20 Ağustos 2011 Cumartesi

Din’ler Ölümsüzlük Vaadeder İnsanlara

Gerek İbrani kökenli Orta doğu orjinli dinler, gerekse diğer coğrayadaki dinler İnsanlara ölümsüzlük vaad eder. Özellikle orta doğu kökenli tek tanrılı doğma inançlı dinlerde bu daha da belirgindir. Özellikle cennet ve cehennem kavramları ardında yatar bu ölümsüzlük promasyonu. İslam tanrısı kendisine yaşamı boyunca istediği şekilde tapınan ve kendisinin sevdiği kişiyi cennet ile ödüllendirir, birkaç ayette cennette kalma süresi sonsuz fiili ile betimlenir. Aslında İslam tanrısı zaten sonsuz yaşam bahşedeceği kişi için ol dediği anda o kişiyi yaratıp evrende görünen bir tabelaya kaderini yazmıştır zaten. İşte bu kişi İslam tanrısı adına ve onun ön gördüğü bir mizansende yaşadıktan sonra ölür ve gene İslam tanrısının belirlediği bir süre sonunda dirilerek sonsuza kadar tanrısı ile birlikte cennette yaşar.

Tüm dinlerin kaba ve kısa özetide budur aslında. İnsan tanrısına gerekli tapınma ve diğer istediği şeyleri getirdiği takdirde sonsuz bir cennet yaşamı ile birlikte tanrısı ile yaşar. Dünya yaşamı aslında sonsuz bir yaşamın sınavı gibi sunulur dinlerde, fakat İslam tanrısı zaten kendi sonsuz yaşamını sürecek İnsan kitlesini ol dediği anda seçtiği için diğer figüran kitle onun acımasız işkenceleri için yarattığı bir oyuncaktır ve sonsuz yaşamlarında onlar işkenceden başka bir şey göremezler. İslam mitolojisine göre büyük çoğunluk sonsuza kadar cehennemde işkence görmek üzere yaradılmıştır, geri kalan azınlık Müslüman kitle ise farklı bir takım süreçten geçerek ölecek ve gene büyük bir kısmı cehennemde işkence gördükten sonra sonsuza kadar yaşacaktır.

Sonsuzluk kavramı hep tanrılarla birlikte anılmıştır tarih boyunca, sonsuz yaşam yani ölümsüzlük kavramı ancak tanrı yada yarı tanrı olan varlıklar için geçerli olmuştur uzun bir süre İnsanlığın mitolojisinde. Orta doğuda ortaya çıkan tek tanrılı din ile birlikte sonsuz yaşam hakkı İnsana da verilerek İnsan tanrı/yarı tanrı ile birlikte anılır hale gelmiştir. İslam ile birlikte İnsan sonsuz yaşam hakkının yanında tanrı ile birlikte yaşama hakkını kazanır, gene aynı mitolojiye göre bunu hak etmesinin tek nedeni Muhammed’in yaradılmasıdır, yani İslam mitolojisine göre İnsan’ın sonsuz yaşama hakkının tek nedeni Muhammed’tir. Bir başka söylemle Muhammed o kadar mükemmel bir varlıktır ki tanrı yarattığı bu varlığa aşık olur ve sırf onun için küçük bir İnsan kitlesine sonsuz yaşamı ve kendisi ile birlikte olma fırsatını bahşeder.

Özetle dinler İnsanlara tanrı olma vasfını sunar, yapmaları gereken tek şey ise o dinsel kurallara uymak ve öldükten sonra sonsuz bir yaşama kavuşmaktır. İslam tanrısı bu noktada yarattığı İnsanlar’ın büyük bir kısmını sadece cehennemde sonsuz bir işkence için yaratır ki buda sonsuz yaşam vaadine tam uymakla birlikte sıradan İnsanların belentilerine uymaz. Mutlu azınlık ise cennette huri ve nuri’lerle birlikte sonsuza kadar tanrısı ile birlikte yaşar.

5 Ağustos 2011 Cuma

İslam Tarihindeki Tutarsızlıklar

İslam tarihi kendi kayıtları üzerine kurgulanmıştır her zaman, en azından 9. Yy sonrasında diğer kültür ve uygarlıklarca yazılan tarih için bu önerme geçerlidir. İslam’ın başlangıcı 7. Yy ile 9. Yy arasındaki süreçte bölgenin iki süper gücü olan Pers ve Bizans’lılarca İslam’ın yayılması dinsel olmaktan öte bir Arap kabileler konfederasyonunun yağma akınları olarak değerlendirilmiştir ki bu yüzden de sağlıklı bir kayıt tutulmamıştır. Aynı dönem içinde İslam gerekli olan entelektüel ve siyasi bilinci oluşturmadığı için konu daha çok sözlü anlatım ve birkaç kişinin çabaları ile sınırlı kalmıştır.

9. yy’dan itibaren ortaya çıkan İslam devlet düzeni içerisinde tarihsel yazınlar ve özellikle Muhammed ve ilk dönem Müslümanlar ile ilgili bilgi edinme ihtiyacı neticesinde tıpkı hukuk ve siyasi yaşamla ilgili kurallarda olduğu gibi bir eleme neticesinde tarihsel konular içinde hadisler ve siyer/megazi kaynakları elden geçirilmiş ve birkaç tarihsel eser ortaya konulabilmiştir. Bu yapılırken o dönemin İslam’ına uymayan o kadar çok söylem, efsane ve yazınsal kayıt ortaya çıkmıştır ki İslam din adamları çok zorunlu olmadıkça tarihsel kayıtlara baş vurmayı red etmişlerdir, hatta bu din adamlarının önemli bir kısmı temel birkaç hadis ve anıyı dışarıda tutarak siyer ve megazi kaynakları red etmişlerdir. Buhari başta olmak üzere bir çok din adamı söz konusu kaynakları sahih olmadıkları gerekçesi ile eserlerine dahil etmemiştir. O süreçte ilk döneme ait bir çok İslami yazılı kaynak yok edilmiştir.

Bu davranış o dönem için oldukça normaldir, geliştirilen yeni İslami söylem eski kaynaklarla uyuşmamıştır. Özellikle İslam öncesi Arap pagan inançlarının ve ilk dönem Müslümanlarının pagan ritüellerinin yeni din ile ilişkisi kurulamamış ve red edilmişlerdir. Bu arada hukuk ve siyasi ihtiyaçlar doğruştusunda gerekli görülen bir çok hadis içerisinde ilk dönem İslam ve Müslümanların yaşamına ilişkin bir çok şey günümüze kadar gelebilmiştir. Gerek bu tip hadislerdeki bilgiler gerekse siyer/megazi kaynaklı bilgiler içerisinde bir çok yerde tarihsel ve bilimsel anlamda tutarsızlıklar aradan geçen bu 1400 yıl içerisinde İslam din adamlarını rahatsız etmemiştir, etmemeside normaldir çünkü klasik İslam din adamı için önemli olan tek bilgi İslam’i bilgidir ve bu yüzden diğer bilgileri öğrenme gereği duymaması ve doğmayı sorgulamamak gibi bir öğretiye sahip olması nedeniyle söz konusu hatalar günümüze kadar gelebilmiştir.

Günümüzde özelikle Avrupa’lı bilim ve Hrıstiyan din adamlarının İslam’ı incelemeleri, gerekse son 50 yılda yükselen Ateist bilinç neticesinde dinlerin eleştirilerinin çoğalması ile İslami kaynakları daha nesnel sorgulayabilmekte ve yaklaşık olarak bilimsel tezler yada sonuçlar üretebilmekteyiz. İlk dönem İslam ile tarihi birbirinden ayrılamayacak kadar bütün teşkil etmektedir. İslam’ın kaynaklarını anlamadan da İslam’ın nasıl bir çıkış yaptığını ve nasıl bir seyir izlediğini sağlıklı şekilde bilemeyiz. Efsanelerle gerçekleri ancak İslamı her yönü ile inceleyerek ayırd edebiliriz. Böylece bütün bu kaynakların içerisindeki tutarsızlıklar ve eksiklikler daha iyi tanımlanabilir ve İnsan’ın gelişimi daha iyi anlaşılabilir.

Bu noktada Kuran içerisindeki söylem ve tutarsızlıkların benzerini İslam tarihinde de görmekteyiz, benzer bir bakış açısı ile ve benzer bir dille yazıldıkları şüphe götürmez bir gerçektir. Tarihsel yazım aslında daha çok sonradan Kuran ve hadislerdeki bir takım tarihsel konulara uyum sağlaması için değiştirilmiştir ve hala günümüzde de bu süreç sürmektedir, birindeki değişim bir diğerinide de zorunlu değişime yol açmıştır, dinlerin evrimi kaçınılmaz olarak devam etmekte ve tıpkı ilk dönem İslam din adamları gibi günümüz İslam din adamlarıda kendi tarihsel kaynaklarını sık sık güncellemekte ve bir çok bilgiyi silmekte yada red etmektedirler. Fakat ilk döneminde olduğu gibi dinsel kaygılarla 9. Yy ve sonrası bütün kaynaklara olduğu gibi inanıp sahiplenen kitle hala çoğunluktadır.

Bütün bu hareketin tek sebebi ise aslında dinin kendisidir, yoksa felanca kişinin birkaç yaş büyük olması yada küçük olması, filanca savaşın tarihindeki bir yıllık sapma gibi konular şüphesiz su kaldırır hatalardır sıradan İnsanlar için. Olay dinsel söylemin kendisi yada destekçisi bir takım olayları gelince bütün bu normal dışı gerekçeler dinsel mükemmeliğin sapması olacağından kabul edilemez ki bu yüzden yüzlerce yıldır bir eleminasyon yapılmaktadır. Yukarıda bahsi geçen Kuran’daki söylem ve retotiğin aynı şekilde tarih içinde olması ve her iki hususun sonradan kurgulanırken döneminin bilgi yapısına ve saflığına uygun bir şekilde yapılmış olması bizleri yanıltmamalıdır.

Duruma iki örnek vermek yeterli olacaktır kanaatimce, örnekler o kadar çoktur ki bazen İslam içinde normal olan kaç şey var diye düşünmek gerekmektedir. Birinci örnek Muhammed’in ilk eşi ile ilgilidir ki aynı zamanda bu İslam dininin ilk dönemi hatta öncesinideki tarihide kapsamaktadır. Özellikle Mekke dönemi olarak adlandırılan erken İslam tarihi hakkında yeterli bilgi sahibi olmamakla birlikte eldeki bilgilerde daha çok efsanefi nitelikler taşımaktadır. İslam tarihinden bilindiği gibi Muhammed 25, Hatice 40 yaşındayken evlenmişlerdir, gene aynı kayıtlara görede 7 çocukları olmuştur. Bilimsel olarak 35’inden sonra kadınların doğurganlıklarını kaybettikleri çok ender olarak 40’lı yaşlarda hamile kaldıkları, 50 ve üzeri yaşların ise istisnai bir durum olduğu bilinmektedir. Bu durum o dönemdeki Arap toplumunda ve sonrasındaki toplumlarda da bilinen bir gerçeklik olması gerektir. Evlenir evlenmez hamile kaldığını ve birer yıl arayla çocuk doğurduğunu varsaysak bile Hatice’nin son çocuğunu 48 yaşında doğurmuş olması gerekmektedir. Bu oldukça istisnai bir durum olarak bioloji sınırlarını zorlayan bir tarihsel bilgidir.

Elimizde aslında çocukların doğum yıllarından hareketle yaklaşık tarihlerde mevcuttur konu hakkında. Burada büyük bir bilgi yanlışlığı ve aktarımı kuvvetle muhtemel olmakla birlikte 40-50 yaş arası bir kadının arka arkaya çocuk sahibi olması oldukça ihtimal dışıdır. Bir diğer olasılık ise ilk dönem Müslüman’ların işin içine mucize katma kaygıları nedeniyle yada sonraki dönemde bazı tarih aktarıcı/yazıcıların olaylara mucize katma kaygıları ile oluşan bir söylemde olabilir. Muhammed’in hayatına yapılan ekleme ve çıkarmalar esnasında tarihsel sapmalar yada olayların kurgu bütünlüğüne sağlama çabaları esnasında konuyu dramatize etme kaygılarıda sebep olabilir. Neresinden bakarsak bakalım tarihlerin ve bilimsel verilerin tutarsızlığı bir gerçektir.

Bir diğer örnekse Ömer’in yaşı ile ilgilidir. Ömer İslam tarihinde çok önemli bir kişi olarak tanımlanır, söylemlerdeki önemi İslam öncesi konumu ve mevkii ile artmaktadır. Kureyş’in önemli bir zatı olarak Müslüman olan ve İslam toplumuna güç kazandıran birisi olarak anlatılır. İslam kaynaklarına göre Ömer Müslüman olmadan önce Sefaret ve Münaferet görevinde bulunmaktadır, yani bir çeşit dış ilişkileri sağlayan kişi bir çeşit büyükelçi olarak görev yaptığı gibi aynı zamanda Arap ve Bedevi kabileleri arasında da benzer görevi yapmakta olduğu kayıtlıdır. Özellikle Müslüman olmadan önce bir çok kral ve bey’le Mekke tapınak devleti adına görüşmelerde bulunduğu, yüsek bir diplomat olduğu İslami kayıtlarda geçer. Medine sonrası yaşamı daha çok bilindiği için bu yaşamı ile İslamiyet öncesi nitelikleri bir birine uymamakla birlikte konudan sapmadan sonradan değiştirilen meziyetleri ile değilde biz yaşı ile ilgileneceğiz. Ömer’in yaş’ının saptırılmasından önce bir diğer tarihsel bilgiye ihtiyacımız var, söz konusu görev için kabul yaşı o dönemde Mekke toplumu için 40’tır, daha doğrusu o dönem Hicaz toplumu 40 yaş’ın bir erkeğin olgunluk yaşı olduğunu kabul ettiği bir geleneğe sahipti, bu nedenle gerek şehrin bir nevi senatosu olarak adlandırılabilecek Mele adlı organında gerekse Mekke’deki işleri yöneten bir çeşit bakan gibi adlanrılabilecek (Ömer’in görevide bu çeşittir) kabilelerin güç ve önemlerine binaen görevlendirilen kişilerde bu yaş sınırı aranırdı, bu görevler çok çok özel olup gerek siyasi gerekse ekonomik bir takım getirileri olurdu, birkaç görev ise oldukça önemsiz olmakla birlikte manevi bir statüsü vardı.

İşte bu durum ve şartlar altında Ömer’e İslam’iyet öncesi çok önemli olan bakan yada vezir yetkisinde olduğu bir görev sahibi olması isnad edilir, bu görevinden ise Müslüman olduktan sonra azledildiği kaydedilir. Gerçi benzer bir durum Diyat ve Megarim görevlerini yaptığı söylenen Ebu Bekir içinde geçerlidir ama biz benzer sözleri ve hesaplamaları onada uygulamadan sadece Ömer ile sınırlı tulalım konuyu. Gelelim Ömer’in yaşına ve söz konusu dönemdeki görev niteliklerini taşıyıp taşımadığına; İslami kayıtlarda Muhammed Peygamber olduğunu savladığı sene Ömer’in 27 yaşında olduğunu yazar, Muhammed Mekkede toplam olarak 13 sene peygamberlik savı ile yaşadığına göre Ömer hicret esnasında 40 yaşındadır. Söz konusu Sefaret görevini yapabilmesi için yaşadığı toplumda 40 yaşını geçmiş olması gerekirken bu kayıtlara göre o görevi yirmili yaşlarında almış olması gerekir, gene bu yaş kayıtlarına göre 32/33 yaşındayken görevden alınmış olması gerekir ki söz konusu hukuka asla uymaz. O bölgededöneminde ve öncesindeki tarihlerde peygamberlik iddiaları dahil bütün dinsel ve siyasi istekler ve edinimler hep 40 yaş ve üstü için olurdu. Burada bir kişiliğin önem arz edecek şekilde abartılması, tarihsel bir oynama ve saptırma söz konusu olduğu düşünülebilir, bilginin daha sonra değiştirilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Her durumda Ömer için ya uydurma bir görev ve statü ortaya çıkarılmıştır yada bu kişinin yaş ve diğer tarihsel bilgileri yanlıştır. Ömer’in yaşça Muhammed’ten küçük olduğu, Ebu Bekir’in ise bir yada iki yaş büyük olduğu İslami kayıtlarda yazar, bu söylemde konunun kendi içinde bütünlüğüne sağlar, fakat döneminin gerçekleri ile uyuşmaz maalesef.

Bu iki örnekten hareketle tahlil yapacak olursak; İslam tarihi köken olarak büyük oranda Kuran ve hadislere dayandığı için tutarsızlıklar ve çelişkiler yumağıdır. Sonradan eklenen tarihsel söylemler neticesinde kopuk ve mesnetsiz bir çok söylem ve efsanenin bir bilgi kirliliği içerisindeki karmaşaşası olan İslam tarihi aynı zamanda mükemmel yaradılış ve ahlak kavramlarınıda kendi içinde yıkar. Bir birlerine paralel olarak tekrar ve tekrar kurgulanan bu olgu zamanla bütünlükten ve gerçeklerden uzaklaşarak günümüzdeki halini almıştır. Tarihçiler ve diğer bilim İnsanları için neredeyse samanlıkta iğne aramak gibi bir şey olan İslam tarihini gerçek hali ile yazma yöntemi sayesinde bizler artık İslam tarihinde yazılanları aslında hiçte kutsal ve doğru olmadığını sonradan sık sık değiştirildiğini ve bir süre sonra dikiş tutmayan yama misali ortaya çıkan çelişkilerin normal meseleleri bile görünmez hale getirdiğini bilmekteyiz.

Kaynaklar:
1- Kuran
2- Kutubusitte (Buhari) hadisleri
3- Hz. Muhammed Mekke’de, W. Montgomery Watt, AÜİF yayınları no:5, çeviri: Doç.Dr. M. Rami Ayas, Doç.Dr. Azmi Yüksel, 1986
4- Asrı Saadet, Mevlana Şibli, Çeviri:Ö.Rıza Doğrul, Sadeleştiren: O.Zeki Mollamehmetoğlu 1. Cilt, 1978
5- Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, Taberi, MEB yayınları, 4. Cilt, 1992

4 Ağustos 2011 Perşembe

Muhammed’in Siyasi İltica Kararı, Hicret ve Ardındaki Sebepler

Muhammed Mekke’de kabilesi içerisinde ve kabilesi dışında toplamda yaklaşık 13 yıl süren siyasi ve dinsel mücadelesi sonucunda istediği noktaya gelmek bir yana bir kısır döngünün içine düşmüştür. Bu süre içerisinde yakın birkaç güçlü akrabasını (aslında kendi kabilesi içinde güçlü demek daha doğrudur, mesela; Ebu Bekir Müslüman olduğunda 40,000 dirhem servete sahipti ki bu o dönemde küçük bir tüccarın servetine denkti) saymazsak kendisine inanan topluluk büyük oranda fakir ve toplumda statü sahibi olmayan, antlaşmalı (Güçlü yada zengin kişilerden koruma talebinde bulunan Mekke’li olmayan, Arap olmayan vb.) kişiler ve özellikle köle kişilerden oluşmaktadır.

Mekke’de Müslüman olan en önemli kişi Abdurrahman b. Avf’tır. Hatırı sayılır bir tüccar ve Mekke toplumunda saygın bir yeri vardı, İslam tarihçilerince anılan diğer isimler daha çok kendi kabilelerinde yada Müslüman toplumda yer edinebilmiş kişilerdi. Bu yüzdendir ki ilk Müslümanlar Mekke’de gerekli yayılmayı ve siyasi ittifakı kuramamışlardır. Dönemin Mekke’sinin kabul gören görüşü olan bireycilik ve ticari nedenlerle kurulan ittifakları sağlayan ve devam ettiren yeğane unsur elbette servetti, kabile anlayışının yerini yavaş yavaş ferdiyetçilik aldığı için ve siyasi/askeri ittifakların servet ile kurulması neticesinde, Müslüman toplum için geriye bir tek mazlum olarak güçlü kişilerden koruma istemek kalıyordu ki bunuda başaran kişi sayısı bir elin parmaklarını geçmedi.

Siyasi ve ekonomik ittifak bulmakta zorlanan Müslüman toplum çareyi yakınındaki en önemli askeri güç olan ve Mekke’yi elde etmek için fırsat kollayan Habeş kralı ile ittifak etmekte aradı. İslam tarihinde birinci hicret olarak anılan bu olayda, Muhammed siyasi anlamda oldukça isabetli bir karar alarak elindeki kozları doğru kullanmıştır. Lideri olduğu toplumun zayıf unsurlarını mücadelenin dışında tutarak güncel yıpratma politikalarından kurtulmaya çalışmış, bu topluluk vasıtası ile Habeş kralından bir yardım alabilme olasılığını tecrübe etmiş ve geçici olarak zaman kazanmıştır. Mekke’de iyice yalnızlaşan ve baskı altında çaresiz bir yaşam süren Müslüman’larda çare hicret yani göç/iltica etmektir. Bir ara Müslüman’ların en önemli ikinci ismi olan Ebu Bekir bile hicrete kalkışmış, yolda bir kabilenin onu koruma altına alması ile Mekke’ye dönebilmiştir.

Bütün bu gerileme sürecinde ki aslında toplum içinde kendisini peygamber olarak lanse etmesinin üzerinden daha iki yıl geçmiştir(üç yıllık ilk dönem sadece çok yakınları ile ilgilenmiş ve topluma yönelik bir yapılanma içinde olmamaıştır), başarısız olması ve siyasi anlamda gerilemeye başlaması onu kısa vadede Mekke’deki rakipleri ile dinsel anlamda uzlaşmaya sevk edebilecek bir açılıma yönlendirmiş ve günümüzde şeytan ayetleri, İslam tarihinde Geranik vakası olarak bilinen eyleme sürüklemiştir. O dönemde Mekke ileri gelenleri ile uzlaşma çabalarını artıran, bir çok defa bir araya gelip konuşan ve yemekli toplantılar düzenleyen bu iki cephe için uzlaşma kısa bir süre için Muhammed’in Hicaz için önemli olan 3 tanrıçayı tanıması ile gerçekleşmiştir. Müslüman toplumdan gelen baskılar üzerine bu açılımdan geri adım atıp yaptıklarını şeytanın üzerine atan Muhammed rakiplerini lanetleyip atalarınıda sapkın olarak adlandıran söylemleri öne sürmesi neticesinde aşireti ile birlikte üç yıllık ekonomik ve sosyal boykotla karşı karşıya kalmıştır.

Ekonomik/ siyasi ve sosyal baskı’nın yanında Müslüman’lara karşı şiddet normal bir davranış olarak yer almıştır. Bütün bunlar olurken Haşimoğulları’nın başı olan amcası ölüp yerine siyasi rakibinin kabilenin başına geçmesi aslında Muhammed’in kabile içindeki korumasınıda kaybetmesine yol açmıştır. Mekke döneminde kurulan pazarlarda (döneminde pazarlar aynı zamanda dini ritüellerin yapıldığı yerlerdi) sık sık İslam’i söylemlerde bulunan ve taraftar toplamaya çalışan Muhammed için amcasının ölümü ile kalıcı müttefikler bulmak zorunluluğu ortaya çıkınca ilk büyük denemesini Taif’teki tüccarlar ve kabilelerle görüşme yaparak çözmeye çalışmış fakat başarısız olmuştur. Dönüş yolunda Mekke’ye girmeye çekinen Muhammed, bir aracı vasıtası ile Mekke ileri gelenlerinden birisinin korumasını aldıktan sonra girebilmiştir. Gerilemenin durması için gerekli olan güçlü bir kabile ile ittifak yada Müslüman topluma güçlü bireyler kazandırma gayretleri büyük oranda geri tepen Muhammed için her şey pamuk ipliğinin ucundadır o dönemde.

İslam tarihine göre 13 yıllık mücadele sonucunda iltica öncesinde Mekke’de toplamda Müslüman sayısı yüz kişinin biraz üzerindedir. Muhammed için ittifak yapacağı kişileri bulmak neredeyse imkansızdır, Muhammed 13 yıllık süreçte özellikle de son 3 yılda Hicaz’daki bütün kabileleri tek tek dolaşıp teklifte bulunmuştur. Karşılaştığı cevap oldukça siyasidir, desteklemeleri karşılığında genelde varis (halife) ilan edilmek istediklerini belirten bu kabileler, Muhammed’i peygamberden çok bir rahip kral olarak görmektedir. Yeni oluşuma katılımın az olması doğru söylemle kitlesel katılımlardan ziyade bireysel katılımların olması, kabilelerin reisleri açısından isteksizliği artıran bir diğer unsurdur. Bu sürecin tam tersi ise yükselen güc olarak Medine’de yerleşen Müslüman’lara katılım gerekçesi olarak kabilelerin geride kalıp rakiplerinden güçsüz bir konumda olma kaygılarıdır.

Üç yıllık ambargonun kalkması, Mekke içinde Müslüman’ların (Haşim ve Talipoğulları aşiretleri) mazlum olarak koruma altına alınmaları onları istedikleri yaşama kavuşturmamıştır, Muhammed görüşmelerini yoğunlaştırmış ve hicret’ten iki sene önce Kureyş’in rakibi olan Kusay’ın uzaklaştırdığı Yesrib (Medine) kabilelerinden (anne ve babaannesi tarafından akraba) Mekke’ye gelen birkaç kişi ile irtibata geçerek onları Müslüman olmaya ikna etmiştir, bu kişilerin geliş nedenide aslında Mekke’de ittifak kuracakları bir kabile bulmak, özelliklede Kureyş ile ittifak sağlayabilmektir. Yahudi kolonisi ile iç içe yaşayan bu kabileler için tek tanrılı bir din uzak bir kavram değildir, bir de üstüne siyasi ve ekonomik anlamda Kureyş’le mücadele şansı veren bir ittifakın içinde yer almak uzun süredir aradıkları bir şeydir, esas önemli kaygıları ise kendilerinden güçlü durumdaki Yahudi kabilelerinden duydukları, beklenen peygamberin gelmiş olması ihtimali ve kendilerinden önce Yahudi’lerin, Müslüman’larla kuracakları ittifak ile kendilelerinin zor durumu düşme kaygıları karar almalarını kolaylaştırmıştır. İki yıl süren görüşmelerden sonra nihai ittifak sağlanır ve Muhammed siyasi ilticasını yaparak Medine’ye yerleşir. İslam tarihinde ilk defa kabile bazında olmasada aşiretler bazında kitlesel katılım sağlanmıştır.

Mekke ileri gelenleri ile uzlaşma çabaları Muhammed’in sonradan yazılan hayatında göz ardı edilsede, bölgedeki bütün kabilelere verdiği mesajların İslam’ın sonraki dönemindeki versiyonu ile çeliştiği için silinsede, hala bir çok küçük bilgi kırıntısı bizlere yaklaşık bir fikir vermektedir.  Muhammed Mekke’de sınırlı bir anlatımla, siyasi kaygılarla fazla açamadığı dinsel söylemlerinde hep bölgenin İnsanına bir şekilde uzlaşı için açık kapı bırakmıştır. İlk dönem ayetleri incelendiğinde daha çok geleneksel Bedevi öğretisinden geliştirdiği bir ahlak ve yaşam düsturunu doktirine ettiği görülür. Bu ve benzeri söylemlerin arkasında sonradan silinen ilk dönem İslam tarihinde açık ara Geranik vakası birinciliği alsada bir çok vaka İslam mitolojisinde gizlenir. Muhammed’in Medine’ye ilticası sırasında peşinden gelenlerden saklanmak için gizlendiği mağaradaki güvercin fenomeni aslında Lat adlı tanrının kutsal simgesinden başka bir şey değildir, bu efsane ile Hicaz’da en çok tapınılan tanrı olarak Lat Müslüman olmayanları uyarır ve Müslümanların yanında yer aldığını söyler, bir başka söyleyişle Lat adlı tanrı güvercin kılığında Muhammed’i korur.

Benzer bir çok detayı açık yada gizli kullanarak Mekke döneminde dinsel ittifakı kurmaya çalışırken Geranik vakasına kadar mevcut inancı sarsıcı keskin söylemlerden kaçınan Muhammed için Medine’deki siyasi iktidarına kadar ve hatta kesin olarak gücü elde edene kadar Hicaz’daki bütün inançları kullanmak sıradan bir uygulamadır. İlk dönem ayetlerinde ki Hrıstiyan’lara yönelik söylemlerin arkasında bölgede bir siyasi güç olan Hrıstiyanlar’la ittifak kurma çabası varken, sonrasında ki söylemlerde bölgedeki Dehr inancına tabii olanlar için kader anlaşıyışını, tek tanrılı inanca sahip olanlar için öldükten sonra dirilmeyi ve yaygın olan kurban verme fenomeni içinde İslama, pağan kültüründe tanrıları memnun etmek için yapılan kurban etme tapınmasını getirmekten çekinmez. Bütün bu inançların arkasında ise değişik kabileler vardır, Muhammed değişik kabilelerin birbirinde değişik tapınma ritüellerini Kabe etrafında yapılan tapınma seansına tek tek dahil ederek mümkün mertebe orta yolu bulmaya çalışmıştır.


Kaynaklar:
1- Kuran
2- Kutubusitte (Buhari) hadisleri
3- Câhiliye’den İslâm’a Geçiş: Tebliğ ve Sosyal Akışkanlık, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt:14 Sayı:1 Yard. Doç. Dr. Vejdi Bilgin
4- Sosyo-ekonomik ve kültürel yönden İslam öncesi Mekke toplumu,  Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt:10 Sayı:2 Prof.Dr. Abdurrahman Kurt
5- Dinler tarihi, Prof.Dr. Hüseyin G. Yurdaydın-Doç.Dr. Mehmet Dağ 1978
6- İslam’dan önce Arap yarımadasında Putperestlik ve yayılışı, Hüseyin Atay
7- Putlar kitabı (Kitap el-Asnam), İbn el-Kalbi, Roza Klinke-Rozenberger, Almanca-Arapça çeviri Beyza Düşüngen, AÜİF yayınları 1968
8- İslam öncesi Mekke. Dr. Yaşar Çelikkol 2003 (birinci basım)
9- Demografik Değişkenler Açısından İlk Müslümanlar, Prof.Dr. Abdurrahman Kurt, UÜİF dergisi, Cilt: 18 Sayı:2, Sayfa: 27-41, 2009
10-Hz. Muhammed Mekke’de, W. Montgomery Watt, AÜİF yayınları no:5, çeviri: Doç.Dr. M. Rami Ayas, Doç.Dr. Azmi Yüksel, 1986
11- Asrı Saadet, Mevlana Şibli, Çeviri:Ö.Rıza Doğrul, Sadeleştiren: O.Zeki Mollamehmetoğlu 1. Cilt, 1978
12- Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, Taberi, MEB yayınları, 4. Cilt, 1992