İslam'da
kader ve yaradılış inancı temelde ayrı olarak ele alınmış ve siyasi egemenlik
mücadelesi tüm bunlardan bağımsız yada en azından 4. Halife'nin döneminde
ortaya çıkmış bir sapma olarak kader meselesi ile birlikte bazı din adamları ve
bilimcilerince dile getirilmiştir. Halbuki tüm Dünya'da olduğu gibi Arap
yarımadasında da İslam öncesi ve sonrasında siyasi egemenlik hayatın tüm
alanında etkin bir rol oynamıştır. Mekke'nin Kureyş öncesi egemen kabilesinin
içine düştüğü siyasi egemenlik kavgası, onu güçsüz düşürerek partileşmeye ve
bölünmeye iterken sonunda yenilmiş, egemen olan Kureyş kabileside göçebe
hayattan yerleşik hayata geçerken ve yeni kurdukları sisteme adapte olurken,
kurucu ata Kusay'ın ölmesi ile birlikte kabilede günümüze kadar gelecek olan
siyasi egemenlik kavgasıda başlamıştır. Kusay'ın ölümü ile Muhammed'e kadar
olan dönem arasında özellikle ticareti ve din'i kontrol eden (eşitler arasında
birinci olan) kişi kabilenin'de fiili lideri olmuştur. Aslında din'de ticaretin
bir parçası ve aynı zamanda Hicaz bölgesinde siyasi ayrıcalık için kuvvetli bir
araçtır Kureyş için. Bölgenin göçebe kabilelerinin yaşam alanlarının
sınırındaki ticaret ve dini hac merkezleri her kabileye bölgesel etkinlik
sağlarken, aynı zamanda bu din ile ticaretin ve bunlara paralel siyasetin
uygulandığı yerler olmuştur.
Bu
ortam içerisinde Kusay'ın iki oğlu'nun başlattığı egemenlik mücadelesi günümüze,
Haşimi, Emevi mücadelesi olarak gelmiş olsada, bunları destekleyen Kureyş
içerisindeki kuzen aşiretler, iki ayrı kamp olarak tarih sahnesinde bu mücadele
içerisinde yerini almıştır. Aralarındaki anlaşmazlıklarda tıpkı ardıllarında
olduğu gibi kısmen yada tamamen dinsel bir içeriğe dayanmaktadır, örneğin
Mekke'ye gelen hacılara yönelik ticari ve dini uygulamalar bu iki aşiret
partisi arasında en büyük ihtilaf konusu olmuş ve bu konuda yapılan antlaşma
genç Muhammedi oldukça etkileyebilmiştir yaşamında. Gene bu yeni arayışların
yaşandığı İslam öncesi dönemde 1. Osman'ın liderlik yarışında Kureyş içerisinde
mücadelesi gibi bireysel mücadeleleride göz ardı etmemek gerekir. Bu ve benzeri
egemenlik beklentileri olan şahısların, daha sonradan Mekke'de mücadele eden
politeist iki gruba muhalif olarak ortaya çıkan İslam haketine katılmaları,
döneminde eminim rakiplerince süpriz olmamıştır.
İslam
öncesi kabileler içerisindeki siyasi egemenlik rekabeti ve hatta Haşimi, Emevi
aşiretlerinde olduğu gibi aynı kabile içerisindeki siyasi egemenlik rekabeti, daha
derininde kardeşler vede kuzenler arası siyasi egemenlik rekabeti İslam
sonrasında da artarak devam etmiştir. Bu rekabete yeni gelişen sosyo ekonomik
unsurların girmesi ile kültürel ve siyasi anlamda bir farklılaşma ve yeni olana
uyum sürecide etken olmuştur. Mekke'de etkin bir güç ve başarı elde etmek bir
yana neredeyse tükenme noktasına gelen İslam, daha doğrusu dini öğretiyi ve
vaad edilen yaşamı topluma sadece teblig yoluyla kabul ettirmeyi başaramıyacağını
anlayan Muhammed, uzun siyasi ittifak arayışları sonucunda, kendi iç savaşları
neticesinde tükenme noktasına gelmiş olan, Medine'li aynı kabileden iki Arap aşiret
içerisindeki muhaliflerle yaptığı ittifak neticesinde, yeni bir yol ve mücadele
alanı açarak tarih sahnesine çıkabilmiştir. İttifakta taraflar yaptıkları
sözleşme ile Muhammed'i Allah adına Dünya'da hükmeden bir lider yani tanrı
elçisi olarak tanımanın yanında karşılıklı yükümlülükleride belirlemişlerdir.
Bu ittifak aslında iki ittifakın yaptığı yeni bir ittifakıda beraberinde
getirmiştir. Medine şehir devletinin temellerini atan bu sözleşme ile Medine'de
yaşayan egemen Yahudi kabileleri ve hamisi oldukları Medine'li aynı kabileden iki
aşirete mensup politeist toplumda dahil olmak üzere, egemenliklerini Müslüman ittifak
ile paylaşmak zorunda kalmışlardır.
Bu
noktada Muhammed'in söz konusu toplum içindeki algılanışını ve tanımını yapmakta
fayda var. O dönemde Arap toplumu büyük ölçüde göçebe kabile geleneği içerisinde,
genellikle geçimini hayvancılık, avcılık/toplayıcılık, yağma ve talan ile
kazanan ve büyük çoğunluğu ilkel komünal kabile yaşantısına sahip kabilelerden
oluşmaktadır. Bu yapılanma içerisinde Hicaz'da sadece Mekke, Medine ve Taif
şehirlerinde yarı göçebe olarak yaşayan kabileler, kısmen medeni Dünya'ya
benzer bir siyasi ve entellektüel yaşam sürmekle beraber, onlarda kuzenleri
gibi yazılı medeniyetten uzak bir sözlü kabile yaşamı içerisindedir. Kureyş,
Muhammed'in dedesi Haşim'le birlikte yerel ticaretin yanısıra, zengin kuzey ve
güney ülkeleri ile doğrudan ticaret yapmaya başlayarak, sermaye birikiminin
yanında söz konusu toplumlardan etkilenerek sosyo kültürel ve sosyo ekonomik
bir değişime girmeye başlar. Özellikle Mekke'de bu ortam içerisinde
Hıristiyanlıktan da etkilenen bir entellektüel düşünce hayatı ve din arayışı
yeşermeye başlamıştır.
Böyle
bir ortamda Muhammed 20'li yaşlarının başına kadar Dedesi ve Amcasının
himayesinde, kabilesine ait dini ve ananevi inanç sistemi içerisinde yaşamış,
siyasi ve sosyo ekonomik yaşama girmesi ile birlikte özellikle Mekke merkezli
din anlayışındaki iki politeist mezhepten uzaklaşarak, ilk önce Hıristiyanlarla
yakınlaşmış, bu ilişkisi neticesinde Mekke Hıristiyan toplumunun liderinin zengin
tüccar yeğeni ile evlenmiş ve bu sayede ekonomik sorunlarını aşarak yaşamında
ilk defa kabilesi içerisinde saygın bir yer sahibi olmuştur. Bu süreçte
arkadaşı olan ebu Bekir ile birlikte Kureyş dini mezheplerine muhalif bir
ittifakta yer almıştır. Özellikle yaptığı seyahatlerde dahil olmak üzere,
gelişen sosyo politik entellektüel yaşamında yeni bir din araşıyı boy göstermiş
ve Hıristiyanlık ile Mekke politeizminin karışımı olan bir din anlayışına
ulaşmıştır. Arap kabile hukukuna uygun olarakta 40 yaşında, (çocukluğundan beri
duyduğu sesler ve gördüğü halüsinasyonların tanrısal seçilmişliğin sonucu
olduğu kanaatinden yola çıkarak ve belkide yakın çevresininde bu olayları
benzer şekilde yorumlayarak teşvik etmesi ile) peygamberlik söyleminde
bulunmuştur.
Mekke'deki
söyleminde, başlangıçta 3 yıl kadar suskun kaldıktan sonraki ilk bir kaç yıl,
tek tanrı kavramından bahsetmeden, büyük oranda ahlaki ve tanrısal sevgi ile
ilgili konulardan bahseden Muhammed, kendi kabilesinde karşılaştığı direnç
arttıkça söyleminide aynı oranda sertleştirerek, kendisine muhalefet edenlerin
yaşarken ve öldükten sonra kesin cezalandırılacağı söylemine ulaştı. Mekke'de
başlangıçta o tanrının dinini Kureyş kabilesine teblig etmekle görevli, tanrı
tarafından seçilmiş, yüksek ilahi vasıflara sahip seçilmiş İnsan iken, gördüğü
dirençle birlikte Kureyş dışına çıkarak çevredeki diğer kabile ve aşiretlere
yönelen söylemleri ile birlikte adı tanrıyla birlikte anılan ve onun adına
Dünya'da söz hakkına sahip bir seçilmiş üstün İnsan vasfına sahip olur.
Özellikle yok olma noktasına geldikten sonra, Mekke'deki son 2 senesinden
itibaren o artık adı tanrıyla birlikte anılan ve salt seçilmiş üstün İnsan
olmasının da ötesine geçerek artık İnsan'lara ve Dünya'ya armağan olarak
yaratılan, astral seyahat yaparak tanrı ile görüşen ve ondan aldığı emirlerle gelmiş
geçmiş tüm peygamberlerin de peygamberi olmakla kalmayıp aynı zamanda Cin'lerin
de peygamberi gibi bir çok ünvanın ve gücünde sahibi olmuştur. O artık tanrının
oğlu İsa'ya ve İnsan'lığın atası Adem ile Arapların ve Yahudi'lerin atası
İbrahime liderlik (imamlık) yapan bir peygamberdir. Aynı zamanda tüm
canlılarında tanrı adına efendisidir, yaşayan ve yaşamayan her şey onun için
vardır ve bu ilahi bir yaradılıştır. Bütün bu tanrısal sıfatlar ve rolün önünde
o hala tanrının yer yüzündeki halifesi olan ölümlü bir varlıktır sadece.
Medine'de
durum daha da sertleşince ve müslüman toplumu ekonomik olarak çok zor zamanlar
geçirirken, birde düşmanları arasına Medine'li politeist Arap toplum ve Yahudi'ler
girince, Muhammed'te sertleşir ve o artık tanrı adına yeryüzünde hüküm veren ve
süren kişidir, söylediği ve yaptığı hemen hemen her şey tanrısaldır ve gene
tanrı adına toplumun hukuksal, ekonomik, sosyal ihtiyaçları başta olmak üzere
her konuda tanrı adına kanunlar (fetva) çıkararak yönetmeye başlar. Sonunda
tanrı İslam toplumuna savaşmayı emredince, o artık aynı zamanda savaşçı ve
fatihtir'de. Tanrının yer yüzündeki halifesi olarak her yerde ve alanda tek söz
sahibi ve erkidir. Müslüman'ı ilgilendiren her şey tanrısaldır ve buna yeni
kurulan İslam devleti'nin yönetim esaslarıda dahildir. Bütün bu yeni oluşum
içerisinde Muhammed, İslam'ı yavaş yavaş Hıristiyan'lığın devamı olan bir
anlayıştan ve sonrasında Yahudiliğe göz kırpan bir yorum olmaktan çıkarıp,
zamanla Arap egemen anlayışa sahip bir yapıya büründürür.
Elbette
o dönemde herkesin algıladığı Muhammed'te farklıdır. Çevredeki Bedeviler açısından
o şifacı, tanrısal haber ve hüküm veren bir rahiptir ilk başlarda, Muhammed'in
dağıttığı sadakalar daha çok tanrısının memnuniyeti içindir ve sonrasında yağma
ve talanlardan verdiği ganimet payı ile o artık emri altına girilmesi gereken
büyük bir liderdir. Artık savaş ganimeti almak için bir çok Bedevi kabile,
aşiret ve ferd onun liderliğine yada tanrısına güvenmektedir. Diğer yandan
kabilesinde kariyer yapmak, yada sınıf atlamak için şansı olmayan, yada
kabilesinden kovulmuş olan bireyler için biat edilmesi gereken kaçırılmayacak
bir fırsattır. Bazı aşiretler içinse o mucizeler gösteren sifacı bir rahiptir
ve üstelik tanrısı diğer tanrıları yenmeyede başlamıştır. Gene bazı kabileler
açısından tanrısına verilen zekat ile bilgi ve şifa alınan, önderliği ile
ganimet elde edilen bir rahiptir. Belli bir kesim içinse o bol bol sadaka
dağıtan eli açık bir rahiptir ve desteklemekle gelecekteki sadakalarında
garanti altına alınacağı kesindir. Genel anlamda Arap geleneğine göre sık sık
üstün bir savaşçı lider etrafında birleşen ve yağma ile talana çıkan kabileler
için o ganimet adına etrafında toplanılması gereken büyük savaşçıdır. Belli bir
kesime göre (Müslümanlara yenildikleri için) kesinlikle iteat edilmesi gereken
galip toplumun lideridir, bu nedenle tanrısına da saygı göstermek gerekir. Her
şeyden öte artık o Medine'de önemli bir kesim için Allah'ın sevdiği kulu ve
halifesi olan, kayıtsız şartsız her konuda iteat edilmesi gereken peygamberdir
aynı zamanda, gene aynı kesim için o her iki Dünya'nın tanrı adına tek hükümranıdır.
Bu hükümranlık tanrının halifesi olarak, tanrı'nın yeryüzündeki halifesi olan
İnsan'ların üzerindeki mutlak egemenliği neticesinde tartışılmaz bir
halifeliğin sonucudur.
Medine'ye
göçü ile ölümü arasında geçen sürede Muhammed, gittikçe güçlenen bir ivmeyle
Tevrat'ta anlatılan Yahudi kralları gibi saltanat sürmeye başlar. Siyasi
evlilikler ve boşatarak evlendiği evlatlığının eşide dahil hoşlandığı
kadınlarla yaptığı evliliklerle birlikte ( Süleyman'ın haremine yaklaşamasada),
genede dönemi açısından büyük bir hareme ve cariyelere sahip olur. Mutlak güç
sahibi olmasına rağmen hala o eşitler arasında birincidir Dünyevi
hükümranlıkta, fakat bu sorunu tanrısal esin vasıtası ile söylemine kattığı
ilahi kanunlarla aşar. Özellikle ganimet paylaşımında siyasi manevralar
yapabilmek ve yeni taraftarlar kazanmak ve kazanılan yeni taraftarları memnun
etmek adına yaptığı yanlı taksimatlar, döneminde ilk partileşmelerinde temelini
atar. Özellikle Medine'li Araplar (Ensar) Kureyş'in ardından ikinci planda
kalmaktan rahatsız olurlar ve sık sık şikayette bulunurlar. Dengeleri gözeten
politikaları Mekke'yi feth etmesinden sonra kabilesini gözeten bir politikaya
dönüşünce, İslam toplumu başta olmak üzere Arap yarımadasında memnuniyetsizliğe
yol açar ve ilk isyanlarla birlikte henüz Müslüman olmamış kabilelerle savaşa
yol açar. Ölümü öncesinde Muhammed yaşayan yarı tanrı gibi görülmektedir büyük
bir kitle tarafından, genede ölümlü olduğu ve İslama göre (İslam'ı Arap inanç
ve geleneklerine göre şekillendirdiği için) sonuçta (özellikle yakın
çevresince) eşitler arasında tanrısal seçilim farkıyla halifedir, ölümü sonrası
liderlik bir başkasına geçmek zorundadır ve yerini alacak bir oğluda yoktur.
Özellikle Mekke'nin alınmasından sonra yavaş yavaş kamplaşmalar ve ittifaklar
başlar Müslümanlar arasında. Onun ölümü ile birlikte İslam gerçek anlamda yeni
bir yola ve şekle bürünecektir.
Muhammed'in
ölümü ile alanen ortaya çıkan taraflar arası egemenlik savaşı, Ensar'ın
iktidarı oldu bitti ile ele geçirme girişimini (kendi aralarında ikiye
ayrıldıkları için aslında başarısız olan) son anda öğrenen ve Muhammed'in cenaze
hazırlıkları devam ederken yaşanan pazarlıklar neticesinde iktidarı ele
geçiren, Kureyş'in zayıf aşiretlerinin ortak seçimi olan Ebu Bekir'in iktidara
gelmesi ile egemenlik savaşı kulislere taşınmıştır. Bu arada Haşimiler kendi
aralarında bir birlik oluşturamadıkları ve seçimi yapan taraflarca iktidardan
uzak tutuldukları için uzun bir muhalif döneme girerler. Kureyş'in en güçlü
aşireti olan Emeviler, yani yenilene kadar İslam'ın en büyük düşmanı olan Ebu
Süfyan liderliğindeki Emeviler, iktidarı talep edecek güce henüz sahip
değildirler ve Osman üzerinden muhalefete dahil olurlar. Bu süreçte Ebu Bekir,
tanrının halifesi olan Muhammed'in halifesi olarak (aslında tanım çok uzundur
ve Ömer'in iktidarında kısaltılarak emir ül müminun diye kullanılmaya
başlanmıştır) saltanat koltuğuna oturmuştur. Onun Muhammed'in halifesi ünvanını
alması, dönemindeki savaşlarda İslam birliğinden ayrılanlar açısından,
özellikle Muhammed'in ölümü ile aralarındaki antlaşmanın bittiğine inanan
kabileler açısından da önem arz ediyordu. Ebu Bekir’in kendisine “Resul’ün
Halifesi” unvanını vermesinin geri planında böyle bir düşünce yatmaktadır.
Sonuçta o ve ardılları Allah adına onun dinini yönetmek için İslam toplumuna
lider oldular.
İki
yıl süren Ebu Bekir'in iktidarlığında esas sorun, henüz devlet olamamış İslam
birliğinden ayrılan kabileler ve aşiretler olmuştur elbette. Çoğunlukla kabile
ve aşiretler aslında kendi anlayışlarına paralel olarak, Muhammed ile yapılan
akid bittiği için ayrılmaktadır. Bu arada özellikle yemen ve körfez bölgesi
kabileleri yenilerek biat ettikleri yönetimin güçsüz düştüğünü düşünerek isyan
başlatmıştır, bazı kabile ve aşiret isyanları Muhammed'in hastalanması ile
başlamıştır. Muhammed'i taklit eden peygamberlerin bu savaşlara dahil olmasıyla
isyanlar, Medine, Mekke ve Taif dışındaki tüm Arap yarımadasında büyük bir
başkaldırıya dönüşür. Sonuçta Medine, lokal bir durum arz eden ve bir kaç
kabile dışında kuvvetli bir güç ortaya koyamayan bu isyancıları yener ve elde
edilen genimet ve paylaşımı bazı durumlarda sorun yaratır. Tüm bu süreç
esnasında başta Haşimi'ler, Ensar, Emevi'ler ve kısaca bütün kabileler
egemenlik için mücadeleye başlamıştır. Muhammed'in kızı Fatıma ve onun eşi Ali,
ayrıca miras üzerinden Ebu Bekir'e muhalefet yaparlar. Bütün bu olanların üstüne
Ebu Bekir, ölmeden önce Ömer'i yerine halife adayı olarak bırakınca hırslar
keskinleşir.
Ömer'in
taraflar arası dengeleri gözeten sert yönetimi ve muhaliflerin henüz organize
şekilde saflaşmamış olması nedeniyle muhalefet kulislerde yaşamaya devam etmiştir.
Ömer isyanların bittiği bir dönemde içerideki gücü fetihlere yönelterek
ganimete dayalı İslam sosyo ekonomik anlayışını güçlü bir devlet kurmak için
kullanmıştır. Özellikle Yahudiler başta olmak üzere gayrı mülimlerin Arap
yarımadasından çıkarılması ve direnenlerin ganimet olarak elde edilmesi ve Irak,
Mısır ve Suriye'nin işgal ve kolonize edilmeye başlaması ile birlikte, Ömer
devrinde ilk defa yeni sorunlar baş göstermiştir. Ele geçen ganimet para, köle
vb. mal olarak o kadar çoktur ki Araplar birden hayatlarında görmedikleri kadar
zenginliğe ve ele geçirilen yerlerde mevkilere sahip olurlar. Buna mukabil
Medine'de sahabelerden oluşan bir aristokrasi ortaya çıkar ve hiç bir şey
yapmadan oldukları yerde zenginliklerine zenginlik katmaya ve güçlenmeye devam
ederler, aslında Ömer'de gücünü bu yeni aristokrat zümreden ve ganimetten hatırı
sayılır pay alan askeri liderler ile valilerinden almaktadır.
Bütün
bu göz kamaştırıcı başarıların sonucunda ele geçirilen araziler, İslam ganimet
anlayışına göre fatihlerin arasında pay edilmesi gerekirken Ömer, söz konusu
arazileri fatihler arasında dağıtmak yerine tümünün beytülmale ait olduğunu
ilan etti. Üstelik bunu ganimetlerin dağıtılmasına ilişkin açık ayetlerle
çelişme pahasına ve kendisine yapılan itirazlara rağmen yaptı. Bu durum
özellikle cihad'a katılan herkesle birlikte, zayıf aşiretler ve onlara mensup Medine
aristokrasisinde söz sahibi sahabeler arasında memnuniyetsizlik yarattı. Söz
konusu uygulama aslında uzun vadede şam valisi Yezid ve halefi Muaviye'ye
yaradı. Neticede devletin kasasına fazladan ve yeni kaynaklardan para girmeye
başladı. Aynı dönemde eyalet başkentleri ile Askeri garnizonlara atanan valiler
ve onların emrindeki yerel halktan gelen eski devletin aristokratlarından
oluşan bürokratlar sınıfı ortaya çıkar. Bu sınıf haksız kazanç elde etmek için
tüm sınırları zorlar ve sık sık şeriatın dışına çıkmaktan çekinmez. Tüm bu
olayların sonucun yenilen ve köle olanlar başta olmak üzere, İslam devleti
içerisinde yaşayan gayrı müslümler ile mevali denilen sınıflar ortaya çıkar.
Özellikle köleler özgür olmak adına Müslüman olmaya başlarlar, buna mukabil
ganimet gelirleri azalan fatihler yani askeri sınıf bu hareketi önlemek için
tedbirler alır. Sonuçta içten içe kaynayan bir çok sınıf yönetimden memnun
değildir ve muhalefet gizli gizli ittifaklar kurmakta ve örgütlenmektedir.
Bu
süreçte halife, (Muhammed'in tek başına kullandığı) dini, askeri ve siyasi
yetkisini eyaletlere atadığı Vali, ordu kumandanı ve sonradan Kadı olarak
adlandırılacak olan dini lidere devreder. Sonuçta Küfeliler, Basralılar,
Şamlılar ve Mısırlılar kendilerine gönderilen bu din adamları sayesinde ve
onların yorumladıkları şekilde islamı öğrendiler ve şekillendirdiler. Bu durum
İslam'daki ilk partileşmeninde başlangıcı oldu. Bir başka deyişle siyasi
görüşler ve dinsel öğretiler aynı anda bu yeni eyaletlere aktarılmış oldu.
Artık Medine'deki muhalefet ve güç dengeleri yavaş yavaş ilerde etkili
olacakları ve mezhepleri oluşturacakları eyaletlere doğru kaymaya başladı. Her
kabile ve aşiret bu yeni eyaletlerin belli bir yerinde yada tamamında etkin güç
haline gelecek etkinliği başlattı. Kabile ve aşiretler arası egemenlik
savaşları eyaletlere taşındı ve güçsüz düşen aşiretler en uzak eyaletlere göç
etmek zorunda kaldı.
Ömer
ölmeden önce içinde bulunduğu güç dengelerini de gözeterek her bir muhalif
partiden bir aday olmak üzere 6 kişiyi (halefini kendi içerisinden seçmesi
için) aday gösterdi. Bu adayların öne çıkan vasfı ise “ilk Müslümanlardan
oluşları, Muhammed'e yakınlıkları” ve ''Aşere-i Mübeşşere’den'' yani henüz
hayatta iken Muhammed tarafından “Cennetle” müjdelenmiş olmaları idi. Bu 6 kişi içerisinde sultan olmayı en uzun süredir
bekleyen elbette Osman'dı. Sonradan Ali'nin iktidarında ayaklanarak egemenlik
iddiası ile ortaya çıkacak ve Muhammed'in akıllı ve bir dönem siyasetinde
içerisinde olan eşi (ve aynı zamanda Ebu Bekir'in kızı olarak ayrı bir öneme
sahip) Ayşeyi'de aralarına alarak iç savaşın ilk çarpışmalarını başlatacak
Zübeyr ile Talha heyetin en zayıf isimleridir. Heyetteki b. Avf ile Ebi Vakkas
aslında daha ılımlı ve geri kalan toplumu hoşnut etmek için heyete alınmış
isimlerdir ve hiç bir şanslarıda yoktur. Çekişme Haşimiler adına Ali ile
Emeviler adına Osman arasında olur ve heyetteki 4 isim (genel olarak Medine
aristokrasisi) dışarıdan yönetebileceklerini düşündükleri Osman'ı iktidara
seçerler.
Osman
bir ömür beklediği iktidara kavuştuğunda neler hissetti bilemeyiz, ancak
Emeviler'in bu seçime çok sevindiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Osman ilk
bir kaç yıl Ömerin Hassas dengeler üzerine kurulu olan atamalarına ve
uygulamalarına dokunamadı ama yavaş yavaş kendi aşiretini devletin her
kademesine yerleştirerek kadorlaşmayı başlattı. 5 ila 6 yıl içerisinde devlet
neredeyse tamamen Emevi aşiretinin eline geçmiştir artık. Bu arada Osman islam
kanunlarını açıkça çiğnemekte bir zorluk görmez, yapılan tüm İslam şeriatına
aykırı uygulamalara özellikle Medine Aristokrasisi ses çıkarmaz, bir kaç cılız
ses ise sürgüne gönderilir yada inzivaya çekilmeleri sağlanır. Artık yeni
kurulmakta olan İslam devleti açık ve alanen Emevi'lerin ihtiraslarını doyurmak
için çalışmaktadır. İdarecilerin haksız kazançları, kötü ve zalim yönetimi
İnsan'ları isyana teşvik eder, unutulmamalıdır ki İslam'a aykırı alınan hukuki
kararlar en az bunlar kadar İnsanları kızdırmıştır. Nihayetinde Osman'ın keyfi
uygulamaları, iktidarının son 5 senesinde alanen tepki çekmesi ve karşı
seslerin açık itirazının duyulmaya başlaması ile birlikte iç savaşın
cepheleşmelerinide beraberinde getirir.
Neticede
eyalet başkent'lerinden gelen ve Medine'dekilerle birleşen, değişik muhalif
gruplara üye kişilerden oluşan bir isyan ordusu, Medine aristokrasisininde
desteğiyle Osman'ı iktidardan çekilmesi için zorlar. Bu süreçte Medine
içerisinde, seçkin sahabelerden oluşan Medine Aristokrasisine mensup kişiler, (ileride
kan davası güdülmemesi adına) bir katliamın önüne geçmek için çaba gösterirken,
aynı zamanda söz konusu isyancı grubun uzun bir süre Osman'ı istifaya zolamak
için Medine'de terör estirmesine göz yumar. Bu arada Emeviler hemen Medine'nin
dışında hatırı sayılır bir askeri gücü konuşlandırmış ama olaylara müdahale
etmemiştir. Yaşanan aslında muhalif partilerin güç savaşıdır ve bu da Osman
üzerinden oynanmaktadır. Bir ara Osman'nın (yada yeğeninin) yazdığı bir teminat
mektubu ile Medine'den ayrılan isyancı grubun asli kısmı, Osman'ın özellikle
Medine Aristokrasisini çok sinirlendiren Cuma hutbesi ve Osman'ı taşlayarak
kovmaları üzerine geri döner. Netice'de Osman iktidarı bırakmamakta direnince,
özellikle Emeviler'in işine yarayacak olan kaçınılmaz son yaşanır ve 3. halife
2.si gibi bir süikastle kamuoyunun gözü önünde öldürülür. Osman'ın katli
aslında eski bir Arap geleneği olan ve her kabileden bir kişinin katılımı ile
gerçekleştirilen kadim siyasi cinayet geleneğine uygun yapılmıştır, hatta
sonradan Ayşe yolu ile hadis rivayet edilerek tarih kısmen değiştirilmeye çalışılsada,
katilleri arasında kadim dostu Ebu Bekir'in oğlu gibi çok yakın tanıdıkları ve
sahabe vardır aynı zamanda. Medine'de uzun bir süre kaos hakim olur, Medine
Aristokrasisi Osman'a o kadar kızgındır ki cenazesi uzun bir süre kaldırılmaz
ve en sonunda gizlice bir gece yarısı bir kaç kişi ile kaçırılmak istenirken
Medine'liler durumu fark eder ve cenaze alayını taşlarlar, sonuçta namazı bile
kılınmadan Yahudi mezarlığına defnedilir.
Aynı
saatlerde Ali, Peygamberin mescidinde kendisini tanıyanlarca Halife seçilir.
Aynı günlerde Talha ile Zübeyr açıkça egemenlikten pay isterler, red edilincede
başlamış olan iç savaşın da etkisi ile Mekke'ye geçerek muhalif isyanlarını
organize etmeye başlarlar. Herkes şimdi ortak hareket ederek
gerçekleştirdikleri cinayet üzerinden Ali'yi sıkıştırmaya başlar, Talha ile
Zubeyr tıpkı Emeviler gibi Osman'ın katillerinin cezalandırılmasını isterler.
Sahabeler ve kabileler zaman içerisinde ağırlık ve güç dengelerini eyaletlere
kaydırdıkları için gerek Ali gerekse Talha ile Zubeyr Medine ve çevresinde
savaşamayacaklarını anlayınca güçlü olduklarını düşündükleri eyaletlere
çekilirler. İki grup arasındaki savaşı Ali kazanır, rakiplerinden bir tek
Ayşe'nin canını bağışlar. İç savaşın bu ilk muharebesinde sahabe'lerin büyük
bir çoğunluğu ölür. Ali artık açık açık egemenlik mücadelesi veren Muaviye ile
savaşmak için hazırlıklarını bitirir ve Şama doğru ordusunu yola çıkarır.
Muaviye yapılan savaşta ilk defe eski bir Arap geleneğine uyarak kutsal argümanları
kullanır ve savaş alanından yenilmesine ramak kala yaptığı manevra neticesinde
tam olarak kabul edilmemişte olsa halife ünvanı ile ayrılır.
Bu
süreç Ali önderliğinde birleşmiş olan kabilelerin bazılarının ayrılarak kendi
halifelerini seçmeleri üzerine iki cepheli ve üç ordulu bir iç savaşa dönüşür.
Ali kendisinden ayrılanlarla yaptığı muharebeler neticesinde onları sindirir ve
tekrar Muaviye ile halifelik üzerine savaşa girer ve kaybeder. Ali'nin ölümü
üzerine büyük oğlu halife seçilir ama oda 4 ila 6 ay içerisinde hatırı sayılır
bir para bazı siyasi iltimaslar karşığılında halifeliği Muaviye'ye bırakarak
sahneden çekilir. Gerek Haşimi'lerin içerisindeki liderlik yarışı, gerekse Ali
oğullarının kendi içerisindeki çekişmeler kendi aralarındaki birlikteliği
zorlar. Haşimiler içerisinde iktidarı ele geçirme isteği bir süre sonra Ali'nin
ikinci oğlu üzerinden Muaviye'ye karşı ayaklansada fazla destek bulamadan
hungarca katledilerek sonlandırılır. Artık Emevilerin devri başlamıştır,
üstelik Mekke'de iktidarı kaybettikten yaklaşık olarak 30 yıl sonra, zorla
kabul ettikleri İslam'ın mutlak sultanları olarak.
Muaviye
ile başlayan Emevi hanedanlığı ile birlikte Arap geleneklerine göre yeni bir
İslam devleti kurulmuştur. Emeviler güçlerini büyük oranda Arap kabilelerin
kendilerine biatından almışlardır. Bu tarihten itibaren 20. yy başlarına kadar
sürecek olan birden fazla halife'nin hüküm sürmesi sürecide başlamıştır.
Emeviler atadıkları valiler aracılığıyla eyaletleri sıkı bir takip altında
tutarak, topladıkları vergiler ile besledikleri bürokrat sınıfı kullanarak
iktidarlarını sağlamlaştırmışlardır. Bu süreçte (öne çıkan) özellikle uzak
eyaletler başta olmak üzere Arap olmayan eyaletlerin her bakımdan sömürülmesi,
Mevali'nin üzerinden bir rant ortamının yaratılması ve asli unsur olan
Müslüman'ların Arap olmadıkları gerekçesi ile Müslüman'lıklarını tanımama ve
onlardan daha fazla vergi alma yoluna gitmeleri neticesinde, halk herkesimden
sınıfları ile Emevi iktidarına karşı sık sık ayaklanmış ve her fırsatta
mücadele başlatmıştır. Emeviler işi o kadar ileri götürürlerki, Arap olmayan
yada seçkin bir aşirete Mevali olarak mensup olmayan Müslüman sayılmamaktadır,
bu nedenledirki en büyük muhalefet ve direnişi ise Mevali sınıfı ortaya koyar.
Ömer'in
ganimet üzerinden gelen arazileri devlete ve bazı seçkin yerel kişilere
ayırmasına başlangıçta itiraz etmeyen askeri sınıf neticede Emevi
hanedanlığında artık ganimetin en değerli kısmını ellerinden kaçırmış olmanın
verdiği bağımlılık ile sultanın emrine bakar olmuştur. Bu nedenle sık sık
ortaya çıkan anlaşmazlıklar (iç savaşın devamı niteliğinde) özellikle uzak
eyaletlerde ayrılıkçı isyanlara ve kısa süreli bazı hükümranlıklara dönüşen
savaşlara yol açmaktadır. Gene aynı şekilde sık sık çıkan isyanlarda ganimetin
yeniden taksimini isteyen askerlerce eyalet kasaları yağmalanıyordu. Uzun bir
süre Emeviler Suriye, Mısır ve Mezopotamya dışındaki eyaletlerde açık ve gizli
muhalefet ile mücadele etmiş ve bu toprakları ancak zor kullanarak ellerinde
tutabilmişlerdir. Yaklaşık bir yüz yıl süren iktidarlarında, gizliden gizliye
diğer siyasi asli unsurlarla ittifak yapan Haşimiler'le mücadeleleri devam
etmekle beraber, asıl mücadeleyi yeni ortaya çıkan Mevali sınıfı ile
yapmışlardır. Sonuçta iktidarlarını gene Mevali sınıfa dayalı olarak ortaya
çıkan ve Haşimi'lerin iktidara en yakın aşireti olan Abbasi'lere devrederek
tarih sahnesinden silinirler.
Mevali
sınıfını ve ortaya çıkışını kısaca anlatmakta fayda var. Mevali klasik Arap
geleneklerine göre; köleyken özgür olan, eski sahiplerine hukuken bağlı kalan
ve o kabile içerisinde anılan yada Hicaz'da yaşayabilmek yada ticaret
yapabilmek için kuvvetli bir kabileden sığınma ve kısmi vatandaşlık alan kişidir.
Ömer ve Ali döneminde uzak eyaletlerdeki istisnalar dışında mevali toplumu
hukuki bir ayrım görmemekle beraber, Arap geleneklerine paralel olarak
fiiliyatta ikinci sınıf vatandaştır. Emevi iktidarı ile birlikte sayıları
gittiçe artan ve köle olarak para eden kişilerin Müslüman olmasına paralel,
maldan zarar ettiklerini gören Arap fatihlerin Müslüman olmayı zorlaştırması,
buna rağmen Müslüman olanların hala kafir statüsünde tutulması ve
vergilendirilmesi hızla yaygınlaşır. Tüm bu engelleri aşan ve Mevali statüsüne
kavuşan kişi İslam toplumunda hala ''abd'' köle ismini taşımaya devam etmiş,
kendilerine mahsus camilerde ibadet ve orduda ancak (en az ganimet elde edilen)
yaya asker statüsünü elde edebilmişlerdir. Mevalinin şeriata uygun olarak
ganimet almasını istemeyen Arap'larca, uzun bir süre her alanda ikinci sınıf
vatandaş olarak baskı görmesi, onu farklı muhalif yönlere ve özellikle
isyanlara da sevk etti. Tüm bu süreçte iktidarlar meşruiyetlerini aldıkları
Arap kabilelerini memnun edebilmek için, halkı harac verir halde tutabilmek
mecburiyetinde olduğunu gördü, hattâ bu halk islam olmuş olsa bile. Mevali sınıfının İslam'i
düşüncenin şekillenmesindeki rolü kader (diğer dört ana konu dahil) tartışması
sonucunda ortaya çıkan dönemde ele alınacaktır.
Abbasi
iktidarı içinden çıktığı Mevali kültürüne paralel bir seyir içinde yer alır
başlangıçta. İktidarını güçlendirdikten sonra oda Arap geleneklerine sarılır ve
Emevi'leri aratmıyacak bir zorba rejimi dayatır tüm eyaletlere. Emevi'lere
muhalif olan gruplar bu sefer Abbasi'lere muhalefet etmeye başlar, benzer
sorunlar ve istekler gündemden düşmez. Bazı islahat çalışmaları yapılmaya
çalışılsada Abbasi dönemi genel olarak isyanların ve ayrılıkçı savaşların
dönemidir. Özellikle uzak eyaletler tam bir sömürü içerisinde zaman zaman
İnsan'lıktan çıkan valilerce mutlak egemenlikle yönetilir, buna mukabil zamanla
Abbasi halifeleri iktidarını özellikle köle Türkler'den oluşan bir ordu ile paylaşmaya başlar, onlar artık
fiiliyatta sadece Bağdat'ın yöneticisidirler. O dönemde eyalet valileri için
kullanılan terim ''bir eyaleti yemek veya onu bir dişi deve gibi sağmak''
şeklinde tercüme edilebilir. Neticede gittiçe güçlenen yeni köle askeri sınıf
zaman içerisinde Abbasi'leri iktidardan devirerek yönetimi ele geçirirler.
Kısaca
özetlemeye çalıştığımız İslam'ın ilk 4 yy.lık sürecinde genel anlamda siyasi
hayat bu yönde seyretmiştir. Özellikle Muhammed'in en yakın çevresinden olan
ilk dört halifenin üç tanesinin katledilerek öldürülmesi ve sahabe'nin
Emeviler'in iktidarı ele geçirdiği sürece kadar kendi içinde bir birini
öldürmesi, dönemin vehametini bizlere anlatmaya yeter. Buna paralel olarak dini
hayatta kendi gelişimini siyaseti etkileyerek ve şekillendirerek sürdürmüştür. Muhammed’in
ölümünden önce başlayan siyasal otoriteyi elinde bulundurma isteği ve buna
bağlı olarak ortaya çıkan tartışmalar, dinsel düşüncenin şekillenmesine etki
etmiştir. Belirli kişilerin siyasal liderliğini savunan ve taraftarı olanlar, her
zaman bu taraftarlıklarını destekleyen dinsel kanıtlar bulma arzusunda olmuşlardır.
Bu dönemde din ve siyasetin de açık bir şekilde iç içe oluşu, siyasal
otoritenin onayladığı yada red ettiği dinsel görüşlerin oluşmasını beraberinde
getirmiştir. Muhammed sonrası dönemde Müslüman toplumda ortaya çıkan düşünsel
tartışmalara bakıldığında, genel olarak iki eğilimin egemen olduğu
görülmektedir. Bunlardan birincisi, taraftarları ashâbu’r-re’y olarak isimlendirilen, düşüncelerinde aklı
önceleyen ve dini öğretiyi akılcı yorumlayarak rasyonel bir düşünce geliştirme
eğilimidir. İkincisi ise; hadis taraftarları ashâbu’l-hadis olarak
isimlendirilen, Muhammed'ten rivayetleri ve içeriğini öne çıkararak dini
öğretiyi belirleme eğilimidir. Bu sınıflandırmada görüşün yani aklın karşısında
dogma olarak hadisin yer alması, inanç ilkelerinin çoğunluğunun hadisler
vasıtasıyla ortaya çıkmasından kaynaklanmaktadır.
Arap
toplumuna İslam ümmeti olarak sonradan dahil olan, Arap olmayan unsurların
siyasete dahil olma ve hatta egemenliğe talip olma talepleri, klasik Arap
siyasi ve dini yaşamınıda değiştirmiş ve dönemin siyasi hareketleri ile
paralellik arz etmiştir. Bu süreçte İslam toplumunda yeni bir çok sınıf ortaya
çıkmaya başlamıştır, özellikle Mevali'nin toplumda kariyer yapmasının en
garanti yolu olan, dinsel metinlerin yorumlanması ve yeni İslam ümmetine
açıklanması ihtiyacı neticesinde bir Alim (ruhban) tabakası yavaş yavaş ortaya
çıkmaya başlamıştır. Bu sınıfın kökeni elbette Muhammed'in en yakın ve İslam
konusunda bilgili arkadaşlarından seçilen, ilk dönem eyaletlerde görev yapmış,
dini bilgiden sorumlu olan öncü din adamlarıdır. Bu din adamlarının İslamı
algılayış biçimleri, bölgesel din ve gelenek'lerin devamı olan inançlar ve
zamanla oraya yerleşen sahabe'nin İslamı anlayışı ve buna paralel toplumu
etkilemesi neticesinde, bu yeni Alim (ruhban) sınıfının İslam'ı yorumlama ve
tanımlama şeklide ortaya çıkmıştır. Bu algılamayı etkileyen en önemli
etkenlerden biriside ilk 3 yüz yıl boyunca toplumu şekillendiren ana etmen olan
Arap olma kavramıdır, Arap olmayanların ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmesi,
hatta uzak eyaletlerde yeni müslümanların hala köle olarak tanımlanması, İslami
söylemi geliştirme açısından büyük bir etken olmuştur. İslam öncesi ve ilk
dönem İslam toplumunda sosyo politik ve sosyo ekonomik gelişim kabaca bu
şekildedir.
Özellikle
Arap toplumunun İslam öncesi ve sonrası yaradılış inancını tanımlamakta da
fayda vardır. İslam öncesi Arap toplumunda yaradılış dinsel algı içerisinde çok
büyük bir yer tutmamaktadır, klasik kabile din algılayışına uygun olarak
gelişen kabile tanrısının seçilmiş İnsan'ları ve diğer barbarları yaratması
inancı bu bölgede de yaygın görülen bir itikatdır. Henüz Muhammed'ten yaklaşık
50-60 yıl önce yeni yeni gelişmeye başlayan yaratıcı göksel bir tanrı
algılayışı, tam olarak yerleşmemiş ve oluşturulmamış olsada, tanrı karşılığı
kullanılan El-İlah kavramı Mekke'de belli bir dar çevrede yaratıcı tanrı
kavramına ve ismine dönüşmüştür. Özellikle Kureyş içerisinde tanrıların keyfi
yaratma ve yok etme kavramı yerini yavaş yavaş yaratıcı bir tanrı fikrine
bırakmaya başlamıştır, bu süreçte Allah tek yaratıcı tanrı değildir bölgede
elbette ama Muhammed'i etkileyen tek tanrı figürü olduğu kesindir. Mekke'de
belli bir etkinliğe sahip olan Hıristiyanlık, bu kesimi muhakkak ki bir şekilde
etkilemiştir. Bu ortam içerisinde Muhammed peygamberlik hayatına başlarken,
başlangıçta ahlaklı ve yaratıcı bir tanrıdan bahseder, yaradılış çok sonraları
ve Mekke dışı kabilelerle görüşmeler esnasında şekillenmeye başlar. Klasik orta
doğu Sümer kökenli ilk İnsan üzerinden anlatılan yaradılış, Kenan bölgesinde
ortaya çıkan ve Anadolu kökenli yaradılış efsanelerinden etkilenen üstün
kral/rahip bir savaşçı İnsan üzerinden anlatılan yaradılış ve Arap inançlarına
dayanan bir yaradılış anlayışı İslam'da var olan yaradılış efsanesininde
kökenlerini ve ana unsurlarını oluşturur.
İslam yaradılış mitolojisine göre tanrı ilk
olarak Muhammed’i yaratıyor, daha sonra onun varlığı hürmetine evreni ve diğer
varlıkları yaratıyor. Adem’den önce, melekleri, cinleri, iblisleri ve evreni
yaratıyor, yani yaratılan tüm canlı ve cansız varlıklar sırf Muhammed vücud ve
mana bulsun diye yaratılıyor, tersinden okursak konuyu; tanrı yaradılış kurgusunda
üstün bir varlık (Muhammed) yaratıp sonra onun çevresinde dönen bir evren
mekanizması tasarlıyor, İslama göre uzun ve İnsanlık ile diğer mahlukatlar
adına zahmetli bir süreç başlıyor böylece. Adem’in yaradılışı bu yüzden sadece
İnsanlık adına değil tüm mahlükat adına önemli oluyor. Yaradılış esnasında
sadece İnsanı kendi suretinde ve yeryüzündeki halefi olarak yaratıyor, yani
aslında zürriyetinden Muhammed’i ortaya çıkaracak olan İnsanlığı kendi
suretinde yaratıyor. Muhammed tıpkı İsa’nın Hıristiyanlığın da İnsanlığı
kurtarması kabilinden bir ilahi hediyeyle, İslamiyet doğrultusunda kendi varlığı
hürmetine, İnsanlığın tanrı suretinde yaratılmasını sağlayarak, daha büyük bir ilahi
hediyeyi İnsanlığa armağan ediyor aslında.
Ademe dönecek olursak, tanrı Kuran'da Adem'i
(doğal olarakta İnsanlığı) diğer mahlükatlara tanıtırken halife sıfatı ile
tanıtıyor, yani kendi suretinden yarattığı İnsanı, aynı zamanda kendisinin yer yüzünde ki
halifesi olarak tüm mahlükata takdim ediyor. İnsanoğlunun kaderi zaten Muhammed
yaradıldığında yani onun nuru için ol dediği anda gerçekleşmiş olduğu için, tanrı
kendi adına diğer canlı ve cansız varlıklara hükümranlık yapması için Ademi
(İnsanoğlunu) yarattığı anda ve sonrasında baştan kurguladığı bir senaryonun
gerçekleştiğini biliyor. Tüm bu olanları ve olacakları tanrı daha sadece ortada
Muhammed'in nuru, arş ve bir kaç küçük ayrıntıyı yarattıktan sonra yarattığı Levh-i mahfuz'a
baştan sona yazıyor.
Özetle tanrı ortada canlı cansız hiçbir şey
yokken Muhammedi yaratıyor, sonrasında onun için bilindik evreni ve tüm
mahlükatları yaratıyor, Muhammed’in var olabilmesi için bir zürriyet kurguluyor
ve onun için Adem’i (İnsanoğlunu) yaratıyor (şeytan onları cennetten kovrudana
kadar, Adem ilk başta cinsellikten habersiz bir yaşam sürüyor), İnsanoğlunu yani Adem’i yeryüzünde halifesi
olarak atıyor tanrı, bütün bu olanlar diğer mahlükatları kızdırıyor ve
gücendiriyor. Bu süreçte zaten Muhammed olmasa evrende olmayacağı için, aslında
sadece Muhammed İslamı yaysın diye bir İnsanlık silsilesi ve tufanlarda dahil
bir çok felaketi içeren İnsanlığı deneme sürecinide mecburiyetten yaratmakla
kalmıyor kendi keyfiyetine göre kurguluyor bu tarihi. Teolojik felesefeye göre
tanrı ancak yaratırsa tanrı sıfatına kavuşabileceği, ondan önce tanrı
olamıyacağı için, mitolojide ki anlatım aslında Sümer kökenli yaradılış
efsanesine benzer bir şekilde tanımlanıyor. Her şey ol demesi ile olacakken
burada eski yaradılış efsanlerinden yapılan alıntılar neticesinde, özellikle
Yahudi yaradılış efsanelerinde (Sümer kökenide buradan gelmektedir) aktarılan
söylenceler, Arap din inancına adapte edilerek klasik söylemle günlere ve hatta
sonraki söylemler saatlere bölünerek detaylı bir tarif yapılıyor. İslam'da tanrı'nın
ol demesi neticesinde yaradılış gerçekleşirken, ol emrini vermeden önce tanrının
yaradacağı şeyi tasarlamış olması gerekliliği sonucu, İslam'ı Levh-i mahfuz ve
orada yazılı olan Kader anlayışına götürür.
Kuran'da İslam düşüncesinin geliştirdiği, her
şeye kudreti yeten tek tanrı inancına paralel olarak bir şeyi dilemesinin
yaratmak için yeterli olması kavramı, sık sık eski söylencelerle çakışarak,
tanrıların yaradılışı günlere yayması ve bunu o dönemin primatif bilimsel
algılayışına paralel yapması ile anlatılır. Özetle bu mitolojik söylemde tanrı,
eski söylemlerde olduğu gibi her şeyi tek tek taratıyor ama artık onun gücü her
şeyi bir anda yaratma gücünüde içeriyor. İslam'da bu genel algılayışa muhalif bir
çok yaradılış anlatımı ve inancı varsada, İslam mitolojisi genel anlamda
Muhammed'in etrafında şekillenen bir yaradılışı anlatılır. Buna mukabil
özellikle Kuran içerisinde bu söyleme ters gelecek olan, İnsan'ın sınanmak
amacıyla yaratıldığını belirten Muhammed merkezli olmayan ayetlerde vardır.
Yaradılışın diğer unsurlarını Kader bölümünde ele alarak mitolojik anlatımdaki
bütünlüğün anlaşılması sağlanacaktır.
Yaradılış
ve kader algılamasında önemli yer tutan Levh-i mahfuz inancı İslam'a, kökeni
Sümerli'lerin mitolojisinden çıkmış ve Ortadoğu'daki tüm inançlara işlemiş olan,
tanrıların emirlerini bir levhaya yazarak gökyüzüne asmaları inancıyla (Babil
mitolojisinde en açık anlatımına kavuşmuştur) şekillenmiş Yahudi ve İslam
öncesi Arap politeist inancından girmiştir. Musa'nın gökyüzünde tanrısı ile
görüştükten sonra, ondan aldığı 10 emrin yazılı olduğu levhaların da (benzer
bir çok mitolojik anlatımda olduğu gibi) aynı mitolojik kökenden geldiği
unutulmamalıdır. Keza aynı şekilde (modern iletişim araçları çıkmadan önce)
yöneticilerin kanun ve emirlerinin bir tablete yazılarak meydanlara ve
tapınakların duvarlarına asılmasıda ilahi saltanatın aynı mitolojik kökenden
gelen bir çeşit Dünyevi yansımasıdır.
Levh-i
mahfuz olarak adlandırılan, ilahi kanunların ve tarihin yazılı olduğu
belirtilen levhanın başında ''Allah'tan başka ilâh yoktur. O birdir, dini İslâm'dır. Muhammed onun kulu
ve elçisidir. Allah'a iman edip, vaadini doğrulayan, peygamberlerine tabi olan
kimseyi Allah, Cennet'ine koyar'' yazması Muhammed'e hiç bir üstün İnsanda var
olmayan bir üstünlük bahşeder, o adı tanrı ile anılan bir üstün varlıktır.
Yaradılış efsanesindeki Muhammed'in ilk yaratılması söylemini bu ve
beraberindeki Adem'in bu levhayı görmesi üzerine yaptığı tanrı ile konuşmasını
aktaran hadis pekiştirir. Buna rağmen ilk yaratılan şeyin ne olduğuna dair
İslam mitolojisinde derin bir anlaşmazlık da vardır, mitolojik kurgu ne olursa
olsun Levh-i
mahfuz içerisinde
Muhammed'in adının tanrının adından sonra anılması esastır.
Bu kutsal
levhada tanrı daha yaratmaya başlamadan önce, yaradılışı yazmak için yaptığı hazırlığından,
sonsuza kadar olacak olan tüm olaylara kadar yazıyor, daha sonra kader olarak
adlandırılacak olan her şey içerisinde var. Kutsal levha kavramı bazı İslami
tarikatlarda kutsal melek olarakda algılanmaktadır. Genelde Taberi ve
çağdaşlarına dayanılarak değerli maden ve taşlardan oluştuğu betimlenir. Değişik
ayetlerde Levh-i
mahfuz içerisinde
İnsana dair olan her şeyin yazılı olduğu, orada yazılı olmayan hiç bir şeyin
İnsan tarafından yapılamıyacağı yada başına gelemiyeceği, rızkı, eceli, inancı
vb. her şeyin orada yazılı olduğu ve bunun asla değiştirilemiyeceği, her şeyin
eksiksiz bir şekilde kaleme alındığı yazar. Bu noktada yaradılış ve Levh-i mahfuz kavramları kaderin temelini
oluşturur.
İslam'da
kader inancını anlayabilmek için İslam öncesi Arap inançlarını bilmekte fayda vardır
özelliklede Dehr inancını. İslam öncesi Arap din inancı içerisinde Dehr,
neredeyse bölgedeki bütün politeist inanca sahip Araplarca benzer şekillerde
benimsenmiştir. Bu inanca göre Dehr ''tayin edilmiş süre''dir, bu süre
içerisinde zaman (yaşam) İnsan'ın doğumuna, rızkına, cinsiyetine, ölümüne, vb.
bir çok unusura karar verir. Araplar,birçok hususun dehr (zaman) ve eyyâm (günler)
diye adlandırılan kaçınılmaz bir kudret tarafından ezelde tayin edildiğini
düşünmüşlerdir. Tekrar dirilme ve
sonrasında sonsuz yaşam fikri yoktur. Dehr,
salt zamanı ifade etmenin ötesinde (kaderci şekilde) İnsanın varlığını kontrol
altında tutan ve daha önceden insanlar için takdir edilenden (yeri ve zamanı
geldiğinde), onlardan kaçmasının imkan dışı olacak bir şekilde icraatta bulunan
bir faktör olarak hem iyi hem de kötü talihin ''çoğu zaman kötü talihin''
yaratıcısı olarak somutlaştırılır. Araplar, özellikle insanın ölüm vakti ile
rızkının daha önceden belirlendiğine inanmışlardır. Bütün bu durumun bir
bilinmezlik olarak İnsan yaşamı boyunca devam etmesi ve tanrıların yaratımdan
sonraki hayata müdahale etmemesi inancın ana fikridir. İslam öncesi Arap inancındaki
kader kavramı ile İslam sonrası Arap inancındaki kader kavramı arasındaki temel
fark, daha önceden belirlenmiş olan kaderin belirleyicisinin kim olduğu
noktasında ortaya çıkmaktadır.
Kısaca
özetlenen sosyo politik, sosyo ekonomik ve sosyo kültürel yaşam'ın kırılma
noktası Muaviye'nin iktidara gelmesinden sonradır. Muhalefet, (başlangıçtaki
büyük etkilerine rağmen) Hariciler dışında kutsal kentler ile belli başlı
eyalet başkentlerinde dinin yeniden şekillendirilmesi üzerinden yapılmaktadır.
Buna mukabil ömrünün büyük çoğunluğu babasının yanında, İslam ile mücadelede
geçmiş olan yeni halife Muaviye, iktidarı adına ilk önce savunmaya geçer,
iktidarının yasal (şerita uygun) olmadığına yönelik iddialara o, iktidarının
tanrı izniyle bir kader olduğunu ve yaptıklarının da ''Allah'ın kaderi''
olduğunu söyler. Daha önce ferdlerin üzerinden yapılan ve kısmen Muhammed
tarafından tarafların ikna edilmesi üzerine kapanan konu, zamanla kişisel merak
ve bilgi edinme düzeyinde seyrederken (doğruluğu oldukça tartışmalı) bir
iddiaya göre Muhammed kaderi tartışmayı yasaklar. Açık bir yasağın olmadığı,
konunun özellikle toplum önünde alanen tüm sınıflarca tartışılmasından belli
olsada, kader mevzusu tıpkı (liderlik hakkı) imamet, (liderin
cezalandırılabilmesi için) büyük günahı işleyenin durumu ve (diğer dört konuyu
yaratabilmesi için) tanrının sıfatları ile birlikte ve aynı zamanda egemenlik
mücadelesinin merkezinde yer alarak şekillenmiştir.
Burada
parantez açmakta fayda var; İslam din adamlarının büyük çoğunluğu, özellikle
cennetle müjdelenmiş sahabeler ve ilk dört halife'nin iktidar mücadelesine
girmesini ve onların üçünün katledilerek öldürülmesini, ensar'ın bu mücadelede
önemli bir taraf olmasını, kısaca iç savaşı ve Müslüman'ın Müslümanı
öldürmesini, yani yukarıda özetlenen İslam tarihini açıklamak adına, Osman'ın
iktidarının son dönemlerinden itibaren dine siyasetin karıştırıldığını iddia
ederler. Halbuki İslam zaten siyasetin kendisidir ve bizzat Muhammed tanrı
adına yeryüzünde onun dini için hükmetmiştir. İslam'da her şey dinin içerisinde
kabul edilir. Amme ve medeni hukuk (mülk yani şeriat) bizzat Muhammed
tarafından tanrı adına ve rızasına mukabil uygulanmıştır. Mirastan, evlenmeye,
cinsel hayattan, yeme içmeye, ticaretten savaşa vb. her şey İslam'a göre ve
tanrının bizzat Muhammed'e esinlenme aracılığıyla öğretmesi sonucundadır. Doğal
olarak Müslüman'lar kısaca şeriat denilen bu dini kanunlara uymak zorundadır.
Din zaten iktidarın kendisidir, İslama göre ''Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır...''
(Nur Suresi - 42. Ayet, Ali İmran suresi - 189. Ayet yada Casiye Suresi - 27.
Ayet'ler)
ile mülk (yasa, kanun, Dünya) tanrınındır, Kuran'da
da mülk ile hükümranlık aynı anlamda kullanılmıştır ve bunu yönetmek halifesi
olan Muhammed'e bırakılmıştır ölümüne kadar, ölümünden sonra ilk halife
özellikle ''Allah'ın halifesinin halifesi'' ünvanını alır, Ömer dengeleri
gözetmek adına bu uzun ünvanın ''müminlerin halifesi'' kısmını kullansa da, o
ve ardılları ''Allah'ın halifesinin halifesidirler''. Büyük ihtimalle Mervan
döneminden itibaren imam (lider) gene ''Allah'ın halifesi'' ünvanı ile
tanımlanır ve sultan olması gerektiği gibi tanrıdan aldığı emirle gene tanrı
adına yönetir devleti.
İlk
yüz yılda kader meselesi tartışmalarında, tarafların argümanlarının tamamı
Kuran'a dayanmaktadır. Mekki dönem başlarında Muhammed, kişinin yaptığından sorumlu olmasını ve özgür
iradeyi (cüzi iradeyi) kabul ediyordu. Medine'de gittikçe kişinin hür olmadığı
doktrini üzerinde durdu ve klasik Arap dehr analayışını kader inancının
merkezine oturttu. Kuran içerisinde yer alan bu iki zıt kader görüşü doğal
olarak her kesimden iddiayı bir yere kadar destekler hale geldi, fakat bir
yerden sonra salt Kuran ayetlerine dayanan yorum şekli tartışmaları tıkanma
noktasına getirdi. Kazanmak adına ilk yüz yılın sonlarından itibaren hadisler
devreye girmeye başladı. Burada özel bir hadis
yazımından söz etmekte fayda var. Hadis yazımının Muhammed'in Medine'deki
saltanatının sonlarına doğru serbest bırakıldığına yönelik kanıtlar var. Bu
nedenle bir çok Müslüman uzun bir dönem, sadece ezberlemek için hadisleri yazıp
sonrasında yazılı materyali imha ederken, sonrasında ancak imkanı olanların
bazıları yazıya aktarmaya başladı, fakat gene bunların önemli bir kısmı
öldüklerinde bu hadis külliyatının imha edilmesini vasiyet etti.
Muaviye'nin
iktidarının başlarında elde çok az sayıda yazılı metin vardı, henüz kağıt
yapımı Arap'larca bilinmediği için kitaplaştırılmış kutsal metinler ancak
zengin kişilerin tekelinde bulunuyordu. Söz konusu dönemde hadis kaynağı
olarak, yaşayan ve sayıları azalmış olan sahabeler önem kazandı. Egemenlik
yarışından bir kenarıya çekilmiş şekilde yaşayan bir çok muhalif sahabe ve
taraftarı bu talebi karşılamak üzere kendi siyasetlerine yönelik anlatımlara
başladılar. Bu kişiler arasında Ayşe ve Abdullah b. Ömer öne çıkan aristokrat isimler
oldu. Bu sırada fakir veya kariyer yapmak isteyen bir çok kişi özellikle
iktidarın hadis ihtiyacına yönelik talepleri ücreti mukabilinde ve istenilen
şekilde karşıladı. Yaşadığı tartışmalı, yaşamış olması ihtimalinde bile
Muhammed ile 3 yıl birlikte olan ve okuma yazması olmadığı beyan edilen Ebu
Hureyre gibi, en çok hadis aktaran kişinin üzerinden ilk ravi olarak bir çok
spekülasyon yapılması, hadis üzerinden dinin yeniden şekillendirilmesinin,
taraflarca kabul yada reddi üzerinden tartışmalı hale gelmesinin zeminini
hazırlamıştır. Bu özel hadis aktarımı ve
yaratımı sürecinde yazılı ravi beyanı yapılmadı.
En
erken 750 yılından sonra Hadisçilerden ve Hadis sistematiğinin başlangıcından
bahsedilebilir, buna mukabil tam ravi zincirini verme düşüncesi en erken 800
yılında başlamıştır. Elbette ravi zinciri bu süreçte geriye dönük yazımla
oluşturuldu ve bu yöntem taşlar yerine oturup taraflar ayrışıncaya kadarda
sürdü. Ravi yazımında sık sık zayıf yada tartışmalı raviler kullanılması sorun
oldu ve olmaktadır. Taraflar bir birlerini sık sık yalancılıkla ve sahte hadis
kullanımıyla suçladı. Bu suçlama bir birleri adına yapılan yakıştırmalar
üzerinden ve takılan sıfatlarlada pekiştirilmiştir. Özellikle rakip partilerin
görüşlerinin İslam düşmanlarının görüşleri ile aynı olduğunu ileri sürmek, birbirine
düşman olan partilerin sıkça başvurdukları bir yol oldu. Rakip partilerin
adamlarından hadis almak yasaklanmış olmasına rağmen bazen kısmi alıntılarda
yapılmıştır. Burada ölçüt rakip fikrin propagandasının yapılıp yapılmadığıdır.
Ayet ve hadislerin ikna edemediği yada konuyu açıklamada yetersiz olduğu
durumlarda da bu çerçevede devreye kanıt olarak rüyalar girmiştir. Neticede
taraflar bir birlerini dinden çıkmakla ve kafir olmakla itham etmişler ve buda
onlara karşı savaşı ve ganimet esasları sorununun tartışılmasını doğurmuştur.
Bu süreçte neredeyse her görüşten din adamlarının tamamına yakını, hapsedildi,
işkence gördü, sürgüne gitti yada gönderildi, kaçmak ve saklanmak zorunda
bırakıldı yada hunharca katledildi. Bırakın rakip partiyi aynı paralelde
düşünen mezhep önderleri yada ileri din adamları dahi bir birlerini kafir
olmakla suçladı, buna en güzel örnek Hanefi mezhebinin kurucusu ebu Hanefi'nin,
ehli sünnet mezhep kurucuları ve sahih hadis yazmakla ünlenen din adamları
tarafından şeytan olarak adlandırılmasıdır.
Emevilerin
iktidarlarını ve siyasetlerini tanrının takdiri yani kaderci siyasetine
oturtması aslında kendilerini destekleyen Arap kabileleri arasında hala yaşayan
eski ve yeni inançlara oldukçada uygundur. Bu iddia hanedanı bir çok açıdan
yasal hale getirirken, aynı zamanda yeni ortaya çıkan Mevali sınıfının siyasi
isteklerinin ve hatta egemenlik iddialarının da önünü tıkıyordu. Böylece
şeriata aykırı siyasetleri cezalandırılmadığı gibi Mevali'nin özgürlük
iddiaları da şeriata uygun olmadığı gerekçesi ile bertaraf ediliyordu. Dönemin
en büyük muhalif iki grubundan birisi olan Kaderiye herkesin yaptığı işten
sorumlu tutulması gerektiğini, yani özgür iradeyi (cüzi iradeyi) en keskin
şekilde savunurken, aynı zamanda Emevilerin ve yandaşlarının da
cezalandırılması gerektiğini alanen beyan ediyordu. Onlara göre kader yoktu ve
İnsan özgürdü, doğal olarakta tanrının adaletinin yerine gelmesi için
günahkarların cazalandırılması gerekti.
Bu
özgürlükçü hareket ilk başlarda başarılı olsada iktidarın yok etme politikası,
baskı ve cezalandırmaları ile zamanla yerini daha ılımlı bir söyleme sahip olan
Mürcie partisine bıraktı. Taraftarlarının büyük bir kısmı Mevali ve kölelerden
oluşan Mürcie'nin insan hürriyetine bu kadar önem vermesinin arkasında, köle
olarak doğup - yaşamalarının bir etkisi vardır. Burada kader üzerinden birinci
ve ikinci sınıf vatandaşların egemenlik mücadelesi söz konusudur. Mürcie doğal
olarak merkeze uzak eyaletlerde etkin güce ulaştı, bununla beraber klasik
eyalet başkentleri entellektüel gelişimlerininde merkezi oldu. ‘’Allah
günahların işlenmesini irade edermi?’’ ‘’Günahlar onun iradesine karşı mı
işlenmektedir.’’ ana ekseninde devam eden tartışmada Mürcie açık bir şekilde
iktidarı suçladı ve cezalandırılması için çaba gösterdi. Harici'lerin kafir
olma kıriterlerini en basit düzeye çekmesi nedeniyle sıradan bir şey için
taraflar birbirlerini kolayca kâfir sayılabilmiştir.
Bu
dönemde tanrı ile İnsanın, fiiller konusundaki rollerinin ne olduğu, yapılan
eylemin tanrıya mı, yoksa İnsana mı ait olduğu, tanrıya ait ise, İnsanın
sorumluluğunun nasıl izah edilebileceği, İnsana ait ise bu kez tanrı’nın mutlak
hakimiyetinin ne şekilde ele alınması gerektiği üzerinden egemenlik tartışılmıştır.
Bir dönem klasik Yunan ve Hıristiyan felsefesinden beslenen akılcı parti Mürcie,
Abbasi'ler vasıtası ile legal şekilde Arap egemen anlayışla uzlaşarak iktidara
gelmiş ve İslam adına kısa bir altın çağ yaşanmasına vesile olmuşsada,
Abbasi'lerin zamanla Arap egemen anlayışa geri dönmesi ve Şii ayrışması
neticesinde yerini sünni İslam'ın ortak müşterekte buluşarak benimsediği,
klasik Arap inancına uygun olan kader anlayışına bırakmıştır.
Sünni İslam'ın kader anlayışında Eşarîlik, diğer klasik
Arap inancına sahip partilerden farklı olarak, akılcılığı kısmen içerisinde
muhafaza ederek ayrılsada, Hanefi mezhebinin kısmi akılcılığıda dahil genel
anlamda İnsan, kendi dışında bir varlığa tamamen teslim olarak teselliyi
bulmuştur. Ana hatlarıyla Sünni kader inancı; Ben cinleri ve insanları, ancak
bana kulluk etsinler diye yarattım. (Zaiyet suresi - 56. Ayet) Allah'ın emri mutlaka yerine gelecek, yazılmış bir
kaderdir. (Ahzab suresi - 38. Ayet) şeklinde açıklanan bir efendi köle
ilişkisinde İnsan'ın varlığını tanımlar. Yakın anlatımlarla hadis kaynaklı
tanıma göre, "Allah (cin ve ins dahil) mahlukatını
bir karanlık içinde yarattı. Sonra üzerlerine kendi nurundan serpti. Bu nur,
kimlere isabet ettiyse hidayeti buldular, kimlere de isabet etmediyse
sapıttılar. Bu sebeple diyorum ki: "Kalem, Allah Teala'nın ilmi hususunda
kurumuştur." şeklinde ifade edilen bir seçilmiş şanslı İnsan ve talihsiz
İnsan kategorisini tanrı daha yaratırken tarafgir davranarak belirler, doğru
okumayla İslam sınıfsal katmanları ve özellikle çöl hayatındaki belirsizlikleri
daha doğmadan alnına yazılmış kaçınılmaz kader olarak tanımlar. Aynı durum
Kuran'da “Deki herkes kendi
mizacına göre iş yapar” (İsra suresi - 84. Ayet) ile tanımlanarak, İslam'da var
olduğu düşünülen hür iradenin, aslında yaradılış esnasında sınırları ve
yetkinliği tanrı tarafından çizilen bir sonuç olduğu betimlenir. Yazılan
kaderin değiştirilemez olduğu bunuda bizzat tanrının kişiye göre takdir ettiği
inancı, en güzel Adem ile Musa arasında geçen bir tartışma söyleminde
yapılarak, Adem'in cenneten kovulmasının suçunu çeken ardılı Musaya, ben daha
doğmadan önce yazılmış olan bir şeyden nasıl suçlu olabilirim ki diyerek
betimlenmesiyle anlatılır.
İnsan'ın anne karnındayken
tanrının görevlendirdiği bir melek vasıtasıyla, cinsiyeti, ölüm tarihi (ve
şekli), rızkı, Müslüman yada kafir olacağı, ameli, üstün yada ezik olması, ikiz
yada daha fazla olması, huyu, yaşayağı yer/yerler, sakat olup olmamasına dair
temel vasıflarını belirlemesi efsanesi, değişik kaynaklarda bir birine yakın
anlatımlarla yer alır. Bu söylemde İslam, çocuğun anne rahmindeki o dönemde
bilinen basit bir kaç evresinden yola çıkarak, 40. gün kaderinin tıpkı Levh-i mahfuz'da
yazıldığı gibi yazıldığını, 120 günlük olduğunda da tanrının emri ile kendisine
ruh üflenerek (bilinen en eski efsane olan Sümer yaradılış efsanesinde de
tanrılar İnsan'ı yarattıktan sonra ona ruh üflerler) onu bir İnsan haline
getirdiğini primatif bir dille anlatılır, başka bir efsanede "Yeni doğan her insan
yavrusuna, doğduğu anda şeytan mutlaka bir dürter. Yavru, onun dürtmesi (nin
verdiği rahatsızlık) sebebiyle bağırarak ağlar.'' şeklinde betimlenen primatif,
dönemine göre bilimsel tanımlar ciddiyeti pekiştirir. Bu efsane diğer
efsanelerle çelişsede, yada Levh-i mahfuz da yazılmış olan kaderin tekrar
yazılması kabilinden tekrar içersede, “Bizim başımıza ancak, Allah’ın bizim
için yazdığı şeyler gelir. O, bizim yardımcımızdır. Öyleyse mü’minler, yalnız
Allah’a güvensinler.” (Tevbe Suresi - 51. Ayet)'te özetlenen, kaderin ezelden
yazıldığı için değiştirilemeyeceği ve her şeyin tanrının lütfu olduğu, İnsan'ın
ancak şansına yada kötü talihine razı olacağı betimlemesini yapar.
Bütün bu
tanımlamalar Muhammed'in döneminde zaten var olan dehr inancında yaşamaktadır,
bu yüzden özellikle göçer Arap'lar tanrıların oyuncakları olduklarını düşünerek
teslimiyetçi bir şekilde çaba göstermeden hayatını sürdürmektedir. Bu içinden
çıkılamaz kader sürecini Muhammede "Madem ki herşey önceden yazılmış,
bunun değişmesi de mümkün olmayacağına göre, sanki kendimize kader tayin
ediyormuş gibi gayrete düşmemizin, amel işlememizin ne gereği var?" diye
soran Müslüman üzerinden kaderin Dünyevi işleyişini doktirine eden efsanede, ''Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan
başkası bilmez.'' (En’am Suresi - 59. Ayet) diye açıklanan şekilde,
bir şey bilemiyeceklerini anlatan Muhammed, "Siz amelinizle doğruyu ve istikameti
arayın! İtidali koruyun. Zîra, cennetlik olan kimsenin ameli, cennet ehlinin
ameliyle sonlanır; (daha önce) ne çeşit amel yapmış olursa olsun. Keza
cehennemlik olanın ameli de cehennem ehlinin ameliyle sonlanır, hangi çeşit
amel ile amel etmiş olursa olsun!" şeklinde açıklar. Anlatımın sonunda
genel olarak "Cennetlik
olanlara cennetliklerin ameli kolaylaştırılmıştır. Cehennemlik olanlara da
cehennemliklerin ameli kolaylaştırılmıştır" tanımı daha yaygın kullanılır.
Bu tanımlamadan kimin nasıl bir sonla karşılaşacağını anlatan devam
versiyonlarında, "Kişi
vardır, uzun müddet cennet ehlinin amelini işler, sonra da ameli cehennem
ehlinin ameliyle son bulur. Yine kişi vardır, uzun müddet cehennem ehlinin
ameliyle amel eder de sonunda cennet ehlinin ameliyle son bulur." detaylı
anlatımında bilinmezlik, kadere boyun eğme, her şeye rağmen tanrının emirlerine
uyma ve sonuçta da tanrının kendisini mükafatlandırmasını umma telakkisi empoze
edilir. Bütün bu anlatılanların iyi amel olanlarının bir deftere, kötü olan
amellerinde bir başka deftere yazıldığı efsanelerin bazılarının devamında
vardır.
Birde
kaderi ve tanrının fiilerini etkileyeceği umulan ve Muhammed'in dua ederek
tanrıdan kötülük getirmemesini istediği rivayetler vardır. Köken olarak
tanrılardan dua ederek kötülükleri kaldırması ve bireye yardım etmesi umulan
inanç burada ''sen amel et, tanrı seni seçmişse işte o an bu dua işe
yarayacak'' inancına dönüşür. "Kuvvetli mü'min, Allah nazarında zayıf
mü'minden daha sevgili ve daha hayırlıdır. Aslında her ikisinde de bir hayır
vardır. Sana faydalı olan şeye karşı gayret göster. Allah'tan yardım dile, acz
izhar etme. Bir musibet başına gelirse: "Eğer şöyle yapsaydım bu başıma
gelmezdi!" deme. "Allah takdir etmiştir. Onun dilediği olur!"
de! Zira "eğer" kelimesi şeytan işine kapı açar." şeklinde bir
başka anlatımda ifade edilen seçilmiş İnsan olmama şüphesine karşı doktine
edilmiş bir söylemde kadere inancı destekler.
Burada dönemindeki
algılayışa paralel olarak, sonradan yanlış bir şekilde özgür irade (cüzi irade)
olarak tanımlanacak olan algının bir tarifi yani dönemsel algılaması olan,
''tanrı'nın kaderinde seni hangi inanca yada sona göre yarattığını bilmediğin
için sen tanrısal emre uymaya çabalaki ileride cezalandırılacaklar arasında
olmayasın'' inancı tanımlanır, başlangıçtaki özgür irade (cüzi irade) tanımı
sonradan kader'in kabul veya red edilmesinin İnsan'ın kaderinde olup olmamasına
indirgenmiş ve bu bilinmezlik neticesinde tanrı emrine uymayı garanti yol sayan
seçime uyma tavsiyesine dönüşmüştür. Aslında İslam'daki özgür irade (cüzi irade),
yazılmış kaderi nedeniyle İnsan'ın
sonunu bilmemesi sonucunda, teslimiyetçi Bedevi yaşamını ve inkarcı Müşrik
yaşamını seçmesi yerine, şansını kullanarak tanrının onu cehennem'den uzak
tutacak bir sona ulaştırması için deneme çabasıdır ve bununda bir mutlu son
garantisi yoktur, çünkü İnsanı mutlu sona ulaştıracak olan onun ''amelleri''
değil, tanrının onu bu sona layık görüp görmemesidir.
Sonuçta fiiliyatta Sünni Müslümanlar yukarıdaki tanıma uygun
olarak kadere inanırken, öte yandan Mekki bazı ayetlerde görülen özgür iradeyi (cüzi
iradeyi) tanımlayan inancıda, tanrının adaleti ve ahirette yargılanma konusuna
açıklık ve mevcudiyet getirmesi açısından bağlayabilmek için, Mu'tezile'nin
ileri sürdüğü akılcı tanım (tanrının yaratma kabiliyetini sınırladığını bilme
pahasına) olan İnsan'ın iyi ve kötü amellerini dilemeleri üzerine yarattığı
fikri ile birleştirerek entellektüel tartışmalarda dile getirir. Son olarak
bunuda '' Allah'ın nesneleri ve olayları
özellikle sorumluluk doğuran beşerî fiilleri, ezelde planlayıp zamanı gelince
yaratması'' şeklinde tanımlar. İslam bütün bu açıklamalardan sonra hala soru
soran olursa "Ey iman edenler, çok soru sormayın. Çünkü size açıklanırsa
hoşunuza gitmeyebilir" (Maide Suresi - 5. Ayet) diyerek kaderine razı
olmayı öğütler.
Kaynaklar:
1- Kuran (H.Yazır,
Diyanet, E.Yüksel, A.Gölpınarlı, S. Ateş, S. Yıldırım, Y.N.Öztürk, M. Esed,
Ö.N.Bilmen, C. Yıldırım tefsirleri)
2-
Buhari ve Kutubu Sitte hadisleri
3-
Müsned, Ebu Hanife, Çev. Duran Kömürcü, Emin Yayınları, 1978
4-
Diyanet İslam Ansiklopedisi, Kader Maddesi, 24. cilt
5-
Diyanet İslam Ansiklopedisi, Kaderiye Maddesi, 24. Cilt
6-
Büveyhiler Döneminde Mu’tezile, Muharrem Akoğlu, İlahiyat Yayınları, 2008
7-
El-Camiu’l-Ulum ve’l-Hikem, İbn Receb El – Hanbeli, Çev. Ali Kaya, Semerkant
Yayınları, 2006
8-
Büyük İslam Tarihi, İbn Kesir, Çev. Mehmet Keskin, Çağrı Yayınları, Cilt: 1-7-8-9-10-11-12-13,
1994
9-
İslam Felsefesinin Yunan kaynakları ve Kozalite Meselesi, Prof.Dr. Cavit Tüter,
AÜİF Yayınları, 1973
10-
Dinler ve Mezhepler Tarihi, 1 ve 2. Cilt, Ebu’l Feth Muhammed B. Abdulkerim
Şehristani, Çev. Muharrem Tan, Işık Akademi Yayınları, 2006
11-
EI"Müel ve'n-Nihal (Mukaddimeler), Ebu’l Feth Muhammed B. Abdulkerim
Şehristani, Çev. Abdurrahman Küçük - Mustafa Erdem – Adem Akın, AÜİF Dergisi, Cilt: 30, Sayı: 1, 1988
12- Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, Enver Behnan
Şapolyo, Türkiye Yayınevi, 1964
13- Eşari ve Metodolojisi, Doç.Dr. Erkan Yar, FÜİF
Dergisi, 2005
14- İlk Hicri Asırlarda Hadis İnkarcıları, Yrd.Doç.Dr.
Kamil Çakın, Seba Yayınları, 1998
15- Hadis İstilahları Sözlüğü, Yrd.Doç.Dr. Abdullah
Aydınlı, Timaş Yayınları, 1987
16- İslamda Hadis ve Sünnetin Yeri, Yrd.Doç.Dr.
Kamil Çakın, Seba Yayınları, 1997
17- Haricilerin Doğuşuna Tesir Eden Bazı Sebepler,
Dr. Ethem Ruhi Fığlalı, AÜİF Dergisi, Sayı: 1, Cilt: 20, 1972
18- Hz. Adem’den Bugüne İslam Tarihi, Mahmud Şakir, Çev.
Ferit Aydın, Kahraman yayınları, 1. Cilt, 1995
19- Hz. Muhammed Mekke’de, Prof. W. Montgomery Watt, AÜİF
yayınları no:5, çeviri: Doç.Dr. M. Rami Ayas, Doç.Dr. Azmi Yüksel, 1986
20-
Hz. Peygamberin Hadislerinde Kader Kavramı, Fikrullah Çakmak, AÜSBE TİBA,
Yüksek Lisans Tezi, 2007
21-
Ehl-i
Sünnetin Kadere İman Konusuna Temel Yaptığı Belli Başlı Rivayetler ve
"Kader Hadisi / Cibril Hadisi", Bekir Tatlı, Dini
Araştırmalar Dergisi Ehl-i Sünnet Özel Sayısı, 2006
22-
Siyer, Muhammed İbn İshak, Yay.Hazırlayan: Prof.Dr. Muhammed Hamidullah, Çev.:
Sezai Özel, Akabe Yayınları, 1988
23-
Hz. Muhammed’in Hayatı, İbn Hişam, Çev.: Prof.Dr. İzzet Hasan – Prof.Dr. Neşet
Çağatay, AÜİF Yayınları, 1971
24-
İslam Düşüncesinin Erken Döneminde Muhalefet ve Görüntüleri, Abdülnasır Süt,
Kelam Araştırmaları Dergisi, Cilt:8, Sayı:1, 2010
25- İslam Mezhepleri Tarihi, Avni İlhan – Dr. A.
Vehbi Ecer – Mustafa Öz, Akyol Yayıncılık, 1977
26- İslam Mezhepleri Tarihi, Prof.Dr. Neşet Çağatay
– Prof.Dr. İbrahim Ağah Çubukçu, AÜİF Yayınları, 1985
27- İslam Tarihi Kronolojisi, H. U. Rahman, Birleşik
Yayıncılık, 1995
28- İslam Tarihi, Hamdi Savaş, Erciyes Ü. Yayınları,
1995
29- İslam Tarihi ve Medeniyeti Çalışmaları, Doç.Dr.
Adnan Demircan, HÜİF e-yayınları, 2002
30- İslam Tarihi Emeviler – Abbasiler, Doç.Dr.
Bahriye Üçok, AÜİF Yayınları, 1968
31- İslam Tarihinde Dinin Politikaya Alet
Edilmesinin İlk Örnekleri, Doç.Dr. Mehmet Çelik, FÜSB Dergisi, Cilt:10, Sayı:1,
2000
32- İslam Kültür Mirasının İnşasında Erken Dönem
Mu’tezile Kelamcılarından Cahız’ın Kelami Değerlendirmeleri, e-Şarkiyat İlmi
Araştırma Dergisi, Sayı:3, 2010
33- İslamın Yayılış Tarihi, Prof.Dr. Robert Mantran,
Çev. Doç.Dr. İsmet Kayaoğlu, AÜİF Yayınları, 1981
34- İslam Peygamberi, Prof.Dr.
Muhammed Hamidullah, Çev. Prof.Dr. İhsan Süreyya Sırma, Beyan yayınları, 2004
35- İşrakilik’in İslam Felsefesi İçerisindeki Yeri
ve Kaynakları, Yrd.Doç.Dr. İsmail Erdoğan, FÜİF Dergisi, Sayı:8, 2003
36- Arap Devleti ve Sukutu, Julius Wellhausen, Çev.
Prof.Dr. Fikret Işıltan, AÜİF Yayınları, 1963
37- İslamın İlk Siyasallaştırma Sürecinde Kader
İnancı, Yrd.Doç.Dr. Abdülhamit Sinanoğlu, AÜİF Dergisi, Sayı:2, 2002
38- Klasik Kelami Tartışmaların Doğuşu ve
Gelişimine Etki Eden Faktörler, Yrd.Doç.Dr. Fethi Kerim Kazanc, OMÜİF Dergisi,
Sayı: 24-25, 2007
39- Kuran'da ve İslam Öncesi Arap Düşüncesinde
‘’Dehr’’ Kavramı, Dr. Mustafa Öztürk, OMÜİF Dergisi, Sayı:16, 2003
40- Kuranın Nuzulü Sürecinde Müslümanlarla Diğer
Dini Gruplar Arasındaki İlişkilerin Kurana Yansıması, Osman Kaya, AÜİF
Yüksek Lisans Tezi, 2004
41- Kuran Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Amiller, Dr. İsmail
Cerrahoğlu, AÜİF Yayınları, 1968
42- Kuranda Allah ve İnsan, Dr. Toshihiko Izutsu, Çev. Doç.Dr.
Süleyman Ateş, AÜİF Yayınları, 1975
43- Kuranda Dini ve Ahlaki Kavramlar, Dr. Toshihiko Izutsu, Çev.
Selahattin Ayaz, Pınar yayınları, 1991
44- Kuranda Şer Problemi, Dr. Lütfullah Cebeci, Akçağ Yayınları,
1985
45- Şia’da ve Sünni kaynaklarda Kuran Tarihi, Şaban Karataş, Ekin
Yayınları, 1996
46- Mekke Döneminde Beni Ümeyye’nin İslama Karşı Tutumu, Arş.Gör.
Adem Apak, UÜİF Dergisi, Cilt:6, Sayı:6, 1994
47- Mezheplerin Oluşum Sürecinde Mevali’nin Rolü, Yrd.Doç.Dr.
Osman Aydınlı, GÜÇİF Dergisi, Cilt:2, Sayı:3, 2003
48- Mihne Sürecinde Mu’tezile, Dr. Muharrem Akoğlu, İz Yayıncılık,
2006
49- Mu’tezile Ekolünün Tanrı-Alem-İnsan Görüşlerinin Oluşumunda
İlkçağ Felsefesenin Etkileri, Hasan Tevfik Marulcu, SDÜSBETİB ABD Yüksek Lisans
Tezi, 2002
50- Masaraatü’l Felasife’ye Göre Şehristani’nin Felsefi Görüşleri,
Aygün Akyol, AÜSBEFDB ABD Yüksek Lisans Tezi, 2003
51- Mu’tezilenin Doğuşu ve Kelami Görüşleri, Dr. Kemal Işık, AÜİF
Yayınları, 1967
52- Mu’tezile ve Hadis, Yrd.Doç.Dr. Hüseyin Hansu, Kitabiyat
Yayınları, 2004
53- Muvatta, İmam Malik, Çev. Ahmet Büyükpınar, Beyan Yayınları,
1-2-3-4 Ciltler, 1994
54-
Sahabe ve Hadis Rivayeti, Dr. Nevzat Aşık, Akyol Yayıncılık, 1981
55-
Şiiliğin Doğuşu Meselesi, Prof.Dr. Hasan Onat, AÜİF Dergisi, Cilt:35, Sayı:1,
1997
56-
Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, Prof.Dr. Philip K.Hitti, Çev. Prof.Dr. Salih
Tuğ, Boğaziçi Yayınları, Cilt:1, 1980
57-
El-Milel Ve’n-Nihal’in Mukaddimesi Çerçevesinde Şehristani’nin Fırka
Yazıcılığının Bazı Sorunları, Dr. Orhan Ateş, e-Malakat Mezhep Araştırmaları
Dergisi, Cilt:1, Sayı:2, 2008
58-
Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, Taberi, Çev: Zakir Kadiri Ugan - Ahmet Temir,
Meb Yayınları, Cilt:1, 1991
59-
Tarihu’l İslam, İmam Zehebi, Çev. Muzaffer Can, Cantaş Yayınları, Cilt:5-6,
1994
60-
Doğuş Devrinde Tasavvuf ve Hadis, Dr. Abdullah Aydınlı, Seha Yayınları, 1986
61-
Tefsir Usulünün Oluşum Sürecinde İlk Yazılı Kaynaklar, Doç.Dr. İsmail Çalışkan,
CÜİF Dergisi, Cilt:12, Sayı:2, 2008
62-
İslami Tetkikler İslam Felsefesi ve Kelamı, Prof. W. Montgomery Watt, Çev. Dr.
Süleyman Ateş, AÜİF Yayınları, 1968
63-
Yaratılış Olayı, Prof.Dr. M.Sait Şimşek, Beyan Yayınları, 1998
64-
Kur’anı Kerim’de Yaratma Kavramı, Veli Ulutürk, İnsan Yayınları, 1995
65-
Yaratılış Felsefesi ve Aykırılık, Nesim İlhan, Düşünce Dünyası Kitapları, 2009
66-
Zeydiye Mezhebi, Dr. İsa Doğan, OMÜİF Dergisi, Sayı:3, 1989
67-
İslamın Hicri İkinci Asrında Zındıklık ve Zındıklar, Melhem Chokr, Çev. Ayşe
Meral, Anka Yayınları, 2002
68-
73 Fırka Hadisinin Mezhepler Tarihi Kaynaklarında Fırkaların Tasnifine Etkisi,
ArşGör. Kadir Gömbeyaz, UÜİF Dergisi, Cilt:14, Sayı:2, 2005
69-
Oluşum Sürecinde Abbasi İhtilali, Doç.Dr. Nahide Bozkurt, Ankara Okulu
Yayınları, 2000
70-
Abdullah B.Amr’ın İsraili Rivayetleriyle Meşhur Ravilerle İlişkisinin
Boyutları, Dr. Veysel Özdemir, FÜİF Dergisi, Sayı: 13-1, 2008
71-
Abdullah B.Amr’ın Rivayetlerinin Hadis Kaynaklarına Az Sayıda İntikalinin
Sebepleri, Dr. Veysel Özdemir, FÜİF Dergisi, Sayı: 12-2, 2007
72-
Ali-Muaviye Mücadelesi ve Harici Ayrılmasının İbadi kaynaklarının Işığında
İncelenmesi, Dr. Laura Veccia Vaglieri, Çev. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı, AÜİF
Dergisi, Cilt:19, Sayı:1, 1971
73-
Alioğullarının İç Çekişmesi, FÜİF Dergisi, Sayı:14-2, 2009
74-
Asiler ve Gnostikler; El-Mugire İbn Said ve Mugiriyye, Dr. Ethem Ruhi Fığlalı,
AÜİF Dergisi, Sayı:5, 1982
75-
Bazı İslam Düşünürlerine Göre Zamanın Kıdemi Meselesi, Araş.Gör. İsmail
Erdoğan, FÜİF Dergisi, Sayı:2, 1997
76-
Buhari’nin Kader Konusunda Mu’tezile İle Tartışmaları, Yrd.Doç.Dr. H.Musa
Bağcı, AÜİF Dergisi, Sayı:1, 2005
77-
Buhari’nin Mürcie İle İman Konusunda Tartışması, Dr. Kamil Çakın, AÜİF Dergisi,
Cilt:32, Sayı:1, 1991
78-
Dört Mezhep İmamının İtikadı, Dr. Af. Abdurrahman el Humeyyis, Çev. Muhammed
Emin Akın, Guraba Yayınları, 1994
79-
Ebu Hanifenin Dini ve Siyasi Duruşu, Prof.Dr. İsa Doğan, OMÜİF Dergisi,
Sayı:22, 2006
80-
Emevi İktidarının İşleyişinde Biat Kavramına Yüklenen Anlam ve Biatın
Fonksiyonu, Dr. Mustafa Özkan, HÜİF Dergisi, Cilt:7, Sayı:13, 2008
83-
İslami Tarihçiliğin Doğuşu / İlk Siyer-Megazi Eserleri ve Müellifleri, Ankara Okulu
Yayınları,Josef Horovitz, Çev. Ramazan Altınay-Ramazan Özmen, 2002
84-
İslam’ın ilk Döneminde Bey’at ve Seçim Sistemi, Prof.Dr. Mehmet Ali Kapar,
Beyan Yayınları, 1998
85-
İslam Hukukunda Hükümlerin Değişmesi Açısından Hz. Ömer’in Bazı Uygulamaları,
Doç.Dr.Muhsin Koçak, 1997
86-
Asrı Saadet, Mevlana Şibli, Çeviri:Ö.Rıza Doğrul, Sadeleştiren: O.Zeki
Mollamehmetoğlu 1-2-3-4-5. Ciltler, 1978
87-
Peygamberler
ve Halifeler Tarihi, Ahmed Cevdet Paşa, Çile yayınları, 1-2. Cilt
88-
Halifelik Tarihine Giriş, Doç.Dr. Mehmet Azimli, Öykü kitabevi, 2005
89- Hz.
Peygamberin Devlet Kurma Faaliyeti, Yrd.Doç.Dr. M.Hanefi Palabıyık, AÜİF
Dergisi, Sayı: 17, 2007
90- Genel
Olarak Raşid Halifeler Dönemi Olayları; Sonuçları ve Etkileri, Prof.Dr. Sabri
Hizmetli, AÜİF Dergisi, Sayı:39, 1999
91- Emevi
Devrinde Arap Hakimiyeti, Şia ve Mesih Akideleri Üzerine Araştırmalar, Gerlof
Van Vloten, Çev. Mehmet S. Hatipoğlu, AÜİF Yayınları, 1986
92- Hanefi
Mezhebinin Önemli Sahabi Referanslarından Birisi Olarak Hz. Ali, Doç.Dr. Mehmet
Erdem, FÜİF Dergisi, Sayı:16-2, 2011
93-
Haricilerin Horasan Maveraünnehir Bölgesine Geçiş Süreci, Dr. Ahmet Yönem, FÜİF
Dergisi, Sayı:16-2, 2011
94-
Hariciliğin Doğuşunda Münafıkların Rolü, Yrd.Doç.Dr. Mehmet Kubat, Dinbilimleri
Akademik Araştırma Dergisi, Cilt:6, Sayı:4, 2006
95-
Hariciliğin Ortaya Çıkmasında Etkili Olan Sosyo Kültürel Faktörler, Öğr.Gör.
Muharrem Akoğlu, EÜSBE Dergisi, Sayı:9, 2000
96-
Hasan Basri'nin Kader Hakkında Halife Abdulmelik Bin Mervan'a Mektubu, Prof. H.
Ritter, Çev. Lütfi Doğan - Yaşar Kutluay, AÜİF Dergisi, Cilt:3, Sayı:3, 1954
97-
İlk Mutezile'nin Özgür İrade Söylemi; Amr B. Übeyd ve Kader Anlayışı,
Yrd.Doç.Dr. Osman Aydınlı, ÇİF Dergisi, Sayı:2, 2002
95-
İmam Şafii'nin 'İhtilafu'l Hadis' İsimli Eserinde Mütearız Hadisleri Çözme
Metodolojisi, Öğr.Gör. Bayram Kanarya, e-Şarkiyat İlmi araştırmalar Dergisi,
Sayı:8, 2012
96-
Ebu Bekir'in Halife Seçilmesinde 'İmamlar Kureyş'tendir' Hadis'inin Rolü
Üzerine, Prof.Dr. Ali Bayraktar, İstem Dergisi, Sayı:6, 2005
97-
İslam'da İlk Siyasi Kavmiyetçilik 'Hilafetin Kureyş'liliği', Prof.Dr. Mehmet
Sait Hatipoğlu, AÜİF Dergisi, Cilt:23, Sayı:1, 1979
98-
Buhari'nin Hadis Kaynakları Hakkında Araştırmalar, Dr. M. Fuat Sezgin, AÜİF
Yayınları, 1956
99-
Uydurma Olduğunda İttifak Edilen Hadisler, Aliyyül Kari, Çev. İbrahim Kutlay,
İnkilap yayınevi 2008
100-
İslam Öncesi Arap Toplumunun Tanrı
Tasavvuru ve Bu Tasavvurun İslam’ın Tanrı Tasavvuruna Etkisi Sorunu, Dr. Resul
Öztürk, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, Cilt: 8, Sayı: 2, 2008
101- Cevâmi'u's-Sîre, İbn Hazm, Çev. M. Salih Arı,
Çıra Yayınları, 2004
102-
Peygamber Külliyatı, Muhammed Bin Salih Ed-Dimaşki, Çev. Hüseyin Kaya –
H.İbrahim Kaçar, Ocak Yayınları, 2004
103-
Sümerlilerin
Dini İnanç ve Adetleri, Özden Gül Ökter, GÜSBF Yüksek Lisans Tezi, 2006
104- Putlar Kitabı (Kitap
el-Asnam), İbn el-Kalbi, Roza Klinke-Rozenberger, Almanca-Arapça Çeviri Beyza
Düşüngen, AÜİF Yayınları, 1968
105-
Hadis Kültüründe Yer Alan İncil
Parçaları, Ignaz Goldziher, Çev. Yrd.Doç. Dr. Sami Şahin, CÜİF Dergisi,
Cilt:12, Sayı:1, 2008
106-
Kuran’da Tanrılar, Guy Monnot,
Çev.Yard.Doç.Dr. Ramazan Adıbelli, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi,
Cilt:11, Sayı:1, 2011
108-
İslam Medeniyetinde Putperestlik Döneminden Kalma İtikatlar, Edward
Westermorck, Çev. Ş.Nazmi Coşkunlar, Marifet basımevi, 1938
109-
İslam’dan Önce Arap Yarımadasında
Putperestlik ve Yayılışı, Hüseyin Atay, AÜİF Dergisi, Cilt:6, Sayı:1, 1957
110-
İslam Öncesi Arap Toplumunda Eman Uygulaması, Büşra Sıdıka Kaya, SAÜ Yüksek
Lisans Tezi, 2007
111-
Bid’at Kavramının Doğduğu Ortam, Prof. Dr. Abdulhakim Yüce, YYÜİF Dergisi,
Sayı:1, 1994
112-
Hz. Muhammed’in Hayatı, Martin Lings,
Çev. Nazife Şişman, İnsan Yayınları, 2006
113- Tanrı Suretinde Yaratılma: İslam Kelamına
Dair Bir Araştırma, W. Montgomery WATT, Çev. Yrd.Doç. Dr. Hüseyin Kahraman,
UÜİF Dergisi, Sayı: 21, 2006
114-
Hadis Tarihi, Prof.Dr. Talat Koçyiğit, AÜİF Yayınları, 1977
115-
Hadisçilerle Kelamcılar Arasındaki Münakaşalar, Prof.Dr. Talat Koçyiğit, AÜİF
Yayınları, 1969
116-
Haricilerin Temel Görüşleri, Arş.Gör. Harun Yıldız, OÜİF Dergisi, Sayı:9, 1997
117-
Hariciliğin Doğuşu ve Fırkalara Ayrılışı, Doç.Dr. Ethem Ruhi Fığlalı, AÜİF
Dergisi, Cilt:22, Sayı:1, 1978
118-
Hariciliğin Doğuşuna Tesir Eden Bazı Sebepler, Doç.Dr. Ethem Ruhi Fığlalı, AÜİF
Dergisi, Cilt:20, Sayı:1, 1972
119-
Hicri 3. Asır İtibariyle Basra'da Hadis Faaliyetlerine Genel Bir Bakış, Dr.
Musa Erkaya, FÜİF Dergisi, Sayı:13-1, 2008
120-
Hicri 1. ve 2. Asırlarda Muhtelif Yönleriyle Abbasi Hareketi, Doç.Dr. İSa
Doğan, OMÜİF Dergisi, Sayı:8, 1996
121-
Hz. Ebu Bekir Döneminde Bağımsızlık Hareketleri (İrtidat ve İrtica),
Yrd.Doç.Dr. Yaşar Hurç, FÜİF Dergisi, Sayı:3, 1998
122-
Hz. Muhammed'in Vefatından Sonraki Hilafet Tartışmaları, Dr. Mehmet Atalan,
FÜİF Dergisi, Sayı:9-2, 2004
123-
Hz. Peygamberin Devlet Reisliği ve Bunun Sonraki Nesillere Yansıması, Doç.Dr.
M.Saffet Sarıkaya, SDÜ 2. Kutlu Doğum Sempozyumu, 1999
124-
İbadiye'nin Siyasi ve İtikadi Görüşleri, Doç.Dr. Ethem Ruhi Fığlalı, AÜİF
Dergisi, Cilt:21, Sayı:1, 1976
125-
İbadiye'nin Doğuşu ve Görüşleri, Dr. Ethem Ruhi Fığlalı, AÜİF Yayınları, 1972
126-
İlk Fikir Hareketleri Üzerine Bir Değerlendirme, Dr. İsa Doğan, OMÜİF Dergisi,
Sayı:6, 1992
127-
İlk Şii Olaylar, Prof.Dr. Ethem Ruhi Fığlalı, AÜİF Dergisi, Cilt:26, Sayı:1,
1983
128-
İslam Felsefesinde Aristocu Zaman Görüşü, Dr. Mehmet Dağ, AÜİF Dergisi,
Cilt:19, Sayı:1, 1971
129-
İslam Felsefesinin Doğuşuna Dair, Dr. Hüseyin Atay, AÜİF Dergisi, Cilt:14,
Sayı:1, 1966
130-
Allah'ın Halifesi İnsan, Doç.Dr. Hüseyin Atay, AÜİF Dergisi, Cilt:18, Sayı:1,
1970
131-
Eş'arilik Neden Batıniliğe ve Hulule Karşı Cephe Almıştır, Nafiz Danışman Tuğ,
AÜİF Dergisi, Cilt:6, Sayı:1, 1957
132-
İbahilik ve Batınılik, Prof.Dr. İbrahim Ağah Çubukçu, AÜİF Dergisi, Cilt:18,
Sayı:1, 1970
133-
İslam Öncesi Kabileler Arası Rekabetin İslam Davetine Yansımaları, Sami
Kılınçlı, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, Cilt:12 Sayı:1, 2012
134- İslam Tarihinde Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin
Dönemleri, Prof.Dr. Ethem Ruhi Fığlalı, AÜİF Dergisi, Cilt:26, Sayı:1, 1983
135-
İslam Teşrii Tarihi, Prof.Dr. Abdulvahhab Hallaf, Çev.Doç.Dr. Talat Koçyiğit,
AÜİF Yayınları, 1970
136-
İslam Tarihi ve Medeniyeti Çalışmaları (Bir Bibliyografya Denemesi), Doç.Dr.
Adnan Demircan, HÜİF Yayınları, 2002
137-
İslam'da Hilafet ve Mezheplerin Doğuşu, Prof.Dr. Muhammed b. Tavit et-Tanci,
Yay. Prof.Dr. İsmail Yakıt, e-Makalat Mezhep Araştırmaları Dergisi, 2011
138-
İslam'dan Önce Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, Dr. Neşet Çağatay, AÜİF Yayınları,
1957
139-
İslam'ın İlk Siyasallaştırma Sürecinde Kader İnancı, Yrd.Doç.Dr. Abdülhamit
Sinanoğlu, AÜİF Dergisi, Cilt:43, Sayı:2, 2002
140-
Kuran ve Üst Tanrı İnancı, Prof. W. Montgomery Watt, Çev. Dr. Arif Gezer - Dr.
Ömer Pakiş, e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, Sayı:3, 2010
141-
İslam Düşüncesinde Kutsal (zaman) Kavramı, Dr. Salih Özer, İslami Araştırmalar
Dergisi, Cilt:18, Sayı:3, 2005
142-
İslam'da Muhalefet Fikri Neden Olumsuz Manalar Çağrıştırıyor, Nuri Yılmaz, İslami
Yorum Dergisi, Sayı:6, 2011
143-
Dört Halife Döneminde Muhalif Hareketler 1-2, Hamdi Tayfur, İslami Yorum
Dergisi, Sayı:6, 2011
144-
Dört Halife Döneminde Ortaya Çıkan Muhalefetin Sebepleri, Hamdi Tayfur, İslami
Yorum Dergisi, Sayı:6, 2011
145-
İslamın Özgürlükçü Yorumunun (Mutezile) İktidarla İmtihanı, Doç.Dr. Mehmet
Azimli, İslami Yorum Dergisi, Sayı:6, 2011
146-
Teorik Temeller ve Tarihsel Gerilimler Arasında İslam Kültüründe Siyasal
Muhalefet, Dr. Recep Ardoğan, CÜİF Dergisi, Cilt:8/2, 2004
147-
İslam Tarihinin İlk Asrında İktidar - Alim İlişkisi, Serkan Yaşar, AÜİF Yüksek
Lisans Tezi, 2003
148-
İsrailiyat Türü Rivayetlerin Hükmünü Belirleme Açısından ''Ve Haddisu an Beni
İsraile ve la Harace...'' Hadisi Hakkında Bir Değerlendirme, FÜİF Dergisi, Sayı:13/2,
2008
149-
İtikadi İslam Mezheplerinin Doğuşuna İçtimai Hadiselerin Tesirleri Üzerine Bir
Deneme, Yrd.Doç.Dr. Sabri Hizmetli, AÜİF Dergisi, Cilt:26, Sayı:1, 1984
150-
İtikadi Mezheplerin Doğuşu ve Günümüzdeki Durumları, Prof.Dr. Ethem Ruhi Fığlalı,
TDV Gençlik ve Din Sempozyumu, 1998
151-
Abu Said Muhammed B. Said Al-Azdi Al-Kalhati'ye Göre Hariciliğin Doğuşu, Dr.
Muhammed Kafafi, Çev. Ethem Ruhi Fığlalı, AÜİF Dergisi, Cilt:18, Sayı:1, 1970
152-
Kaza ve Kader İle İlgili hadislerin İncelenmesi, İbrahim Civelek, ÇÜİF Yüksek
Lisans Tezi, 2006
153-
İslam ''Din İlimleri'' İçinde İlmi Kelamın Yeri Üzerinde Bazı Düşünceler,
Prof.Dr. Louis Gardet, Çev. Dr. Mustafa Sait Yazıcıoğlu, AÜİF Dergisi, Cilt:24,
Sayı:1, 1981
154-
Kitab'ul Kader, Sahihi Buhari Tercüme ve Şerhi, Çev. Harun Yıldırım, Sağlam
Yayınevi, Cilt:8, 2011
155-
Klasik Kelami Tartışmaların Doğuşuna Etki Eden Faktörler, Yrd.Doç.Dr. Fethi
Kerim Kazanc, OMÜİF Dergisi, Sayı:24-25, 2007
156-
Kuran'ın Kader Konusuna Bakışı, Davut Küskü, AÜİF Yüksek Lisans Tezi, 2006
157-
Maturidi'ye Göre Hidayete engel Olan Beşeri Zaaflar ve Tezahürleri, Yrd.Doç.Dr.
Ramazan Biçer, CÜİF Dergisi, Cilt:8/1, 2004
158-
Mezheplerin Doğuşuna Tesir Eden Sebepler, Doç.Dr. Ethem Ruhi Fığlalı, İslam
İlimleri Enstitüsü Dergisi, Sayı:4, 1980
159-
Mutezile'nin İlk Kurucusu Vasıl b.Ata ve Büyük Günah Meselesi, Doç.Dr. Kemal
Işık, AÜİF Dergisi, Cilt:24, Sayı:1, 1981
160-
Mutezile Ekolünün Tanrı-Alem-İnsan Görüşlerinin Oluşumunda İlkçağ Felsefesinin
Etkileri, Hasan Tevfik Marulcu, SDÜİF Yüksek Lisans Tezi, 2002
161-
Mutezile Kelam Sistemindeki Öteki, Doç.Dr. İsa Yüceer, FÜİF Dergisi, Sayı:11/2,
2006
162-
Mutezilenin Doğuşu ve Kelami Görüşleri, Dr. Kemal Işık, AÜİF Yayınları, 1967
163-
Rızık ve Kazanç Anlayışı Üzerine Bir İnceleme, Dr. Fikret Kahraman, FÜİF
Dergisi, Sayı:1, 1996
164-
Sakife Olayı veya Hz. Ebu Bekir'in Halife Seçimi, Doç.Dr. Ethem Ruhi Fığlalı,
İslam Medeniyeti Dergisi, Cilt:5, Sayı:3, 1982
165-
Saltanata Giden Yolda Muaviye b. Ebu Süfyan, Dr. İrfan Aycan, İslami Araştırmalar
Dergisi, Cilt:4, Sayı:2, 1990
166-
Şia'nın Sahabe'ler Hakkındaki Bazı Görüşleri, Dr. M. Cemal Sofuoğlu, AÜİF
Dergisi, Cilt:24, Sayı:1, 1981
167-
Şii'liğin Doğuşu ve Gelişmesi, Prof.Dr. Ethem Ruhi Fığlalı, Milletler Arası
Tarihte ve Günümüzde Şii'lik Sempozyumu Tebliği, 1993
168-
İbn Sadru'd-Din Eş Şirvani ve İtikadi Mezhepler Hakkındaki Türkçe Risalesi,
Doç.Dr. Ethem Ruhi Fığlalı, AÜİF Dergisi, Cilt:24, Sayı:1, 1981
169-
Tarihte Buhari Algılamaları, Yrd.Doç.Dr. Zişan Türcan, HÜİF Dergisi, Cilt:11,
Sayı:21, 2012
170-
İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, Prof. W. Montgomery Watt, Prof.Dr. Ethem
Ruhi Fığlalı, Sarkaç Yayınları, 2010