25 Ocak 2011 Salı

Bedevi yaşamında mülkiyet ve Su’luk hareketindeki Sosyalist yapı

İslam öncesi Arap yarımadasında kitleler iki kategoride sınıflandırılıyordu, Bedeviler ve yarı yerleşik durumdaki şehirli diyebileceğimiz hadari’ler (ehlü’l-meder). Arap yarımadasının esasını teşkil eden nüfusun büyük çoğunluğunu Bedevi’ler (ehlü’l-veber) teşkil etmiştir tarih boyunca. Geçimlerini 20. YY ortalarına kadar hayvancılık ve avcılık ile sürdüren bu dağınık kitleler İslam öncesi dönemde bildiğimiz anlamda ilkel yarı avcı, yarı göçmen İlkel komünal yaşam evresinde ve mülkiyet kavramını kısmen geliştirmiş İnsan topluluklarıydı.

İlkel ataerkil/anaerkil kültü etrafında salt aşirete aidiyet kültü ile şekillenen sosyal yapı, dinsel açıdan paganizm’in ilk evresine denk düşen bir tanrılar yada kişisel tanrılar ve yerel bazı inanışlar içeriyordu. Ataerkil yada çoğunlukla Anaerkil egemen ve güce bağlı bu esnek yapıya sahip salt akrabalık esasında bir güvenlik içeren sosyal toplum birlikteliği aşiret özelliğinden öteye çok az geçebiliyordu. İslami tabirle ‘’asabiyet’’ neticesinde kabile yada aşiret kutsal kabul ediliyor ve zaten yaşam şartlarının oldukça zor olduğu Arap çöllerinde yaşam hakkı sağlanabiliyordu, bu nedenle aileyi yada kabileyi savunmak kutsal bir görev olarak algılanıyordu. Düzenli tarımın yapılamadığı ve her tarafı çöllerle çevrilmiş bir coğrafyada hayvancılık yapmak oldukça riskli bir geçim kaynağı olarak sık sık Arap yarımadasını tehdit eden açlık salgınları ile sabittir. Su kaynakları ve hayvanları beslemeye yönelik vahaların paylaşımı ve işletilmesi yönünde sık sık bu aşiretler ve kabileler arasında savaşlar çıktığı ve yaşamın aslında bu döngü üzerine kurudulduğu bir gerçektir, bunun coğrafyaya yansıması ise bazı dönemlerin kutsal olarak adlandırılıp ticari ve diğer sosyal etkileşimler için ayrılmasıdır. Tüm bu algılamaların özetini ise ‘’ Ben ve kardeşim, amcamın oğluna karşıyız, ben ve amcamın oğlu yabancıya karşıyız’’ Bedevi Arap deyişinde bulabiliriz. Bu ilkel kabile yapılanmasında söz konusu olan salt yaşama içgüdüsü ile ilkel bir var olma şeklinden ibarettir. Her ne kadar resmi İslam tarihi Bedevi kültürünü sevmiyor olsada günümüze kadar yaşayan bir ilkel kabile kültürü mevcuttur. Her Bedevi kabile yada aşiret siyasi anlamda bağımsızdır o dönemde. Sık sık aşiretler yada kabileler bazında federasyonlar hatta konfederasyonlar oluşturarak zengin kuzey yada güney ülkelerine yağma akınları düzenlerler bilinen tarihleri boyunca, ihtiyaç duyulan durumlarda bu geçici ittifakları aynı zamanda kendi içlerindeki savaşlar içinde kurarlar.

Bedevi aşiretler ve kabileler, kendi içerisinde eşitler içerisinde birinci olan kabile reisi tarafından yönetilselerde esas olan kabile meclisinin törelere uygun görüşleridir. ‘’Mele’’ kurumu asıl belirleyici siyasi unsur olsada pratik güncel yaşamda tek belirleyici unsur kabile reisidir. Yarı yerleşik hadarilerde olduğu gibi Bedevilerde de sınıfsal bir katman görmek mümkün olsada bu katmanlar çok zayıf sınırlarla bir birlerinde ayrılmaktadır o dönemde. Bedevi’lerdeki kadınlar hadari kitlelere göre daha fazla insiyatif sahibi olmalarına ve kabile yaşantısında pratik anlamda söz sahibi olmalarına rağmen, resmi İslam tarihinde hadari kitle içerisindeki kadınlarla aynı şekilde tanımlanmışlardır, aksine üretimde oldukça söz sahibi olan kadınlar kabile içerisinde oldukça bağımsız bir yaşantı sürdürmekte idiler.  Tüm bu oluşumlar Bedevi kitlelerin dar ve sığ bir kültürel yapılanma içerisinde, ekonomik olarak esas itibari ile hayvancılığa dayalı olmak üzere avcılık ve yağmaya ile beslenen bir ekonomi  içerisinde yaşadıkları gerçeği üzerine kurulu bir düzen sergilediğidir. Coğrafyadaki kültüre paralel esas olan erkek çocuk minvalinde şekillenen hukuksal nitelik kazanan bu yaşam şekli demografik  ve pratik yaptırım olarak kendi şartlarınıda belirlemiştir. Yaşanan gerçeklik ise iktisadi bir birliktelik görünümünde olmakla beraber, salt Bedevi kabilelerin dönemsel çıkarları minvalinde seyretmektedir, bunun tarihteki en büyük yansıması ise Muhammed’in ölümü neticesinde olan Ridde savaşlarıdır.

Bedeviler tarihsel olarak Deve’yi ehlileştirdikten sonra Arap yarımadasında popülasyon oluşturabilmiştir. Yaşamları belli tabular üzerine kurulu olan bu kabileler kendi yerel kültürlerini günümüze ulaştırmakta zorlanmakla birlikte geçen yüz yılın ortalarına kadar İslam ritüellerinin içerisinde barındırdıkları bazı foklorik unsurlar itibari ile bizlere ulaştırabilmişlerdir. İslam öncesi dönemde esas olan kuvvetlinin egemen olduğu ve yenilenin köle yada bağımlı olduğu bir siyasi sistem olsada, esas olan Bedevi yaşamda güncel yaşamı sürdürmek olmuştur.  Mevcut sistemde Bedevi’yi bağlayan tek unsur ait olduğu kitle yani aşiret yada kabile olmuştur. Esas olan tek şey kan bağıdır. Yönetmenin tek unsuru ise reisin sürekli olarak mevcut kazanımlarını (mal varlığını/ganimetlerini) kabile içerisinde paylaştırmasıdır, buda her reis seçiminde daha kudretli bir reis arayışına iter Bedevileri. Reis kazanımın (ganimetin) 5/1’ini alırken, bunun büyük bir bölümünü reis kalmak için harcamaktadır özetle (bu geleneğin devamını İslam’da Enfal suresi 4. Ayette görebiliriz, orada ganimetin 5/1’i İslam tanrısına ve onun peygamberine bırakılır, Muhammed’te tıpkı kendinden önceki kabile reisleri gibi bu ganimeti toplum içerisinde paylaştırır yada toplum adına kullanırdı). Mevcut yazılı yada sözlü bir hukuk olmadığı için kabile, ananeler üzerine kabile reisinin pratik kararları doğrultusunda yönetilmektedir o dönemde. Doğal olarakta bu uygulamalar, kabile üyelerinin bağlayıcı bir hukuksal yapıya bağlı olmayan yaşamında bir esas teşkil edebilmesi için kabile reisinin oldukça adil olması lazımdı. Bu nedenle günümüz Futbol kulüplerindeki başkan seçimlerinde olduğu gibi  dönemin Bedevi kabilelerinde de reislerin seçimi zengin ve güçlü kimselerden tercih edilirdi.

Dönemin yaşam zorlukları nedeniyle başta kız çocukları olmak üzere, erkek çocukları ve yaşlılar v.s. yani toplumun zayıf unsurları sık sık bir şekilde feda edilirdi Bedevi’lerde. Yaşamı belirleyen ana unsur; hayvan beslemek, avcılık/toplayıcılık ve baskın/yağma yapmaktır. Yerleşik bir ekonomi ve kültüre sahip olmayan Bedevi’lerin belli oranda bir tarım yaptıkları ama tarım aletlerine sahip olmadıkları sabit olmakla beraber, yaşamlarında ki esas unsurun yoksulluk olduğu bir gerçektir. Bedevilerde kıtlık zamanlarında bazıları, koyunun boynuz ve tırnaklarının yontulmasıyla elde edilen talaşı yemekle, bazıları da kesilen bir devenin damarından akan kanı içmekle yetinmek zorunda kalmıştır.

Yaşamsal şartları son derece çetin ve verimsiz olan çölde, avcı-toplayıcı kültürü terk etmeden göçer yaşamlarına hayvancılığıda katarak var olan topluluklar, yaşamlarını devam ettirebilmek adına müşterek mülkiyetin (ilkel komünist sistem) dışında bir toplumsal aşama kaydedememişler ve elde ettikleri gıda maddelerini kabile/aşiret arasında paylaşmışlardır. Kabilelerde mülkiyet kavramı gelişememiş yerini ortak kullanıma ve ilkel komünal yaşama bırakmıştır, daha doğrusu mülkiyet edinme ve sınıflı toluma geçme aşamasına tabiat şartları nedeniyle geçilememiştir. Herkes ihtiyaçları ölçüsünde o mallardan yararlanmış ve güçleri nisbetinde bu serveti arttırmak için çalışmışlardır. Bedeviler’de toprakta özel mülkiyet kavramı gelişmemiş ve yerleşmemiştir. Üretim araçları yaylar, oklar, ağlar ve av köpeklerinden ibaret olup bunların hepsi kabilenin ortak malı kabul edilmiştir. Bu aletlerle ele geçirilen malların da ortak olması doğaldır. Su, otlak, buğday veya arpa ve ekilen araziler de bütün kabilenin ortak malıdır, savaş ve yağma yolu ile elde edilen ganimetlerde kabilenin ortak mülkiyetinde değerlendirilmiştir, aynı zamanda savaş ve yapmalarda ele geçirilen ve geçici olarak kullanılan köleler ve bunların satılması ile elde edilen gelirde ortak kazanımdır. Buna karşılık şahsi kullanım eşyaları (çadır, kap, kaçak vb.), sahibinin özel mülküdür. Bazı Bedevi kabilelerde özel mülkiyet aşamasına bile geçilememiş ve ilkel komünal kabile yaşamı sürüdürülmüştür.

Bedevilerin bu ilkel komünal ekonomik düzende yaşamalarını gerektiren, daha doğrusu ortak mülkiyeti doğuran (ilkel komünist sistem) sebeplerden biri de elde edilen mallarda bir artışın olmamasıdır. Elde edilen ürün, hiçbir zaman artı değer oluşturamadığından, mülkiyet kavramı gelişememiş ve toplumsal paylaşım günlük yaşamı idame ettirmenin ötesine geçememiştir. Bireysel üretim, günümüzdeki imece kültürüne yakın bir şekilde seyretmiş ve paylaşım da bu yönde ihtiyaca yönelik olmuştur. Bedevilerin bu ilkel komünal yaşamı, o dönemde siyasi ilticacı yaşam süren Pre-İslam toplumunda da günlük yaşamın belirleyici unsuru olarak günümüze ulaşmıştır.

Bedeviler mülkiyet kavramından ziyade, yaşamsal ihtiyaçları neticesinde “el-müşâreke” (nispi ortaklık) kavramını geliştirmiş ve mülkiyeti dışlamayan bir zorunlu komünal yaşamı (ilkel komünist sistem) kabullenmiş olmalarına rağmen, 6. YY’ın ortalarından itibaren özellikle sosyal yaşamın değişmesi ve demografik yapının göçebe/yarı göçebe kabile yaşamından yerleşik yaşama geçme evresine evrilmesi neticesinde, özellikle şehirleşen yerleşim birimlerinde ilkel sermaye birikimlerinin ortaya çıkması ve toplumun diğer unsurlarından üretimin artı değerini alması ile göçebe yada yarı göçebe kabile ve aşiretler arasındaki sosyolojik ve ekonomik değişimlere paralel bazı kabile üyelerinin sistem dışında kalması neticesinde,bu bireyler kendilerini entelektüel anlamda herhangi bir kabileye ait hissetmeyen bireylerden oluşan bir siyasi hareketin içinde bulmuşlardır. Bu siyasi akım İslam’ıda etkilemiş ve bir çok kurumsal ritüel olarak içinde yer almıştır.

Su’luk terim olarak kabilesinden çeşitli nedenlerle ayrılıp dışlanan kişilerin çöl içerisinde oluşturdukları siyasi topluluğa verilen isim olmakla beraber, günümüzde bu siyasi hareketin içerisinden çıkan kültürel eserler neticesinde İslam öncesi bir şair topluluğunun adı olarak anılan Su’luk grubunun asıl yaptığı sözlük anlamından farklıdır. Grup olarak 3 unsurun bir araya gelmesi ileoluşan bu kitlenin açılımını yapacak olursak; Birinci grup, kabilelerinden kaçanlar veya kovulanlardır. İkincisi, annelerinden kendilerine zenci kanı karışan bir tür melezlerdir (Mevali), Arap ve Bedevi topluluklarında yarı özgür birey olarak toplumun ikinci sınıf katmanını oluşturmuştur İslam öncesinde ve sonrasında bu kitle. Üçüncü grup ise, Hicaz’da sık sık yaşanan kıtlık ve açlık bir yana mülkiyet kavramının yarı yerleşik Arap’larda ve diğer dinsel yada etnik kökenli kabilelerde ortaya çıkması ile oluşan yeni sermayeye dayalı ekonomik sistemin sonucu olarak üretim ve tüketimin dışında kalan, mevcut yeni statüsünü ve sömürülmesini kabullenmeyip bu guruba katılan âsi fakirlerdir.

Su’lûkları siyasi/ekonomik bir hareket haline getiren şey, ekonomik ihtiyaçlardan kaynaklanan sosyal bir birliktelik olarak görülmüştür. Su’lûk siyasi/ekonomik hareketi; mevcut toplum içerisinde üretim ve tüketimden pay elde etmesine izin verilmeyen dışlanmış ve sömürülen bir kitlenin, siyasi ve ekonomik taleplerini elde etmek için sosyolojik istemler vasıtası ile toplumu yeniden yapılandırılması isteğidir, sınıfsal bir hareket değildir ve daha çok değişik sınıflardan bir araya gelmiş bir kitlenin siyasi/ekonomik hareketidir. Hareketin motorunu ise Bedevi-Arap kültüründe var olan savaş ve yağma dışında, adam kaçırma ve karşılığında kurtulmalık elde etme oluşturur. Harekete göre savaş ve baskın, ganimet ve soygun için bir araç olmaktan başka bir şey değildir. Asıl amaç ise, var olan toplumsal refahın paylaşımında ki uçurumu kapatma çabasıdır.

Su’lûklar, elde edilen ganimeti kendi içlerinde ve ihtiyaç sahibi diğer çevre kabilelerle eşit bir şekilde paylaşmıştır ve bu paylaşımda Bedevilerde ki ganimetin elde edilmesine katılmış olmak prensibide aranmamıştır, mevcut Bedevi kültüründeki ganimetin 5/1 oranında reise ve bakiyenin katılımlarına göre diğer üyeler arasında pay edilmesi yerine, Su’lûk toplumunun herkese eşit payda vererek yapmış olması bazı bilim İnsanları tarafından Sosyalist bir hareket olarak adlandırılmasına yol açmıştır. Daha sonra İslam’ın yerleşik Bedevi yasası olan ganimetin güçler dengesi gözetilerek (büyük payın İslam öncesi kabile reisine ve sonrasında İslam tanrısı ve peygamberine verilmesini simgeleyen Enfal suresi 4. Ayette’ki tanrısal yaptırım ile)dağıtılması prensibini kabul etmesiyle, komünal bir yaşamı hangi evresinde olursa olsun red ettiğini göstermiştir .

Bedevî  kabilelerin ilkel komünal yaşam şekilleri ve bu yaşam sisteminden etkilenen Su’lûklarca kabul gören malda ortaklık düşüncesi, Bedevi Arap tarihinin en önemli kaynaklarından olan şiirlere de konu olmuştur. Ancak, bu ortaklık şiirlerde yukarıda açıklandığı gibi “el-müşâreke” (nispi ortaklık) kavramıyla ifade edilmiştir. Bu nedenle, eski Bedevi ve Arapların ekonomik sistemleri anlatılırken sosyalizm anlamına gelen ve özel mülkiyetin kabul edilmediği el-iştirakiyye kavramı yerine, yoksulların varlıklı insanların servetinde payının olması anlamına gelen el- müşâreke (nispi ortaklık) kavramı kullanılmıştır, sistem daha çok aslında sadaka kültürünü ifade eder, fakirlerin zorunlu olarak sermayeden pay almalarını değil de sermayedarın sadaka vermesini ifade eder, Su’lûk hareketi bu sisteme fakire zorunlu olarak üründen pay verilmesini dayatmıştır. İlkel komünal bir yaşam ihtiva etmesine rağmen söz konusu sistemin el-iştirakiyye kavramı yerine, el-müşâreke kavramıyla ifade edilmesi, Su'lukların özel mülkiyete karşı olmamalarından kaynaklanmaktadır. Su'luklar, sermayesinden sadaka olarak faydalandıran üst sınıfa mensup kişilere dokunmamıştır. Bu yerleşik Bedevi Arap gelenekleri İslam içerisinde sadaka ve zekat olarak sürdürülmüş ve Muhammed’in daha taze delikanlı iken yaşadığı deneyimler neticensinde olanların sonraki İslam literatürüne yansıması ise zenginin malınının tasarufundaki kontrol olarak tezahür etmiştir. İslamiyet’teki ilkel komünal kabile yaşantısından kalan etkilerin ana unsurlarını bu siyasi harekette aramak elbette en doğru düşüncedir.

Su’lûkların bir dönem lideri ve aynı zamanda bir şâir olan Urve b. el-Verd’in, zengin bir kişinin mallarına el koyduğu ve fakirlere dağıttığı ve bir şiirinde şişman bir zenginle alay ederek ve zenginin şişmanlığını ekmeğini sadece kendisinin yemesine bağlarken, kendisinin zayıf olmasını ekmeğini başkalarıyla paylaşmasına bağlaması ve kendi bedenini bir çok bedenlere taksim ettiğini, bu sebeple her bedende bulunduğunu dile getirmesi söz konusu Su’lûk edebiyatında yer alır. Söz konusu olan bir fakirlik edebiyatı değil aksine dönemin bir Robin Hood aksiyonu olduğu gözlenmekle beraber, yaşanılan toplumsal deneyimin İslam hayatında sermayenin kısıtlı paylaşımı yani sadaka ve zekat  kültürü olarak yer almasıdır.



Kaynaklar:
1- Tasavvuf ve Bid’at. Prof. Dr. Abdulhakim Yüce
2- İslam düşüncesinin erken döneminde muhalefet ve görüntüleri, Kelam araştırmaları 8:1 Abdülnası Süt
3- İslam öncesi dönemde Mekke idare sistemi ve siyasetin oluşumu, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt:10 Sayı:1 Yard.Doç.Dr. Adem Apak
4- Sosyo-ekonomik ve kültürel yönden İslam öncesi Mekke toplumu,  Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt:10 Sayı:2 Prof.Dr. Abdurrahman Kurt
5- Risalet öncesinde Arap yarımadasındaki dinler ve bir peygamber beklentisi Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dergisi Sayı:6 Yard.Doç.Dr. Sıddık Ünalan
6- İslam öncesi dışa kapalı Arabistan’da sosyo-ekonomik bulgular ve Su’luklar hareketi, Kafkas Üniversitesi dergisi 2005 Sayı:16 İsmail Özsoy
 7- İlkel, Köleci ve Feodal Toplum, Zubritski-Mitropolski-Kerov, Eriş Yayınları/8. baskı