26 Ekim 2011 Çarşamba

İslam Mitolojisinde Irkçılık ve Tanrı’nın Yaradılış Açmazları

İslam mitolojisinde tanrı ilk önce Muhammed’i yaratıyor, daha sonra ona uygun bir toplum yaratma kararı alıyor. Bu arada cennet ve cehennem olarak iki ayrı mekan yaratıp ödül ve ceza verecek bir sistemide yaratıyor. İslam mitolojisindeki yaradılış efsanesinde her şeyin Muhammed hatırına yaratıldığını ve tüm evren tarihinin Muhammed’in varolması ve kendi toplumu ile birlikte tanrı’nın yanında ölümsüzlüğe kavuşarak, sonsuza kadar yarı tanrı şeklinde yaşaması için bizzat tanrı tarafından kurgulandığını belirtir. Bu söylemde İnsan’lığın atası sayılan ve yaratılan ilk İnsan olarak kabul gören Adem’e bile tanrı ‘’eğer Muhammed’i yaratmamış olsaydım vallahi seni yaratmazdım’’ diye seslenir bir hadisten aktarımla.

Görüldüğü gibi burada tanrı kendi suretinden yarattığı bir şeye hayran kalarak sadece ona olan sevgisini göstermek amacıyla bir evren ve içindeki faunayı yaratıyor. Yazılı tarihte en erken Sümerler’deki yaradılış söylemi ile köken olarak irtibatlandırılan ve çok büyük benzerlik taşıyan bu İslami yaradılış mitosunda kurgu diğer bir çok İslam efsane ve mitosu ile çelişmektedir. Sırasıyla yaradılış aşamasını ve İslam tanrısının yaradılış kurgusunu maddeler halinde özetleyecek olursak, bu kurgu içerisindeki tutarsızlıkları ve ırkçı söylemleride daha iyi tanımlamış oluruz. İslam mitolojisine göre tanımlanan bu kurguyu yaradılış efsanesine göre tanrı ol demekle gerçekleştirmiştir, o ol dediği anda geçmiş ve gelecekte olan her şey bir anda olmuştur ve bunlarıda değişmez bir kaide olarak gökyüzüne astığı bir levhaya yazmıştır. Ol dediği anda İslam mitosuna göre kader olarak adlandırılan ve tanrının en baştan her şeyi ve herkesi yaşayacağı bir hayat üzerinede kurgular, burada kişi yada toplumlar sadece Muhammed ve onu lider olarak görecek topluma hazırlık, ibret vb. bir çok nedenle yaradılır.

1- Tanrı bir canlı yaratma kararı alır ve Muhammed’in ruhunu yaratır. Yarattığı bu canlıyı çok sever ve onuda sevindirmek ister, bu nedenle onu öncelliyecek bir toplum ve evren yatarma kararı alır. Tüm yaradılış senaryosunda Muhammed’ten sonra kalem, akıl vb. bir çok değişik obje ve soyut olmasına rağmen somut sıfatlar yada isimler olarak belirtilen yaratım süreci yaşanır.

2- Tanrı yarattığı Muhammed için bir ata ve soy tasarlar zira kurguladığı İnsan toplumuna soy ve ata olacak ve Muhammed’e kadar onun toplumuna ibret olması için ve onların üreyerek yarattığı ruhlara sahip bedenlerde doğabilmeleri için yaşacakları bir evren ve tarihsel süreç yaratır. Muhammed ve onun toplumunun yaradılış kökeninde tanrının kendisine tapınacak en iyi İnsanları yaratma düşüncesi ortaya konurken, Cennet yaşamında tapınma ortadan kalakacaktır.

3- İnsan soyu için tek bir ırktan seçtiği ve sadece ortadoğuda yaşayan ve yaşatılan bir inanç ve tapınma ritüeline inanan, gene aynı ırktan seçtiği kendisinin temsilciliğini yapan kişiler aracılığıyla sadece Arap yarım adasında yaşayan bu ırk aracılığıyla sevdiği canlı olan Muhammed için soy ve ata yapar, onlara kendisine tapınma yöntemlerini ve Dünya üzerinde uygulayacakları kanunları verir. Burada ortaya konulan bu din ve sınavdan evrendeki bütün canlılar haberdar olmak ve tanrının ceza veya ödül sisteminden faydalanmak zorundadır, tanrının Mısır’da köle olarak yaşayan bir aşiretin liderini yetkilendirerek belirttiği kanunlarından aynı zamanda mesela Amazon ormanlarındaki bir başka aşirette uygulamakla sorumludur, doğal olarak haberi olmadığı için uygulayamadığı bu kanunlar neticesinde cezalandırılır bu tanrı tarafından bu mitolojik söyleme göre.

Bu arada Muhammed’e soy olacak İsrailoğulları denilen kabile aracılığıyla tanrı bütün İnsanlara kanunlarını açıklamadan önce onları Bakara suresi 122. Ayette açıkladığı gibi ‘’ Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve (bir zamanlar) sizi diğer kavimlere üstün tuttuğumu hatırlayın.’’ Şeklinde tanımlanacak olan bir ırkçı yaklaşımla tanımlar. Diğer İnsan’lar bir sınava tabi olmayacakları yaşam sonucunda ceza alacakları bir sonsuz yaşamla kurgulanırken bunların yaradılma sebepleri ve neden var oldukları ancak İsrailoğulları’nın üstün ve ayrıcalıklı ırk olduklarını anlamaları için figüran olarak yaradılmaları ile acıklanmaktadır. Burada bir başka figüran olarak karşımıza İsrailoğulları çıkar, onların var olma sebepleride Muhammed’in bedenini doğuracak bir soyun parçası olmaları, Müslüman toplum için ibret verici bir yaşam sürme kaderine sahip olmaları ve tanrı için gerekli olan ceza kurumuna İnsan sağlamalarıdır. Muhammed’in ortaya çıkması ile birlikte o dönemde daha açık söylenen günümüzde sadece Arap’lar tarafından tanımlanan bir Arap ırkının öne çıkarılması ve İsrailoğulları’nın yerine seçilmiş ırk olarak tanımlanması kurgusu yer alırken zamanla İslami sistemin değişik coğrafyalardaki hükümranlığı neticesinde ırkçılığın Muhammed’in peygamber olması ile tanrı tarafından sonlandırıldığı söylemine bırakmıştır.

Muhammed’in tanımlamasına göre tanrı İsrailoğulları’nı peygamberler aracılığıyla yönetmiş ve kanunlarını uygulatmıştır. Burada antikçağ ve ilk çağ’da rahip kral olarak adlandırdığımız ve yazılı tarih ile arkeolojik buluntularla tanımladığımız bir tarihsel süreci anlatan Muhammed kendi kurguladığı ve kendisine ata olarak seçtiği kavmin İslam mitolojisindeki yerini ve tarihinide özetler. Bölgedeki tek gelişmiş toplum olan İsrailoğulları’na dayalı bir soy oluşturma çabalarından ayrı olarak onları her yönden üstün gören ve kabullenen bir uygulamanın yansımalarıdır aynı zamanda bu mitolojik söylem. Muhammed’te bir rahip kral olarak Medinede yaşam sürmüştür, bu yaşamı boyunca ilk önce müttefik olma ihtiyacı duyduğu İsrailoğulları’na uygun söylemler dile getirirken ve onları sadece siyasi ve ekonomik müttefik olarak değil aynı zamanda dini bir müttefik olarak kazanma umutları taşırken İslam daha çok Yahudi dinsel ritüel ve kanunları etrafında şekillenmiş, bir ittifak kurulamayacağı anlaşıldığında ve Müslümanlar askeri olarak güçlendiklerinde İsrailoğulları’da sonsuza kadar İslam mitolojisinde lanetlenmiştir.

4- Sonsuz bir evren yaratırken içine sadece İnsanı koyması bir çelişkidir, diğer yarattığı her şeyi İnsan için ibret amacıyla yarattığı varsayımından hareket ettiğimizde bu sefer zaten kurguladığı bir mizansen sonucunda seçtiği kişiler Cennet ile ödüllendirileceği için bu ibrette geçici bir yanılsama yada algılama olarak var olacaktır. Keza bu evren içerisindeki her şey ve her canlı Müslüman toplum için ibret olacak şekilde yaratıldığı gibi aynı zamanda bir varlık olarak tanımlanan Cehennem içinde işkence görecek İnsan ce Cinler yaratmak için tanrı yemin ettiği içindirki büyük bir çoğunluk aslında ceza görmesi amacıyla tanrı tarafından yaratılır.

5- Yaradılış mitosunda geçici evren süreci yaklaşık 7500 yıl olarak tanımlanır, bu zamanın yaklaşık 2500 yılı Müslüman toplumun yer yüzünde yaşadığı süredir. İlk 5000 yıl Cehennemi dolduracak toplumların hüküm sürdüğü ki buna İsrailoğulları gibi seçilmiş bir ırk olarak hüküm sürmüş kavimlerde dahil olmak üzere bir süreç yaşanır. Dünya zamanına göre 7500 yıllık bir süreç sadece Muhammed’in tanrının yanında sonsuz ve ölümsüz bir yaşam sürmesi için kurgulanır. Tanrı Muhammed ve seçkin İnsan toplumunu doğrudan yanında yarı tanrı olarak yaşatmak yerine 7500 yıllık bir kurgusal süreç geçmesini ister.

6- Yaradılış esnasında İslam tanrısı kurguyu yaparken kendisinin en beğendiği kanunlar toplamı olarak İslam adlı bir sistemi kurgular ve o sistemi mütemadiyen seçtiği üstün Irk olan İsrailoğullarına açıklar, ama amaç burada İsrailoğulları’nın ölümsüzlüğü elde etmesi olmayıp bizzat Muhammed ve onun kendisini yalnız hissetmemesi ve onurlandırılması için yaratığı Müslüman toplum olduğu içindir ki diğer toplumları yani İsrailoğulları’nın diğer kabilelerini daha ilkel yaratır ve onlara İslam adlı sistemin en basit kurallarını öğretir. Bunları yaparken onları aynı zamanda bu kurallara uymamak üzere yarattığı içinde cezalandırır, amaç Muhammed ve Müslüman topluma özel bir sistem olduğu için önceki diğer toplumların kurallara riayet etmesi beklenemez. Bu süreç Maide suresi 70. Ayette ‘’ Andolsun biz, İsrailoğulları'ndan söz aldık ve onlara peygamberler gönderdik. Fakat ne zaman onlara bir peygamber nefislerinin hoşlanmadığı bir şey getirmişse, bunlardan bir kısmını yalanlamışlar, bir kısmını da öldürmüşlerdir.’’ Şeklinde özetlenir.

Burada mitolojik kurgu yapılırken göz ardı edilen ve düşülen çelişki ise Muhammed ve onun açıklayıp hüküm süreceği gerçek dinin oluşabilmesi için zaten ondan önce ki bütün peygamberlerin başarısız olması gerekliliğidir. Bu arada İsrailoğulları da kurallara ve diğer bütün etmenlere uymamak ve tanrının kanunlarından vazgeçmek zorundadırlar, aksi takdirde ortaya çıkacak sonuçta ne Muhammed’e nede onun üzerinden yasallaştırılan bir sisteme ihtiyaç duyulacaktır. İslam mitolojisine göre Muhammed ondan önceki toplumların tanrının kanunundan çıkması sonucunda değil, bizzat kendisine özel bir din yaratılması neticesinde süreceği hükümranlık için peygamber ilan ediliyor. Tanrı yaradılışı kurgularken bunlarıda senaryoya dahil etmiş ve uzun bir süre İsrailoğulları’na zaten uymayacakları kurallar dayatmış ve onların uymamasını sağlayarak onları cezalandırmış ve cezalandıracaktırda ilerde. Bu kurgusunu tanrı İsra suresi 4. Ayette ‘’ Biz, Kitap'ta (Tevrat'ta) İsrailoğullarına, "Yeryüzünde muhakkak iki defa bozgunculuk yapacaksınız ve büyük bir kibre kapılarak böbürleneceksiniz" diye hükmettik.’’  Şeklinde açıklar. Bu söyleme göre tanrı 5000 yıl bozgunculuk yapmaları için İsrailoğulları ırkını görevlendirir.

Sonuç olarak özetle tanımlanan bu efsaneye göre her şey tanrının yaradılışı kurgulaması ve ol dedikten olmasıdır. Yarattığı her şeyi ve yaşamsal sürecini kurgular, onların şekil ve diğer özelliklerinide kurgular İslam tanrısı. Ol dediği anda olan şeyi önceden kurgulamıştır tanrı zaten, bu kurgunun içeriğini zaman, yaşanmışlık, sonuçta ödül yada ceza alma, kader vb. bir çok etkenide kurgunun bir parçası olarak yaratmıştır. Şanslı olan Müslüman toplumdur, tanrıyı tanıyıp tapınmasını sürdürecek olan ve içlerinden seçilen bazı şanssızların bir süreliğine çekeceği ceza dışında kesin olarak Cennette sonsuzluğa kadar sürecek bir ölümsüz yaşam sürme ayrılıcağınıda ol dediği anda yaratmış olur tanrı.

Görüldüğü gibi İslam mitolojisinde uzun bir konu olan yaradılış efsanesinin sadece İsrailoğulları üzerinden tanımlanan ırkçı söylemini ve onun üzerinden oluşturulan çelişkiler yumağını özetle tanımlayacak olursak, burada bu efsanenin arkasındaki bir takım pagan inançların devamını ve söyleminide görmemezlik edemeyiz. İsrailoğulları’nın Babil esareti ile birlikte öğrendikleri pagan inançlar ve onların üzerine teorize ettikleri tek tenrılı din sisteminden İslam mitolojisinede bir çok şey geçmiştir. Yahudi’lik olarak adlandırılan dinsel inancın içerisinde barınan pagan efsaneler ve yaradılış söylemleri eski tanrıların yerini tek tanrı söyleminin alması ile tanımlanırken, bu söylemlerdeki bir çok şey aynen yada yarı tanrıların melek olarak tanımlanması gibi değiştirilerek alınmıştır.

Ali İmran suresi 49. Ayette ‘’ Size, kuş biçiminde çamurdan birşey yaparım da içine üflerim, Allah'ın izniyle o, kuş olur’’ şeklinde İsrailoğulları üzerinden Müslüman topluma seslenen tanrı, aslında Sümer yaradılış efsanesindeki bir söylemi İslam mitolojisinde tekrarlamaktan öteye geçemez. Gene aynı şekilde Sümer yaradılış efsanesinde  betimlenen tanrının çamurdan yaptığı şekillere üfleyerek canlandırıp Dünya üzerindeki canlılığı ve doğal olarak İnsan ırkını yaratması efsanesinin aktarımıdır bu ayet. Benzer şekilde bir çok söylem ve kurgu köken olarak İsrailoğulları’nın önceki pagan kültüründen izler taşır fakat bir diğer unsur olan Muhammed’in içinden çıktığı Arap’ların pagan gelenek ve yaradılış efsaneleride bu İslami mitolojide yer alır.

Kaynak:
1- Kuran
2- Kutubusitte (Buhari) hadisleri
3- Tarih Sumer de Başlar, S.N. Kramer, Çeviri: Hamide Koyukan, Kabalcı yayınevi, 1999

19 Ekim 2011 Çarşamba

İslam Tanrısı ve Onun Adalet Sistemi

İslam tanrısı içinden çıktığı toplumun gelenek, kanun ve siyasi sistemine tabidir, bu durumun yansımasına Kuran ve hadisler dışında siyer ve megazi kitaplarında da rastlarız. İslam düşünce sistemi içerisinde şeriat olarak adlandırılan adalet kavramı oldukça önem taşır, bir toplumun ilkel yapılanmadan modern bir yapılanmaya evrilmesindeki en büyük sonuçlardan birisidir adalet. Toplum geliştikçe ve mülkiyet ilişkileri karmaşıklaştıkça, nüfusla paralel İnsan ilişkileri çeşitlendikçe yeni kanunlara ihtiyaç duyulur. Yazılı ilk kaynak olarak Sümerler ile başlayan adalet sisteminin toplum için düzenlenmesi gerekliliği, toplumların gelişmesi ve mülkiyet ilişkisinin karmaşıklaşması ile paralel bir şekilde yapılandırılmış ve düzenlenmiştir. Bu bağlamda İslam toplumu ve onun adalet sistemini oluşturan Muhammed’in uyguladığı adalet kuralları ve kanunları ancak içerisinde yaşadığı toplumun bilgisi ve pratiği kadar olabilmiştir.

Muhammed adalet sistemini oluştururken büyük ölçüde Yahudi’lerin gelenekleri ve kutsal kitabındaki kanunlardan yararlanmışsada, bir o kadar da içinden çıktığı Arap ve Bedevi toplumunun gelenek ve sözlü kanunlarından da yararlanmıştır. Adalet sistemi ilk dönem İslam toplumunda sadece Muhammed’in söyledikleri / uygulamaları olduğu içindir ki günümüzde de Muhammed’in duruma ve zamana göre, görece bilgisi ile oluşturduğu primatif kanunlar uygulanmaktadır İslamda, üstelik bu kanunlar tamamen ilahi bir emir olarak algılandığı içinde değiştirilemez bir niteliğe sahiptir İslam şeriatı açısından. Kanun yazımında daha doğru söylemle kanunların uygulanmasında / teorize edilmesinde, Muhammed ilk önce Arap ve Bedevi gelenek ve kanunlarına bakar orada istediği şeyi bulamazsa Yahudi’lerin yaptıkları şeyin tam tersini yaparak pratikte çözümler üretirdi, bu davranış ve uygulama hep böyle değildi elbette. Medine’de ilk dönem her anlamda İslam toplumu güçsüzken Yahudi’lerin kuralları daha ön plandaydı, hatta Muhammed bu durumu sağlam temellere oturtmak adına bu tip kanunları ayet olarak belletirdi, bu duruma en güzel örnek evli kişilerin zina yapmaları halinde uğradıkları recm yani taşlanarak öldürülme şeklindeki cezalandırılma kanunu’nun ilk olarak bir ayet emri / ilahi istek şeklinde uygulanması ve sonrasında bu ayet Kuran’dan çıkarıldıktan sonra kanunun Ömer vasıtası ile devam etmesidir.

Toplumsal gelenek ve yazılı olmayan kanunların devamı olarak İslam şeriatında yer alan kanunlar adına, Bedevi kabilelerindeki gelenek sonucunda elde edilen ganimet sonrası paylaşımda reis’in 5/1 pay alması ve bu payını yönetici vasfının devamı için vede hayır yapmanın güçlünün şanından sayılması nedeniyle kabile adına, kabile içerisinde hayır işlerinde kullanması geleneğinin bir ayetle İslam toplumunda aynen kanun olarak devam ettiğini örnek gösterebiliriz. Bazı gelenek ve kanunlar ise kabile yaşantısından yerleşik şehir yaşantısına ve doğu usülü feodal devlet anlayışına evrilen yeni İslam toplumu için yetersiz kalınca, Muhammed Yahudi’lerde bulamadığı çözümler için bilgi sahibi olduğu Bizans ve Pers uygarlıklarından esinlenmiş yada kanun kopyalamıştır. Bir diğer kanun ihtiyacına yönelik talebin çözülmesi olayıda, Muhammed’in yakın arkadaşları başta Ömer olmak üzere İslam toplumunun eşitler arası kişilerinin düşünceleri ve baskıları nedeniyle olmuştur. Buna en güzel örnek Muhammed’in artan baskılar üzerine kadınların örtünmesinin ilahi bir emir olarak İslam şeriatına dahil etmesidir.

Yukarıda özetle anlatılan İslam şeriatının ortaya çıkmasında Muhammed ve arkadaşları başta olmak üzere ilk Müslüman toplumun tanrı algılaşıyıda büyük bir etken olmuştur. Söz konusu toplum tanrıyı tanımlarken pagan /puperest din anlayışının evrilmesi sonucunda ortaya çıkan tek tanrı kavramına yaşadığı dönemin gelenek ve kanunları dahilinde bir çok sıfat eklemiştir, bunun haricinde kabile yaşantısından bir üst örgütlenme şekline geçerken ortaya çıkan ihtiyaçlar doğrultusunda yeni sıfatlar da bularak eklemiştir. Söz konusu dinsel düşünce sisteminin çıkış noktası Yahudi’lerin pagan din inancının evrilmesi ile oluşan tek tanrılı din ve onların gelenekleri olmuştur. Tanrıları İnsan şeklinde yani kendisine benzeterek oluşturduğu panteonu terk ederken ve tek tanrı düşüncesini oluştururken Yahudi din adamları mevcut pratik yaşamlarını aktarmışlardır, burada oluşturulan tanrıya söz konusu dönemin ve toplumunun gelenekleride yüklenmiştir doğal olarak, bu süreç dinin tekrar tekrar her yazımında şekillendirmek ve mevcut dönemin geleneklerini ekleyip eskiyenleri çıkarmak olarak yansımıştır pratiğe. İslam da ilk varlığının 4 yüzyılı boyunca bunu yapmıştır, ilk dönem tanrı tekil olarak kurgulanırken yaşanan toplum düzeni büyük oranda korunmuş ve tanrının vasıfları olarak ta tanımlanmıştır.

Tekil tanrı kurgulanırken mevcut ekonomik ve siyasi sistemde erkek egemen hakim görüş çerçevesinde yeniden yapılandırılmışır. Özellikle kabile tanrılarının savaşı olarakda görülen İnsanların ve toplumların arasındaki savaş algılaması, ilk dönem İslam toplumununda karşılaştı bir olgu olmuştur. Müslüman toplum ne zamanki Mekke’yi ele geçirmiştir o zaman Muhammed’in tanrısı galip geldiği için bir toplu katılım olmuştur İslam’a, çünkü pagan / putperest inanca göre kendi tanrıları onları koruyamıyacak kadar acizdir, bu olgu tek tanrı kavramında yerini her şey tanrının isteği ile olur tanımlaması ile açıklandığı içindir ki tek tanrı inancındaki Müslüman’lar yenildikleri dönemlerde bile tanrılarına sıkı sıkı sarılabilmişlerdir. Söz konusu İslam tanrısı dönemin mevcut sınıfsal katmanlardan oluşan toplumunu aynen kabul eder, diğer bir söylemle bu yeni tanrı mevcut ekonomik ve siyasal yapılanmayı egemen güçler adına sürdürülmesinide emreder. Eşit ve adil olarak sevgi dolu bir tanrı şeklinde İslam misyonerlerce tanıtılan İslam tanrısı, aslında İslam mitolojisinde ve şeriatında hiçte adil olmadığı gibi tamamen erkek egemen bir toplumun sınıflı yapısını da dayatır. Tüm bu dayatmaların kökeninde dönemin erkek egemen yaşamı etkendir, buna birde Muhammed’in kişisel istemleri eklenince tanrıyı ve onun şeriatını şekillendirmekte zor olmaz, bu yapılanmaya birde Ömer gibi İslam’ın yapılanmasında söz sahibi egemenliği nisbi oranda paylaşan eşit kişilerin beklentileri ve tanrı algılayışlarıda eklenince ilk dönem İslam tanrısı ortaya çıkmış olur. Sınıflar üzerinde yani eşit olmayan bir toplumu tanrı aracılığıyla meşrulaştırmış olan İslam için bir sonraki aşama bu sınıfların olası muhalefetini önlemek olmuştur.

İslam tanrısı kurgulanırken ortaya çıkan adaletsizlikler daha o dönem ilk Müslümanların dikkatini çekmiş ve Muhammed’in kişisel kefilliği ile açıklanan bir takım söylemlerle dengelenmeye çalışılmıştır, bir süre sonra bu eşitsizlikler İslam düşünce sisteminde kader olarak teorize edilip kitlelere bilimsel bir görüş olarak sunulmuştur. Günümüzde İslam tanrısının gerek kurgulanması, gerekse vasıfları arasındaki tutarsızlık İslam dininin yeniden eleştirilmesi sürecinde en çok öne çıkan özellikleri olmuştur. İslam mitolojisindeki kurgusal hatalar ve dönemin şartlarına ve siyasi dengelere göre oluşturulan kanunlar günümüzde ilkel, yetersiz ve hak gasbına / İnsan haklarının çiğnemesine yol açan uygulamalar olarak karşımıza çıkmaktadır.

İslam tanrısının ve şeriatının adaletsiz bir yapılanma içerisinde ve düşüncesinde olmasından, orta çağ toplumlarında vatandaş olarak tanımlanmayan, bazı uygarlıklarda İnsan olarak bile görülmeyen kadınlar en çok etkilenen kitleyi oluştururlar. İslam tanrısı ve dini kurgulanırken kadın tanımlamasıda dönemin toplumunun erkek egemen algılaşıyı paraleleninde olmuştur. Muhammed ve kurguladığı tanrı İslam mitolojisine göre kadını eksik akıllı, yetersiz, erkeklere göre bir çok açıdan neredeyse tamamen denk olmayan nitelik ve niceliklerle yaratmıştır. Yaşama baştan tanrısının yani yaratıcısının kendisine verdiği engelli özelliklerle başlayan kadın, bu engellerinden kaynaklanan hak kayıplarını telafi etme yükümlülüğünede sahip olarak, sınıfsal adaletsizliğin de olduğu bir toplumda tanrıyı memnun etmek zorundadır. Burada İslam tanrısı kusurlu ve engelli yarattığı bir varlıktan tam yarattığı bir varlık kadar tapınma beklemekte ve bir çok konuda yükümlülüğüde ona yüklemektedir. Görüldüğü gibi İslam tanrısı dönemin kadın algılaşıyışına paralel olarak dinsel açıdan kadınları tanımlamakta ve onlara yükümlülükler vermektedir. Baştan sona kadar eksik ve kadını aşağılayan bir kurgunun olduğu bu tanımlamada kanunlarda kadınların aleyhine işler bir çok yerde. İki kadın bir erkek kadar söz sahibidir adalet sisteminde, içinden çıktığı coğrafya açısından belli bölgelerde devrim niteliğinde olsada Dünya’nın diğer bölgelerinde ki mirastan tam pay alan kadınlar açısından hak gaspı olan mirastan yarım pay almada kadınlar içindir. Namus kavramını koruması gerekende kadındır, tecavüze uğradığı takdirde suçlanan ve recm edilerek yani taşlanarak öldürülende kadındır.

Bütün bu kurgulamada ilk dönem Müslüman kadınlar içinde tepki ortaya çıkmış ve söz konusu muhalefet Muhammed’in tanımlaması ve ilahi kanunlarla bastırılmıştır. Kadınların ve özellikle Medine’li ve Bedevi kadınların bazı hak kayıplarına uğramaları, kendilerine yönelik baskıcı uygulamaların ortaya çıkması sonucunda o dönem kadınlar tarafından İslam tanrısı erkekleri kayırmakla ve sadece erkeklere hitap etmekle itham edilmiştir, buna paralel olarak bazı ayetler aracılığıyla kadınların muhalefeti kırılmışsa da pratikte kurgusal hataların özellikle kadınları mağdur ettiği gerçeği Muhammed’in olayı tanrısal bir yaradılış ve kader olarak tanımlaması ile dönemsel olarak kapatılabilmiştir. Muhammed bu söyleminde cehennemin büyük çoğunluğunun kadınlardan oluştuğunu ve bu yüzden kadınların daha fazla sadaka, fitre vb. harcayarak tapınma yoluyla tanrıyı memnun etmesi gerektiğini belirtmiştir.

İslam tanrısına göre hayata zaten yenik ve ezik olarak oldukça geriden başlayan kadınlar, yaradılıştan gelen kusurlarının yol açtığı günahları tanrılarına affettirebilmek için ayrıca ilave sevap işlemeye mahkum edilmektedir. Üstelik Muhammed’in tavsiyesine göre bu ilave sevabıda ancak maddi imkanı olan kadınlar yapabilmektedir, mesela Padişah annesi olan bir kadın İstanbul’un en nadide yerine bir cami yaptırarak sevap işlerken, köyde yoksulluk içinde yaşayan bir kadın sadaka veremediği için sevap işleyememektedir. İslam tanrısı yarım akıllı yani zihinsel özürlü olarak yarattığı kadından cehenneme gitmemesi için fazladan mesai isterken, karşısına daha bir çok aleyhinde kanun çıkartarak kusurlarına kusur katmakta çekinmez. Müslüman kadın ne yapsa, ne etse bu tanrıya yaranamaz. İlk önce yaradılışından gelen kusurlar yüzünden cehennemde işkence görür, ardından da İslam mitolojisine göre imanlı olarak ölmüşse eğer, cezasını çektikten sonra cennete huri olarak görev yapmaya gönderilir. İslam tanrısı sadece erkeklere özel bir Dünya yaratmakla kalmaz, birde öteki Dünya’yı erkeklere özel yaratır İslam mitolojisine göre.

İslam tanrısının ve şeriatının adaletsiz bir yapılanma içerisinde ve düşüncesinde olmasından negatif anlamda etkilenen bir diğer kitlede fakirlerdir. İslam dinine göre sadaka, fitre vb. fakirlere yönelik ekonomik destekler sevaptır, yani tanrıya tapınma şekillerinden oldukça saygın bir kazanım sağlayan dinsel ritüellerdendir. Hayır işlemek, köleleri özgür kılmak, din adına mal ve para harcamak vb. uygulamalar da büyük sevaplar kazandırmaktadır, diğer bir anlamıyla cennete yani sonsuz ve ölümsüz bir güzel yaşama giden yolda tanrıyı memnun eden tapınma şekilleridir. Yukarıda özetle bahsettiğimiz uygulamada zenginler fakirlere göre oldukça avantajlı bir konumdadırlar. Netekim döneminde Medine’de fakirler bir araya gelip durumu Muhammed’e şikayet etmişler ve tanrının bu adaletsiz sisteminden ve kanunlarından mağdur olduklarını beyan etmişlerdir. Muhammed söz konusu topluma avantaj sağlıyacak gizli tapınma yöntemini öğreterek onların artık zenginlerle eşit bir yarışta olduklarını söyleyerek durumu basit bir şekilde kurtarmıştır. Bir süre sonra aynı kitle Muhammede gelerek söz konusu tapınma şeklinin zenginler tarafından öğrenildiğini ve artık gene eşit olmayan bir yaşama mahkum edildiklerini söylemişler ve karşılığında bunun ilahi bir takdir olduğunu yani tanrının bu şekilde bir eşitsizliği emrettiğini söyleyerek kitleyi sakinleştirmiştir. İslam mitolojisine göre ki burada Muhammed cennete yaptığı bir ziyaretten sonra, gördüklerini tasvir ederek cennette ki kitlenin büyük çoğunluğunun fakirler olduğunu belirterek nispi oranda muhalefeti kader çizgisine çekerek önlemiştir. Genede bu durum İslam tanrısının adalet anlayışına göre bazı zenginlerin avantajlı olmasını ve bunuda tanrının bizzat emretmesi gerçeğini değiştirmediği gibi adaletin terasizi bu durumda zenginlerden yana olmuştur.

Buradaki tanrı istenci ve din kurgulamasında, egemen gücün kazanımlarının korunması ihtiyacı ana unsur olarak karşımıza çıksa da bir diğer etken unsur dönemin erkek egemen kabile yaşantısı ve gelenekleri olmuştur. İslam mitolojisinde tanrı ve din ihtiyacı ilk olarak şehirli zengin ve egemenlikten pay isteyen Muhammed’in ve sorasında ona destek olan başlangıçta azınlıktaki diğer zengin ve şehirli arkadaşlarının istekleri ile olmuştur. Mevcut toplum sınıflı ve İslam’ın kurucu kitlesinin şehirli ve tüccar olması nedeniyle ortaya çıkan tanrı ve sistemde doğal olarak zenginden yana olmuştur, mevcut dengeleri korumak adına ve kitlelerin muhalefetini önleyebilmek için zamanla söylemde ve ritüellerde bazı değişikliklere gidilmiştir. Bütün bunlara rağmen İslam tanrısı adalet adına adaletsizlik yapmaktan çekinmemiştir çünkü egemen gücün sınıflı iktidarı ve devamı için gereklidir bu adaletsizlik.

Tanrı ve din kurgulamasında ki İslam şeriatının adaletsiz bir yapılanma içerisinde ve düşüncesinde olmasına son bir örnek olarak köleler gösterilebilir. Aslında söz konusu sistemde en mağdur kesim kölelerdir, köleli bir sınıfsal toplum Muhammed’in içinde yaşadığı toplumun ekonomik sisteminin yapı taşlarından birisidir, göçebe kabilelerin köleci bir toplum olmamalarının ekonomiye negatif bir katkı yapması, söz konusu kabilelerin ilkel bir şekilde iş gücünü öldürmelesi vb. nedenlerle köleler hakkında yeni bir takım kanunlar uygulamaya koyan İslam dini yani Muhammed ve kurguladığı tanrı, köleci sistemi ve köleliği kabul ederek ilahi bir gerçeklik olarak topluma dayatır. Söz konusu dönem de köleler iş gücü olarak ekonomik ve siyasi sistemin bir parçasıdır, köle bir çok açıdan Müslüman toplumca faydanılan bir metadır İslam için.

İlk önce vasıflı erkeklerin iş gücü olarak ve kadın kölelerin (Cariye) Müslüman erkeklerin seks ihtiyacını karşılayacak şekilde köle kullanımı vardır, daha sonra onların özgür kılınması ile kazanılacak bir sevap vardır ki o dönemde ciddi bir maddi karşılık demek olan bu tip gösteriler İslam öncesi geleneklerden İslama geçen ve zenginlerin güç gösterisinin dinsel bir uygulama olarak teorize edilmesidir. Söz konusu azad olayı ile zengin kişi eski geleneklerde olduğu gibi gücünü göstermekte ve aynı zamanda harcadığı para ile zenginliğinin gösterişini yapmaktadır, üstüne birde sevap kazanmaktadır ki kazancın bu kadarı az görülür. Bütün bu gösteriş ve kazancı elde edecek zengin kişinin azad edeceği köle konusunda bir takım İslami kurallara uyması ve önüne geleni azad etmemesi gerekmektedir elbette.

Son olarak azadlı köle söz konusu toplumun en alt tabakasını oluşturmakta ve azad edildiği kişinin gölgesinde ve emrinde ona bağımlı olarak yaşamaya devam etmektedir ki buda söz konusu toplumda sayısal üstünlük kurma adına yapılan bir diğer eylemdir. Azad edilmiş kişi artık toplumun niteliksiz ve ucuz iş gücünü oluşturur, daha çok askeri bir sayısal güç olarak faydalanılır. Azadlı birinci nesil bir çok haktan mahrum olarak yaşarken ancak ikinci nesilden sonra Müslüman toplumda teknik olarak eşit haklara kavuşur ama o kitle birkaç nesil daha köle soyundan gelmenin dezavantajını taşır. İnsan’ın İnsana kul / köle olmasını emreden bir tanrı ve din sistemi içerisindeki kanunlar, 20. Yüzyıl ortasında Dünya’da kölelik ortadan kalkana kadar Müslüman toplumda kimseyi rahatsız etmemiş bizzat kader olarak tanımlanıp varlığını sürdürmüştür.

Görüldüğü gibi İslam tanrısı adaletsiz bir kurgulama içerisinde gene adaletsiz ve yetersiz adalet dağıtmaktadır günümüzde. Muhammed’in 1400 sene önce kurguladığı sistem günümüzde çelişkiler yumağı olarak bir çok kişiyi mağdur etmektedir. Sermayenin yani zenginin tahakümünü onaylayan, İnsan’ların mal olarak alınıp satılmasını kanunlaştırıp yasal olarak sürmesine müsaade eden, kadınlar, engelliler, akıl hastaları vb. bir çok İnsanı ikinci sınıf hatta üçüncü yada beşinci sınıf olarak tanımlayan ve aşağılayan bir İslam tanrısının adaleti Müslüman toplumun en büyük yüküdür. Bu yüzdendir ki son yüz yıldır İslam içerisinde bir reform yapma çabaları vardır ve Hristiyanlık’taki Protestan reformizminden farklı olarak zor bir seyir izlemektedir. İslam da yazılı olan kanunların reddinin yada değiştirilmesinin söz konusu olmaması, bu orta çağ adalet sisteminin değiştirilmesi yönünde en büyük engelini teşkil eder.

Kaynaklar:
1- Kuran
2- Kutubusitte (Buhari) hadisleri
3- Uydurma olduğunda ittifak edilen hadisler, Aliyyül Kari, Tercüme: İbrahim Kutlay, İnkilap yayınevi 2008
4- 3-Asrı Saadet, Mevlana Şibli, Çeviri:Ö.Rıza Doğrul, Sadeleştiren: O.Zeki Mollamehmetoğlu 2. Ve 3. Cilt, 1978
5- Dinler tarihi, Prof.Dr. Hüseyin G. Yurdaydın-Doç.Dr. Mehmet Dağ 1978
6- İlkel, Köleci ve Feodal Toplum, Zubritski-Mitropolski-Kerov, Eriş Yayınları/8. Baskı
7- Hz. Muhammed Mekke’de, W. Montgomery Watt, AÜİF yayınları no:5, çeviri: Doç.Dr. M. Rami Ayas, Doç.Dr. Azmi Yüksel, 1986
8- Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, Taberi, MEB yayınları, 3. Ve 4. Cilt, 1992
9- Çeşitli Yönleriyle din, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt: 28, Prof.Dr. Günay Tümer
10- Hukuk Tarihinde İslam Hukuku, Ord.Prof.Sabri Şakir Ansay 2002 (4. Baskı)
11- İslam Hukukunda hükümlerin değişmesi açısından Hz. Ömer’in bazı uygulamaları, Doç.Dr.Muhsin Koçak, 1997
12- İslam hukukunda suçlar ve cezalar, Dr. İlhan Akbulut, 2003
13- İlk dönem İslam hukuku, yasama-yargı-yürütme. Abdülvahhab Hallaf
14- İlkel, Köleci ve Feodal Toplum, Zubritski-Mitropolski-Kerov, Eriş Yayınları/8. Baskı
15- Cahiliye döneminde Yesrib’in etnik yapısı, FÜSB dergisi sayı:1, cilt:15/319-346, Yaşar Çelikkol
16- Çeşitli yönleriyle Din, Prof.Dr. Günay Tümer
17- Kuran’da Allah ve İnsan, Prof.Dr.Toshihibo Izutsu, Çeviren; Doç.Dr. Süleyman Ateş, AÜİF yayınları 1975
18-Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, Kabalcı yayınevi, 1-2-3. Ciltler, Mircea Eliade, 2003
19-Din ve İnsan hakları, Prof.Dr. İbrahim Agah Çubukçu
20-Dinler ve Mezhepler Tarihi, 1 ve 2. Cilt, Ebu’l Feth Muhammed B. Abdulkerim Şehristani
21- Dinler Tarihi, Bilimsel Bir Disiplin Olarak Kuruluşuna Teorik Bir Giriş, Ataç yayınları, Joachim Wach, 2004
22-İslam Düşüncesinin Erken Döneminde Muhalefet ve Görüntüleri, Kelam araştırmaları dergisi, Sayı: 8, Abdülnasır Süt, 2010
23-İslam Hukuku Tarihi, İz yayıncılık, Hayreddin Karaman, 1989
24-İslamiyette Kadın Öğretimi, Gaye matbaası, Prof.M.Tayyip Ökiç, 1979

Konudaki bazı başlık ve detaylarla ilgili makaleler: