Arap
tanrıları (Hicaz bölgesi/Mekke merkezli):
Arap tarihçileri söz konusu
tanrıları, İslam öncesi dönemdeki tanımlamaları ile bizlere aktarmaktadır. Bu
tanrılar kişisel tanrılar, kabile tanrıları ve kitlesel tanrılar olarak
sınıflandırılmışlar fakat bu sınıflandırmayı yapanlar günümüz toplum biliminin
geldiği bilgi seviyesinde olmadıkları için konuyu şekilsel olarak ele
almışlardır. Sonrasındaki İslam tarihçileri ise konuya kendi özellerinden bakıp
bu tanrı fiğürlerini yerli ve yabancı olarak ele alıp yerlileri basit putlar,
yabancıları ise daha gelişmiş putlar olarak değerlendirmişlerdir. Aşağıda
gelişmiş tanımları yapılacak olan bu tanrılar, İslam öncesi adlandırılmalarına
mukabil aynı zamanda tarihsel gelişimleri ilede adlandırılabilirler. Klasik
İslam tarih söyleminin aksine politeist inancın varlığının, MS. 2.YY’da yaşamış
olduğu düşünülen Amr b.Luhay’dan çok öncesine dayandığı günümüzde
bilinmektedir. Mekke’ye politeist inancın Amr b.Luhay tarafından getirildiği
söylencesinin kökeninde, bölge İnsan’ının o döneme kadar kişisel tanrılara ve
ilkel kabile animizmine inanıyor olması nedeniyle, değişimin başladığı döneme
binaen tarihlendirmesi kuvvetle muhtemeldir.
Bölgedeki politeist din
inancının Arap ve İslam mitolojisine göre tarihlendirilmesi ise:
a) en-Nasb (Çoğulu
el-Ensab); daha çok kişisel tanrı inancı ile birlikte animist, atalar kültü vb.
ilkel inanç seviyesindeki dönemi ve o tanrıları adlandırmaktadır.
b) el Vesen (Çoğulu
el-Evsan); bölgedeki değişik alan ve objelerin aşiret/kabile dinsel inancı
çerçevesinde tapınılmaya başlanmasını ve bu kutsal alan ile tanrıları
tanımlamaktadır. Kabe kutsal alan kültününde bu dönemde çıkmış olması kuvvetle
muhtemeldir. Totem kültünün gelişerek tanrı kültüne dönüşmüş halidir aynı
zamanda.
c) es-Sanem (Çoğulu
el-Esnam); Amr b.Luhay bu dönemde iktidara gelerek MS: 2.YY’da ilk defa Mekke
çevresinde bir ticari istasyon kurmuştur ve daha gelişmiş bölgeler olan Yemen
ve Suriye’den gene daha gelişmiş din ve tanrılar getirmiştir klasik İslam
tarihine göre, burada söz konusu olanın aslında bölgeyi ele geçiren daha gelişmiş
kültürel düzeye sahip kabilenin, kendi dinsel inancınıda beraberinde getirmesi
neticesinde diğer ilkel totem ve tanrıların ikinci planda kalması yada egemen
kültür içerisinde erimesi, yani bölgesel ilkel kabilelerin kültürel/dinsel
asimilasyona uğraması durumudur aslında. İslam öncesi son dönem politeist din
inancınıda tanımlar.
Allah
Günümüzde Arap mitolojisi’ndeki
adı bilinen çok az sayıdaki tanrıdan birisidir. Arkeolojik kayıtlara dayanarak
20. YY. başlarından itibaren Sümerler’den, Arami ve Yahudi’lere ve oradan da
Araplar’a geçen Ay tanrısının, lokal Ay tanrısı ile birleşmesi neticesinde
ortaya çıkan Ay tanrısı olarak tanımlanmıştır, Kureyş’in de içinde bulunduğu
Kinane kabilesinin tanrısıda Ay’dır. Dilsel köken olarak el-İlah/al-İlah/el-Lah
sözcüğünden (Aramice kökenli olduğu yönünde kabul görmektedir, Aramice’ye ise
Babil ve onada Sümer üzerinden geçtiği düşünülmektedir) türetilen bir isim
olduğu yönündedir. Başlangıçta tanrı anlamında el-ilah türevi olarak genel bir
kullanıma sahiptir. Keza Arap mitolojisinde baş tanrı olduğu, bölgedeki bütün
Arapların ona taptığı gibi bilimsel zemine oturmayan bazı tanımlar yapılsada
doğru olan tek şey Allah adlı tanrının Mekke’deki kutsal alanda yer aldığı ve
ona tapınıldığıdır, İslam öncesi kutsal alanın koruyucusu olarak tapınılmış
sonrasında 5. Yüzyılda Kabe inşa edilince aynı zamanda kutsal alanın
içerisindeki her şey gibi Kabe’nin de koruyucu tanrısı olarak kabul görmüştür.
Kuran’da Enbiya/26-29 ayetlerinde
özellikle İslam öncesi tapınılan bir tanrı olarak anılır, Arap mitolojisinde
Allah 3 kızı (tanrıçalar) ile betimlenir, bu ayetlerde ise Allah adlı tanrının
tek tanrı olduğu ve kızları olarak tapınılan tanrıçaların ise Allah’ın
yarattığı melekler olduğu vurgulanır. Akeolojik veriler bir yana elimizdeki en
somut kanıt aslında hadislerdeki bilgi kırıntıları dışında budur. Bir siyerde
Muhammed’in dedesi ve bakımını üstlenen kişi olan Abdulmuttalib’in dinsel
ritüeli gerçekleştirmesi anlatılırken, Allah’ı da andığı ve tapındığı
anlatılır, burada anlatılan seramoni esnasında Allah adlı tanrıya Mekke kutsal
alanının (Harem) koruyucusu olmasından dolayı tapınma vardır Abdulmuttalib
tarafından. Kuran’dada sık sık atıfta bulunulan (Müminun/84-89, Ankebud/61,
Zuhruf/87 vb.) bu tanrının özellikleri ise; yaratıcı olması, yağmur yağdırması,
hayat vermesi, canlıları beslemesi, kabilenin kervanlarını ve mallarını
koruması (Abdulmuttalib’de malların ve Mekke kutsal alanının korunması için dua
etmiştir) ve muhafızlık yapan/koruyucu olmasıdır.
Değişik özellikler yüklenen
3 kızı vardır tanrıça (Lat-Uzza-Menat) olarak tapınılan, yaratıcı/panteon vari
bir yapı vb. özelliklerinden dolayı kendisine baş tanrı özelliği yüklenmiştir
fakat Mekke özelinde bunu destekleyecek bir bilgi yoktur, aksine özellikle
Mekke merkez olmak üzere kızları olarak adlandırılan tanrıçalara daha fazla
tapınıldığı (İslam’ın yayılması esnasında bu yüzden Müslümanlar politeistleri
eleştirmişler ve alay etmişlerdir), adet olduğu üzere Arap ve Bedeviler’in
çocuklarına en çok tapındıkları tanrıların adlarını verdikleri, buradan
hareketle en çok rastlanan isimlerin ise Lat-Uzza-Menat olduğu, en az rastlanan
ismin ise Allah olduğu, bu yüzden baş tanrı sıfatının bir gerçeklik taşımadığı
kabul gören bir tezdir.
Bir panteon (Sümer, Mısır,
Yunan vb.) olması gerekliliğinden hareketle yanılan ilk yorumcuların ardılları
da aynı şekilde tanrı panteonu aşamasına gelmemiş ilkel kabile dini ve benzeri
tapınma aşamasında olan bölge toplumunun inançlarını yanlış değerlendirmiştir.
Kuzey’deki akrabalarının antik Helen ve Roma kültüründen etkilenmelerini, Mekke
toplumu içinde geçerli sebep olarak görenler olmuştur. Mekke’nin din/ticaret
kökenli misyonunuda göz ardı edip Allah’a ait olmayan sıfatlar ve özellikler
yüklenmiştir. Teknik olarak din ticaretinden ve buna paralel bölgesel
panayırlardan nemalanan Kureyş’in bir tanrıyı diğerlerinin üstünde tutması
çıkarlarına terstir. Bunlara rağmen Mekke merkezinde (Allah’ın aksine) öne
çıkan tanrı anlatımlara göre Hübel olmuştur, Allah (Arap mitolojisine göre)
Mekke’deki 360 tanrıdan birisidir, kişiler bazen onu kendi şahsi tanrıları
yapmışlardır ama bir toplumun baş tanrısı olduğunu gösterir bir bilimsel kanıt
yoktur, Hicaz dışında neredeyse
tapınılmamaktadır kendisine, Suriye-Irak-İran’a göç eden bölge kabilelerinden
bazılarının yanlarında Allah adlı tanrıyı götürmeleri muhtemeldir, kitlesel bir
fenomen olamamıştır. Mekke merkezli bir tanrı olduğu kaçınılmaz gerçektir,
Sümerler’den 7.YY’a kadar evrilerek geldiği ise arkeolojik olarak sabittir.
İslam tarihçilerinden
hareketle bir kısım tarihçiler ve özellikle İslam din adamları, İslam öncesi
şiir ve nesrini de tarihsel gerçek olarak ele almakta ve değerlendirmektedir.
Buradan hareketle günümüz söylemi olan siyasi İslam’ı destekleyen bilgiler için
kaynak göstermektedir. Geri kalan büyük çoğunluk ise İslam öncesi şiir ve
nesrin özellikle 1. YY’daki İslam’ın ilk yayılımı neticesindeki sorgulamasında
geliştirilen bir retotik neticesinde kaynak olarak gösterildiğini, bunu
yaparkende söz konusu yazılı olmayan kaynağın değiştirilerek İslam söylencesine
uydurulduğunu belirterek çok az şiir ve nesri kaynak olarak kabul etmektedir.
Özellikle dönemine uymayan söylemler ve Allah’a isnad edilen şiirler genel
kabul görmemektedir. İslam’ın MS. 7-8 ve 9.YY’daki iç savaşlar neticesinde
tarafların siyasi emellerine binaen uydurulan hadisler gibi amaca uygun şiirler
uydurulduğuda genel kabul görmektedir. İlk dönem İslam ve öncesinde Arap
yarımadasındaki Hıristiyan ve Yahudiler de günlük konuşmaları dahil olarak
tanrı yerine / anlamında Allah sözcüğünü kullanmışlar, buda sonraki dönem İslam
tarihçilerinin yorumlaması ile Allah inancının monoteist yansıması şeklinde yanlış
bir söylemede yol açmakla kalmamış aynı zamanda özellikle yarımada da yaşayan Hıristiyan
Arap kabilelerinin de politesit (putperest) olarak algılanmasına yol açmıştır.
Mekke bölgedeki 100
civarındaki kutsal Kabe’den birisine sahiptir ve Mekke’de var olan tanrıların
bir kısmınıda barındırmaktadır bu 100 civarındaki kutsal alanlar. Değişik
kabilelerin kendi kutsal Kabe’leri mevcuttur ve bu kutsal alanlarda değişik
tanrı yada tanrılara tapınılmaktadır (bunların bazılarında Allah’ı temsil eden
bir putun olması muhtemeldir). Ticaretle iç içe geçmiş bu kutsal alanlar
birbirine rakip teşkil ettiği için de siyasi çekişmenin merkezleridir ve sık
sık savaşırlar. Bu kutsal alanlarda her kabilenin kendi tanrısının öne çıkması
daha doğaldır. İçlerinde sadece Mekke kutsal alanı Kureyş’in iktidara
gelmesinden sonra, dini tamamen ticarete entegre ederek, kendisinin olmayan
tanrılarıda kabul ederek siyasi/ticari ve dinsel anlamda bölgede öne çıkmıştır,
bu statünün ve gelişmenin salt Allah’a bağlanması yanlış tahlildir.
İslam dışında herhangi bir
yerde anılmayan ve hakkında tek bir bilimsel kanıt bulunmayan İbrahim (kaldı ki
İbrahim’in yaşayıp yaşamadığı, tek bir kişi değil bir çok kişinin tarihsel
mitolojik karışımı olduğu gibi görüşlerle anılmaktadır) dininin tanrısı olarak
İslam mitolojisinde ve İslam kaynaklarında geçen Allah, İslam din doktrininde daima
monoteist bir inancın tanrısı olarak adlandırılır. Buna kaynak olarak Hanif din
inancı olan İbrahim dininin bölgede uzun süredir yaşadığı ve İbrahim
ardıllarının hanif dinden ayrılarak putperest oldukları savı yinelenir. Çok az
sayıda İnsan tarafından yaşatıldığı ve bunlardan birisininde Muhammed’in babası
olan Abdullah (bazı tarihçiler yaşamadığı yönünde, bazı tarihçiler ise bu ismin
sonradan oluşturulduğu yönünde tezler öne sürmüşlerdir, bu tezlere kaynak
olarak ismin çok ender rastlanmasını göstermişlerdir) olduğu söylemlenir.
Muhammed’in dedesinin Mekke’nin yöneticisi olması ve ticaretle dini yönetmesi
(rahip/kral) görevi nedeniyle çocuklarına bu günde bilinen dönemin tanrılarının
adlarını verdiği gerçeği göz ardı edilmektedir (ör. Muhammed’in amcası
Abdulmenat yani tanrıça Menat’ın kulu anlamında).
İbrahim’in bir din kurucusu
olarak Kuran’da Medeni ayetlerde bahsi geçmesi ile birlikte İslam din
mitolojisine girmiştir. Mekki ayetlerde İbrahim bir peygamber olarak
bahsedilmektedir. Medine öncesinde Muhammed için Allah’ın diğer
peygamberlerinden birisi olan İbrahim, Medine’de birden Muhammed’in seceresinde
yer alarak özgün bir din getirmiş ve atası olmuştur. Bu süreç bölgedeki Yahudi
kabilelerin Muhammede karşı tavır almaları ve savaşların başlaması ile
paralellik arzeder. Kureyş’in atalarının politeist dini anlamında kullandığı
İbrahim dini kavramı içerik ve anlam değişikliğiyle İslam’ın bir söylemi
olmuştur.
İslam tarihinde sadece
Allah’a tapınan bir kitleyi bırakalım bir tek şahıs ismi bile yoktur
kayıtlarda, sadece yukarıda da anlatıldığı gibi
tek tük bazı Abdullah adı verilmiş kişiler vardır (bunların Allah’a
taptıkları belli ve kesin değildir). Allah kitlesel bir tapınmanın aksine,
Mekke kutsal alanındaki tanrılardan birisi olarak her tanrı gibi saygı görmekte
ve Mekke kutsal alanının koruyucusu olarak kendine tapınan bir kitleyede sahip
olmaktadır, o dönemde İbrahim’i atası olarak gören Kinane (Kureyş’inde dahil
olduğu üst kabile) kabilesi içerisindeki bir çok aşiret/kabile (Kureyş’te
dahil), İbrahim’in dini derken atalarının tapındıkları tanrı/tanrıları kast
ettikleri bir gerçektir. Ahmesi’liği (Kureyş’in inandığı dinsel yaşam) red eden
bir kitlenin olması ve bunların ataları olduğuna inandıkları İbrahim dinine
(gene politeist olan bir inanca) inanmaları dönemin tarihsel söylemiyle ve
isimleri’ylede uyuşmaktadır.
Muhammed’in İslam adına
söyleme başladığı tarihte bölgede en çok politeist inanca sahip kitle olduğu,
gene İslam kayıtlarına göre Hanif dine mensup kişi adı altında 4 kişinin olduğu
fakat bunlardan sadece birisinin Hanif olarak adlandırılabileceği, Hanif’liğin
bir din değil sıfat olduğu, tarihsel ve arkeolojik hiçbir kayıtta İbrahim dini
diye bir dinin olmadığı, dinlerin İslam söyleminin aksine monoteizmden
politezime geçtiği ve sonra yeniden monoteist olmadığı, şahıs tanrı inancından,
kabile tanrı inancına ve animizme kadar geniş bir yelpaze içerisinde politeist
bir evreden geçtikten sonra, sadece Orta Doğuda monoteist bir yapıya büründüğü
bilimsel bir gerçektir. İslam’daki ataların dini söyleminin o dönem için
kabilelerce inanılan politeist dinlere atıf olduğunu artık biliyoruz.
Özetle: Allah, Hicaz
bölgesinde ve Mekke özelinde tapınılan politeist din içerisindeki Mekke kutsal
alanının koruyucu tanrısıdır, 3 kızı olması nedeniyle kendisine birde eş (güney
Arabistan’da güneş kültü ile özdeşleştirilmişsede, kızlarından Lat’ın Mekke’de
güneşle özdeşleşmesi bu durumu karışık hale getirmiştir) yakıştırılmışsada bunu
destekleyecek bir bilgiye sahip değiliz, fakat bir eşinin olması muhtemeldir.
Kureyş’in kabile tanrısı olması da muhtemeldir ki bu yüzden tanrısal aileye
tapınılmaktadır Mekke özelinde, Ahmesi’liğe muhalif olarak öne çıkmasıda
olasıdır. Muhammed’in onun yaratıcı özelliğini Yahudi’lik ve Hıristiyanlık’taki
monoteist tanrılara benzeterek öne çıkarması kuvvetle muhtemeldir. Enbiya/26-29
ayetlerinde belirtildiği gibi onu tek tanrı ve diğer lokal tanrıları ise
melek/cin vb. varlıklar yapması ise dönemine göre modern bir din için geçerli
unsurları bir araya getirmesinin göstergesidir.
Döneminin bölgesel
siyasi/dinsel yapısı içerisinde egemen olunması için monoteist (başlangıçta
Muhammed’in böyle bir politika izledine dair bir kanıtta yoktur, aksine mevcut
politeist dinde bir iyileştirme yaptığına dair göstergeler mevcuttur) özelliklere
bürünebilecek tanrı vasfına sahip bir tanrı olması nedeniyle (Muhammed’in
aşiret tanrısı yada şahsi tanrısı olması da muhtemeldir), Muhammed’in izlediği
politikalar ve zamanla İslam’ın güçlenmesi neticesinde monoteist bir yapıya
büründüğü söylenebilir. Tarihsel süreçte bölgenin hala devlet dini öncesi
aşamadaki rahip/kral din devleti aşamasında olmasıda, Allah’ın rahip/krala
tabii olanların kendisinede tabii olduğu, tanrıya tabii olanların krala’da
tabii olduğu bir tanrı aşamasına geçmesinide sağlamıştır. Rakip Kabe’lerin ve
tanrıların zamanla siyasi ve ticari olarak güçsüz kalması, kendisine
tapınanların ise aksine güçlenmesi neticesinde öne çıkan Allah tapınımı, İslam
sonrası diğer kutsal alanların ve kabe’lerinin yıkılıp yasaklanması ile egemen
dinin monoteist tanrısı vasfını kazanmıştır.