Ortadoğulu Dinlerin Atası Yada Yaygın Deyişle
İbrani Dinlerin Atası
Günümüzdeki yaygın inanışa göre 2 değişik
İbrahim miti ve onun alt versiyonları vardır. En eski olanı Yahudi ve
Hıristiyan mitolojisindeki ata olarak tanınan İbrahim, ikinci olarak İslam
mitolojisindeki üstün peygamber ve milletlerin atası olarak saygın yeri olan
peygamberlerin ve dininde atası olan bir cengaver olarak din ve zürriyet kurucu
olan İbrahim’dir.
Arkeolojik ve bilimsel incelemeler
neticesinde günümüz itibari ile İbrahim adı ile yaşamış bir kral, rahip yada
kabile olmadığı gibi bir yer adı olarak da karşımıza çıkmaz. Yahudi, Hıristiyan
ve İslam dini kitapları (Apokrif, sözlü vb. adlarla anılan diğer inanç bazlı
mitolojiler dahil) incelendiğinde ve arkeolojik verilerle birlikte ele
alındığında, karşımıza kesin yaşadığı belli olmayan bir mitoloji kahramanı
olarak çıkar İbrahim. Yahudi ve Hıristiyan mitolojisindeki İbrahim’in ataları
olarak sayılan isimler, bizi son verilere göre İbrahim’in doğduğu yer olarak
kabul edilen Urfa / Harran merkezli antik yer adlarına götürür, bölgedeki bir
çok höyük şeklindeki antik yerleşke adı karşımıza İbrahim’in atası olarak
çıkmakla kalmayıp, aynı zamanda İbrani dinlerdeki mitolojik söylemlerin ana
düşüncesini oluşturan bir kesintisiz peygamber sülalesi fikrinin, günümüzde
Yahudi olarak adlandırılan toplumun bazı atalarının yaklaşık 4000 yıl önce Urfa
civarında yaşadıkları yer adları olduğu gerçeğine götürür.
Tevrat,
İncil ve Kuran ile birlikte bilimsel kitapların incelenmesinden başlangıçta
İbrahim’in kişisel bir tanrısı olduğunu, bu tanrı kültünün zamanla aile tanrısı
kültüne ve oradanda İsrail’in tanrısı olarak kabile tanrısına dönüştüğünü
görürüz, tüm bu değişim kuşaklar boyu sürerken yerel tanrılar ve tanrıçalarla
birlikte kaynaştığını ve zaman zaman yer değiştirdiğinide görmekteyiz. İbrahim, Mısır’a gitmeden önce ve
Mısır'dan döndükten sonra Filistin’de bir çok yer dolaşmış, son olarak Hebron’a yerleşmiştir. İbrahim'in Filistin
bölgesine göçünden sonra ise, tebliğini kendi ailesi içinde sürdürdüğünü,
hükümdarlardan uzak kalmaya çalıştığını görüyoruz. İbrahim, aynı zamanda sürülerine otlak
arayan bir kabile başkanı olarak takdim edilmektedir. Tevrat'ta da O’nun mal
varlığından, sürülerinden ve kölelerinden sık sık bahsedilmektedir. Yahudi
kaynaklarda İbrahim’in, gittiği yerlere mezbahlar (kurban kesme yerleri,
mabedler) inşa ettiği belirtilirken, İslam tarihçileri O'nun gittiği yerlerde
mescidler inşa ettiğini kaydetmektedirler. Tevrat ve sözlü Yahudi
rivayetlerinde İbrahim, aynı zamanda bir savaşcı ve ordu kumandanıdır. Bütün bu
anlatımlarda birden çok kişinin mitolojik söylencelerde birleşimi olan İbrahim olarak
karşımıza çıkar.
İbrahim’in ata olarak yaygın kabul görmesi
ilk olarak Hıristiyanlıkla başlar, ondan önce İbrahim sadece kendilerine İbrani
/ Yahudi yada İsrailoğulları diyen kabileler bütününde ata olarak kabul
görmektedir. Miladi üçüncü yüzyıldan itibaren Hicaz bölgesine göç eden ve egemen
güçlerce dışlanan Yahudi ve Hıristiyan kabilelerce bu ata kültü bölgedeki
politeist inançlı yerlilerede aktarılır. En belirgin ve detaylı şeklini,
İslam’ın çıkışından 2 yüz yıl sonra almaya başlayan, İbrahim’in bütün dinlerin
ve İnsanlığın atası fikrinin İslam’da doktirine edilmesi ile birlikte yaklaşık
bin yıl İnsanlar bu inançla yaşarlar.
Afrika’dan çıkarak Dünya’ya yayılan
İnsan’lığın, İbrani dinlerin söyleminin aksine doğa üstü tanrı fikrinde, ilk
önce doğa’nın bir parçası yada hayvanlarla özdeşleştirdiği ve anlayamadığı
olayların faili olan tanrı fikrinden, İnsan ile özdeşik hale getirdiği şekliyle
devam ettiği, ruh ve atalar kültü ile birlikte yaratıcı olmayan soyut tanrılar
edindiği, bu arada göksel objelere tapınma neticesinde ilk göksel tanrı fikrini
bulduğu bilinmektedir. Bilinen anlamda ilk monoteist tanrı inancı Eski Mısır’da
tanrı Amon adına kısa bir süre hüküm sürmüşsede, fikir ancak o dönemde Mısır’da
köle olarak bulunan bazı Yahudi kabilelerince kendi inançlarına dahil edilerek
orta doğuya taşınmış ve politeizm burada yavaş yavaş monoteizme dönüşürken,
Dünya’nın geri kalanında politeizmin değişik versiyonları orta doğulu İbrani
dinlerden yalıtılmış ve bağımsız olarak gelişmiş ve değişmiştir. Tevrat’ta kabile tanrısı olan kavram, İncil’de tanrı, oğlu ve tanrıça
olarak kabul gören Meryem kültünü yani politeist bir inancı tasvir ederken
İslam ile birlikte ancak tek tanrı kavramı yerleşir keza Tevrat içerik olarak
başka tanrılarında varlığını kabul eder.
İbrani dinlerin söyleminin aksine Asya,
Afrika, kuzey ve güney Amerika, Avusturalya kıtaları ile kuzey kutup
bölgesindeki kabileler ve Okyanusya dahil olmak üzere yapılan incelemelerde
genelde tufan, yaradılış vb. bir çok söylem dış hatlarıyla benzer şekilde İnsanlığın
politeist mitolojik inançlarında yer almakla beraber, bu bölgelerde asla
monoteist bir dinsel inanç oluşmamış, her kabile kendisini yaradılışın en şeçkin
İnsanları kabul etmiş ve doğal olarakta kabile tanrısı fikrini geliştirmiş, tüm
bu İbrani söylemlerin aksine bazı yerlerde olduğu gibi mesela Avusturalya’da
yapılan antropolojik incelemelerde, Aborijinler’de aynı kökten gelen ama dil gruplarının
birbiriyle anlaşamadığı 600 dil bulunduğu saptanmıştır. Ama neredeyse
hiçbirinin dilinde, kölelik, köle, din, kitap, din adamı, şef, peygamber, reis,
sömürü kelimeleri bulunamamıştır.
Yahudilik’te İbrahim bilinen Tevrat’lar ve egemen
Yahudilik’ce yasak kabul edilen kitaplar ile sözlü mitoloijilerde karşımıza değişik anlatımlarla
çıkar. Bir biri ile çelişen söylemleri ile Tevrat sık sık tarihsel ve
matematiksel hataları içeren mitolojik İbrahim öyküleri anlatır. Özellikle kişi
adları ve kişilerin yaşları konusunda sık sık hatalı yazımlar söz konusudur, bu
hataların gerisinde birden çok kişinin tek kişide özdeşleşmiş anlatımı olduğu
gibi yer ve kabile adlarının, zaman içerisinde birden fazla kaynaktan
alıntılınarak yazımı nitecesinde ortaya çıkan anlam bozukluğuda vardır. Tevrat’ta
Musa’nın yazdığı kabul edilen ilk beş kitabı içerisinde Yaradılış 12-50
bölümlerinde anlatılan İbrahim, Yahudi Apokrif kitaplarda ve sözlü gelenekte
daha geniş ve çeşitli betimlemelerle anlatılır.
Yahudi kaynaklar İbrahim'i, yazının mucidi olarak
gördükleri gibi, astronomi ve matematik alanında da O’nun çok bilgili olduğunu,
ayrıca Sihir ilmini ve diğer gizli ilimleri bildiğini anlatırlar. İbrahim'in
mirac ettiği, Tanrıyı gördüğü, Tanrı’nın mirac da İbrahim'e, hayatın bütün sırlarını
gösterdiği, orada hukukun bütün sırlarını öğrendiği anlatılır. Sözlü gelenekte İbrahim,
hastalarını iyileştiren bir şifacı olduğu gibi, ziraat alanında bir kaşiftir. O
dönemde tarlaya ekilen tohumların ve mahsülün haşerattan nasıl korunacağını
çiftçilere o öğretmiştir.
Tevrat, İbrahim'i, daha ziyade bir ata olarak takdim
eder. Kabile başkanı, hatta savaşcı bir ced. Tevrat, İbrahim mitinde, din ile ilgili bazı konuları
anlatmakla beraber, İbrahim'i bir din kurucusu olarak anlatmaz. Tevrat’ta İbrahim’in ateşe atılması yoktur. Tevrat’ta İbrahim’in
ataları olarak sayılan isimler aslında Kuzey Mezopotamya’da yer adlarıdır. Tevrat’ta yer alan İbrahim mitinde esas
unsur, İbrahim'in
soyundan gelecek olan Tanrının kavmi İsrailoğulları’na
yönelik Tanrı Yahve'nin planıdır. İbrahim'le yaptığı
tüm sözleşmelerde tanrı, Filistin-Ürdün bölgesindeki
toprakları İbrahim'in
zürriyetine (İsrailoğullarına) verdiğini vurgular. Tevrat’taki mitte
İbrahim'in önemi İsrailoğulları’nın atası olmasında yatar. Filistin-Ürdün (Kenan) politeizminin Tanrılarına ait
birçok ismin
(Yahve, EI, Şeddai vb.) Tevrat mitlerinde, özellikle de İbrahim ve İshak
gibi kurucu ataların mitlerinde tanrının ismi ya da isimleri olarak kullanılmaktadır. Bir çok tanrı adı barındıran Tevrat, Kuran gibi monoteist
bir söylemden uzak şekilde, adlarını andığı tanrıları kabul ederek henoteizmi ya da monolatriyi andıran
bir yapıya bürünür. Tevrat’taki İbrahim
mitinde Tanrı sadece
göğün tanrısı kabul edilirken, İbrahim’den sonra tanrının, hem yerin, hem de
göğün Tanrısı olarak kabul edilmeye başlandığı görülür.
Hıristiyan ve Yahudiler’ce apokrif (sahte) sayılan ve
Tevrat’ta olmayan bilgiler içeren İbrahim’in Vahyi isimli eser ile İbrahim’in Ahdi ve Ayrıca Midraş rivayetlerde, İbrahim’in
hayatı ve diğer dinsel temalardan daha geniş ve renkli bahsedilir. İbrahim’in Vasiyeti’nde ölüm problemi, doğru ve yanlış davranışların Tanrı’nın
mahkemesindeki durumu konularını öne çıkarır. Bu mitsel anlatımda İbrahim ölümünden
önce bazı ilahi sırlara sahip olmuş ve gökyüzüne yükselmiştir. Kitapta öldükten
sonra mahkemenin nasıl olacağının yanı sıra görevli melekler, mizan, amel
defteri, şefaat, mükâfat ve ceza konularına da değinilmiştir. İbrahim’in vahyinde, İbrahim’in politeist
inanç yerine kendi kabile tanrısına tapınması ve politeist eski kabilesine
karşı mücadelesi ile onun miracı, orada gördükleri, geçmişte olanlar ve
gelecekte olacakların bilgisine sahip olması anlatılır.
İbrani
dinlerde bahsi geçen ve en çok tartışılan konu İbrahim’in yasak olmasına rağmen
kız kardeşi ile yaptığı evlilik ve onunla çıktığı seyahatlerde onu karısı
olarak tanıtıp yerel kralın haremine sokmasıdır. Tevrat ve diğer Yahudi kaynaklarda karısının, İbrahim
tarafından kızkardeşi olarak tanıtılması olayı iki yerde betimlenir. Birincisi,
Mısır'da Firavun'a karşı, İkincisi ise Gerar ülkesinde kral Abımelek'e karşı,
hatta üçüncü olarak oğlu İshak’ın karısı Rebeka’yı (aynı zamanda kız kardeşi) yine
Abımelek’e karşı aynı şekilde takdim ettiği Tevrat’ta anlatılır. Konu Filistin-Ürdün (Kenan) mitolojisinde karşımıza çıkan büyücü
ve tılsımcı rahiplerin kız kardeşleri ile birlikte bir ikili oluşturarak, bazı
tılsımlar ve büyülü olduğuna inanılan kadının harac alınacak kişinin konutuna
bırakılması ile paralellik arz eder, eğer konut sahibi büyücü rahibin istediği
haracı ödemezse lanetlenir ve başına belalar gelir, söz konusu inanç benzer
şekilde Hitit mitolojisi dahil bölgedeki bir çok inançta karşımıza çıkar.
Eski
Ahid'de olduğu gibi Yeni Ahid'de de İbrahim bir din kurusucu ve politeist
inançla mücadele eden peygamber olarak tasvir edilmez. O tıpkı Yahudilik’te
Olduğu gibi atadır. İncilde (Yeni
Ahid'de) çok kısa olarak Elçilerin işleri 1-20 /
Romalılar 1-14 / Galatyalılar 7-12 bölümlerinde bahsedilir. “Bizler köle kadının değil, özgür kadının çocuklarıyız” diye
övünerek, Hıristiyanlar kendilerini İbrahim’e ve onun aracılığıyla peygamberler
silsilesine bağlarlar. Pavlus’un teorize edişiyle Hıristiyanlar İbrahim’i bir
inanç modeli olarak kabul ederler, bunuda İncil’de İsa’nın, soydan ziyade asıl
İbrahim’in yolunda olmanın önemine değinen ve Yahudileri inatlarından
vazgeçerek kendisine inanmaya davet eden bölümle özdeşleştirirler.
İslam’da
İbrahim bir çok özellik ve sıfatla birlikte anılır. Sadece ata değildir, hak
dinin kurucusu, mücahid, putlarla ve zulümle savaşan vb. bir çok özellik
İbrahim ile birlikte anılır. Aslında İbrahim üzerinden anlatılan Kuran
hikayelerinde İslam ve doğal olarak din yeniden kurgulanır ve yapılandırılır.
Neredeyse İbrahim ve Muhammed fizyolojik ve pisikolojik olarak ikiz kardeşten
bile daha benzer bir durumda betimlenirler. Belli bir dönemden sonra
Muhammed’in siyasi ve dini mücadelesi İbrahim üzerinden yürütülür (Maide suresi, ayet 82). Bütün bunlar yapılırken elbette yeni argümanlar bulmanın yanı
sıra, yeni bir tarihsel kurgunun dışında, yeni bir eski din ile birlikte
tarihte ilk defa monoteist bir din ve tanrı anlayışıda kurgulanır ve doktrine
edilir.
İslam öncesinde
Mekke’de ve genel olarak Arap yarımadasında İbrahim hakkında bir çok değişik
mit bölge halklarınca bilinmektedir. Bölgeye Muhammed’den yüz yıllar önce
bireysel yada aşiretler halinde göç etmiş egemen inanca muhalif Yahudi ve
Hıristiyan inanca sahip kabileler ve hatta İncil tespit konseylerine katılan
piskoposluk merkezleri vardır. Elbette bütün bu kabile ve aşiretler Yesrip
(Medine) istisnası dışında genel olarak Yemen, güney Arabistan ve El-cezire
merkezli yerleşime sahiptirler. Özellikle Yemen tarihi boyunca uzak doğudan
gelen ticaret yolunun kontrolü için bölgedeki süper güçlerce istila
edilmişlerdir, hatta Muhammed’in döneminde Pers egemenliğinde olan Yemen
öncesinde sırasıyla Yahudi ve Hıristiyan din egemenliğindedir. Günümüz Katar,
Bahreyn, Kuveyt, Umman ve bilinen Mezopotamya bölgesi daha çok Mecusi,
Hıristiyan ve bunlardan etkilenmiş politeist inanca sahip Arap kabilelerin yarı
yerleşik hayat sürdükleri, tapınak merkezli şehirlerin ticaret ilişkileri ile
Hicaz bölgesine sıkı bağlarla bağlıdırlar. Kuzey Arabistan, Hıristiyan, Yahudi
ve Mecusi yerleşik Arap kabileler başta olmak üzere yerleşik ve göçer politeist
Bedevi kabilelerinde yaşadığı bir cazibe merkezidir.
Özellikle Hicaz
başta olmak üzere yarımadadaki Yahudi ve Hıristiyan tarikatlar apokrif (sahte) sayılan Tevrat ve
İncil’lerin dışında, bir çok Dinsel kitaba ve sözlü dinsel edebiyatada
sahiptirler. Kuran’da var olan ve Tevrat ile İncil’de olmayan bazı isim ve yer
adları ile tarihsel olayların aktarımlarındaki farklıların bir kısmı zamanla
kaybolmuş olan bu tarikatlara ait bilgilerdir. Örneğin İbrahim’in babasının adı
bir tek Kuran’da Azer olarak geçmektedir, kalan tüm İbrani kitaplarda ve sözlü
gelenekte adı Terah’tır. Döneminde Muhammed’in Medine’deki baş düşmanları olan
Yahudi’lerin bu isme itiraz etmemiş olmaları, akla o bölgedeki Yahudi sözlü
geleneğinde bu adın Azer olarak biliniyor olması ihtimalini getirmektedir.
Kaldıki Kuran’da yer alan bir çok anlatım, isim, yer adı vb. şeyler sadece bu
apokrif (sahte) sayılan kitaplarda ve günümüzde bir kısmı bilinmeyen sözlü
gelenekte mevcuttur sadece. Özellikle kıyamet günü ve öldükten sonra tekrar dirilince
yaşanılacak olan diğer Dünya tasvirlerinde, Apokaliptik kitaplarda ve sözlü gelenekte
bahsedilen terimler/kavramlar daha sık kullanılır.
Muhammed’in peygamberlik iddiasına destek verenler
ile vermeyenleri anlayabilmek için kurtarıcı Mesih inancına ve beklentisine
bakmak gerekmektedir. Özellikle Yahudi’likte zor durumda olan kabilelerin
tanrısal bir kurtarış adına kendilerini refaha ulaştıracak, belalardan
kurtaracak bir Mesih beklentisi çok sık görülmüştür. Siyasi ve ekonomik
zorlukların yaşandığı yada sürgün hayatın devam ettiği dönemler en çok Mesih
beklenilen dönemlerdir. Muhammed’ten önce olduğu gibi sonrasında da bir çok
Mesih ortaya çıkmıştır. Burada anlaşılması gereken en önemli husus beklenen
mesih’in Yahudi olması ve sadece tanrı ile yapılan akid adına onları
kurtarmasıdır. Doğal olarakta Yahudi olmayan herkes aynı zamanda mesih’te
olamaz. Bu durumun dışında Hıristiyanlık’ta daha çok görülen kıyamet habersici
kurtarıcı Mesih inancıda, özellikle bölgede sürgün yaşayan Apokaliptik
inançtaki Hıristiyan tarikatlar içinde yaygındır. Bu beklentiler ışığında çok
az kişi için Muhammed beklenen kurtarıcı mesihtir.
Bütün bu
kabileler ve özellikle Yahudi kabileleri, politeist Arap kabileleri üzerinde
daha medeni ve üstün bir soy olarak örnek olmaktadır, zamanla politeist Arap
kabileleri kendilerine saygınlık katabilmek için İbrahim mitinden hareketle,
kendilerini soy olarak İbrahim’e bağlıyacak bir geriye dönük tarih yazımına
gitmişlerdir. Bu tarih yazımından, Muhammed’ten yaklaşık 150 yıl önce bir araya
gelerek Kusay tarafından kurulan küçük ve güçsüz Kureyş kabileside faydalanır.
Onlarda kendilerine önem kazandırmak için bu mitten faydalanırlar ve geriye
dönük yazılan bu tarihte araya birkaç bilinmeyen efsanevi eski ata ilave ederek
kendilerini Adnan soyuna ve doğal olarakta İbrahim’e akraba yaparlar. Bu arada
gerçek anlamda Mekke şehrinin kurucusu olan Kusay, ilk defa kutsal alanın
içerisine çatısı olan Kabe’yi inşa ederek, ticaret yollarında rekabete ortak
olurken, elini çevrede bilinen tüm tanrı ve yarı tanrı figürlerini Kabe kutsal
alanına getirip yerleştirerek kuvvetlendirir. Kusay ile Muhammed arasında
yaklaşık 150 yıl vardır, bu süreç içerisinde İbrahim ata kültü olarak yerini
alır ve Kabe’deki yüzlerce tanrıdan birisi olur.
Mekke’de Kusay’ın
ölümünden sonra oğulları arasında başlayan iktidar savaşı, Kureyş’i iki ayrı
kampa bölmekle kalmayıp aynı zamanda, her iki cephenin aşiretlerini bölgenin
egemen güçleri ile sık sık siyasi ve ekonomik ihtilaflar yapmaya iterler.
Muhammed’in bu cepheleşme içerisinde kendisine çıkış yolu bulması gene ait
olduğu siyasi partinin içerisinden gelir büyük oranda. Gene en büyük düşmanda
bu cephenin içerisinden çıkacak ve son ana kadar muhalif olarak karşısında
savaşacaktır. Hatta bu savaş Muhammed’in ölümünden sonra Emevi – Haşimi ve
sonrasında Abbasi – Emevi savaşı olarak miladi 9. Yüzyıla kadar devam edecek ve
İslam’ın ilk 3 yüz yılındaki felsefi oluşum sürecini derinden etkileyecek ve
günümüzdeki bildiğimiz İslam’ın oluşmasını sağlıyacaktır.
Öksüz, yetim ve
fakir olan Muhammed, kabilesi içerisinde her hangi bir ciddi yere sahip
değildir, ait olduğu dedesinin adı ile anılan aşiret ekonomik ve siyasi anlamda
güç kaybetmiştir. Tapınak merkezli tüccar kenti olan Mekke’de güç ve iktidar
rakip partinin elindedir. Muhammed’in Mekke hayatı neredeyse tamamen efsaneler
arasında bulanıktır, bilinen şeyler genelde bilgi kırıntılarıdır, genede
yaşadığı şehir öyle sanıldığı gibi tamamen cahil ve vahşi İnsan’ların yaşadığı
yer de değildir. Çevresinde tıpkı kendisi gibi Arap yarımadasındaki değişik
panayırlara ticaret ve dini seyahat yapan bir zümre vardır. Muhammed bu
panayırlara giderek bazılarında uzun süreler ikamet ederek çevresindeki dini ve
siyasi yaşam hakkında bilgi sahibi olmuştur. Özellikle günümüzde Sabii olarakta
adlandırılan Arap kabileninde yaşadığı ve o dönemde Hıristiyan kabilelerin
egemen olduğu Bahreyn’deki el-Muşakkar Panayırı ile Umman’daki Suhar Panayırı ve
Deba Panayırlarında aylarca kaldığı bilinmektedir. Unutulmamalıdır ki sadece bu
gidiş ve dönüşler günlük konaklamalarla bölünerek bazen aylar sürmektedir.
Mekke’de göçer bedevi
kimliğinden uzaklaşmamış ama şehirleşmiş ve rafine bir yaşam süren elit bir
sınıfta oluşmuştur. Bunların içinden Pers diyarına doktor olmak için gidip,
aldığı eğitimle ikinci halife dönemine kadar Muhammed dahil elit kesimin
hekimliğini yapan bir kişi gibi örneklerde dahil, dini ve felsefi tartışmalar
yapan değişik grupları oluşturan bireylerde çıkmıştır. Kuran’da Muhammed’e akıl
öğretmekle itham edilen Hıritiyan köle kişide dahil bir çok köle ve anlaşmalı
yabancılar bu toplantıların müdavimleridir ve Kuran’da beliritilenin aksine bu
toplantılardaki sohbetleri anlayacak kadarda Arapça bilmeleri gerekmektedir,
yada tam tersi olarak diğerlerinin onların dillerini bilmeleri gerekmektedir.
Sanılanın aksine bu tüccar toplum en azından ticaret yapmalarına yarayacak
kadar okuma yazma bilmektedir, içlerinden hatırı sayılır bir kesimde kadınlar
dahil olmak üzere ileri düzeyde okuyup yazabilmektedir. Yapılan toplantılarda
sadece güncel siyasi olaylar değil, din ve felsefede tartışmaların ana
konusudur.
Bu elit kesim
içerisinde en bilindik isimlerden birisi Varaka b.Nevfel’dir. Muhammed’e
evlenme teklif eden ve düğün tarihine karar veren, ilk eş ve Mekke’de tüccarlık
yapan kişi olan Hatice onun kuzenidir, babası öldüğü içinde Arap geleneklerine
göre Varaka b.Nevfel, Hatice’nin vasisi olarak düğününde konuşma yapar. Varaka
b.Nevfel İslam mitolojisinde 4 hanif kişi içerisinde düşkün bir ihtiyar olarak
peygamberliği müjdeleyen şahıs şeklinde betimlenir. Aslında gene İslam tarihine
göre o Mekke piskoposu ve İncil’i, Arap’çaya çeviren bir Hıristiyan din
adamıdır. Bazı aktarımlarda o Hatice ile Muhammed’in evine sık sık misafirliğe
gelen çok yakın bir akrabadır. Mekke’deki ayinleri ve dini geçitleri onun
yönetmiş olması kuvvetle muhtemeldir. En azından Eski ahid olarak bilinen
Tevrat ve yeni ahid olarak bilinen İncil’in diğer kısmı hakkında Muhammed ile
sohbet yapmış olması kaçınılmazdır. İbrani kıssalar olarak bilinen anlatımların
önemli bir kısmını Muhammed’e aktarmış olması muhtemeldir. Unutulmamalıdır ki
bölgedeki hakim Hıristiyan inanış, bildiğimiz tanrı İsa’nın merkezindeki teslis
inançlı değildir, aksine teslisi red eden ve İsa’yı yaradılmış İnsan olarakda
gören tarikatların olduğu bir Hırisityan’lıktır. En yaygın olan Monofizit
Hırıstiyan’lıktır.
Bütün bu
olayların arasında Muhammed, Arap geleneklerine uygun olarak 40 yaşında
iktidara aday olarak Peygamberlik söylemine başlarsada, ilk 3 yıl sadece aile
içersinde kalan bir din önderliği ve söylemi ile geçer. Sonrasında toplamda 13
yıl sürecek Mekke dönemi olarakta bilinen çilekeş bir Hıristiyan duruşu
sergileyen yaşam sürer. Mekke dönemi Kuran sureleri ve yaşamındaki etkin
olaylara bakacak olursak karşımızda Hırıstiyan bir peygamber duruşu sergileyen
Muhammed, başlangıçta sadece kendi kabilesini sonrasında da akraba diğer Arap
kabilelerini Allah’a inanmaya davet eder. Bütün bu söylemlerde öne çıkan ise
hesap günü ve inanmayanların görecekleri ceza temasıdır. Büyük oranda
Apokaliptik korku söylemi ön planda olmakla birlikte, ahlaklı yaşam ve inanç
bazlı söylemlerde vardır. Kuran içerisindeki Hıristiyan ögeler ve söylem şekli
çok fazladır, örneğin ilk ayet olduğu kabul edilen Fatiha, İncil’de geçen
‘’Babamız’’ anlamına gelen “Vaterunser”, duası ile aynı
benzerlikte kullanılmaktadır.