendiği zaman onun Şia (taraftar) sı ve aşire (yakınları) tidir. "Kamus-ı Türki de "Kavim" kelimesinin karşılığı olarak şunlar belirtilmiştir: " Aralarında münasebet olup bir heyet teşkil eden insanlar, insan topluluğu, küçük ümmet veya bir büyük ümmetin bir şubesi, bir peygamberin gönderildiği cemaat, meselâ Nuh'un Kavmi, Lut'un Kavmi gibi.'' Kavim kelimesi günümüzdeki yanlış algılamanın aksine Millet anlamına gelmez. Günümüz anlamıyla Milleti oluşturan unsurlardan birisi kavim olabilir. Peygamberler'le ilişkili olan "kavim" kelimesi, genellikle "ümmet'' anlamını taşır. Milletten geniştir, birkaç milletten meydana gelmiş olabilir." Kuranda geçen millet kelimesi, Türkçe'deki anlamından farklı olarak ''din'' anlamında kullanılır. Şu halde, Araplar "millet" kelimesini Kuran'da geçtiği şekliyle "din" anlamında kullanırlarken, bugün Türkçe'de kullanılan topluluk anlamındaki "millet" kelimesi yerine ise, tam olarak karşılamasada en azından ifade ettiği şekil itibariyle "şa'b" kelimesini kullanmaktadırlar. Osmanlı'da millet kavramı 19. yüz yıl ortalarına kadar, Yahudi Milleti, Rum milleti, Ermeni milleti şeklinde dinsel topluluk anlamında kullanılmıştır, o döneme kadar Türk milleti, Kürt milleti vb. kavramlar kullanılmamıştır.
 
Kavim kelimesi yerine Kuran'da çoğunlukla ''ümmet'' kelimesi kullanılmıştır. Bu kelime Kuran'da ''din, zaman, önder - lider, soy sop, alimler topluluğu, bazı özelliklerinden dolayı değişik sınıflar halinde bir araya gelmiş canlılar topluluğu, aynı şekilde bir görüş etrafında bir araya gelerek bir sınıf oluşturmuş insan topluluğu'' anlamlarında geçmektedir. Kuran'da geçen Ümmet'in (halk, cemaat), Arapça "ümm / anne" ile alakalı olduğu söyleniyorsa da bunun aslında ya İbranice'den veya Arami dilinden alınmış olması muhtemeldir. Ancak bütün bu anlamlarda ortak söylem "topluluk"tur. İster bir görüş, ister bir hayat tarzı, isterse bir din'i kabul edenler topluluğuna ümmet densin, anlam aynıdır. Ümmet kelimesinin "zaman" anlamı bu "topluluk" anlamından ayrılmaktadır. Ayrıca Kuran'da hayvan topluluklarına da ümmet denmektedir. "Ümmet" kelimesi, "kavim"den daha büyük bir toplum kitlesini içine almaktadır. Kısaca ümmet, kavimden geniş ve büyük bir toplumdur.
 
Kavim, ümmet vb. benzer sözcüklerle ifade edilen ''topluluk'' kavramı, Kuran'da kullanılan, bir peygamberin tebaası, inanan topluluğu şeklinde kullanıldığında da bir kaç sorun oluşturmaktadır. Öncelikle tanrı Kuran'da peygamberleri ancak bir toplum yoldan çıktığında, onları uyarmak ve doğru yola döndürmek için gönderdiğini söyler. Bu söylemi şüphede bırakan da efsaneler vardır Kuran'da. Örneğin peygamberlerin önemli bir kısmı baba'dan oğula aktarır bu görevi. Gene aynı zamanda ve yerde yan yana peygamberlik yapan Musa ve Harun örneğinde olduğu gibi, İbrahim ve yeğeni Lut'un aynı zamanda ve yan yana peygamberlik yaptığı belirtilir. Yunus suresi 47. ayet ve Nahl suresi 36. ayetlerde belirtildiği gibi her ümmete bir peygamber gönderdiğini söyleyen tanrı'nın sözü günümüzde bilimsel anlamda kanıtlanamamaktadır. Örneğin Türk tarihinin hiç bir yerinde bir peygamberden söz edilmez. Avusturalya kıtasında yapılan antropolojik incelemelerde, Aborijinler’de aynı kökten gelen ama dil gruplarının birbiriyle anlaşamadığı 600 dil bulunduğu saptanmıştır. Ama neredeyse hiçbirinin dilinde, kölelik, köle, din, kitap, din adamı, şef, peygamber, reis, sömürü kelimeleri yoktur.
 
Sonuç olarak kavim kavramı İslam dininde günümüzdekinin aksine belli bir topluluk için kullanılmıştır. Zaman zaman cansız varlıklar içinde kullanılırken, amacın ortada bir topluluk olduğunu vurgulamak olduğu açıktır. Bütün bu tanımların, sayıları 35'i bulan sınıflandırılmış toplulukların, Arap geleneklerine uygun isimlendirmesinden hareketle yapıldığı unutulmamalıdır. Orta doğu ve Yahudi tarihine uygun olarak bölgede hüküm sürmüş olan rahip kralların İbrani dinlerdeki tanımını yapan, Yunus suresi 47. ayet'te açık şekilde betimlenen bir topluluk ve onları tanrı adına yöneten rahip kral geleneği Kuran'da da varlığını sürdürürken, kavim kavramı antik çağdan orta çağa kadar kullanılan anlamından farklı bir anlamda kullanılmamıştır.
 
 
Kaynaklar:
1- Kuran (H.Yazır, Diyanet, E.Yüksel, A.Gölpınarlı, S. Ateş, S. Yıldırım, Y.N.Öztürk, M. Esed, Ö.N.Bilmen, C. Yıldırım tefsirleri)
2- Buhari ve Kutubu Sitte hadisleri
3- Tefsirde Semantik Metod ve Kuran'da Kavm Kelimesinin Semantik Analizi, Yrd.Doç.Dr. Ali Galip Gezgin, Ötüken Yayınları, 2002
4- Esbab-ı Nüzul ve Kuran'ın Anlaşılması, Yakup Bıyıkoğlu, Rağbet Yayınları, 2005
5- Kuran'da Dini ve Ahlaki Kavramlar, Prof.Dr. Toshihiko Izutsu, Çev. Selahattin Ayaz, Pınar yayınları, 1991

15 Eylül 2013 Pazar

Maide 69 Yada Ali İmran 85

 
 
Her dinde olduğu gibi İslamda da sadece kendisine inananların mükafakatlandırılması esastır. Özellikle ortadoğu kökenli İbrani bir din olan İslam'ın, söylem olarak gene ortadoğu kökenli dinlerin sonuncusu olduğunu beyan etmesi kesin bir bilgidir. İslam kendisinden önceki dinlerden farklı olarak kısmen kayıt altına alınabildiği için öncellerinden ayrılır. Bu nedenle İslam Mekki ve Medeni ayetler olarak iki ayrı söylemde incelenir. Gene aynı şekilde söz konusu ayetler, deklare ediliş ve düzenleniş zamanlarına göre değerlendirilirler. Bütün bu değerlendirmeler bir çok ayette olduğu gibi konuya özel ayetlerde de bazen çelişkileri yok etmeye yetmez. Söz konusu ayetler Medine'de beyan edilmiştir.
 
Yazımından anlaşıldığı kadarı ile Medine'ye göçten sonra ki ilk 2 yıl içerisinde yayınlanmış olan,  ''Doğrusu inananlar, Yahudiler, Sabiiler ve Hıristiyanlar'dan Allah'a ve ahiret gününe inanan, yararlı iş yapan kimselere korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.'' (Maide Suresi - 69. Ayet)'inde, müttefik arayan bir kişinin, bütün siyasi aktörlerle birlik ve beraberlik istemini bulabiliriz. Ayet bize Müslümanlar dışındaki ayette tanımlanan zümreye ait salih ve iyi amel işleyen kişilerin cennete gideceğini anlatır.
 
Medine'de ki birinci yıldan sonra başlayan Yahudi'lerle savaşlar ve sonrasında  yaşanan İslama karşı tüm cephe ile olan savaşlar neticesinde ''Kim İslam'dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O ahirette de kaybedenlerdendir. (Ali İmran Suresi - 85. Ayet)'i neticesinde (olması gerektiği gibi) cennete sadece Müslümanların girebileceği beyanı ile İslam yeni bir yöne sürüklenir.
 
Günümüzde geriye doğru, bu iki ayetin çelişkisi üzerinde yapılan bir tartışma kalır. Ehli kitaba ait (o dönemde Sabii'lerde dahildir) zümre, Maide Suresi - 69. Ayet'inde belirtildiği gibi  '' Allah'a ve ahiret gününe inanan, yararlı iş yapan kimselere korku yoktur'' şeklinde beyanla cennete girebileceği duyururken, gene ayı zümre ''Kim İslam'dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir'' şeklindeki beyanla cehennemlik olarak beyan edilmektedir. Söz konusu ayetlerden her hangi birisi iptal edilmediği için, ayetler arası çelişkiler günümüzde de yaşamaktadır.
 
Kaynaklar:
1- Kuran (H.Yazır, Diyanet, E.Yüksel, A.Gölpınarlı, S. Ateş, S. Yıldırım, Y.N.Öztürk, M. Esed, Ö.N.Bilmen, C. Yıldırım tefsirleri)
2- Buhari ve Kutubu Sitte hadisleri
3- Esbab-ı Nüzul ve Kuran'ın Anlaşılması, Yakup Bıyıkoğlu, Rağbet Yayınları, 2005
 

İslam ve Fakirlik

 
İslam dini içerisinde en çok tartışılan konulardan birisi fakirlik ve zenginliğin din içerisindeki yeri ve anlamı olmuştur. Özellikle Muhammed'in yetim ve öksüz olarak yakın akrabalarınca bakılıp büyütülmesi, genç bir erkek olarak iş yaşamına atılması ve zamanla evleninceye kadar kıt kanaat fakir yaşaması (1), İslam'ın fakirlere Arap geleneklerinden biraz farklı olarak bakmasına yol açmıştır. İslam öncesi şehirli Arap geleneklerinde fakir olmak çok kötü bir durumdur, fakirler kölelerin üstünde bir sınıftır, ama netice de o tanrıların yüzüne gülmediği ve cezalandırdığı bir talihsiz zavallıdır. Aksine Bedeviler arasında hemen hemen herkes kabile olarak top yekün fakirdir, bu nedenle fakir olmak Bedeviler için doğal bir sonuçtur ve utanılacak bir şey değildir. Fakir olmak, zaten ilkel komünal bir avcı toplayıcı yaşam süren Bedeviler için dayanışmanın ve hayatta kalmanın en büyük dayanağıdır. Bir çok konu ve tanımın aksine Fakir kelimesi Kuran'da çoğulu fuka­ra ile birlikte sadece on iki yerde geçer. Fakirlik ve mis­kinlik bir birine yakın kavramlar olarak İslam'da sık sık aynı anlamda yada bir biriyle karıştırılarak kullanılmıştır.
 
İlk müslümanlar arasında fakir, köle ve varlıksız insanlar çoğunluktaydı, büyük çoğunluğu Arap toplumu için henüz yetişkin sayılmayan çok genç yaşlardaydı ve bunların içindeki zengin ailelerden gelen bir kaç Müslüman'da dahil hepsi ekonomik bakımdan ailelerine muhtaçtı (2). Mekke döneminde Müslüman olanlar içinde kaele alınacak zenginliğe sahip tek kişi Ebu Bekir'dir. Gene aynı dönemde (İslam kaynaklarınca) zengin olarak tanımlanan 4 - 5 kişi dışındaki tüm toplum fakir ve zayıftır. Mekki ayetlerde fakire yardım etmek (3) tanrıya hizmet olarak belirtilir. Buna rağmen Mekki ayetlerin son dönemlerinde özellikle malı ile tanrıya hizmet edenlerin faziletlerinden ve ödüllerinden bahsedilmeye başlanmıştır. Medine'­ye göç eden Müslümanlar'dan Kuran'da fakirler olarak söz edilmesinde, canlarını kurtarmak için mallarını Mekke'de bırakarak Medine'ye sığınmaları en büyük etkendir. Fakirlere yardım ve dayanışma konuları (4) ile birlikte malı ile cihad'a (5) yani tanrıya harcama, Medine'de övülen ve ödüllendirilen bir kavram olarak ortaya çıkar.
 
İslam din algısında kader olgusu var oluşu tanımlar. İnsan daha doğmadan kaderi yazılmış ve değiştirilemez şekilde bu önceden belirlenmiş yaşamı, yaşamak zorunda olmanın verdiği fatalist bakış açısıyla, içinde bulunduğu durumu kabullenmiştir. Tek umudu bir gün tanrının onu zengin etmesini ummaktır (6). Zenginlik'te, fakirlik'te tanrının bir takdiridir (7). Unutulmamalıdır ki İslam'ın ilk dönem kurucu asli unsurunu oluşturan Kureyş kabilesi, yani İslam'a şekil veren ruh tamamen tüccar şehir devleti kültüründen çıkmıştır. Doğal olarak zenginliği asla red etmemiş, hatta zengin olmayı ilahi bir lütuf (8) saymıştır. Bu nedenle sınıflı bir sistem olan İslam, zenginliği 1. sınıf vatandaş olmanın (9) ilk kurallarından birisi yapar. Zenginlik bir ödül olduğuna göre fakirlikte bir cezadır (10). Bir ömür süren bu birinci sınıf vatandaş olmaya dair belirsiz bekleyişte, İnsan ancak tanrıya dua ederek (11) geleceğinin değişmesini umabilir. Bazen bu bekleyişi daha somut ve güzel sonuca ulaştıracağı düşünülen mucizevi dualar (12) tavsiye edilsede, son dört yüz yıldır bu tavsiyenin işe yaramadığıda kesindir.
 
Bu sınıfsal ayrım kendi içerisinde bir doktirininde gelişmesini sağlamıştır. Her şeyden önce fakirlik tanrının bir cezası (13) olarak algılansada, aslında bunu değerlendiren için büyük bir nimet olabilmektedir (14). Zenginlik ancak helal yolla elde edilirse ve fakirlere sadaka vermek başta olmak üzere tanrı adına vb. kullanılırsa gerçek hazinedir (15). Bu nedenle fakirlikte de, zengilikte de tanrının isteklerine dikkat ve riayet  etmek gerekir (16). Fakirlik İnsan'ı daha sade yaşamaya ittiği için Dünya'ya ait günahlardan mecburen kaçınmasını sağlar (17), fakirlik aynı zamanda tanrı tarafından bir sınavda olabilir (18), bu nedenlerle fakir durumuna şükretmek zorundadır (19). Haline şükreden ve tanrının emrinden çıkmayan fakir (20), tanrınında sevgi ve takdirini kazanır (21). Bu nedenle fakirleri sevmek zenginlere ayrıca sevap kazandır (22). Fakirler bu durumları nedeniyle yaşadıkları topluma tanrının lütfunu sağlarlar (23). Zenginlik özellikle Dünyevi bir avantajdır (24). Zengin olmak büyük sorumluluk getirir İnsana (25). Doğal olarak bu sorumluluk içerisinde tanrının emanetini korumakta vardır (26). Tüm bu nedenlerle fakirlerin zenginlerden önce cennete gireceğine inanılmıştır (27).
 
İslam'da cehennemi dolduran İnsanlar'ın önemli bir kısmının zenginler ve kadınlar olduğuna inanılır (28). Fakirliğin bütün bu avantajlarına rağmen genede Muhammed fakirlikten hep korkmuştur (29). Aslında İslam toplumunun neredeyse tamamına yakını, tarih boyunca tanrı katında en makbul olan fakirlikten korkmuş ve kurtulmanın her çaresinide aramıştır. Zenginlik sadece bu Dünya'da güzel yaşamanın aracı değildir. İslâmda ki bazı ibadetleri yerine getirmek zengin olmaya bağlıdır. Örneğin hac, zekat, kurban, fıtır sadakası, diğer sadakalar, cihada mali destek, hayır-hasenat işlerinin tamamı zenginlikle yerine getirilebilen ve sevâbı çok olan ibadetlerdir. Zengin olmadan bir kişinin bu ibadetleri yerine getirmesi ve vaad edilen sevapları kazanması mümkün değildir. Sahabe olarak bilinen ilk Müslümanların fakirlerinden çoğu, ''zenginler bizim gibi ibadet ettikten başka, malları ile hayırlı işler yaparak çok sevap kazanıyorlar diyerek, agniya-yı şakirine (şükreden zenginlere) imrenirlerdi.'' Gene aynı şekilde hem fakir hemde kadın olanlar, ortadaki bu haksız rekabeti bir ara Muhammed'e resmen şikayet etmiştir.
 
İslam'da fakir kavramının en öne çıktığı dönem Medine'de geçen ilk 2 yıllık süreçtir. Kıt kanaat geçinen Medine'li Müslümanlara katılan ve büyük çoğunluğu neredeyse açlık sınırında olan Mekke'li Müslümanlar dışında, birde belli bir aşiret grubu oluşturmayan kişiler, mevali ve azadlı kölelerden oluşan, Mescid-i Nebevide kalan Sahab-ı Suffa denilen gerçek anlamda fakirlerden oluşan kitle, fakir kavramının ortaya çıkmasında en önemli etkendir. İslam'daki fakirlere sadaka verme ve toplumsal dayanışma geleneği ve inancı bu devirde geliştirilmiştir. Hatta eski bir Arap geleneği olan kabile reisinin, kabiledeki fakir, yetim  ve yaşlılar gibi bakıma muhtaç kişilere sadaka vermesi geleneği, gene eski bir Arap geleneği olan kabile reisinin ganimetten 5/1 oranında pay alması geleneği (30) birleştirilerek bizzat devletin sadaka verdiği bir organının ortaya çıkmasını sağlamıştır. İlk dönem İslam'da bütün bu fakirlerin bakımı mecburen Muhammed'in cömertliğine muhtaçtı. İşin aslı Muhammed'te özellikle Medine'deki ikinci yılından sonra, ganimet gelirlerin artmasıyla birlikte çok cömert olmakla ün saldı. Sadece fakirlere değil aynı zamanda İslam birliğine gireceğini düşündüğü herkese çok cömert dağıttı bu malları. İslam bu süreçte bir sadaka kanunuda çıkardı (31).
 
 
Notlar:
1- O, seni yetim bulup barındırmadı mı? Seni hidayetten habersiz bir halde bulup da hidayete iletmedi mi? Seni yoksul bulup zengin etmedi mi? (Duha Suresi - 6/7/8. Ayet)
2- “ Kuvvetli mü’min, zayıf mü’minden daha hayırlı ve daha sevimlidir”
3-“Yoksul, insanların kapılarında dolaşan bir-iki lokma veya bir-iki hurma ile kapıdan çevirdiğin kimse değildir. Asıl yoksul olan, başkasına muhtaç olmayacak kadar imkân bulamayan, kimsenin de pek farkında olmadığı, dolayısıyla kimsenin kendisine sadaka vermediği, ama kendisi de kalkıp da dilencilik etmeyen kimsedir.
4- “Komşusu aç iken, tıka basa karnını doyuran kimse (gerçek) mü’min değildir”
5- Allah yolunda canlarınızla ve mallarınızla cihâd ediniz. (Saf Suresi - 15. Ayet)
6- Dilediğine de sayısız rızık verirsin. (Ali İmran Suresi - 27. Ayet)
7- Allah, rızkı dilediğine bol verir, (dilediğine de) kısar. (Rad Suresi - 26. Ayet) ''Allahü teâlâ buyurdu ki: (Kimisi ancak zengin olmakla imanını kurtarabilir. Eğer o fakir olsa idi, [fakirliğe sabredemez] küfre girerdi. Kimi de ancak fakir olmakla imanını kurtarabilir. Eğer o zengin olsaydı, [mal onu azdırır] küfre giderdi. Kimi de ancak sıhhatli olmakla imanını kurtarabilir. O hasta olsaydı, [hastalığa sabredemez] küfre düşerdi. [Bunun için genelde müslüman kulumun hakkında ne hayırlı ise onu veririm)''
8- Allah, rızık konusunda kiminizi kiminizden üstün kıldı. Üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin altındakilere vermezler ki rızıkta hep eşit olsunlar. Şimdi Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar? (Nahl Suresi -  71. Ayet)
9-  “Üstteki el (veren el), alttaki elden (alan el) daha hayırlıdır.”
10- “Şurası muhakkak ki, kişi, işlediği günah sebebiyle rızkından mahrum edilir.” ''Fakirlik, iki cihanda da, yüzkarasıdır.''
11- Eğer yoksulluktan korkarsanız Allah sizi dilediğinde lütuf ve ihsanıyla zenginleştirecektir.  (Tevbe Suresi - 28. Ayet)
12- “Her kim her gece Vakıa Suresi’ni okursa, ona fakirlik dokunmaz.”
13- ''Fakirlik, dünya ve ahiret yoksulluğudur.''
14- ''Fakirlik, dünyada mümine hediyedir.'' ''En üstün kimse, malı az olduğu için değer verilmeyen mümindir.''
15- ''Allahü teala birine çok mal verir, bu da malını Allahü tealanın razı olduğu, beğendiği yerde harcarsa, bu kimseye gıpta etmek, imrenmek yerinde olur.'' ''Mal, salih kimse için ne güzeldir.'' “ Servet bir müslüman için ne güzel arkadaştır. Yeter ki, o servetinden fakire, yetime ve yolcuya vermiş olsun”
16- ''Fakirlik küfre sebep olur.'' İnsan zengin olunca azar. (Alak Suresi -  6/7. Ayetler)
17- ''Cennettekilerin çoğu fakirlerdir. Hor görülen fakirler Cennetliktir.''
18- Andolsun ki, sizi biraz korku ve açlık; mallardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. Sabredenleri müjdele. (Bakara Suresi - 155. Ayet)
19- ''Allahü tealanın takdirine razı olan fakirden üstünü yoktur.''
20- ''Sabreden fakir, şükreden zenginden daha üstündür''
21- ''Fakir, Allahü tealanın dostudur.''
22- ''Fakirlerinizin gönlünü alarak bana yaklaşın.'' ''Fakirleri sevin, onları seveni, Allahü teala sever.''
23- ''Fakirleri hor görmeyin. Onların hürmetine yardım görüyor ve rızıklanıyorsunuz.''
24- ''Mal ile şeref kazanılır.''
25- ''Allahü teala bir kuluna mal ve ilim verir. Bu kul da haramlardan kaçınır, akrabasını sevindirir, malından, hakkı olanları bilip verir ise, Cennetin yüksek derecesine kavuşur.''
26- ''Malı telef etmek haramdır, malı uğrunda öldürülen şehittir.''
27- ''Fakirler zenginlerden önce cennete girecektir. Zenginler hesap verecekleri için gecikeceklerdir.''
28- ''Cehennemin çoğu zengin ve kadınlardır.''
29- '' Hz.Peygamber bir seferinde (Allahım, fakirlikten ve küfürden Sana sığınırım.) diye duâ edince, bir adam; (İkisini birbirine denk mi kabul ediyorsun?) dedi. Bunun üzerine Hz.Peygamber, (evet) cevabını verdi.''
30- Ganimet olarak aldığınız her hangi bir şeyin beşte biri Allah’a, Rasûlüne, onun akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir. (Enfâl Suresi - 41. Ayet)
31- Sadakalar / zekat malları Allah'tan bir farz olarak sadece şunlar içindir: fakirler, düşkünler, sadakalarla ilgilenmeye memur edilenler, kalpleri yakınlaştırılıp ısındırılacak olanlar, özgürlügünü yitirmiş olanlar, borçlular, Allah yolundakiler, yolda kalmış kişi. Allah alim'dir, hakim'dir. (Tevbe Suresi 60. Ayet)
 
 
 
Kaynaklar:
1- Kuran (H.Yazır, Diyanet, E.Yüksel, A.Gölpınarlı, S. Ateş, S. Yıldırım, Y.N.Öztürk, M. Esed, Ö.N.Bilmen, C. Yıldırım tefsirleri)
2- Buhari ve Kutubu Sitte hadisleri
3- Diyanet İslam Ansiklopedisi, Fakir Maddesi, 12. cilt
4- Ashab-ı Suffa, Doç.Dr. Mustafa Baktır, Timaş Yayınları, 1990
5- Demografik Değişkenler Açısından İlk Müslümanlar, Prof.Dr. Abdurrahman Kurt, UÜİF Dergisi, Cilt:18, Sayı:2, 2009
6- Hz. Muhammed Mekke'de, Prof.Dr. W. Montgomery Watt, Çev. Do.Dr. M. Rami Aras - Doç.Dr. Azmi Yüksel, AÜİF Yayınları, 1986
7- İslamdan Önce Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, Dr. Neşet Çağatay, AÜİF Yayınları, 1957
8- Rızık ve Kazanç Anlayışı Üzerine Bir İnceleme, Dr. Fikret Karaman, FÜİF Dergisi, Sayı:1, 1996
9- Sosyal Güvenlik Açısından Zekat, Prof.Dr. Turan Yazgan, TDAV Yayınları, 1987
10- Diyanet İslam Ansiklopedisi, Kader Maddesi, 24. cilt
11- Büyük İslam Tarihi, İbn Kesir, Çev. Mehmet Keskin, Çağrı Yayınları, Cilt: 1-7-8-9-10-11-12-13, 1994
12- Dinler ve Mezhepler Tarihi, 1 ve 2. Cilt, Ebu’l Feth Muhammed B. Abdulkerim Şehristani, Çev. Muharrem Tan, Işık Akademi Yayınları, 2006
13- Hz. Peygamberin Hadislerinde Kader Kavramı, Fikrullah Çakmak, AÜSBE TİBA, Yüksek Lisans Tezi, 2007
14- Siyer, Muhammed İbn İshak, Yay.Hazırlayan: Prof.Dr. Muhammed Hamidullah, Çev.: Sezai Özel, Akabe Yayınları, 1988
15- Hz. Muhammed’in Hayatı, İbn Hişam, Çev.: Prof.Dr. İzzet Hasan – Prof.Dr. Neşet Çağatay, AÜİF Yayınları, 1971
16- Kuran'da ve İslam Öncesi Arap Düşüncesinde ‘’Dehr’’ Kavramı, Dr. Mustafa Öztürk, OMÜİF Dergisi, Sayı:16, 2003
17- Asrı Saadet, Mevlana Şibli, Çeviri:Ö.Rıza Doğrul, Sadeleştiren: O.Zeki Mollamehmetoğlu 1-2-3-4-5. Ciltler, 1978
18- Uydurma Olduğunda İttifak Edilen Hadisler, Aliyyül Kari, Çev. İbrahim Kutlay, İnkilap yayınevi 2008
19- Kaza ve Kader İle İlgili hadislerin İncelenmesi, İbrahim Civelek, ÇÜİF Yüksek Lisans Tezi, 2006
20- Kuran'ın Kader Konusuna Bakışı, Davut Küskü, AÜİF Yüksek Lisans Tezi, 2006
21- Fakirlik ve Zenginlikle İlgili Hadisler Üzerine Bir Deneme, Yrd.Doç.Dr. Saffet Sancaklı, CÜİF Dergisi, Cilt:5, Sayı:1, 2001
22- Hz. Peygamber ve Sosyal Dayanışma, Doç.Dr. Mehmet Soysaldı, DAA Dergisi, Sayı:44, 2002
23- İslamda Çalışmanın Yeri ve Önemi, Doç.Dr. Mehmet Soysaldı, İAADK Dergisi, Sayı:217, 2006