9 Eylül 2013 Pazartesi

İslam’da Siyer ve Hadis Yazımı 1

 
Siyer ve Hadis'lerin yazılması ya da ihtiyaçtan dolayı tekrar ortaya çıkması konusu, klasik İslam tarihçileri'nin anlatımında geleneksel Mezhepçi bakış açısıyla yanlı ve eksik ifade edilmiştir. 20. yüz yıl başlarında ki batılı bilim İnsan'larının, İslam mezhep tarihini yeniden okumaları ve mezheplerin oluşumunu tamamen siyasi zemine oturtmaları üzerine, 20. yüz yıl yeni nesil İslam din adamları, konuyu orta yolu bularak gelenekçi İslami bakış ile gerçek tarihsel verileri uzlaştıran bir yorum geliştirmek zorunda kalmışlardır. Son nesil İslam din adamlarından bazıları (kendi inançlarına göre), İslam'ı efsane ve hurafelerden kurtarmak adına batılı bilim İnsan'larının görüşlerine daha yakın ve gerçekçiliğe paralel olabilecek yazımı yapmışlardır. Tüm bunlara rağmen ileride özetle de olsa anlatılacağı gibi, günümüzde İslam bir çok gerçeği hala red etmek zorunda kalmakta, yada red edemediği noktalarda konuyu bulandırarak kapatmaya çalışmaktadır. İslam düşünce tarihi'nin oluşum dönemi olarak adlandırılan ilk 3 yüz yıllık dönem, aynı zamanda salt Kuran vasıtasıyla İslam'ın yaşanamıyacağı ve yönetilemiyeceğinide ortaya koyan bir dönemdir.
 
Konuyu daha iyi anlayabilmek için sosyo politik, sosyo kültürel ve sosyo ekonomik konuların, İslam öncesi ve sonrasını, bunların Muhammed ve ardılları üzerindeki etikilerini bilmekte fayda var. Tarih siyasi mücadeleyi, kültürel ve ekonomik nedenlerle birlikte siyasetin ayrılmaz bir parçası olarak ele almayı gerektirir. Tarihte 19. yüz yıl sanayi devrimine kadar din her şeyin içinden çıktığı tek kaynak olmuştur. Siyaset'te tanrının verdiği yetkiyle, gene tanrı adına ve onun emrettiği kanunlar doğrultusunda egemen din anlayışına uygun olarak yapılmıştır. Özellikle İslam, tamamen din adına yaşanan ve yönetilen bir sistem ve siyasetinde kendisi olarak, toplumları her alanda yönetmek için oluşturulmuştur. Bu nedenle siyaset denilen hegomonya mücadelesinin de baş argümanı olarak, günümüz din ile devlet işlerini ayrıştırma gayreti içerisindeki islam din adamları ile gelenekçi kanadın, ilk Müslüman'ların iktidar kavgalarını dinsel bir argümana oturtma kaygılarını, kerhen siyasi bir oluşum ve dinden sapma olarak ele almaları yanlıştır.
 
İslam'da siyasi egemenlik mücadelesi 4. Halife Osman'ın döneminde ortaya çıkmış bir sapma olarak, ilerleyen süreçte kader meselesi ile birlikte bazı din adamları ve bilimcilerince dile getirilmiştir. Halbuki tüm Dünya'da olduğu gibi Arap yarımadasında da İslam öncesi ve sonrasında siyasi egemenlik hayatın tüm alanında etkin bir rol oynamıştır. Mekke'nin Kureyş öncesi egemen kabilesinin içine düştüğü siyasi egemenlik kavgası, onu güçsüz düşürerek partileşmeye ve bölünmeye iterken sonunda yenilmiş, egemen olan Kureyş kabilesi de göçebe hayattan yerleşik hayata geçişte ve yeni kurdukları sisteme adapte olurken, kurucu ata Kusay'ın ölmesi ile birlikte kabile de günümüze kadar gelecek olan siyasi egemenlik kavgasıda başlamıştır. Kusay'ın ölümü ile Muhammed'e kadar olan dönem arasında özellikle ticareti ve din'i kontrol eden (eşitler arasında birinci olan) kişi kabilenin'de fiili lideri olmuştur. Aslında din'de ticaretin bir parçası ve aynı zamanda Hicaz bölgesinde siyasi ayrıcalık için kuvvetli bir araçtır Kureyş için. Bölgenin göçebe kabilelerinin yaşam alanlarının sınırındaki ticaret ve dini hac merkezleri her kabileye bölgesel etkinlik sağlarken, aynı zamanda bu din ile ticaretin ve bunlara paralel siyasetin uygulandığı yerler olmuştur.
 
Bu ortam içerisinde Kusay'ın iki oğlu'nun başlattığı egemenlik mücadelesi günümüze, klasik anlatımla Haşimi, Emevi mücadelesi olarak gelmiş olsada, bunları destekleyen Kureyş içerisindeki akraba aşiretler, iki ayrı kamp olarak tarih sahnesinde bu mücadele içerisinde yerini almıştır. Aralarındaki anlaşmazlıklarda tıpkı ardıllarında olduğu gibi kısmen yada tamamen dinsel bir içeriğe dayanmaktadır, örneğin Mekke'ye gelen hacılara yönelik ticari ve dini uygulamalar bu iki aşiretler partisi arasında en büyük ihtilaf konusu olmuş ve bu konuda yapılan andlaşma genç Muhammedi oldukça etkileyebilmiştir yaşamında. Gene bu yeni arayışların yaşandığı İslam öncesi dönemde 1. Osman'ın liderlik yarışında Kureyş içerisinde mücadelesi gibi bireysel mücadeleleride göz ardı etmemek gerekir. Bu ve benzeri egemenlik beklentileri olan şahısların, daha sonradan Mekke'de mücadele eden politeist iki gruba muhalif olarak ortaya çıkan İslam haketine katılmaları, döneminde eminim rakiplerince süpriz olmamıştır.
 
İslam öncesi kabileler içerisindeki siyasi egemenlik rekabeti ve hatta Haşimi, Emevi aşiretlerinde olduğu gibi aynı kabile içerisindeki siyasi egemenlik rekabeti, daha derininde (Ali oğlullarında olduğu gibi) kardeşler vede kuzenler arası siyasi egemenlik rekabeti İslam sonrasında da artarak devam etmiştir. Bu rekabete yeni gelişen sosyo ekonomik unsurların girmesi ile kültürel ve siyasi anlamda bir farklılaşma ve yeni olana uyum sürecide etken olmuştur. Mekke'de etkin bir güç ve başarı elde etmek bir yana neredeyse tükenme noktasına gelen İslam, daha doğrusu dini öğretiyi ve vaad edilen yaşamı topluma sadece teblig yoluyla kabul ettirmeyi başaramıyacağını anlayan Muhammed, uzun siyasi ittifak arayışları sonucunda, kendi iç savaşları neticesinde tükenme noktasına gelmiş olan, Medine'li aynı kabileden iki Arap aşiret içerisindeki muhaliflerle yaptığı ittifak neticesinde, yeni bir yol ve mücadele alanı açarak tarih sahnesine çıkabilmiştir. İttifakta taraflar yaptıkları sözleşme ile Muhammed'i Allah adına Dünya'da hükmeden bir lider yani tanrı elçisi olarak tanımanın yanında karşılıklı yükümlülükleride belirlemişlerdir. Bu ittifak aslında iki ittifakın yaptığı yeni bir ittifakıda beraberinde getirmiştir. Medine şehir devletinin temellerini atan bu sözleşme ile Medine'de yaşayan egemen Yahudi kabileleri ve hamisi oldukları Medine'li aynı kabileden iki aşirete mensup politeist toplumda dahil olmak üzere, egemenliklerini Müslüman ittifak ile paylaşmak zorunda kalmışlardır.
 
Bu noktada Muhammed'in söz konusu toplum içindeki algılanışını ve tanımını yapmakta fayda var. O dönemde Arap toplumu büyük ölçüde göçebe kabile geleneği içerisinde, genellikle geçimini hayvancılık, avcılık/toplayıcılık, yağma ve talan ile kazanan ve büyük çoğunluğu ilkel komünal kabile yaşantısına sahip kabilelerden oluşmaktadır. Bu yapılanma içerisinde Hicaz'da sadece Mekke, Medine ve Taif şehirlerinde yarı göçebe olarak yaşayan kabileler, kısmen medeni Dünya'ya benzer bir siyasi ve entellektüel yaşam sürmekle beraber, onlarda kuzenleri gibi yazılı medeniyetten uzak bir sözlü kabile yaşamı içerisindedir. Kureyş, Muhammed'in dedesi Haşim'le birlikte yerel ticaretin yanısıra, zengin kuzey ve güney ülkeleri ile doğrudan ticaret yapmaya başlayarak, sermaye birikiminin yanında söz konusu toplumlardan etkilenerek sosyo kültürel ve sosyo ekonomik bir değişime girmeye başlar. Özellikle Mekke'de bu ortam içerisinde Hıristiyanlıktan da etkilenen bir entellektüel düşünce hayatı ve din arayışı yeşermeye başlamıştır.
 
Böyle bir ortamda Muhammed 20'li yaşlarının başına kadar Dedesi ve Amcasının himayesinde, kabilesine ait dini ve ananevi inanç sistemi içerisinde yaşamış, siyasi ve sosyo ekonomik yaşama girmesi ile birlikte özellikle Mekke merkezli din anlayışındaki iki politeist mezhepten uzaklaşarak, ilk önce Hıristiyanlarla yakınlaşmış, bu ilişkisi neticesinde Mekke Hıristiyan toplumunun liderinin zengin tüccar yeğeni ile evlenmiş ve bu sayede ekonomik sorunlarını aşarak yaşamında ilk defa kabilesi içerisinde saygın bir yer sahibi olmuştur. Bu süreçte arkadaşı olan ebu Bekir ile birlikte Kureyş dini mezheplerine muhalif bir ittifakta yer almıştır. Özellikle yaptığı seyahatlerde dahil olmak üzere, gelişen sosyo politik entellektüel yaşamında belli bir kesim içerisinde yeni bir din araşıyı boy göstermiş ve Hıristiyanlık ile Mekke politeizminin karışımı olan bir din anlayışına ulaşmıştır. Arap kabile hukukuna uygun olarakta 40 yaşında, (çocukluğundan beri duyduğu sesler ve gördüğü halüsinasyonların tanrısal seçilmişliğin sonucu olduğu kanaatinden yola çıkarak ve belkide yakın çevresininde bu olayları benzer şekilde yorumlayarak teşvik etmesi ile) peygamberlik söyleminde bulunmuştur.
 
Mekke'deki söyleminde, başlangıçta 3 yıl kadar suskun kaldıktan sonraki ilk bir kaç yıl, tek tanrı kavramından bahsetmeden, büyük oranda ahlaki ve tanrısal sevgi ile ilgili konulardan bahseden Muhammed, kendi kabilesinde karşılaştığı direnç arttıkça söyleminide aynı oranda sertleştirerek, kendisine muhalefet edenlerin yaşarken ve öldükten sonra kesin cezalandırılacağı söylemine ulaştı. Mekke'de başlangıçta o tanrının dinini Kureyş kabilesine teblig etmekle görevli, tanrı tarafından seçilmiş, yüksek ilahi vasıflara sahip seçilmiş İnsan iken, gördüğü dirençle birlikte Kureyş dışına çıkarak çevredeki diğer kabile ve aşiretlere yönelen söylemleri ile birlikte adı tanrıyla birlikte anılan ve onun adına Dünya'da söz hakkına sahip bir seçilmiş üstün İnsan vasfına sahip olur. Özellikle yok olma noktasına geldikten sonra, Mekke'deki son 2 senesinden itibaren o artık adı tanrıyla birlikte anılan ve salt seçilmiş üstün İnsan olmasının da ötesine geçerek artık İnsan'lara ve Dünya'ya armağan olarak yaratılan, astral seyahat yaparak tanrı ile görüşen ve ondan aldığı emirlerle gelmiş geçmiş tüm peygamberlerin de peygamberi olmakla kalmayıp aynı zamanda Cin'lerin de peygamberi gibi bir çok ünvanın ve gücünde sahibi olmuştur. O artık tanrının oğlu İsa'ya ve İnsan'lığın atası Adem ile Arapların ve Yahudi'lerin atası İbrahime liderlik (imamlık) yapan bir peygamberdir. Aynı zamanda tüm canlılarında tanrı adına efendisidir, yaşayan ve yaşamayan her şey onun için vardır ve bu ilahi bir yaradılıştır. Bütün bu tanrısal sıfatlar ve rolün önünde o hala tanrının yer yüzündeki halifesi olan ölümlü bir varlıktır sadece.
 
Medine'de durum daha da sertleşince ve müslüman toplumu ekonomik olarak çok zor zamanlar geçirirken, birde düşmanları arasına Medine'li politeist Arap toplum ve Yahudi'ler girince, Muhammed'te sertleşir ve o artık tanrı adına yeryüzünde hüküm veren ve süren kişidir, söylediği ve yaptığı hemen hemen her şey tanrısaldır ve gene tanrı adına toplumun hukuksal, ekonomik, sosyal ihtiyaçları başta olmak üzere her konuda tanrı adına kanunlar (fetva) çıkararak yönetmeye başlar. Sonunda tanrı İslam toplumuna savaşmayı emredince, o artık aynı zamanda savaşçı ve fatihtir'de. Tanrının yer yüzündeki halifesi olarak her yerde ve alanda tek söz sahibi ve erkidir. Müslüman'ı ilgilendiren her şey tanrısaldır ve buna yeni kurulan İslam devleti'nin yönetim esaslarıda dahildir. Bütün bu yeni oluşum içerisinde Muhammed, İslam'ı yavaş yavaş Hıristiyan'lığın devamı olan bir anlayıştan ve sonrasında Yahudiliğe göz kırpan bir yorum olmaktan çıkarıp, zamanla Arap egemen anlayışa sahip bir yapıya büründürür.
 
Elbette o dönemde herkesin algıladığı Muhammed'te farklıdır. Çevredeki Bedeviler açısından o şifacı, tanrısal haber ve hüküm veren bir rahiptir ilk başlarda, Muhammed'in dağıttığı sadakalar daha çok tanrısının memnuniyeti içindir ve sonrasında yağma ve talanlardan verdiği ganimet payı ile o artık emri altına girilmesi gereken büyük bir liderdir. Artık savaş ganimeti almak için bir çok Bedevi kabile, aşiret ve ferd onun liderliğine yada tanrısına güvenmektedir. Diğer yandan kabilesinde kariyer yapmak, yada sınıf atlamak için şansı olmayan, yada kabilesinden kovulmuş olan bireyler için biat edilmesi gereken kaçırılmayacak bir fırsattır. Bazı aşiretler içinse o mucizeler gösteren sifacı bir rahiptir ve üstelik tanrısı diğer tanrıları yenmeyede başlamıştır. Gene bazı kabileler açısından tanrısına verilen zekat ile bilgi ve şifa alınan, önderliği ile ganimet elde edilen bir rahiptir. Belli bir kesim içinse o bol bol sadaka dağıtan eli açık bir rahiptir ve desteklemekle gelecekteki sadakalarında garanti altına alınacağı kesindir. Genel anlamda Arap geleneğine göre sık sık üstün bir savaşçı lider etrafında birleşen ve yağma ile talana çıkan kabileler için o ganimet adına etrafında toplanılması gereken büyük savaşçıdır. Belli bir kesime göre (Müslümanlara yenildikleri için) kesinlikle iteat edilmesi gereken galip toplumun lideridir, bu nedenle tanrısına da saygı göstermek gerekir. Her şeyden öte artık o Medine'de önemli bir kesim için Allah'ın sevdiği kulu ve halifesi olan, kayıtsız şartsız her konuda iteat edilmesi gereken peygamberdir aynı zamanda, gene aynı kesim için o her iki Dünya'nın tanrı adına tek hükümranıdır. Bu hükümranlık tanrının halifesi olarak, tanrı'nın yeryüzündeki halifesi olan İnsan'ların üzerindeki mutlak egemenliği neticesinde tartışılmaz bir halifeliğin sonucudur.
 
Medine'ye göçü ile ölümü arasında geçen sürede Muhammed, gittikçe güçlenen bir ivmeyle Tevrat'ta anlatılan Yahudi kralları gibi saltanat sürmeye başlar. Siyasi evlilikler ve boşatarak evlendiği evlatlığının eşide dahil hoşlandığı kadınlarla yaptığı evliliklerle birlikte ( Süleyman'ın haremine yaklaşamasada), genede dönemi açısından büyük bir hareme ve cariyelere sahip olur. Mutlak güç sahibi olmasına rağmen hala o eşitler arasında birincidir Dünyevi hükümranlıkta, fakat bu sorunu tanrısal esin vasıtası ile söylemine kattığı ilahi kanunlarla aşar. Özellikle ganimet paylaşımında siyasi manevralar yapabilmek ve yeni taraftarlar kazanmak ve kazanılan yeni taraftarları memnun etmek adına yaptığı yanlı taksimatlar, döneminde ilk partileşmelerinde temelini atar. Özellikle Medine'li Araplar (Ensar) Kureyş'in ardından ikinci planda kalmaktan rahatsız olurlar ve sık sık şikayette bulunurlar. Dengeleri gözeten politikaları Mekke'yi feth etmesinden sonra kabilesini gözeten bir politikaya dönüşünce, İslam toplumu başta olmak üzere Arap yarımadasında memnuniyetsizliğe yol açar ve ilk isyanlarla birlikte henüz Müslüman olmamış kabilelerle savaşa yol açar. Ölümü öncesinde Muhammed yaşayan yarı tanrı gibi görülmektedir büyük bir kitle tarafından, genede ölümlü olduğu ve İslama göre (İslam'ı Arap inanç ve geleneklerine göre şekillendirdiği için) sonuçta (özellikle yakın çevresince) eşitler arasında tanrısal seçilim farkıyla halifedir, ölümü sonrası liderlik bir başkasına geçmek zorundadır ve yerini alacak bir oğluda yoktur. Özellikle Mekke'nin alınmasından sonra yavaş yavaş kamplaşmalar ve ittifaklar başlar Müslümanlar arasında. Onun ölümü ile birlikte İslam gerçek anlamda yeni bir yola ve şekle bürünecektir.
 
Muhammed'in ölümü ile alanen ortaya çıkan taraflar arası egemenlik savaşı, Ensar'ın iktidarı oldu bitti ile ele geçirme girişimini (kendi aralarında ikiye ayrıldıkları için aslında başarısız olan) son anda öğrenen ve Muhammed'in cenaze hazırlıkları devam ederken yaşanan pazarlıklar neticesinde iktidarı ele geçiren, Kureyş'in zayıf aşiretlerinin ortak seçimi olan Ebu Bekir'in iktidara gelmesi ile egemenlik savaşı kulislere taşınmıştır. Bu arada Haşimiler kendi aralarında bir birlik oluşturamadıkları ve seçimi yapan taraflarca iktidardan uzak tutuldukları için uzun bir muhalif döneme girerler. Kureyş'in en güçlü aşireti olan Emeviler, yani yenilene kadar İslam'ın en büyük düşmanı olan Ebu Süfyan liderliğindeki Emeviler, iktidarı talep edecek siyasi zemine henüz sahip değildirler ve Osman üzerinden muhalefete dahil olurlar. Bu süreçte Ebu Bekir, tanrının halifesi olan Muhammed'in halifesi olarak (aslında tanım çok uzundur ve Ömer'in iktidarında kısaltılarak emir ül müminun diye kullanılmaya başlanmıştır) saltanat koltuğuna oturmuştur. Onun Muhammed'in halifesi ünvanını alması, dönemindeki savaşlarda İslam birliğinden ayrılanlar açısından, özellikle Muhammed'in ölümü ile aralarındaki antlaşmanın bittiğine inanan kabileler açısından da önem arz ediyordu. Ebu Bekir’in kendisine “Resul’ün Halifesi” unvanını vermesinin geri planında böyle bir düşünce yatmaktadır. Sonuçta o ve ardılları Allah adına onun dinini yönetmek için İslam toplumuna lider oldular.
 
İki yıl süren Ebu Bekir'in iktidarlığında esas sorun, henüz devlet olamamış İslam birliğinden ayrılan kabileler ve aşiretler olmuştur elbette. Çoğunlukla kabile ve aşiretler aslında kendi anlayışlarına paralel olarak, Muhammed ile yapılan akid bittiği için ayrılmaktadır. Bu arada özellikle yemen ve körfez bölgesi kabileleri yenilerek biat ettikleri yönetimin güçsüz düştüğünü düşünerek isyan başlatmıştır, bazı kabile ve aşiret isyanları Muhammed'in hastalanması ile başlamıştır. Muhammed'i taklit eden peygamberlerin bu savaşlara dahil olmasıyla isyanlar, Medine, Mekke ve Taif dışındaki tüm Arap yarımadasında büyük bir başkaldırıya dönüşür. Sonuçta Medine, lokal bir durum arz eden ve bir kaç kabile dışında kuvvetli bir güç ortaya koyamayan bu isyancıları yener ve elde edilen genimet ve paylaşımı bazı durumlarda sorun yaratır. Tüm bu süreç esnasında başta Haşimi'ler, Ensar, Emevi'ler ve kısaca bütün kabileler egemenlik için mücadeleye başlamıştır. Muhammed'in kızı Fatıma ve onun eşi Ali, ayrıca miras üzerinden Ebu Bekir'e muhalefet yaparlar. Bütün bu olanların üstüne Ebu Bekir, ölmeden önce Ömer'i yerine halife adayı olarak bırakınca hırslar keskinleşir.
 
Ömer'in taraflar arası dengeleri gözeten sert yönetimi ve muhaliflerin henüz organize şekilde saflaşmamış olması nedeniyle muhalefet kulislerde yaşamaya devam etmiştir. Ömer isyanların bittiği bir dönemde içerideki gücü fetihlere yönelterek ganimete dayalı İslam'ın sosyo ekonomik anlayışını güçlü bir devlet kurmak için kullanmıştır. Özellikle Yahudiler başta olmak üzere gayrı müslimlerin Arap yarımadasından çıkarılması ve direnenlerin ganimet olarak elde edilmesi ve Irak, Mısır ve Suriye'nin işgal ve kolonize edilmeye başlaması ile birlikte, Ömer devrinde ilk defa yeni sorunlar baş göstermiştir. Ele geçen ganimet para, köle vb. mal olarak o kadar çoktur ki Araplar birden hayatlarında görmedikleri kadar zenginliğe ve ele geçirilen yerlerde mevkilere sahip olurlar. Buna mukabil Medine'de sahabelerden oluşan bir aristokrasi ortaya çıkar ve hiç bir şey yapmadan oldukları yerde zenginliklerine zenginlik katmaya ve güçlenmeye devam ederler, aslında Ömer'de gücünü bu yeni aristokrat zümreden ve ganimetten hatırı sayılır pay alan askeri liderler ile valilerinden almaktadır.
 
Bütün bu göz kamaştırıcı başarıların sonucunda ele geçirilen araziler, İslam ganimet anlayışına göre fatihlerin arasında pay edilmesi gerekirken Ömer, söz konusu arazileri fatihler arasında dağıtmak yerine tümünün beytülmale ait olduğunu ilan etti. Üstelik bunu ganimetlerin dağıtılmasına ilişkin açık ayetlerle çelişme pahasına ve kendisine yapılan itirazlara rağmen yaptı. Bu durum özellikle cihad'a katılan herkesle birlikte, zayıf aşiretler ve onlara mensup Medine aristokrasisinde söz sahibi sahabeler arasında memnuniyetsizlik yarattı. Söz konusu uygulama aslında uzun vadede şam valisi Yezid ve halefi Muaviye'ye yaradı. Neticede devletin kasasına fazladan ve yeni kaynaklardan para girmeye başladı. Aynı dönemde eyalet başkentleri ile Askeri garnizonlara atanan valiler ve onların emrindeki yerel halktan gelen eski devletin aristokratlarından oluşan bürokratlar sınıfı ortaya çıkar. Bu sınıf haksız kazanç elde etmek için tüm sınırları zorlar ve sık sık şeriatın dışına çıkmaktan çekinmez. Tüm bu olayların sonucun yenilen ve köle olanlar başta olmak üzere, İslam devleti içerisinde yaşayan gayrı müslümler ile mevali denilen sınıflar ortaya çıkar. Özellikle köleler özgür olmak adına Müslüman olmaya başlarlar, buna mukabil ganimet gelirleri azalan fatihler yani askeri sınıf bu hareketi önlemek için tedbirler alır. Sonuçta içten içe kaynayan bir çok sınıf yönetimden memnun değildir ve muhalefet gizli gizli ittifaklar kurmakta ve örgütlenmektedir.
 
Bu süreçte halife, (Muhammed'in tek başına kullandığı) dini, askeri ve siyasi yetkisini eyaletlere atadığı Vali, ordu kumandanı ve sonradan Kadı olarak adlandırılacak olan dini lidere devreder. Sonuçta Küfeliler, Basralılar, Şamlılar ve Mısırlılar kendilerine gönderilen bu din adamları sayesinde ve onların yorumladıkları şekilde islamı öğrendiler ve şekillendirdiler. Bu durum İslam'daki ilk partileşmeninde başlangıcı oldu. Bir başka deyişle siyasi görüşler ve dinsel öğretiler aynı anda bu yeni eyaletlere aktarılmış oldu. Artık Medine'deki muhalefet ve güç dengeleri yavaş yavaş ilerde etkili olacakları ve mezhepleri oluşturacakları eyaletlere doğru kaymaya başladı. Her kabile ve aşiret bu yeni eyaletlerin belli bir yerinde yada tamamında etkin güç haline gelecek etkinliği başlattı. Kabile ve aşiretler arası egemenlik savaşları eyaletlere taşındı ve güçsüz düşen aşiretler en uzak eyaletlere göç etmek zorunda kaldı.
 
Ömer ölmeden önce içinde bulunduğu güç dengelerini de gözeterek her bir muhalif partiden bir aday olmak üzere 6 kişiyi (halefini kendi içerisinden seçmesi için) aday gösterdi. Bu adayların öne çıkan vasfı ise “ilk Müslümanlardan oluşları, Muhammed'e yakınlıkları” ve ''Aşere-i Mübeşşere’den'' yani henüz hayatta iken Muhammed tarafından “Cennetle” müjdelenmiş olmaları idi. Bu 6 kişi içerisinde sultan olmayı en uzun süredir bekleyen elbette Osman'dı. Sonradan Ali'nin iktidarında ayaklanarak egemenlik iddiası ile ortaya çıkacak ve Muhammed'in akıllı ve bir dönem siyasetinde içerisinde olan eşi (ve aynı zamanda Ebu Bekir'in kızı olarak ayrı bir öneme sahip) Ayşeyi'de aralarına alarak iç savaşın ilk çarpışmalarını başlatacak Zübeyr ile Talha heyetin en zayıf isimleridir. Heyetteki b. Avf ile Ebi Vakkas aslında daha ılımlı ve geri kalan toplumu hoşnut etmek için heyete alınmış isimlerdir ve hiç bir şanslarıda yoktur. Çekişme Haşimiler adına Ali ile Emeviler adına Osman arasında olur ve heyetteki 4 isim (genel olarak Medine aristokrasisi) dışarıdan yönetebileceklerini düşündükleri Osman'ı iktidara seçerler.
 
Osman bir ömür beklediği iktidara kavuştuğunda neler hissetti bilemeyiz, ancak Emeviler'in bu seçime çok sevindiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Osman ilk bir kaç yıl Ömerin Hassas dengeler üzerine kurulu olan atamalarına ve uygulamalarına dokunamadı ama yavaş yavaş kendi aşiretini devletin her kademesine yerleştirerek kadorlaşmayı başlattı. 5 ila 6 yıl içerisinde devlet neredeyse tamamen Emevi aşiretinin eline geçmiştir artık. Bu arada Osman islam kanunlarını açıkça çiğnemekte bir zorluk görmez, yapılan tüm İslam şeriatına aykırı uygulamalara özellikle Medine Aristokrasisi ses çıkarmaz, bir kaç cılız ses ise sürgüne gönderilir yada inzivaya çekilmeleri sağlanır. Artık yeni kurulmakta olan İslam devleti açık ve alanen Emevi'lerin ihtiraslarını doyurmak için çalışmaktadır. İdarecilerin haksız kazançları, kötü ve zalim yönetimi İnsan'ları isyana teşvik eder, unutulmamalıdır ki İslam'a aykırı alınan hukuki kararlar en az bunlar kadar İnsanları kızdırmıştır. Nihayetinde Osman'ın keyfi uygulamaları, iktidarının son 5 senesinde alanen tepki çekmesi ve karşı seslerin açık itirazının duyulmaya başlaması ile birlikte iç savaşın cepheleşmelerinide beraberinde getirir.
 
Neticede eyalet başkent'lerinden gelen ve Medine'dekilerle birleşen, değişik muhalif gruplara üye kişilerden oluşan bir isyan ordusu, Medine aristokrasisininde desteğiyle Osman'ı iktidardan çekilmesi için tanrı adına zorlar, Osman iktidarın kendisine tanrı tarafından verilmiş bir hak olduğunu ve ancak tanrının alabileceğini iddia eder. Bu süreçte Medine içerisinde, seçkin sahabelerden oluşan Medine Aristokrasisine mensup kişiler, (ileride kan davası güdülmemesi adına) bir katliamın önüne geçmek için çaba gösterirken, aynı zamanda söz konusu isyancı grubun uzun bir süre Osman'ı istifaya zolamak için Medine'de terör estirmesine göz yumar. Bu arada Emeviler hemen Medine'nin dışında hatırı sayılır bir askeri gücü konuşlandırmış ama olaylara müdahale etmemiştir. Yaşanan aslında muhalif partilerin güç savaşıdır ve bu da Osman üzerinden oynanmaktadır. Bir ara Osman'nın (yada yeğeninin) yazdığı bir teminat mektubu ile Medine'den ayrılan isyancı grubun asli kısmı, Osman'ın özellikle Medine Aristokrasisini çok sinirlendiren Cuma hutbesi ve Medineli'lerin Osman'ı taşlayarak evine kovmaları üzerine geri döner. Netice'de Osman iktidarı bırakmamakta direnince, özellikle Emeviler'in işine yarayacak olan kaçınılmaz son yaşanır ve 3. halife 2.si gibi bir süikastle kamuoyunun gözü önünde öldürülür. Osman'ın katli aslında eski bir Arap geleneği olan ve her kabileden bir kişinin katılımı ile gerçekleştirilen kadim siyasi cinayet geleneğine uygun yapılmıştır, hatta sonradan Ayşe yolu ile hadis rivayet edilerek tarih kısmen değiştirilmeye çalışılsada, katilleri arasında kadim dostu Ebu Bekir'in oğlu gibi çok yakın tanıdıkları ve sahabe vardır aynı zamanda. Medine'de uzun bir süre kaos hakim olur, Medine Aristokrasisi Osman'a o kadar kızgındır ki cenazesi uzun bir süre kaldırılmaz ve en sonunda gizlice bir gece yarısı bir kaç kişi ile kaçırılmak istenirken Medine'liler durumu fark eder ve cenaze alayını taşlarlar, sonuçta namazı bile kılınmadan Yahudi mezarlığına defnedilir.
 
Aynı saatlerde Ali, Peygamberin mescidinde kendisini tanıyanlarca Halife seçilir. Aynı günlerde Talha ile Zübeyr açıkça egemenlikten pay isterler, red edilincede başlamış olan iç savaşın da etkisi ile Mekke'ye geçerek muhalif isyanlarını organize etmeye başlarlar. Herkes şimdi ortak hareket ederek gerçekleştirdikleri cinayet üzerinden Ali'yi sıkıştırmaya başlar, Talha ile Zubeyr tıpkı Emeviler gibi Osman'ın katillerinin cezalandırılmasını isterler. Sahabeler ve kabileler zaman içerisinde ağırlık ve güç dengelerini eyaletlere kaydırdıkları için gerek Ali gerekse Talha ile Zubeyr Medine ve çevresinde savaşamayacaklarını anlayınca güçlü olduklarını düşündükleri eyaletlere çekilirler. İki grup arasındaki savaşı Ali kazanır, rakiplerinden bir tek Ayşe'nin canını bağışlar. İç savaşın bu ilk muharebesinde sahabe'lerin büyük bir çoğunluğu ölür. Ali artık açık açık egemenlik mücadelesi veren Muaviye ile savaşmak için hazırlıklarını bitirir ve Şama doğru ordusunu yola çıkarır. Muaviye yapılan savaşta ilk defe eski bir Arap geleneğine uyarak kutsal argümanları kullanır ve savaş alanından yenilmesine ramak kala yaptığı manevra neticesinde tam olarak kabul edilmemişte olsa halife ünvanı ile ayrılır.
 
Bu süreç Ali önderliğinde birleşmiş olan kabilelerin bazılarının ayrılarak kendi halifelerini seçmeleri üzerine iki cepheli ve üç ordulu bir iç savaşa dönüşür. Ali kendisinden ayrılanlarla yaptığı muharebeler neticesinde onları sindirir ve tekrar Muaviye ile halifelik üzerine savaşa girer ve kaybeder. Ali'nin ölümü üzerine büyük oğlu halife seçilir ama oda 4 ila 6 ay içerisinde hatırı sayılır bir para bazı siyasi iltimaslar karşığılında halifeliği Muaviye'ye bırakarak sahneden çekilir. Gerek Haşimi'lerin içerisindeki liderlik yarışı, gerekse Ali oğullarının kendi içerisindeki çekişmeler kendi aralarındaki birlikteliği zorlar. Haşimiler içerisinde iktidarı ele geçirme isteği bir süre sonra Ali'nin ikinci oğlu üzerinden Muaviye'ye karşı ayaklansada fazla destek bulamadan hungarca katledilerek sonlandırılır. Artık Emevilerin devri başlamıştır, üstelik Mekke'de iktidarı kaybettikten yaklaşık olarak 30 yıl sonra, zorla kabul ettikleri İslam'ın mutlak sultanları olarak.
 
Muaviye ile başlayan Emevi hanedanlığı ile birlikte Arap geleneklerine göre ilk defa bir İslam devleti kurulmuştur. Emeviler güçlerini büyük oranda Arap kabilelerin kendilerine biatından almışlardır. Bu tarihten itibaren 20. yy başlarına kadar sürecek olan birden fazla halife'nin aynı anda hüküm sürmesi sürecide başlamıştır. Emeviler atadıkları valiler aracılığıyla eyaletleri sıkı bir takip altında tutarak, topladıkları vergiler ile besledikleri bürokrat sınıfı kullanarak iktidarlarını sağlamlaştırmışlardır. Bu süreçte (öne çıkan) özellikle uzak eyaletler başta olmak üzere Arap olmayan eyaletlerin her bakımdan sömürülmesi, Mevali'nin üzerinden bir rant ortamının yaratılması ve asli unsur olan Müslüman'ların Arap olmadıkları gerekçesi ile Müslüman'lıklarını tanımama ve onlardan daha fazla vergi alma yoluna gitmeleri neticesinde, halk herkesimden sınıfları ile Emevi iktidarına karşı sık sık ayaklanmış ve her fırsatta mücadele başlatmıştır. Emeviler işi o kadar ileri götürürlerki, Arap olmayan yada seçkin bir aşirete Mevali olarak mensup olmayan Müslüman sayılmamaktadır, bu nedenledirki en büyük muhalefet ve direnişi ise Mevali sınıfı ortaya koyar.
 
Ömer'in ganimet üzerinden gelen arazileri devlete ve bazı seçkin yerel kişilere ayırmasına başlangıçta itiraz etmeyen askeri sınıf, neticede Emevi hanedanlığın da artık ganimetin en değerli kısmını ellerinden kaçırmış olmanın verdiği bağımlılık ile sultanın emrine bakar olmuştur. Bu nedenle sık sık ortaya çıkan anlaşmazlıklar (iç savaşın devamı niteliğinde) özellikle uzak eyaletlerde ayrılıkçı isyanlara ve kısa süreli bazı hükümranlıklara dönüşen savaşlara yol açmaktadır. Gene aynı şekilde sık sık çıkan isyanlarda ganimetin yeniden taksimini isteyen askerlerce eyalet kasaları yağmalanıyordu. Uzun bir süre Emeviler Suriye, Mısır ve Mezopotamya dışındaki eyaletlerde açık ve gizli muhalefet ile mücadele etmiş ve bu toprakları ancak zor kullanarak ellerinde tutabilmişlerdir. Yaklaşık bir yüz yıl süren iktidarlarında, gizliden gizliye diğer siyasi asli unsurlarla ittifak yapan Haşimiler'le mücadeleleri devam etmekle beraber, asıl mücadeleyi yeni ortaya çıkan Mevali sınıfı ile yapmışlardır. Sonuçta iktidarlarını gene Mevali sınıfa dayalı olarak ortaya çıkan ve Haşimi'lerin iktidara en yakın aşireti olan Abbasi'lere devrederek tarih sahnesinden silinirler.
 
Mevali sınıfını ve ortaya çıkışını kısaca anlatmakta fayda var. Mevali klasik Arap geleneklerine göre; köleyken özgür olan, eski sahiplerine hukuken bağlı kalan ve o kabile içerisinde anılan yada Hicaz'da yaşayabilmek yada ticaret yapabilmek için kuvvetli bir kabileden sığınma ve kısmi vatandaşlık alan kişidir. Ömer ve Ali döneminde uzak eyaletlerdeki istisnalar dışında mevali toplumu hukuki bir ayrım görmemekle beraber, Arap geleneklerine paralel olarak fiiliyatta ikinci sınıf vatandaştır. Emevi iktidarı ile birlikte sayıları gittiçe artan ve köle olarak para eden kişilerin Müslüman olmasına paralel, maldan zarar ettiklerini gören Arap fatihlerin Müslüman olmayı zorlaştırması, buna rağmen Müslüman olanların hala kafir statüsünde tutulması ve vergilendirilmesi hızla yaygınlaşır. Tüm bu engelleri aşan ve Mevali statüsüne kavuşan kişi İslam toplumunda hala ''abd'' köle ismini taşımaya devam etmiş, kendilerine mahsus camilerde ibadet ve orduda ancak (en az ganimet elde edilen) yaya asker statüsünü elde edebilmişlerdir. Mevalinin şeriata uygun olarak ganimet almasını istemeyen Arap'larca, uzun bir süre her alanda ikinci sınıf vatandaş olarak baskı görmesi, onu farklı muhalif yönlere ve özellikle isyanlara da sevk etti. Tüm bu süreçte iktidarlar meşruiyetlerini aldıkları Arap kabilelerini memnun edebilmek için, halkı harac verir halde tutabilmek mecburiyetinde olduğunu gördü, hattâ bu halk islam olmuş  olsa bile.
 
Abbasi iktidarı içinden çıktığı Mevali kültürüne paralel bir seyir içinde yer alır başlangıçta. İktidarını güçlendirdikten sonra oda Arap geleneklerine sarılır ve Emevi'leri aratmıyacak bir zorba rejimi dayatır tüm eyaletlere. Emevi'lere muhalif olan gruplar bu sefer Abbasi'lere muhalefet etmeye başlar, benzer sorunlar ve istekler gündemden düşmez. Bazı islahat çalışmaları yapılmaya çalışılsada Abbasi dönemi genel olarak isyanların ve ayrılıkçı savaşların dönemidir. Özellikle uzak eyaletler tam bir sömürü içerisinde zaman zaman İnsan'lıktan çıkan valilerce mutlak egemenlikle yönetilir, buna mukabil zamanla Abbasi halifeleri iktidarını özellikle köle Türkler'den oluşan bir  ordu ile paylaşmaya başlar, onlar artık fiiliyatta sadece Bağdat'ın yöneticisidirler. O dönemde eyalet valileri için kullanılan terim ''bir eyaleti yemek veya onu bir dişi deve gibi sağmak'' şeklinde tercüme edilebilir. Neticede gittiçe güçlenen yeni köle askeri sınıf zaman içerisinde Abbasi'leri iktidardan devirerek yönetimi ele geçirirler.