5 Ağustos 2011 Cuma

İslam Tarihindeki Tutarsızlıklar

İslam tarihi kendi kayıtları üzerine kurgulanmıştır her zaman, en azından 9. Yy sonrasında diğer kültür ve uygarlıklarca yazılan tarih için bu önerme geçerlidir. İslam’ın başlangıcı 7. Yy ile 9. Yy arasındaki süreçte bölgenin iki süper gücü olan Pers ve Bizans’lılarca İslam’ın yayılması dinsel olmaktan öte bir Arap kabileler konfederasyonunun yağma akınları olarak değerlendirilmiştir ki bu yüzden de sağlıklı bir kayıt tutulmamıştır. Aynı dönem içinde İslam gerekli olan entelektüel ve siyasi bilinci oluşturmadığı için konu daha çok sözlü anlatım ve birkaç kişinin çabaları ile sınırlı kalmıştır.

9. yy’dan itibaren ortaya çıkan İslam devlet düzeni içerisinde tarihsel yazınlar ve özellikle Muhammed ve ilk dönem Müslümanlar ile ilgili bilgi edinme ihtiyacı neticesinde tıpkı hukuk ve siyasi yaşamla ilgili kurallarda olduğu gibi bir eleme neticesinde tarihsel konular içinde hadisler ve siyer/megazi kaynakları elden geçirilmiş ve birkaç tarihsel eser ortaya konulabilmiştir. Bu yapılırken o dönemin İslam’ına uymayan o kadar çok söylem, efsane ve yazınsal kayıt ortaya çıkmıştır ki İslam din adamları çok zorunlu olmadıkça tarihsel kayıtlara baş vurmayı red etmişlerdir, hatta bu din adamlarının önemli bir kısmı temel birkaç hadis ve anıyı dışarıda tutarak siyer ve megazi kaynakları red etmişlerdir. Buhari başta olmak üzere bir çok din adamı söz konusu kaynakları sahih olmadıkları gerekçesi ile eserlerine dahil etmemiştir. O süreçte ilk döneme ait bir çok İslami yazılı kaynak yok edilmiştir.

Bu davranış o dönem için oldukça normaldir, geliştirilen yeni İslami söylem eski kaynaklarla uyuşmamıştır. Özellikle İslam öncesi Arap pagan inançlarının ve ilk dönem Müslümanlarının pagan ritüellerinin yeni din ile ilişkisi kurulamamış ve red edilmişlerdir. Bu arada hukuk ve siyasi ihtiyaçlar doğruştusunda gerekli görülen bir çok hadis içerisinde ilk dönem İslam ve Müslümanların yaşamına ilişkin bir çok şey günümüze kadar gelebilmiştir. Gerek bu tip hadislerdeki bilgiler gerekse siyer/megazi kaynaklı bilgiler içerisinde bir çok yerde tarihsel ve bilimsel anlamda tutarsızlıklar aradan geçen bu 1400 yıl içerisinde İslam din adamlarını rahatsız etmemiştir, etmemeside normaldir çünkü klasik İslam din adamı için önemli olan tek bilgi İslam’i bilgidir ve bu yüzden diğer bilgileri öğrenme gereği duymaması ve doğmayı sorgulamamak gibi bir öğretiye sahip olması nedeniyle söz konusu hatalar günümüze kadar gelebilmiştir.

Günümüzde özelikle Avrupa’lı bilim ve Hrıstiyan din adamlarının İslam’ı incelemeleri, gerekse son 50 yılda yükselen Ateist bilinç neticesinde dinlerin eleştirilerinin çoğalması ile İslami kaynakları daha nesnel sorgulayabilmekte ve yaklaşık olarak bilimsel tezler yada sonuçlar üretebilmekteyiz. İlk dönem İslam ile tarihi birbirinden ayrılamayacak kadar bütün teşkil etmektedir. İslam’ın kaynaklarını anlamadan da İslam’ın nasıl bir çıkış yaptığını ve nasıl bir seyir izlediğini sağlıklı şekilde bilemeyiz. Efsanelerle gerçekleri ancak İslamı her yönü ile inceleyerek ayırd edebiliriz. Böylece bütün bu kaynakların içerisindeki tutarsızlıklar ve eksiklikler daha iyi tanımlanabilir ve İnsan’ın gelişimi daha iyi anlaşılabilir.

Bu noktada Kuran içerisindeki söylem ve tutarsızlıkların benzerini İslam tarihinde de görmekteyiz, benzer bir bakış açısı ile ve benzer bir dille yazıldıkları şüphe götürmez bir gerçektir. Tarihsel yazım aslında daha çok sonradan Kuran ve hadislerdeki bir takım tarihsel konulara uyum sağlaması için değiştirilmiştir ve hala günümüzde de bu süreç sürmektedir, birindeki değişim bir diğerinide de zorunlu değişime yol açmıştır, dinlerin evrimi kaçınılmaz olarak devam etmekte ve tıpkı ilk dönem İslam din adamları gibi günümüz İslam din adamlarıda kendi tarihsel kaynaklarını sık sık güncellemekte ve bir çok bilgiyi silmekte yada red etmektedirler. Fakat ilk döneminde olduğu gibi dinsel kaygılarla 9. Yy ve sonrası bütün kaynaklara olduğu gibi inanıp sahiplenen kitle hala çoğunluktadır.

Bütün bu hareketin tek sebebi ise aslında dinin kendisidir, yoksa felanca kişinin birkaç yaş büyük olması yada küçük olması, filanca savaşın tarihindeki bir yıllık sapma gibi konular şüphesiz su kaldırır hatalardır sıradan İnsanlar için. Olay dinsel söylemin kendisi yada destekçisi bir takım olayları gelince bütün bu normal dışı gerekçeler dinsel mükemmeliğin sapması olacağından kabul edilemez ki bu yüzden yüzlerce yıldır bir eleminasyon yapılmaktadır. Yukarıda bahsi geçen Kuran’daki söylem ve retotiğin aynı şekilde tarih içinde olması ve her iki hususun sonradan kurgulanırken döneminin bilgi yapısına ve saflığına uygun bir şekilde yapılmış olması bizleri yanıltmamalıdır.

Duruma iki örnek vermek yeterli olacaktır kanaatimce, örnekler o kadar çoktur ki bazen İslam içinde normal olan kaç şey var diye düşünmek gerekmektedir. Birinci örnek Muhammed’in ilk eşi ile ilgilidir ki aynı zamanda bu İslam dininin ilk dönemi hatta öncesinideki tarihide kapsamaktadır. Özellikle Mekke dönemi olarak adlandırılan erken İslam tarihi hakkında yeterli bilgi sahibi olmamakla birlikte eldeki bilgilerde daha çok efsanefi nitelikler taşımaktadır. İslam tarihinden bilindiği gibi Muhammed 25, Hatice 40 yaşındayken evlenmişlerdir, gene aynı kayıtlara görede 7 çocukları olmuştur. Bilimsel olarak 35’inden sonra kadınların doğurganlıklarını kaybettikleri çok ender olarak 40’lı yaşlarda hamile kaldıkları, 50 ve üzeri yaşların ise istisnai bir durum olduğu bilinmektedir. Bu durum o dönemdeki Arap toplumunda ve sonrasındaki toplumlarda da bilinen bir gerçeklik olması gerektir. Evlenir evlenmez hamile kaldığını ve birer yıl arayla çocuk doğurduğunu varsaysak bile Hatice’nin son çocuğunu 48 yaşında doğurmuş olması gerekmektedir. Bu oldukça istisnai bir durum olarak bioloji sınırlarını zorlayan bir tarihsel bilgidir.

Elimizde aslında çocukların doğum yıllarından hareketle yaklaşık tarihlerde mevcuttur konu hakkında. Burada büyük bir bilgi yanlışlığı ve aktarımı kuvvetle muhtemel olmakla birlikte 40-50 yaş arası bir kadının arka arkaya çocuk sahibi olması oldukça ihtimal dışıdır. Bir diğer olasılık ise ilk dönem Müslüman’ların işin içine mucize katma kaygıları nedeniyle yada sonraki dönemde bazı tarih aktarıcı/yazıcıların olaylara mucize katma kaygıları ile oluşan bir söylemde olabilir. Muhammed’in hayatına yapılan ekleme ve çıkarmalar esnasında tarihsel sapmalar yada olayların kurgu bütünlüğüne sağlama çabaları esnasında konuyu dramatize etme kaygılarıda sebep olabilir. Neresinden bakarsak bakalım tarihlerin ve bilimsel verilerin tutarsızlığı bir gerçektir.

Bir diğer örnekse Ömer’in yaşı ile ilgilidir. Ömer İslam tarihinde çok önemli bir kişi olarak tanımlanır, söylemlerdeki önemi İslam öncesi konumu ve mevkii ile artmaktadır. Kureyş’in önemli bir zatı olarak Müslüman olan ve İslam toplumuna güç kazandıran birisi olarak anlatılır. İslam kaynaklarına göre Ömer Müslüman olmadan önce Sefaret ve Münaferet görevinde bulunmaktadır, yani bir çeşit dış ilişkileri sağlayan kişi bir çeşit büyükelçi olarak görev yaptığı gibi aynı zamanda Arap ve Bedevi kabileleri arasında da benzer görevi yapmakta olduğu kayıtlıdır. Özellikle Müslüman olmadan önce bir çok kral ve bey’le Mekke tapınak devleti adına görüşmelerde bulunduğu, yüsek bir diplomat olduğu İslami kayıtlarda geçer. Medine sonrası yaşamı daha çok bilindiği için bu yaşamı ile İslamiyet öncesi nitelikleri bir birine uymamakla birlikte konudan sapmadan sonradan değiştirilen meziyetleri ile değilde biz yaşı ile ilgileneceğiz. Ömer’in yaş’ının saptırılmasından önce bir diğer tarihsel bilgiye ihtiyacımız var, söz konusu görev için kabul yaşı o dönemde Mekke toplumu için 40’tır, daha doğrusu o dönem Hicaz toplumu 40 yaş’ın bir erkeğin olgunluk yaşı olduğunu kabul ettiği bir geleneğe sahipti, bu nedenle gerek şehrin bir nevi senatosu olarak adlandırılabilecek Mele adlı organında gerekse Mekke’deki işleri yöneten bir çeşit bakan gibi adlanrılabilecek (Ömer’in görevide bu çeşittir) kabilelerin güç ve önemlerine binaen görevlendirilen kişilerde bu yaş sınırı aranırdı, bu görevler çok çok özel olup gerek siyasi gerekse ekonomik bir takım getirileri olurdu, birkaç görev ise oldukça önemsiz olmakla birlikte manevi bir statüsü vardı.

İşte bu durum ve şartlar altında Ömer’e İslam’iyet öncesi çok önemli olan bakan yada vezir yetkisinde olduğu bir görev sahibi olması isnad edilir, bu görevinden ise Müslüman olduktan sonra azledildiği kaydedilir. Gerçi benzer bir durum Diyat ve Megarim görevlerini yaptığı söylenen Ebu Bekir içinde geçerlidir ama biz benzer sözleri ve hesaplamaları onada uygulamadan sadece Ömer ile sınırlı tulalım konuyu. Gelelim Ömer’in yaşına ve söz konusu dönemdeki görev niteliklerini taşıyıp taşımadığına; İslami kayıtlarda Muhammed Peygamber olduğunu savladığı sene Ömer’in 27 yaşında olduğunu yazar, Muhammed Mekkede toplam olarak 13 sene peygamberlik savı ile yaşadığına göre Ömer hicret esnasında 40 yaşındadır. Söz konusu Sefaret görevini yapabilmesi için yaşadığı toplumda 40 yaşını geçmiş olması gerekirken bu kayıtlara göre o görevi yirmili yaşlarında almış olması gerekir, gene bu yaş kayıtlarına göre 32/33 yaşındayken görevden alınmış olması gerekir ki söz konusu hukuka asla uymaz. O bölgededöneminde ve öncesindeki tarihlerde peygamberlik iddiaları dahil bütün dinsel ve siyasi istekler ve edinimler hep 40 yaş ve üstü için olurdu. Burada bir kişiliğin önem arz edecek şekilde abartılması, tarihsel bir oynama ve saptırma söz konusu olduğu düşünülebilir, bilginin daha sonra değiştirilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Her durumda Ömer için ya uydurma bir görev ve statü ortaya çıkarılmıştır yada bu kişinin yaş ve diğer tarihsel bilgileri yanlıştır. Ömer’in yaşça Muhammed’ten küçük olduğu, Ebu Bekir’in ise bir yada iki yaş büyük olduğu İslami kayıtlarda yazar, bu söylemde konunun kendi içinde bütünlüğüne sağlar, fakat döneminin gerçekleri ile uyuşmaz maalesef.

Bu iki örnekten hareketle tahlil yapacak olursak; İslam tarihi köken olarak büyük oranda Kuran ve hadislere dayandığı için tutarsızlıklar ve çelişkiler yumağıdır. Sonradan eklenen tarihsel söylemler neticesinde kopuk ve mesnetsiz bir çok söylem ve efsanenin bir bilgi kirliliği içerisindeki karmaşaşası olan İslam tarihi aynı zamanda mükemmel yaradılış ve ahlak kavramlarınıda kendi içinde yıkar. Bir birlerine paralel olarak tekrar ve tekrar kurgulanan bu olgu zamanla bütünlükten ve gerçeklerden uzaklaşarak günümüzdeki halini almıştır. Tarihçiler ve diğer bilim İnsanları için neredeyse samanlıkta iğne aramak gibi bir şey olan İslam tarihini gerçek hali ile yazma yöntemi sayesinde bizler artık İslam tarihinde yazılanları aslında hiçte kutsal ve doğru olmadığını sonradan sık sık değiştirildiğini ve bir süre sonra dikiş tutmayan yama misali ortaya çıkan çelişkilerin normal meseleleri bile görünmez hale getirdiğini bilmekteyiz.

Kaynaklar:
1- Kuran
2- Kutubusitte (Buhari) hadisleri
3- Hz. Muhammed Mekke’de, W. Montgomery Watt, AÜİF yayınları no:5, çeviri: Doç.Dr. M. Rami Ayas, Doç.Dr. Azmi Yüksel, 1986
4- Asrı Saadet, Mevlana Şibli, Çeviri:Ö.Rıza Doğrul, Sadeleştiren: O.Zeki Mollamehmetoğlu 1. Cilt, 1978
5- Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, Taberi, MEB yayınları, 4. Cilt, 1992