25 Ocak 2013 Cuma

İbrahim, Peygamberliği ve Dini 1



Ortadoğulu Dinlerin Atası Yada Yaygın Deyişle İbrani Dinlerin Atası

Günümüzdeki yaygın inanışa göre 2 değişik İbrahim miti ve onun alt versiyonları vardır. En eski olanı Yahudi ve Hıristiyan mitolojisindeki ata olarak tanınan İbrahim, ikinci olarak İslam mitolojisindeki üstün peygamber ve milletlerin atası olarak saygın yeri olan peygamberlerin ve dininde atası olan bir cengaver olarak din ve zürriyet kurucu olan İbrahim’dir. 

Arkeolojik ve bilimsel incelemeler neticesinde günümüz itibari ile İbrahim adı ile yaşamış bir kral, rahip yada kabile olmadığı gibi bir yer adı olarak da karşımıza çıkmaz. Yahudi, Hıristiyan ve İslam dini kitapları (Apokrif, sözlü vb. adlarla anılan diğer inanç bazlı mitolojiler dahil) incelendiğinde ve arkeolojik verilerle birlikte ele alındığında, karşımıza kesin yaşadığı belli olmayan bir mitoloji kahramanı olarak çıkar İbrahim. Yahudi ve Hıristiyan mitolojisindeki İbrahim’in ataları olarak sayılan isimler, bizi son verilere göre İbrahim’in doğduğu yer olarak kabul edilen Urfa / Harran merkezli antik yer adlarına götürür, bölgedeki bir çok höyük şeklindeki antik yerleşke adı karşımıza İbrahim’in atası olarak çıkmakla kalmayıp, aynı zamanda İbrani dinlerdeki mitolojik söylemlerin ana düşüncesini oluşturan bir kesintisiz peygamber sülalesi fikrinin, günümüzde Yahudi olarak adlandırılan toplumun bazı atalarının yaklaşık 4000 yıl önce Urfa civarında yaşadıkları yer adları olduğu gerçeğine götürür.

Tevrat, İncil ve Kuran ile birlikte bilimsel kitapların incelenmesinden başlangıçta İbrahim’in kişisel bir tanrısı olduğunu, bu tanrı kültünün zamanla aile tanrısı kültüne ve oradanda İsrail’in tanrısı olarak kabile tanrısına dönüştüğünü görürüz, tüm bu değişim kuşaklar boyu sürerken yerel tanrılar ve tanrıçalarla birlikte kaynaştığını ve zaman zaman yer değiştirdiğinide görmekteyiz. İbrahim, Mısır’a gitmeden önce ve Mısır'dan döndükten sonra Filistin’de bir çok yer dolaşmış, son olarak Hebron’a yerleşmiştir. İbrahim'in Filistin bölgesine göçünden sonra ise, tebliğini kendi ailesi içinde sürdürdüğünü, hükümdarlardan uzak kalmaya çalıştığını görüyoruz. İbrahim, aynı zamanda sürülerine otlak arayan bir kabile başkanı olarak takdim edilmektedir. Tevrat'ta da O’nun mal varlığından, sürülerinden ve kölelerinden sık sık bahsedilmektedir. Yahudi kaynaklarda İbrahim’in, gittiği yerlere mezbahlar (kurban kesme yerleri, mabedler) inşa ettiği belirtilirken, İslam tarihçileri O'nun gittiği yerlerde mescidler inşa ettiğini kaydetmektedirler. Tevrat ve sözlü Yahudi rivayetlerinde İbrahim, aynı zamanda bir savaşcı ve ordu kumandanıdır. Bütün bu anlatımlarda birden çok kişinin mitolojik söylencelerde birleşimi olan İbrahim olarak karşımıza çıkar.

İbrahim’in ata olarak yaygın kabul görmesi ilk olarak Hıristiyanlıkla başlar, ondan önce İbrahim sadece kendilerine İbrani / Yahudi yada İsrailoğulları diyen kabileler bütününde ata olarak kabul görmektedir. Miladi üçüncü yüzyıldan itibaren Hicaz bölgesine göç eden ve egemen güçlerce dışlanan Yahudi ve Hıristiyan kabilelerce bu ata kültü bölgedeki politeist inançlı yerlilerede aktarılır. En belirgin ve detaylı şeklini, İslam’ın çıkışından 2 yüz yıl sonra almaya başlayan, İbrahim’in bütün dinlerin ve İnsanlığın atası fikrinin İslam’da doktirine edilmesi ile birlikte yaklaşık bin yıl İnsanlar bu inançla yaşarlar.

Afrika’dan çıkarak Dünya’ya yayılan İnsan’lığın, İbrani dinlerin söyleminin aksine doğa üstü tanrı fikrinde, ilk önce doğa’nın bir parçası yada hayvanlarla özdeşleştirdiği ve anlayamadığı olayların faili olan tanrı fikrinden, İnsan ile özdeşik hale getirdiği şekliyle devam ettiği, ruh ve atalar kültü ile birlikte yaratıcı olmayan soyut tanrılar edindiği, bu arada göksel objelere tapınma neticesinde ilk göksel tanrı fikrini bulduğu bilinmektedir. Bilinen anlamda ilk monoteist tanrı inancı Eski Mısır’da tanrı Amon adına kısa bir süre hüküm sürmüşsede, fikir ancak o dönemde Mısır’da köle olarak bulunan bazı Yahudi kabilelerince kendi inançlarına dahil edilerek orta doğuya taşınmış ve politeizm burada yavaş yavaş monoteizme dönüşürken, Dünya’nın geri kalanında politeizmin değişik versiyonları orta doğulu İbrani dinlerden yalıtılmış ve bağımsız olarak gelişmiş ve değişmiştir. Tevrat’ta kabile tanrısı olan kavram, İncil’de tanrı, oğlu ve tanrıça olarak kabul gören Meryem kültünü yani politeist bir inancı tasvir ederken İslam ile birlikte ancak tek tanrı kavramı yerleşir keza Tevrat içerik olarak başka tanrılarında varlığını kabul eder.

İbrani dinlerin söyleminin aksine Asya, Afrika, kuzey ve güney Amerika, Avusturalya kıtaları ile kuzey kutup bölgesindeki kabileler ve Okyanusya dahil olmak üzere yapılan incelemelerde genelde tufan, yaradılış vb. bir çok söylem dış hatlarıyla benzer şekilde İnsanlığın politeist mitolojik inançlarında yer almakla beraber, bu bölgelerde asla monoteist bir dinsel inanç oluşmamış, her kabile kendisini yaradılışın en şeçkin İnsanları kabul etmiş ve doğal olarakta kabile tanrısı fikrini geliştirmiş, tüm bu İbrani söylemlerin aksine bazı yerlerde olduğu gibi mesela Avusturalya’da yapılan antropolojik incelemelerde, Aborijinler’de aynı kökten gelen ama dil gruplarının birbiriyle anlaşamadığı 600 dil bulunduğu saptanmıştır. Ama neredeyse hiçbirinin dilinde, kölelik, köle, din, kitap, din adamı, şef, peygamber, reis, sömürü kelimeleri bulunamamıştır.

Yahudilik’te İbrahim bilinen Tevrat’lar ve egemen Yahudilik’ce yasak kabul edilen kitaplar ile sözlü  mitoloijilerde karşımıza değişik anlatımlarla çıkar. Bir biri ile çelişen söylemleri ile Tevrat sık sık tarihsel ve matematiksel hataları içeren mitolojik İbrahim öyküleri anlatır. Özellikle kişi adları ve kişilerin yaşları konusunda sık sık hatalı yazımlar söz konusudur, bu hataların gerisinde birden çok kişinin tek kişide özdeşleşmiş anlatımı olduğu gibi yer ve kabile adlarının, zaman içerisinde birden fazla kaynaktan alıntılınarak yazımı nitecesinde ortaya çıkan anlam bozukluğuda vardır. Tevrat’ta Musa’nın yazdığı kabul edilen ilk beş kitabı içerisinde Yaradılış 12-50 bölümlerinde anlatılan İbrahim, Yahudi Apokrif kitaplarda ve sözlü gelenekte daha geniş ve çeşitli betimlemelerle anlatılır.

Yahudi kaynaklar İbrahim'i, yazının mucidi olarak gördükleri gibi, astronomi ve matematik alanında da O’nun çok bilgili olduğunu, ayrıca Sihir ilmini ve diğer gizli ilimleri bildiğini anlatırlar. İbrahim'in mirac ettiği, Tanrıyı gördüğü, Tanrı’nın mirac da İbrahim'e, hayatın bütün sırlarını gösterdiği, orada hukukun bütün sırlarını öğrendiği anlatılır. Sözlü gelenekte İbrahim, hastalarını iyileştiren bir şifacı olduğu gibi, ziraat alanında bir kaşiftir. O dönemde tarlaya ekilen tohumların ve mahsülün haşerattan nasıl korunacağını çiftçilere o öğretmiştir.

Tevrat, İbrahim'i, daha ziyade bir ata olarak takdim eder. Kabile başkanı, hatta savaşcı bir ced. Tevrat, İbrahim mitinde, din ile ilgili bazı konuları anlatmakla beraber, İbrahim'i bir din kurucusu olarak anlatmaz. Tevrat’ta İbrahim’in ateşe atılması yoktur. Tevrat’ta İbrahim’in ataları olarak sayılan isimler aslında Kuzey Mezopotamya’da yer adlarıdır. Tevrat’ta yer alan İbrahim mitinde esas unsur, İbrahim'in soyundan gelecek olan Tanrının kavmi İsrailoğulları’na yönelik Tanrı Yahve'nin planıdır. İbrahim'le yaptığı tüm sözleşmelerde tanrı, Filistin-Ürdün bölgesindeki toprakları İbrahim'in zürriyetine (İsrailoğullarına) verdiğini vurgular. Tevrat’taki mitte İbrahim'in önemi İsrailoğulları’nın atası olmasında yatar. Filistin-Ürdün (Kenan) politeizminin Tanrılarına ait birçok ismin (Yahve, EI, Şeddai vb.) Tevrat mitlerinde, özellikle de İbrahim ve İshak gibi kurucu ataların mitlerinde tanrının ismi ya da isimleri olarak kullanılmaktadır. Bir çok tanrı adı barındıran Tevrat, Kuran gibi monoteist bir söylemden uzak şekilde, adlarını andığı tanrıları kabul ederek  henoteizmi ya da monolatriyi andıran bir yapıya bürünür. Tevrat’taki  İbrahim mitinde Tanrı sadece göğün tanrısı kabul edilirken, İbrahim’den sonra tanrının, hem yerin, hem de göğün Tanrısı olarak kabul edilmeye başlandığı görülür.

Hıristiyan ve Yahudiler’ce apokrif (sahte) sayılan ve Tevrat’ta olmayan bilgiler içeren İbrahim’in Vahyi isimli eser ile İbrahim’in Ahdi ve Ayrıca Midraş rivayetlerde, İbrahim’in hayatı ve diğer dinsel temalardan daha geniş ve renkli bahsedilir. İbrahim’in Vasiyeti’nde ölüm problemi, doğru ve yanlış davranışların Tanrı’nın mahkemesindeki durumu konularını öne çıkarır. Bu mitsel anlatımda İbrahim ölümünden önce bazı ilahi sırlara sahip olmuş ve gökyüzüne yükselmiştir. Kitapta öldükten sonra mahkemenin nasıl olacağının yanı sıra görevli melekler, mizan, amel defteri, şefaat, mükâfat ve ceza konularına da değinilmiştir. İbrahim’in vahyinde, İbrahim’in politeist inanç yerine kendi kabile tanrısına tapınması ve politeist eski kabilesine karşı mücadelesi ile onun miracı, orada gördükleri, geçmişte olanlar ve gelecekte olacakların bilgisine sahip olması anlatılır.

İbrani dinlerde bahsi geçen ve en çok tartışılan konu İbrahim’in yasak olmasına rağmen kız kardeşi ile yaptığı evlilik ve onunla çıktığı seyahatlerde onu karısı olarak tanıtıp yerel kralın haremine sokmasıdır. Tevrat ve diğer Yahudi kaynaklarda karısının, İbrahim tarafından kızkardeşi olarak tanıtılması olayı iki yerde betimlenir. Birincisi, Mısır'da Firavun'a karşı, İkincisi ise Gerar ülkesinde kral Abımelek'e karşı, hatta üçüncü olarak oğlu İshak’ın karısı Rebeka’yı (aynı zamanda kız kardeşi) yine Abımelek’e karşı aynı şekilde takdim ettiği Tevrat’ta anlatılır. Konu Filistin-Ürdün (Kenan) mitolojisinde karşımıza çıkan büyücü ve tılsımcı rahiplerin kız kardeşleri ile birlikte bir ikili oluşturarak, bazı tılsımlar ve büyülü olduğuna inanılan kadının harac alınacak kişinin konutuna bırakılması ile paralellik arz eder, eğer konut sahibi büyücü rahibin istediği haracı ödemezse lanetlenir ve başına belalar gelir, söz konusu inanç benzer şekilde Hitit mitolojisi dahil bölgedeki bir çok inançta karşımıza çıkar.

Eski Ahid'de olduğu gibi Yeni Ahid'de de İbrahim bir din kurusucu ve politeist inançla mücadele eden peygamber olarak tasvir edilmez. O tıpkı Yahudilik’te Olduğu gibi atadır. İncilde (Yeni Ahid'de) çok kısa olarak Elçilerin işleri 1-20 / Romalılar 1-14 / Galatyalılar 7-12 bölümlerinde bahsedilir. “Bizler köle kadının değil, özgür kadının çocuklarıyız” diye övünerek, Hıristiyanlar kendilerini İbrahim’e ve onun aracılığıyla peygamberler silsilesine bağlarlar. Pavlus’un teorize edişiyle Hıristiyanlar İbrahim’i bir inanç modeli olarak kabul ederler, bunuda İncil’de İsa’nın, soydan ziyade asıl İbrahim’in yolunda olmanın önemine değinen ve Yahudileri inatlarından vazgeçerek kendisine inanmaya davet eden bölümle özdeşleştirirler.

İslam’da İbrahim bir çok özellik ve sıfatla birlikte anılır. Sadece ata değildir, hak dinin kurucusu, mücahid, putlarla ve zulümle savaşan vb. bir çok özellik İbrahim ile birlikte anılır. Aslında İbrahim üzerinden anlatılan Kuran hikayelerinde İslam ve doğal olarak din yeniden kurgulanır ve yapılandırılır. Neredeyse İbrahim ve Muhammed fizyolojik ve pisikolojik olarak ikiz kardeşten bile daha benzer bir durumda betimlenirler. Belli bir dönemden sonra Muhammed’in siyasi ve dini mücadelesi İbrahim üzerinden yürütülür (Maide suresi, ayet 82). Bütün bunlar yapılırken elbette yeni argümanlar bulmanın yanı sıra, yeni bir tarihsel kurgunun dışında, yeni bir eski din ile birlikte tarihte ilk defa monoteist bir din ve tanrı anlayışıda kurgulanır ve doktrine edilir.

İslam öncesinde Mekke’de ve genel olarak Arap yarımadasında İbrahim hakkında bir çok değişik mit bölge halklarınca bilinmektedir. Bölgeye Muhammed’den yüz yıllar önce bireysel yada aşiretler halinde göç etmiş egemen inanca muhalif Yahudi ve Hıristiyan inanca sahip kabileler ve hatta İncil tespit konseylerine katılan piskoposluk merkezleri vardır. Elbette bütün bu kabile ve aşiretler Yesrip (Medine) istisnası dışında genel olarak Yemen, güney Arabistan ve El-cezire merkezli yerleşime sahiptirler. Özellikle Yemen tarihi boyunca uzak doğudan gelen ticaret yolunun kontrolü için bölgedeki süper güçlerce istila edilmişlerdir, hatta Muhammed’in döneminde Pers egemenliğinde olan Yemen öncesinde sırasıyla Yahudi ve Hıristiyan din egemenliğindedir. Günümüz Katar, Bahreyn, Kuveyt, Umman ve bilinen Mezopotamya bölgesi daha çok Mecusi, Hıristiyan ve bunlardan etkilenmiş politeist inanca sahip Arap kabilelerin yarı yerleşik hayat sürdükleri, tapınak merkezli şehirlerin ticaret ilişkileri ile Hicaz bölgesine sıkı bağlarla bağlıdırlar. Kuzey Arabistan, Hıristiyan, Yahudi ve Mecusi yerleşik Arap kabileler başta olmak üzere yerleşik ve göçer politeist Bedevi kabilelerinde yaşadığı bir cazibe merkezidir.

Özellikle Hicaz başta olmak üzere yarımadadaki Yahudi ve Hıristiyan tarikatlar apokrif (sahte) sayılan Tevrat ve İncil’lerin dışında, bir çok Dinsel kitaba ve sözlü dinsel edebiyatada sahiptirler. Kuran’da var olan ve Tevrat ile İncil’de olmayan bazı isim ve yer adları ile tarihsel olayların aktarımlarındaki farklıların bir kısmı zamanla kaybolmuş olan bu tarikatlara ait bilgilerdir. Örneğin İbrahim’in babasının adı bir tek Kuran’da Azer olarak geçmektedir, kalan tüm İbrani kitaplarda ve sözlü gelenekte adı Terah’tır. Döneminde Muhammed’in Medine’deki baş düşmanları olan Yahudi’lerin bu isme itiraz etmemiş olmaları, akla o bölgedeki Yahudi sözlü geleneğinde bu adın Azer olarak biliniyor olması ihtimalini getirmektedir. Kaldıki Kuran’da yer alan bir çok anlatım, isim, yer adı vb. şeyler sadece bu apokrif (sahte) sayılan kitaplarda ve günümüzde bir kısmı bilinmeyen sözlü gelenekte mevcuttur sadece. Özellikle kıyamet günü ve öldükten sonra tekrar dirilince yaşanılacak olan diğer Dünya tasvirlerinde, Apokaliptik kitaplarda ve sözlü gelenekte bahsedilen terimler/kavramlar daha sık kullanılır.

Muhammed’in peygamberlik iddiasına destek verenler ile vermeyenleri anlayabilmek için kurtarıcı Mesih inancına ve beklentisine bakmak gerekmektedir. Özellikle Yahudi’likte zor durumda olan kabilelerin tanrısal bir kurtarış adına kendilerini refaha ulaştıracak, belalardan kurtaracak bir Mesih beklentisi çok sık görülmüştür. Siyasi ve ekonomik zorlukların yaşandığı yada sürgün hayatın devam ettiği dönemler en çok Mesih beklenilen dönemlerdir. Muhammed’ten önce olduğu gibi sonrasında da bir çok Mesih ortaya çıkmıştır. Burada anlaşılması gereken en önemli husus beklenen mesih’in Yahudi olması ve sadece tanrı ile yapılan akid adına onları kurtarmasıdır. Doğal olarakta Yahudi olmayan herkes aynı zamanda mesih’te olamaz. Bu durumun dışında Hıristiyanlık’ta daha çok görülen kıyamet habersici kurtarıcı Mesih inancıda, özellikle bölgede sürgün yaşayan Apokaliptik inançtaki Hıristiyan tarikatlar içinde yaygındır. Bu beklentiler ışığında çok az kişi için Muhammed beklenen kurtarıcı mesihtir.

Bütün bu kabileler ve özellikle Yahudi kabileleri, politeist Arap kabileleri üzerinde daha medeni ve üstün bir soy olarak örnek olmaktadır, zamanla politeist Arap kabileleri kendilerine saygınlık katabilmek için İbrahim mitinden hareketle, kendilerini soy olarak İbrahim’e bağlıyacak bir geriye dönük tarih yazımına gitmişlerdir. Bu tarih yazımından, Muhammed’ten yaklaşık 150 yıl önce bir araya gelerek Kusay tarafından kurulan küçük ve güçsüz Kureyş kabileside faydalanır. Onlarda kendilerine önem kazandırmak için bu mitten faydalanırlar ve geriye dönük yazılan bu tarihte araya birkaç bilinmeyen efsanevi eski ata ilave ederek kendilerini Adnan soyuna ve doğal olarakta İbrahim’e akraba yaparlar. Bu arada gerçek anlamda Mekke şehrinin kurucusu olan Kusay, ilk defa kutsal alanın içerisine çatısı olan Kabe’yi inşa ederek, ticaret yollarında rekabete ortak olurken, elini çevrede bilinen tüm tanrı ve yarı tanrı figürlerini Kabe kutsal alanına getirip yerleştirerek kuvvetlendirir. Kusay ile Muhammed arasında yaklaşık 150 yıl vardır, bu süreç içerisinde İbrahim ata kültü olarak yerini alır ve Kabe’deki yüzlerce tanrıdan birisi olur.

Mekke’de Kusay’ın ölümünden sonra oğulları arasında başlayan iktidar savaşı, Kureyş’i iki ayrı kampa bölmekle kalmayıp aynı zamanda, her iki cephenin aşiretlerini bölgenin egemen güçleri ile sık sık siyasi ve ekonomik ihtilaflar yapmaya iterler. Muhammed’in bu cepheleşme içerisinde kendisine çıkış yolu bulması gene ait olduğu siyasi partinin içerisinden gelir büyük oranda. Gene en büyük düşmanda bu cephenin içerisinden çıkacak ve son ana kadar muhalif olarak karşısında savaşacaktır. Hatta bu savaş Muhammed’in ölümünden sonra Emevi – Haşimi ve sonrasında Abbasi – Emevi savaşı olarak miladi 9. Yüzyıla kadar devam edecek ve İslam’ın ilk 3 yüz yılındaki felsefi oluşum sürecini derinden etkileyecek ve günümüzdeki bildiğimiz İslam’ın oluşmasını sağlıyacaktır.

Öksüz, yetim ve fakir olan Muhammed, kabilesi içerisinde her hangi bir ciddi yere sahip değildir, ait olduğu dedesinin adı ile anılan aşiret ekonomik ve siyasi anlamda güç kaybetmiştir. Tapınak merkezli tüccar kenti olan Mekke’de güç ve iktidar rakip partinin elindedir. Muhammed’in Mekke hayatı neredeyse tamamen efsaneler arasında bulanıktır, bilinen şeyler genelde bilgi kırıntılarıdır, genede yaşadığı şehir öyle sanıldığı gibi tamamen cahil ve vahşi İnsan’ların yaşadığı yer de değildir. Çevresinde tıpkı kendisi gibi Arap yarımadasındaki değişik panayırlara ticaret ve dini seyahat yapan bir zümre vardır. Muhammed bu panayırlara giderek bazılarında uzun süreler ikamet ederek çevresindeki dini ve siyasi yaşam hakkında bilgi sahibi olmuştur. Özellikle günümüzde Sabii olarakta adlandırılan Arap kabileninde yaşadığı ve o dönemde Hıristiyan kabilelerin egemen olduğu Bahreyn’deki el-Muşakkar Panayırı ile Umman’daki Suhar Panayırı ve Deba Panayırlarında aylarca kaldığı bilinmektedir.  Unutulmamalıdır ki sadece bu gidiş ve dönüşler günlük konaklamalarla bölünerek bazen aylar sürmektedir.

Mekke’de göçer bedevi kimliğinden uzaklaşmamış ama şehirleşmiş ve rafine bir yaşam süren elit bir sınıfta oluşmuştur. Bunların içinden Pers diyarına doktor olmak için gidip, aldığı eğitimle ikinci halife dönemine kadar Muhammed dahil elit kesimin hekimliğini yapan bir kişi gibi örneklerde dahil, dini ve felsefi tartışmalar yapan değişik grupları oluşturan bireylerde çıkmıştır. Kuran’da Muhammed’e akıl öğretmekle itham edilen Hıritiyan köle kişide dahil bir çok köle ve anlaşmalı yabancılar bu toplantıların müdavimleridir ve Kuran’da beliritilenin aksine bu toplantılardaki sohbetleri anlayacak kadarda Arapça bilmeleri gerekmektedir, yada tam tersi olarak diğerlerinin onların dillerini bilmeleri gerekmektedir. Sanılanın aksine bu tüccar toplum en azından ticaret yapmalarına yarayacak kadar okuma yazma bilmektedir, içlerinden hatırı sayılır bir kesimde kadınlar dahil olmak üzere ileri düzeyde okuyup yazabilmektedir. Yapılan toplantılarda sadece güncel siyasi olaylar değil, din ve felsefede tartışmaların ana konusudur.

Bu elit kesim içerisinde en bilindik isimlerden birisi Varaka b.Nevfel’dir. Muhammed’e evlenme teklif eden ve düğün tarihine karar veren, ilk eş ve Mekke’de tüccarlık yapan kişi olan Hatice onun kuzenidir, babası öldüğü içinde Arap geleneklerine göre Varaka b.Nevfel, Hatice’nin vasisi olarak düğününde konuşma yapar. Varaka b.Nevfel İslam mitolojisinde 4 hanif kişi içerisinde düşkün bir ihtiyar olarak peygamberliği müjdeleyen şahıs şeklinde betimlenir. Aslında gene İslam tarihine göre o Mekke piskoposu ve İncil’i, Arap’çaya çeviren bir Hıristiyan din adamıdır. Bazı aktarımlarda o Hatice ile Muhammed’in evine sık sık misafirliğe gelen çok yakın bir akrabadır. Mekke’deki ayinleri ve dini geçitleri onun yönetmiş olması kuvvetle muhtemeldir. En azından Eski ahid olarak bilinen Tevrat ve yeni ahid olarak bilinen İncil’in diğer kısmı hakkında Muhammed ile sohbet yapmış olması kaçınılmazdır. İbrani kıssalar olarak bilinen anlatımların önemli bir kısmını Muhammed’e aktarmış olması muhtemeldir. Unutulmamalıdır ki bölgedeki hakim Hıristiyan inanış, bildiğimiz tanrı İsa’nın merkezindeki teslis inançlı değildir, aksine teslisi red eden ve İsa’yı yaradılmış İnsan olarakda gören tarikatların olduğu bir Hırisityan’lıktır. En yaygın olan Monofizit Hırıstiyan’lıktır.



Bütün bu olayların arasında Muhammed, Arap geleneklerine uygun olarak 40 yaşında iktidara aday olarak Peygamberlik söylemine başlarsada, ilk 3 yıl sadece aile içersinde kalan bir din önderliği ve söylemi ile geçer. Sonrasında toplamda 13 yıl sürecek Mekke dönemi olarakta bilinen çilekeş bir Hıristiyan duruşu sergileyen yaşam sürer. Mekke dönemi Kuran sureleri ve yaşamındaki etkin olaylara bakacak olursak karşımızda Hırıstiyan bir peygamber duruşu sergileyen Muhammed, başlangıçta sadece kendi kabilesini sonrasında da akraba diğer Arap kabilelerini Allah’a inanmaya davet eder. Bütün bu söylemlerde öne çıkan ise hesap günü ve inanmayanların görecekleri ceza temasıdır. Büyük oranda Apokaliptik korku söylemi ön planda olmakla birlikte, ahlaklı yaşam ve inanç bazlı söylemlerde vardır. Kuran içerisindeki Hıristiyan ögeler ve söylem şekli çok fazladır, örneğin ilk ayet olduğu kabul edilen Fatiha, İncil’de geçen ‘’Babamız’’ anlamına gelen “Vaterunser”, duası ile aynı benzerlikte kullanılmaktadır.