22 Şubat 2012 Çarşamba

İslamiyet Evrensel Değildir

Muhammed’in yaşamı ve ardında bıraktıklarına baktığımızda, onun Hicaz bölgesindeki Arap toplumunun tüm değerlerini ve alışkanlıklarını red edip tamamen değiştirerek, yeni bir toplum kurmak yerine mevcut sosyal ve kültürel alışkanlıklara paralel bir strateji uyguladığını görürüz. Bu strateji’nin izleri özellikle Kuran ve Hadis kitaplarında sık sık karşımıza çıkar. Bu stratejiye paralel olarak sisteminin tepliğinde ve propagandasında da öne çıkan ilk başta kendi kabilesi olan Kureyş ve ardından çevresindeki Arap’lardır. İslamiyet elbette İnsan’lık tarihi açısından önemli ve red edilemez bir sürecin parçasıdır, ortaya çıkışı ile yayılma ve sonrasındaki evrelerini farklı değerlendirmek gerekir. Öte yandan içeriğindeki söylem ve kendi tarihçesindeki söylemleri itibari ile İslam hala orta çağdaki haliyle durmaktadır.

Kendisini koruma eğiliminde olan bir topluma, ancak kendi içinden bir kişi vasıtası ile ulaşılabilir. Mevcut siyasal sistem üzerinde yapılacak değişiklikler bir yere kadar dirençle karşılaşabilirken, dinsel inanç ve parçası olduğu sosyokültürel yaşam unsuru her toplumda değişime karşı direnç gösterir, kökten bir değişime ise bütün direnç noktaları ile karşı koyar, hiçbir toplum birden bire mevcut dinsel yaşamını ve algısını değiştirmez. Toplumun belli davranış kalıplarını değiştirmek için ortaya çıkan kişinin / kurumun, o toplumun mevcut kültürel ve sosyal alışkanlılarını dikkate almadan hareket etmesi onu mutlak başarısızlığa götürür. Orta doğu kökenli tek tanrılı dinlerde (İbrani kökenli dinlerde) ve sosyokültürel davranışlarında da aynı şekilde o dini savunan peygamberlerin ancak kendi toplumlarını değiştirmeye çalıştıkları ve neticede de ancak buna güçlerinin yettiğini görmekteyiz. Bu noktada içinden çıktıkları toplumun bütün değerlerini kökten bir değişime tabi tutmamakta, sadece dönemin ihtiyaçlarına yönelik yeni düzenlemelere gitmektedirler, doğal olarakta getirdikleri yeni düzenlemeler ancak içinde yaşadıkları toplumu ve yakın coğrafyasındaki belli başlı bazı küçük toplulukları (1) bağlar. Bölgedeki dinlerde, İslamiyet’te de genel algılayış ve beklenti bir peygamberin ancak kendi toplumu içinden çıkacağı (2) ve çıkması gerektiğidir.

Mevcut dinsel alışkanlıklar neticesinde Mekke’de ortaya çıkacak bir dinin peygamberinin ancak Mekke’yi yöneten Kureyş kabilesinden çıkması (3) gerektiğidir. (İslami resmi tarihçede bu konu karşımıza sık sık çıkar, İslami mitolojideki söylemlerde Muhammed’in Kureyş kabilesi mensubu olmasının bazı hükümranları şaşırttığını, ancak Arapların içinden çıkacak bir peygamberinde ancak Kureyş kabilesinden olabileceği anlatılır.) Doğal olarakta toplumun sahip olduğu dini yeniden yorumlayan peygamberin, hitap edeceği toplum ve konuştuğu dilde (4) ancak kendi toplumu ve anadilidir. Kuran’da geçen söyleme bakılacak olursa bölgenin sosyokültürel beklentilerine paralel olarak, Muhammed’in Mekke ve çevresindeki Araplar için gönderilmiş bir peygamber olduğu (5) yinelenir, bu tanımı sağlamlaştırmak adına bir ayette özellikle Mekke’nin tanrısı olan Allah’ın elçisi olduğunun altı çizilir. Özellikle Araplar için gönderildiği vurgulanan Muhammed’in Arapça konuşarak gönderildiği topluma, tanrısal söylemi daha kolay ulaştırılmasını sağladığı sık sık yinelenir. Bütün bu beklentiler ve söylemlerin özetini döneminde Muhammed’in kabilesinde çıkan bir söylentinin (6) Kuran’daki yansımasında da görürüz.

Bütün bu söylemlere ve Orta doğu kökenli dinlerin gelenekleri ve tarihçesine bakarak, aynı zamanda İslam tarihindeki yaşananlar ve tarihsel söylemi dikkate alarak, İslam dininin lokal olarak Mekke ve çevresindeki Arap kabileler için düzenlenmiş bir din olduğunu anlarız, tüm bu söylemlerin özelindeki merkezde Kureyş kabilesinin yattığını görürüz. Medine’ye kadar olan süreçte merkezde sadece Kureyş kabilesi yer alırken, Medine sonrası dönemde merkeze Kureyş ile birlikte çevredeki bütün önemli kabilelerin yerleştiğini söyleyebiliriz. Döneminde bölgede Arapça hitabetin ve konuşma dilinin önemli bir ayrıcalık yaratması (7), o dönemde Arapça’nın yetkin bir dil olarak ortaya çıkmamış olması gibi unsurlarıda göz önüne alarak Kuran kökenli söylemdeki, ‘’Mekke ve çevresindeki İnsanlara’’ ve anlayabilmeleri için ‘’Arapça’’ olarak tahsis edildiği vurgulamasının ardında yatan bölgesel gerçeklerin yansıması, Muhammed’in tebliğinin ‘’Mekke ve çevresi ile sınırlı olduğu, söylediklerinide ancak onların anlayabileceği’’ savının sık sık yinelenmesinde yatar.

Yukarıdaki Kuran ve Hadis kaynaklı İslami söylemlere rağmen, Arap yarımadası dışındaki toplumların İslamiyeti evrensel olarak tanımlamasının dayanağıda gene Kuran kökenlidir. Genelde Kuran çevirilerinde yapılan yorumlar (8) toplumlarda bu tip kanaatlerin oluşmasına yol açarken, keza asıl bilgilerin dip notları söylenmemektedir. Bu nedenle genel söylemler ardındaki gerçekler dışarıda tutularak, özellikle istenilen etkiyi verecek (9) ayetler öne çıkarılmaktadır. Kuran ve hadis kitaplarında geçen tanımların sadece Mekke ve çevresinde yaşayan ve Arapça konuşan bir toplumu ifade ettiğini göz ardı ederek, değişik kıtalardaki değişik toplumlarca kabul gören İslam dinini evrensel olarak savlanabilmektedir.

Sonuç olarak İslam’ın evrensel olmadığını, sadece dar anlamı ve yer aldığı çerçeve içerisinde tanımlamaya çalışırken, bütün bu tanımların dışında İslam şeriatındaki yapılanmanın lokal çözümler olduğunu unutmayalım. Kuran’ın isimlerinden birisi ‘’el-mübin’’ yani olayları apaçık ve net anlatan kitap demektir. Buna paralel olarakta İslam, döneminin siyasi ve sosyokültürel olaylarının bir yansıması ve coğrafik gelenek ve kültürün bir devamıdır. İçinden çıktığı Arap toplumunun, eski din ve sosyal yapısının geleneksel devamlılığı ve dinsel ritüellerinin günümüzde yaşayan şeklidir.

Notlar:
1- ‘’ Bu Kitap (Kur'ân), kendinden önceki kitapları tasdik eden, şehirler anası (Mekke) halkını ve çevresindeki bütün insanlığı uyarman için indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.’’ (Enamsuresi, 92. Ayet) ‘’ Bundan önce bir rehber ve bir rahmet olarak Mûsâ’nın kitabı da vardı. Bu ise, onu doğrulayan ve zulmedenleri uyarmak, iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap diliyle indirilmiş bir kitaptır. (Ahkaf suresi, 12. Ayet) ‘’Böylece biz sana Arapça bir Kur'ân indirdik ki, şehirlerin anası (olan Mekke) halkını ve etrafındakileri uyarasın ve hakkında hiç şüphe olmayan kıyamet gününün dehşetinden onları korkutasın.’’ (Şura suresi, 7. Ayet) ‘’Ben ancak, bu şehrin (Mekke'nin) Rabbine -ki O burayı dokunulmaz kılmıştır- kulluk etmekle emrolundum.’’ (Neml suresi, 91. Ayet)

2- ‘’Biz, hiç bir peygamberi kendi kavminin dili dısında göndermedik ki, onu onlara açıklasın” (İbrahim suresi, 4. Ayet) ‘’ Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik de, bunu onlara o okusaydı, yine ona iman etmezlerdi.’’ (Şuara suresi, 198-199. Ayetler) ‘’Eğer biz onu yabancı dilden bir Kur'ân yapsaydık onlar mutlaka: «Bu kitabın âyetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Arap bir peygambere yabancı dil, öyle mi?» derlerdi.’’ (Fussilet suresi, 44. Ayet) İlgili Hadis: “Ey Cibrîl, ben ümmî bir topluma gönderildim. Onların bazıları kadın ve yaslıdırlar. Bir kısmı köle ve câriyedir. Bir kısmı ömründe hiç okuyup yazmamıs insanlardır. Kur’an-ı okuma konusunda Rabbimden kolaylastırmasını istiyorum.”

3- ‘’Bu Kitap (Kur'ân), kendinden önceki kitapları tasdik eden, şehirler anası (Mekke) halkını ve çevresindeki bütün insanlığı uyarman için indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.’’ (Eman suresi, 92. Ayet) ‘’ ‘’ Nitekim içinizden size bir peygamber gönderdik. (Bakara suresi, 151. Ayet) ‘’ Ve muhakkak ki o (Kur'an) hem senin için, hem kavmin için bir şereftir ve ileride bundan sorulacaksınız. (Zuhruf suresi, 44. Ayet) ‘’(Bu,) bilen bir kavim için, âyetleri Arapça okunarak açıklanmış bir kitaptır. (Fussilet suresi, 3. Ayet)

4- ‘’Biz O’nu şayet acemce (yabancı dilde) bir Kur’an yapsaydık , Araba yabancı dilde Kur’an olur mu diyeceklerdi’’ (Secde suresi, 44. Ayet) ‘’Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik.’’ (Yusuf suresi, 2. Ayet) ‘’(Resûlüm!) Biz Kur'an'ı, sadece, onunla Allah'tan sakınanları müjdeleyesin ve şiddetle karşı çıkan bir topluluğu uyarasın diye senin dilinle (indirilip okutarak) kolaylaştırdık.’’ (Meryem suresi, 97. Ayet) ‘’İşte böylece biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik’’ (Taha suresi, 113. Ayet) ‘’Apaçık Arap diliyle, uyaranlardan olman için onu Cebrail senin kalbine indirmiştir.’’ (Şuara suresi, 193-194-195. Ayetler) ‘’Biz, anlayıp düşünmeniz için onu Arapça bir Kur’an kıldık’’ (Zuhruf suresi, 2-3. Ayetler) ‘’ böylece biz onu Arapça bir hüküm olarak indirdik’’ (Rad suresi, 37. Ayet) ‘’ Korunsunlar diye, pürüzsüz Arapça bir Kur’an indirdik’’ (Zümer suresi, 28. Ayet)

5- ‘’ Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa (yahudilere ve hıristiyanlara) indirildi. Biz onların okumalarından habersiz idik” demeyesiniz, yahut, “Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk” demeyesiniz, diye bu Kur’an’ı indirdik.’’ (Enam suresi, 156-157. Ayetler) ‘’ Ey kitap ehli! Peygamberlerin arası kesildiği bir sırada, “Bize ne müjdeleyici bir peygamber geldi, ne de bir uyarıcı” demeyesiniz diye, işte size (hakikatı) açıklayan elçimiz (Muhammed) geldi. (Evet,) size bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmiştir.’’ (Maide suresi, 19. Ayet) ‘’ İçlerinden ileri gelenler, “Gidin, ilâhlarınıza tapmaya devam edin. İşte bu istenen şeydir. Biz bunu son dinde (en son dinî inanışlarda) duymadık. Bu ancak bir uydurmadır. O zikir (Kur’an) içimizden ona mı indirildi?” diyerek kalkıp gittiler’’ (Sad suresi, 6. Ayet)

6- ‘’Muhakkak biliyoruz ki kâfirler: «Kur'ân'ı Muhammed'e bir insan öğretiyor» diyorlar. Peygambere öğretiyor zannında bulundukları kimsenin dili yabancıdır. Bu Kur'ân ise apaçık bir Arapçadır.’’ (Nahl suresi, 103. Ayet)

7- İlgili hadis: ‘’İçinizde benim gibi Arapça bilen yoktur; zira hem Kureyş kabilesinden olmam, hem de öz Arapça’yı konuşan Sadoğulları yanında kalmam, bana (Muhammed’e) bu imkanı sağladı.’’

8- ‘’Biz, seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler.’’ (Sebe suresi, 28. Ayet) ‘’ Biz seni tüm halka bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Ancak halkın çoğu bilmez.’’ (Sebe suresi, 28. Ayet) ‘’(Ey Muhammed!) De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah’ın hepinize gönderdiği peygamberiyim.’’ (Araf suresi, 158. Ayet)

9- ‘’(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.’’ (Enbiya suresi, 107. Ayet)

Kaynaklar:
1- Kuran (H.Yazır, Diyanet, E.Yüksel, A.Gölpınarlı, S. Ateş, S. Yıldırım, Y.N.Öztürk, M. Esed, Ö.N.Bilmen, C. Yıldırım tefsirleri)
2- Buhari ve Kutubu Sitte hadisleri
3- Câhiliye’den İslâm’a Geçiş: Tebliğ ve Sosyal Akışkanlık, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt:14 Sayı:1 Yard. Doç. Dr. Vejdi Bilgin
4- Risalet öncesinde Arap yarımadasındaki dinler ve bir peygamber beklentisi Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dergisi Sayı:6 Yard.Doç.Dr. Sıddık Ünalan

11 Şubat 2012 Cumartesi

İslam’da Cihad ve Dünü, Bugünü

 
İslam’da cihad kavramı Muhammed ve yandaşlarının Medine’ye ilticası ile ortaya çıkmış bir düşüncedir. Özellikle ticari mücadelenin başlaması ve artan askeri baskı üzerine ilk başlarda ticaret konvoylarına ve çevredeki küçük aşiretlere baskın yapılarak ganimet yoluyla ticari ve askeri güc elde edilmek istenmesi neticesinde ortaya çıkmıştır. Benzer davranışı sergileyen Bedevi kabilelerinden ayrılabilmek adına bu yeni strateji İslam düşünce sistemi ve şeriatına ‘’Allah adına ve dinini yaymak için’’ yapılan bir savaş olarak doktirine edilmiştir. Cihad fikrinin temeli zaten ‘’ Kâfirlere karşı malınızla, canınızla ve dilinizle cihad ediniz!’’ şeklinde ifade eden Muhammed’in Medine’deki (1) ilk 2 yılındaki dayanışmayı artırmak ve Medineli tarafgirlerinin yardımlarını, iltica etmiş çok zor durumdaki Müslüman’lara yönlendirmek amacıyla ortaya koyduğu düşüncede yatar.
 
Cihad kavramı ilk çıktığı ampirik tezden öteye geçerek, günümüzdeki anlamıyla tamamen her yerde ve zeminde Müslüman olmayanlara karşı mücadele etmek dışında, kişinin kendi nefsi denilen düşünceleri ve güncel yaşadığı Dünya ile inancı arasındaki karşılaştığı çelişkilerle mücadelesi, İslam’ı her türlü araç vasıtası ile yayma yani ‘’Misyoner’lik’’ faaliyeti ile açıklanmaktadır. İslam’da takiye olarak adlandırılan ve kökeni Mekke dönemine yani İslam’ın ilk ortaya çıkışından da öncesine dayanan, Muhammed’in pragmatik düşüncesini ve davranışını yansıtan, ‘’Kendinizi tehlikeye atmayınız!’’ (Bakara suresi, 195. Ayet) söyleminde olduğu gibi, Cihad için dönemine ve duruma göre strateji belirleyerek, zayıf ve savunmasız durumda (2) sadece şartların müsaade ettiği alan ve zeminde Misyonerlik yapma, güçlü ve iktidarın elinde olduğu dönemlerde ise kafirlere yönelik cihad ile ‘’Allah düşmanlarının tesirsiz hâle gelmesi veya imanla şereflenmesi için’’ devamlı bir savaşın emredildiği İslam şeriatında barış kavramı, Müslüman’ların sadece güçsüz oldukları dönemde başvurdukları bir stratejidir. 3 ana başlıkta toplanan İslam’da cihad kavramında, İnsan’lık açısından en tehlikeli olanını yani silahlı ve silahsız savaş ve sürdürülebilir terör halini anlamak daha önemlidir.
 
Düzenli ve sürekli bir savaş durumunda olmak fikri İslam şeriatında, ‘’ Allahü teâlânın dinini Onun kullarına ulaştırmak, insanları küfürden cehaletten kurtarıp, imana, ebedi saadete kavuşturmak’’ şeklinde açıklanırken, bu yapılanın özellikle ‘’Allah için hizmet’’ (3) olduğu vurgulanır. Cihad kavramı materyalist Dünya yaşamı içerisinde uygulanabilirlik bulabilmesi açısından en büyük ödülü vaad eder ki (4) oda sonsuz bir yaşamın sürüldüğü ‘’ebedi saadet’’ denilen cennet’tir. Bütün bunlara rağmen hala oluşabilecek şüpheleri gidermek amacı ile (5) cihad’ın en iyi yol ve strateji olduğu sık sık vurgulanır ve cihad halinin (6) ‘’Allah için hizmet’’ ile ulaşılacak büyük bir ödül yada ceza ile sonlanacağı anlatılır. Bu fikre karşı oluşabilecek muhalefeti ise Muhammed, ‘’ Cihad etmeden veya cihad etmeyi düşünmeden ölen, nifak üzere ölür.’’ ve ‘’ Cihadı terk eden topluluk, mutlaka umumi bir belâya maruz kalır.’’ sözleri ile tehdit ederek uyarır.
 
İslam adına cihad etmek düşüncesini sadece sonsuz bir cennet yaşamı ile ödüllendirmek elbette yetmez, bunun için Muhammed bu fikrinin altını doldurmak amacı ile ‘’Astral bir seyahat ile gittiği ve tanrı başta olmak üzere belli başlı bütün peygamberle görüştüğünü ve öteki Dünya olarak adlandırılan yeri gezdiğini iddia ettiği’’ mitolojik söylenceden hareketle, ‘’Cihad sonucu şehit olanların, bir iyiliğine 700 katı sevab ve harcadıklarının yerine hemen yenisinin’’ verileceğini vaad eder, cihad edenin ‘’üzüntüden ve sıkıntıdan’’ kurtulacağı gibi Dünyevi sorunlara yönelik küçük çözümlerde detay olarak unutulmaz elbette. Oluşturulan İslami rejimde en saygın yer (7) doğal olarak savaşçılara yani Mücahid’lere ayrılmıştır, güncel misyoner söylemlerde ve Müslüman’lar arası iletişimde her ne kadar öne çıkan, İslami düşünceye göre en büyük düşman olarak adlandırılan nefs ile cihad yani ‘’büyük cihad’’ olsada, İslami şeriat açısından en önemli olan gaza (8) olarak adlandırılan savaştır. İslam açısından cihad’ın asıl anlamı ‘’gaza’’ yani savaştır, cihad İslam tanrısı tarafından verilen emir ile her Müslüman için zorunlu (9) bir görevdir, üstelik bu görev düzenli ve sürekli bir savaşı (10) emreder, bu savaşta kafir denilen yani Müslüman’lığı kabul etmeyen ve Müslüman’lık için tehdit unsuru olarak görülen toplumlar (11) için acımada yoktur.
 
Cihad’ın sonucunda ölenlerin sadece sonsuz ve mutlu bir yaşam sürdürülen cennet ile ödüllendirilmeleri yetmez, sınıflı bir toplum olan İslam için ölümden sonraki yaşanılacak yerde sınıflıdır, Dünya’da yaptığı iyi şeyler Müslüman’ın bu toplumdaki sınıfını belirler. Peygamberler’den sonra gelen birincil üst düzey sınıf içerisinde en ayrılacalıklı olanlar, doğal olarak cihad’ta ölen savaşçılar (12) yani mücahid’lerdir, İslam tanrısı onların tüm borçlarını (13) üstlenir, onları için artık daha memeleri çıkmamış ve her cinsel ilişkide bakire olarak hizmet verecek hurilerin eş olarak hizmetine verildiği ve en üst düzey nimetlerdan yararlandırıldığı bir sonsuz yaşam vardır, yarı tanrı olarak yaşanılan cennette aslan payı onlarındır. Gene aynı cihad sonucunda yaralananların (14) ve sağ olarak kurtulanların yani ‘’gazi’’ olanlarında (15) ödülü vardır, ödül sadece savaşa fiili katılanlar içinde sınırlı değildir, İslam’ın ilk döneminde yaşanan lojistik destek sağlamak ve savaşçıların donanımını ile savaş silahlarını temin etmek oldukça pahalı ve güç bir iş olarak karşımıza çıkar, özellikle Medine’deki Yahudi tefeciler başta olmak üzere, enderde olsa Mekke’de yaşayan tefecilerdende zırh, silah vb. savaş alet ve donanımı kiralanır yada satın alınır. Bu sorunu aşabilmek için savaş aleti ve donanımını sağlayanlarada (16) İslam ödül vaad etmiştir, bütün bunlardan kaçınanları ise tehdit etmeyi (17) ihmal etmemiştir.
 
Bütün bu sürekli ve sürüdürülebilir savaş hali içerisindeki Müslüman toplum açısından, İslam ülkesinden olmayan diğer ülke ve onların vatandaşları ‘’harbi’’ statüdedir. Şartlar ve imkanlar müsait olduğu sürece onlarla savaşmak İslam tanrısının emri ve şeriatının gereğidir. Bu şartlar içerisinde bir ‘’harbi’nin’’ malını mülkünü yağmalamak, canını almak yada köle olarak değerlendirmek hem hak hemde görevdir. Özellikle sınır boylarındaki yapılan akınlar ile ganimet (18) elde ederek İslam düşmanlarını zayıflatmak, bu sürüdürülebilir terör yöntemiyle maddi materyal ve köle gücü sağlayarak İslam devletindeki ekonomik gücü canlandırmak gözetilir, bu yöntem aynı zamanda savaşın sonucunda savaşçıya İslam tanrısı tarafından vaad edilen ganimetin (19) kısa yoldan elde edilmesi ve askeri istihdam açısından önemli olduğu kadar, İslam devletindeki en alt tabakada yer alan fakir sınıf içerisindeki erkeklerin değerlendirilmesi açısındanda önemlidir. Bütün bu İslami tehdit ve savaştan kurtulmanın tek yolu, aman dileyerek İslam devletini tanımak ve şeriatına tabi olmaktır, mümkünse İslam devleti vatandaşı olarak ‘’zımmi’’ statüsüne kavuşmak ve dinlerine göre üstlerine düşen vergiyi ödemek en iyi çözümdür. Bütün bu tanımların dışında kalan ve kesinlikle savaşılmaları ve katledilmeleri emredilen müşrik ve kafirler içinse tek kurtuluş yolu İslam devleti ile savaşmak ve sağ olarak ele geçmektedir.
 
Notlar:
1- İman edenler, [yurtlarını, mallarını bırakıp] hicret edenler, Allah yolunda cihad edenler, Allahın rahmetini umarlar. (Bakara suresi, 218. Ayet) İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler ve bunları barındırıp yardım edenler, işte gerçek mümin bunlardır. (Enfal suresi, 74. Ayet)
2- Ey iman edenler! Din düşmanlarının eziyetlerine sabredin. Onlarla olan cihadda üstün gelmek için, sabır yarışı yapın. Sınır boylarında kâfirlere karşı cihad için nöbet bekleyin ve Allahtan korkun ki, kurtuluşa eresiniz. (Ali İmran suresi, 200. Ayet) İlgili hadis; ‘’ Malı ve canı ile cihad eden, ortalığın karışık olduğu zaman bir kenara çekilip ibâdetini yapan ve kimseye zararı olmayan insan, mümin-i kâmildir.’’
3- Hakiki müminler, Allah yolunda cihad eder, kötülenip kınanmaktan korkmaz. (Maide suresi, 54. Ayet) Ey müminler, Allahtan korkun, Ona, Onun rızasına kavuşmak için vesile arayın ve Allah yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz. (Maide suresi, 35. Ayet) Hakiki müminler şunlardır ki, Allah ve Resulüne iman ettikten sonra, imanlarında şüpheye düşmeyip Allah yolunda malları ve canları ile cihad edenlerdir. (Hucurat suresi, 15. Ayet)
4- Mal ve canlarını feda ederek din düşmanları ile, Allah rızası için cihad eden müslümanlar, oturup, ibâdet edenlerden üstündür. Hepsine de, Cenneti söz veriyorum. (Nisa suresi, 95. Ayet) Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da kesin olarak va’detmiştir. Kimdir sözünü Allah’tan daha iyi yerine getiren? O hâlde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu büyük başarıdır. (Tevbe suresi, 111. Ayet) Mekkenin fethinden önce malını veren ve cihad edene, fetihden sonra malını dağıtan ve cihad edenden daha büyük derece vardır. Allah, hepsine Cenneti vâd etti. (Hadid suresi, 10. Ayet)
5- Allaha ve Resulüne iman eder, malınızla, canınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz ki bu sizin için çok hayırlıdır. (Saf suresi, 11. Ayet) Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, hanımlarınız, aşiretiniz [hısım, akraba ve yakınlarınız] kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret ve meskenler, size Allahtan, Resulünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, Allahın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah fâsıklar güruhunu hidayete erdirmez. (Tevbe suresi, 24. Ayet)
6- Hafif ve ağırlıklı olarak [Kuvvetli- zayıf, genç-yaşlı, zengin-fakir, yaya-atlı, silahlı-silahsız hepiniz] savaşa çıkın, malınızla, canınızla Allah yolunda cihad edin! İyi bilin ki bu sizin için daha hayırlıdır. (Tevbe suresi, 41. Ayet) Herkes, kendisi için cihad eder, faydası kendinedir. (Ankebut suresi, 6. Ayet)
7- Mal ve canları ile cihad edenler, oturanlardan üstündür. (Nisa suresi, 95. Ayet) İlgili hadisler; ‘’ Bir mücahidi doyurmak, ona yardım etmek, dünyadan ve içindekilerden daha kıymetlidir.’’, ‘’Mücahidlere eza vermekten Allahtan korkun! Allah, peygamberlere eza edenlere gadap ettiği gibi, mücahidlere eza edenlere de gadap eder. Peygamberlerin duâsını kabul ettiği gibi, mücahidlerin de duâlarını kabul eder.’’, ‘’ Mücahid, gündüz oruç tutan, gece ibâdet eden gibidir. Evine dönünceye kadar kendine sevab yazılır.’’
8- İlgili hadis; ‘’ Bütün ibâdetlere verilen sevab, Allah yolunda gazaya [cihada] verilen sevaba
göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Gazanın [cihadın] sevabı da, emr-i maruf ve nehy-i anil-münker sevabı yanında, denize göre, bir damla su gibidir.’’
9- Savaş, hoşunuza gitmediği hâlde, size farz kılındı. Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz. (Bakara suresi, 216. Ayet)
10- Fitne kalmayıp, yalnız Allah'ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. (Bakara suresi, 193. Ayet) Haram aylar çıkınca bu Allah’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. (Tevbe suresi 5. Ayet) Hak dini (İslamı) kendilerine din edinmeyen kimselerle (Hıristiyan ve Yahudilerle), küçülerek (boyunlarını büküp) elleriyle cizye (haraç) verinceye kadar savaşın. (Tevbe suresi, 29. Ayet) O müşriklerle hiçbir fitne kalmayıncaya ve din bütünüyle Allah’ın oluncaya kadar savaşın (Enfal suresi, 39. Ayet) İlgili hadis; ‘’ Ben insanlar kelime-i şaadet getirene kadar, yani Allahın birliğine inanana kadar onlarla harbetmeğe Allah tarafından memur edildim.’’
11- Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün ve hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin. (Nisa suresi, 89. Ayet)
12- İlgili hadisler; ‘’ Şehid, ölüm acısı duymaz, kabirde üzülmez, kıyametin dehşeti, hesab, mizan, sırat onu rahatsız etmez, doğruca Cennete gider.’’, ‘’ Allah yolunda öldürülenleri [Şehidleri] ölü sanmayın, onlar Rablerinin yanında diridir, rızıklandırılır.’’
13- İlgili hadis; ‘’Ondaki haklarınızı benden isteyin’’
14- De ki: Bizim ya gazi yahut şehît olmamızdan, o iki güzel âkibetten birine uğramamızdan başka bir şey mi gözetmedesiniz? (Tevbe suresi, 52. Ayet)
15- İlgili hadisler; ‘’ Allah yolundaki bir savaşta bir saat durmak, 60 yıl ibâdetten üstündür.’’, ‘’ Allah yolunda bir ok atan, bir köle azad etmiş gibi sevab kazanır.’’
16- İligili Hadisler; ‘’ Bir mücahidi donatan, o mücahid kadar sevaba kavuşur.’’, ‘’ Cihada çıkan bir gaziyi donatan, cihad etmiş gibi ecre kavuşur.’’
17- İlgili Hadis; ‘’ Allah için savaşmıyan veya bir mücahidi silahla donatmayan veya bir
mücahidin çoluk çocuğuna yardım etmiyen bir belâya maruz kalır’’
18- Ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'a, Resûlüne, onun akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir. (Enfal suresi, 41. Ayet)
 
 
Kaynaklar:
1- Kuran (H.Yazır, Diyanet, E.Yüksel, A.Gölpınarlı, S. Ateş, S. Yıldırım, Y.N.Öztürk, M. Esed, Ö.N.Bilmen, C. Yıldırım tefsirleri)
2- Buhari ve Kutubu Sitte hadisleri
3- İslam Hukuku ve Önceki Şeriatlar, Prof.Dr. Ekrem Buğra Ekinci, Art sanat yayınları, 2003